18 Mayıs 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ENFLASYON FIRSATÇILIĞI

Cahit UYANIK 

Mesut Yılmaz hükümeti, 1998 yılı ekonomik hedeflerini açıkladı. Bu hedeflerin yıllardır tekrarlana tekrarlana temcit pilavına dönen benzerlerinden farkı, enflasyonla mücadeleyi dikkate alması... İlk olarak Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez ile Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'in imzaladığı protokolle ciddi adımlar atılmaya başlanan bu yolda, ikinci önemli durak ise 1998 Bütçesinde iç borçlanmaya sınır getirilmesi. 

Geçen yıl Refahyol'un bütçesi görüşülürken koalisyonun Refah kanadı da benzer bir yöntem denemek istemiş, ancak dönemin Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Ufuk Söylemez'in yoğun çabası sonrasında başarılı olunamamıştı.

İç borçlanmaya sınır getirilmesi yönündeki bütçe düzenlemesi Yılmaz Hükümetinin diline doladığı 'enflasyon lobisi' ile ilk meydan muharebesi olacak gibi görünüyor. Devlet, yıllar önce enflasyon lobisine kaptırdığı mevzileri almak yönünde ilk ciddi irade beyanını gerçekleştirebilirse, yüzde 50 enflasyon konusunda da umutlu bir ilk adım atılmış olacak. Çünkü Türkiye'deki enflasyon lobisinin rantlandığı en önemli merkezin devlet olduğu artık herkesin malumu. İç borçlanmaya sınır getirilmesi, malumun ilan edilerek yeni bir düzen konusunda devletin kararlılığını göstermesi bakımından kritik önemde.

Bu noktada 'enflasyon lobisi' kavramına değinmekte fayda var. Türkiye'de sayıları yüzlerle ifade edilen ve tam açıklanamayan kavramlardan birisi de enflasyon lobisi... Belki de tanım kolaylığı sağladığı için seçilen bu kavram yerine 'enflasyon fırsatçılığı' demek daha isabetli bir yaklaşım olabilir. Çünkü enflasyonun etkilerini azaltmak için herkesin kendince bir fırsatı var. 

İşçinin elinde toplu sözleşme ve oy, memurun elinde oy ve siyasi kayırmacılık, iş adamının elinde döviz beklentisi ve denetimsiz piyasa, çiftçinin elinde oy fırsatı bulunuyor. Tüm dünyada da devleti etkileyerek kendi çıkarlarını maksimize etmek için kullanılan bu yollar, Türkiye'de tamamen enflasyona endeksli işliyor. Bu gruplar tüm çabalarını enflasyona karşı kendilerini 1 yıllığına koruyacak bir uygulamayı veya fiyatı kabul ettirmeye yönlendiriyorlar. Bu konuda da ciddi başarı sağlayabiliyorlar. Hemen hemen tüm çabaların odağında da devlet var. 

Bu arada verimlilik, ciddi piyasa hukuku, eğitim, işgücü eğitimi gibi kavramlar unutulup ikinci plana atılıyor. Türkiye'nin bu kısır döngüyü kırabilmesi için enflasyonu kesinlikle peyderpey aşağı çekmesi zorunlu. Burada da görev, enflasyonun en önemli sebeplerinden birisini oluşturan kamu açıklarıyla mücadele konusunda ekonomi yönetimine düşüyor. Ayrıca devletin çeşitli toplumsal kesimlerle yeni bir ilişki tarzı benimsemesi de kaçınılmaz.

Öte yandan Türkiye'nin iç borçlanmaya bir sınır koyup bunu aşmaması için kesinlikle dış mali desteğe ihtiyacı var. Ancak bu konuda elimizin mahkum olduğu IMF ise 1998 bütçe uygulamalarını görmek istediğini ifade ederek Türkiye'den ayrıldı. IMF aynı yöntemi daha önce de Refahyol'a uygulamıştı. Çünkü IMF, parlamento çoğunluğu bulunmasına rağmen Refahyol'daki çatlak nedeniyle siyasi irade konusunda bir türlü ikna olamamıştı.  Anlaşılan bu kez de IMF'nin siyasi irade konusunda kafası çok net değil. Arkasında dış mali ve IMF desteği bulunmayan bir ekonomi programının başarıya ulaşma ihtimali ise çok zayıf. Anlaşılan iç borçlanma sınırının ihlal edilip edilmeyeceği de dış borçlanmaya bağlı.

(Bu yazı Finansal Forum gazetesindeki Başkentten Yansımalar köşesinde 20 Ekim 1997 tarihinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder