ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor.
Cahit UYANIK
Cahit UYANIK
Farkında mısınız bilmiyorum ama Çin, 2014 yılından bu yana
“dünyanın en büyük ekonomisi” (satın alma gücü paritesiyle hesaplandığında)
olma unvanını taşıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ekonomik
Forumu’nun (WEF) belirlemelerine göre Çin, bundan 3 yıl önce Amerika Birleşik
Devletlerini (ABD) geride bırakarak 18 trilyon 228 milyar dolarlık gayri safi
yurtiçi hasılaya (GSYH) ulaştı. ABD aynı yıl, 17 trilyon 393 milyar dolarlık
GSYH ile ikinci sıraya düştü. Benzeri tablo 2015 ve 2016 yılında da devam etti.
İşin ilginç yanı IMF ve WEF, iki ülke arasındaki GSYH farkının
2022 yılına gelindiğinde yani bundan 5 yıl sonra 10,5 trilyon dolara yükseleceğini
öngörüyor. 2022 yılında Çin 34,3 trilyon dolar, ABD ise 23,8 trilyon dolarlık
GSYH’ye ulaşacak. Çin’in ABD’ye atacağı tahmin edilen 10,5 trilyon dolarlık
fark, 2022 yılında Almanya ve Japonya’nın GSYH’larının toplamına karşılık
gelecek. (Çin ekonomisi, ülkelerarası fiyat farklılıklarının hesaba katılmadığı
klasik milli gelir hesaplamalarında ise 2010 yılında Japonya’yı geçerek, -ABD’nin
ardından- dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olma unvanını yakalamıştı. Çin,
hala bu unvanını koruyor ve yakın gelecekte de değişmesi beklenmiyor.)
Bu tablo, Çin’in önümüzdeki uzun yıllarda dünya ekonomisinin
odağına iyice oturacağı ve hemen hemen her ülkenin ekonomisine etkide
bulunabileceği anlamına geliyor. O nedenle Çin’in hem kendisi hem de dünya
ekonomisi için nasıl bir gelecek tasarladığının anlaşılması çok büyük önem
taşıyor. Çünkü Çin, dünyadaki birçok ülke için ya iyi bir hammadde veya mamul müşterisi,
ya güçlü bir borç veren, ya güçlü bir borç alan, ya güçlü bir mal satıcısı, ya
iyi bir turist kaynağı…
Peki Çin, kendisi için öngörülen parlak rakamları gerçekleştirebilir
mi? Çin, dünya ekonomisinin en büyüğü olmanın yükümlülük ve sorumluluklarını
yerine getirebilecek mi? Çin; daha fazla
şeffaflaşma, demokrasi ve refah düzeyinin artırılması, piyasa ekonomisinin
iyice güçlenmesine izin verecek rekabetçiliğe yelken açacak mı?
Bu konuda ilk önemli tahminleri ülkenin geleceğine yön
verecek Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 18-25 Ekim 2017'de düzenleneceği
bildirilen 19. Ulusal Kongresi'nde alabileceğiz. Toplantı tarihinin ilan edildiği Ağustos sonundaki resmi
açıklamanın odağında ekonomik mesajlar vardı. Açıklamada “ÇKP 19. Ulusal
Kongresi'nin görece refah toplumunun kapsamlı şekilde inşa edilmesi sürecindeki
önemli bir aşamada ve Çin'e özgü sosyalizmin gelişmesi için de kilit bir
dönemde yapılacak hayati önem taşıyan bir kongre olacağı” vurgulandı. Çin
hükümetinin geçtiğimiz 5 yıldaki çalışmalarının özetleneceği 19. Ulusal
Kongre'de, iç ve dış durumun tahlil edilerek, ÇKP'nin ve devletin yeni kalkınma
ihtiyaçları ile halkın yeni beklentilerinin göz önünde bulundurulacağı ve çağın
taleplerini karşılayacak eylem programları ve politikaların saptanacağı ifade
edildi.
ÇKP,
2012 yılı sonunda yaptığı 18. Ulusal Kongresinin ardından ise “piyasacı
reformlara geçiş sürecine girdiğini” resmen duyurmuştu. Bu kararın önemi
zamanla anlaşıldı. Bazı uzmanlar bu kararı, 1980’lerin başındaki kapitalist
restorasyon sürecine geçiş kararlarıyla kıyasladılar. Nitekim 2012’teki karar,
Çin devletinin ekonomide yavaş yavaş düzenleyici ve denetleyici bir fonksiyona
geçiş yaparak, ekonomik üretim sürecinden tedrici olarak çıkmasını öngörüyordu.
Aradan geçen 5 yılda, bu genel hedefin tutturulmaya çalışıldığı söylenebilir.
Üstelik bu dönem tüm dünyada, FED faiz artışlarına başladığı için kur
hareketlerinin de sıkça yaşandığı bir periyoddu. Çin, ekonomisinin
etkilenmemesi için parası yuanı birkaç kez devalüe etti. Bu devalüasyonlar, FED’in
yılda 3-4 defa faiz artıracağı beklentisi ve Çin’in iç pazarını genişletme
politikalarıyla birleştirildiğinde tüm dünyada korkuyla izlendi. Ancak FED,
daha az sayıda faiz artışı yapınca Çin’in devalüasyonları başarıya ulaştı ve
yüzde 5’lere doğru ineceği ileri sürülen ekonomik büyümesi de yeniden yüzde
7’lere doğru yaklaştı.
19.
Ulusal Kongre ile ilgili açıklama dikkatle incelendiğinde “refah toplumunun
inşası” kavramı öne çıkıyor. Bu çerçevede 2020-2021 yılları, Çin açısından
sembolik öneme sahip. Çünkü yaklaşık 90 milyon üyeli ÇKP, 2021 yılında 100’üncü
yaşına girecek. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, geçen Temmuz ayındaki
bir konuşmasında ‘orta halli refah toplumu’nu 2020 yılına kadar kapsamlı bir
şekilde inşa ederek, ÇKP’nin Çin halkına ve tarihe verdiği önemli bir taahhüdüne
ulaşacaklarını söylemişti. Şi, böylece
bu hedefin ilk 100 yıllık hedeflerine ulaşma anlamına geleceğini bildirmişti. Şi,
2013-2017 arasındaki dönemde ise verdikleri sözlerin çoğunu yerine
getirdiklerini kaydetmişti.
ÇKP’nin
“orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında ise iç pazara
yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin
verilmesi bulunuyor. Bu listenin nasıl genişletilip geliştirileceğinin ilk
ipuçlarını ise belki de 18 Ekim’de alabileceğiz. Ancak İstanbul’daki bir toplantıya katılan
Pekin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Michael Pettis, Çin’in
gerçekleştirdiği büyük yatırımlar sebebiyle üzerinde çok ciddi bir borç yükü
olduğunu belirterek “Çin artık yatırımları azaltmalı. Büyüme için tüketimi
canlandırılmalı. Yerel idarelerden hane halklarına transferler yapılmalı.
Merkezi hükümet ekonomik reformlar gerçekleştirmeli. Bu yapılmazsa, büyüme
yüzde 3’e kadar düşebilir” öngörüsünde bulundu.
Bu değerlendirme çok haklı. Çünkü Çin’in borcu 29 trilyon dolar düzeyinde ki,
bu Türkiye’nin GSYİH’sı kadar yıllık faiz ödediği (870 milyar dolar) anlamına
geliyor. Bu borçların ödenememesi sebebiyle bir krize girilmesi durumunda Çin’de
büyümenin yüzde 3’e düşebileceği tahmin ediliyor. Böylesi bir durumda tüm
dünyanın bu düşüşten olumsuz yönde etkileneceği ise sır değil.
Peki bütün bu olup bitenler ve açıklanan yeni
hedefler, Çin’in sosyalist bir ülke olmaktan vazgeçtiği anlamına mı geliyor? 2018 yılına yaklaşıldığı
bugünlerde Çin, hala rejimini “Çin’e özgü sosyalizm” olarak tanımlıyor. Çin Devlet Başkanı Şi, bu eylül ayı başında Şiamen
kentinde düzenlenen 9. BRICS Zirvesi İş Forumunda yüzde 85’ini yabancı
misafirlerin oluşturduğu 1.250 işadamı ve uzmana “Çin’e özgü sosyalizm”
söylemini tekrarladı. Ancak aynı Şi, düzenlediği basın toplantısında dünya
ülkelerine, küresel ekonomik yönetimde reform; açık, kapsayıcı bir ekonomi
çağrısında bulundu. Bütün bu açıklamalardan Çin’in söylem düzeyinde de olsa
sosyalizmden vazgeçmediğini, ancak pratikte küresel bir kapitalist ve küreselci
düzeni savunduğu anlaşılıyor. Yaşanan bu durumun, ABD’nin yeni Başkanı Donald
Trump’ın ekonomik korumacılık politikaları ile iyice açığa çıktığı biliniyor.
Sonuçta
ne olursa olsun Şi’nin söylemediği şey ise Brezilya, Rusya, Hindistan,
Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin oluşturduğu BRICS'in ekonomik büyüklüğünün
2020 yılı itibarıyla dünya toplamının yüzde 25'ine ulaşacağı, 2030 yılına kadar
ise G-7 ülkelerinin toplamını geçeceğinin öngörülmesi… Böylece Çin “modern
zamanlara ait bir sosyalizm”in 2030 yılında; kapitalist olduğunu söyleyen
ülkelerin oluşturduğu ve Zenginler Kulübü olarak da adlandırılan G-7’yi (Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve
Kanada) aşabilmesinde en önemli rolü oynamış olacak. Çin, Şiamen
Zirvesinde BRICS’i daha kurumsallaştırarak ve aksiyoner hale getirmeyi
hedefleyerek dünya ekonomisi üzerindeki patronluk iddiasını sürdüreceğini de
ilan etti. Bütün bu çizdiğimiz tablodan
Türkiye için çıkarılacak sonuç ise şöyle özetlenebilir: Türkiye, Batı kadar
Çin’e ve Doğu’ya da yüzünü dönmeli; ekonomik ilişkilerini daha fazla
geliştirmenin yollarını bulmalı.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ekim-2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
ÇİN, 2016 YILINDA DÜNYAYI YENİ BİR EKONOMİK KRİZE SÜRÜKLEYECEK Mİ?
ÇİN PAZARINDA TUTUNMAK İÇİN SABIR VE DANIŞMANLIK HİZMETİ ŞART
ÇİN, 2016 YILINDA DÜNYAYI YENİ BİR EKONOMİK KRİZE SÜRÜKLEYECEK Mİ?
ÇİN PAZARINDA TUTUNMAK İÇİN SABIR VE DANIŞMANLIK HİZMETİ ŞART