18 Ekim 2017 Çarşamba

ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?


ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. 

Cahit UYANIK
Farkında mısınız bilmiyorum ama Çin, 2014 yılından bu yana “dünyanın en büyük ekonomisi” (satın alma gücü paritesiyle hesaplandığında) olma unvanını taşıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) belirlemelerine göre Çin, bundan 3 yıl önce Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) geride bırakarak 18 trilyon 228 milyar dolarlık gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) ulaştı. ABD aynı yıl, 17 trilyon 393 milyar dolarlık GSYH ile ikinci sıraya düştü. Benzeri tablo 2015 ve 2016 yılında da devam etti.
İşin ilginç yanı IMF ve WEF, iki ülke arasındaki GSYH farkının 2022 yılına gelindiğinde yani bundan 5 yıl sonra 10,5 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. 2022 yılında Çin 34,3 trilyon dolar, ABD ise 23,8 trilyon dolarlık GSYH’ye ulaşacak. Çin’in ABD’ye atacağı tahmin edilen 10,5 trilyon dolarlık fark, 2022 yılında Almanya ve Japonya’nın GSYH’larının toplamına karşılık gelecek. (Çin ekonomisi, ülkelerarası fiyat farklılıklarının hesaba katılmadığı klasik milli gelir hesaplamalarında ise 2010 yılında Japonya’yı geçerek, -ABD’nin ardından- dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olma unvanını yakalamıştı. Çin, hala bu unvanını koruyor ve yakın gelecekte de değişmesi beklenmiyor.)
Bu tablo, Çin’in önümüzdeki uzun yıllarda dünya ekonomisinin odağına iyice oturacağı ve hemen hemen her ülkenin ekonomisine etkide bulunabileceği anlamına geliyor. O nedenle Çin’in hem kendisi hem de dünya ekonomisi için nasıl bir gelecek tasarladığının anlaşılması çok büyük önem taşıyor. Çünkü Çin, dünyadaki birçok ülke için ya iyi bir hammadde veya mamul müşterisi, ya güçlü bir borç veren, ya güçlü bir borç alan, ya güçlü bir mal satıcısı, ya iyi bir turist kaynağı…
Peki Çin, kendisi için öngörülen parlak rakamları gerçekleştirebilir mi? Çin, dünya ekonomisinin en büyüğü olmanın yükümlülük ve sorumluluklarını yerine getirebilecek mi?  Çin; daha fazla şeffaflaşma, demokrasi ve refah düzeyinin artırılması, piyasa ekonomisinin iyice güçlenmesine izin verecek rekabetçiliğe yelken açacak mı? 
Bu konuda ilk önemli tahminleri ülkenin geleceğine yön verecek Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 18-25 Ekim 2017'de düzenleneceği bildirilen 19. Ulusal Kongresi'nde alabileceğiz. Toplantı tarihinin  ilan edildiği Ağustos sonundaki resmi açıklamanın odağında ekonomik mesajlar vardı. Açıklamada “ÇKP 19. Ulusal Kongresi'nin görece refah toplumunun kapsamlı şekilde inşa edilmesi sürecindeki önemli bir aşamada ve Çin'e özgü sosyalizmin gelişmesi için de kilit bir dönemde yapılacak hayati önem taşıyan bir kongre olacağı” vurgulandı. Çin hükümetinin geçtiğimiz 5 yıldaki çalışmalarının özetleneceği 19. Ulusal Kongre'de, iç ve dış durumun tahlil edilerek, ÇKP'nin ve devletin yeni kalkınma ihtiyaçları ile halkın yeni beklentilerinin göz önünde bulundurulacağı ve çağın taleplerini karşılayacak eylem programları ve politikaların saptanacağı ifade edildi.
ÇKP, 2012 yılı sonunda yaptığı 18. Ulusal Kongresinin ardından ise “piyasacı reformlara geçiş sürecine girdiğini” resmen duyurmuştu.  Bu kararın önemi zamanla anlaşıldı. Bazı uzmanlar bu kararı, 1980’lerin başındaki kapitalist restorasyon sürecine geçiş kararlarıyla kıyasladılar. Nitekim 2012’teki karar, Çin devletinin ekonomide yavaş yavaş düzenleyici ve denetleyici bir fonksiyona geçiş yaparak, ekonomik üretim sürecinden tedrici olarak çıkmasını öngörüyordu. Aradan geçen 5 yılda, bu genel hedefin tutturulmaya çalışıldığı söylenebilir. Üstelik bu dönem tüm dünyada, FED faiz artışlarına başladığı için kur hareketlerinin de sıkça yaşandığı bir periyoddu. Çin, ekonomisinin etkilenmemesi için parası yuanı birkaç kez devalüe etti. Bu devalüasyonlar, FED’in yılda 3-4 defa faiz artıracağı beklentisi  ve Çin’in iç pazarını genişletme politikalarıyla birleştirildiğinde tüm dünyada korkuyla izlendi. Ancak FED, daha az sayıda faiz artışı yapınca Çin’in devalüasyonları başarıya ulaştı ve yüzde 5’lere doğru ineceği ileri sürülen ekonomik büyümesi de yeniden yüzde 7’lere doğru yaklaştı.
19. Ulusal Kongre ile ilgili açıklama dikkatle incelendiğinde “refah toplumunun inşası” kavramı öne çıkıyor. Bu çerçevede 2020-2021 yılları, Çin açısından sembolik öneme sahip. Çünkü yaklaşık 90 milyon üyeli ÇKP, 2021 yılında 100’üncü yaşına girecek. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, geçen Temmuz ayındaki bir konuşmasında ‘orta halli refah toplumu’nu 2020 yılına kadar kapsamlı bir şekilde inşa ederek, ÇKP’nin Çin halkına ve tarihe verdiği önemli bir taahhüdüne ulaşacaklarını söylemişti.  Şi, böylece bu hedefin ilk 100 yıllık hedeflerine ulaşma anlamına geleceğini bildirmişti. Şi, 2013-2017 arasındaki dönemde ise verdikleri sözlerin çoğunu yerine getirdiklerini kaydetmişti.
ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında ise iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. Bu listenin nasıl genişletilip geliştirileceğinin ilk ipuçlarını ise belki de 18 Ekim’de alabileceğiz.  Ancak İstanbul’daki bir toplantıya katılan Pekin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Michael Pettis, Çin’in gerçekleştirdiği büyük yatırımlar sebebiyle üzerinde çok ciddi bir borç yükü olduğunu belirterek “Çin artık yatırımları azaltmalı. Büyüme için tüketimi canlandırılmalı. Yerel idarelerden hane halklarına transferler yapılmalı. Merkezi hükümet ekonomik reformlar gerçekleştirmeli. Bu yapılmazsa, büyüme yüzde 3’e kadar düşebilir” öngörüsünde bulundu.       
Bu değerlendirme çok haklı. Çünkü  Çin’in borcu 29 trilyon dolar düzeyinde ki, bu Türkiye’nin GSYİH’sı kadar yıllık faiz ödediği (870 milyar dolar) anlamına geliyor. Bu borçların ödenememesi sebebiyle bir krize girilmesi durumunda Çin’de büyümenin yüzde 3’e düşebileceği tahmin ediliyor. Böylesi bir durumda tüm dünyanın bu düşüşten olumsuz yönde etkileneceği ise sır değil.  
Peki bütün bu olup bitenler ve açıklanan yeni hedefler, Çin’in sosyalist bir ülke olmaktan vazgeçtiği anlamına mı geliyor? 2018 yılına yaklaşıldığı bugünlerde Çin, hala rejimini “Çin’e özgü sosyalizm” olarak tanımlıyor.  Çin Devlet Başkanı Şi, bu eylül ayı başında Şiamen kentinde düzenlenen 9. BRICS Zirvesi İş Forumunda yüzde 85’ini yabancı misafirlerin oluşturduğu 1.250 işadamı ve uzmana “Çin’e özgü sosyalizm” söylemini tekrarladı. Ancak aynı Şi, düzenlediği basın toplantısında dünya ülkelerine, küresel ekonomik yönetimde reform; açık, kapsayıcı bir ekonomi çağrısında bulundu. Bütün bu açıklamalardan Çin’in söylem düzeyinde de olsa sosyalizmden vazgeçmediğini, ancak pratikte küresel bir kapitalist ve küreselci düzeni savunduğu anlaşılıyor. Yaşanan bu durumun, ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın ekonomik korumacılık politikaları ile iyice açığa çıktığı biliniyor.     
Sonuçta ne olursa olsun Şi’nin söylemediği şey ise Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin oluşturduğu BRICS'in ekonomik büyüklüğünün 2020 yılı itibarıyla dünya toplamının yüzde 25'ine ulaşacağı, 2030 yılına kadar ise G-7 ülkelerinin toplamını geçeceğinin öngörülmesi… Böylece Çin “modern zamanlara ait bir sosyalizm”in 2030 yılında; kapitalist olduğunu söyleyen ülkelerin oluşturduğu ve Zenginler Kulübü olarak da adlandırılan G-7’yi (Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada) aşabilmesinde en önemli rolü oynamış olacak. Çin, Şiamen Zirvesinde BRICS’i daha kurumsallaştırarak ve aksiyoner hale getirmeyi hedefleyerek dünya ekonomisi üzerindeki patronluk iddiasını sürdüreceğini de ilan etti.  Bütün bu çizdiğimiz tablodan Türkiye için çıkarılacak sonuç ise şöyle özetlenebilir: Türkiye, Batı kadar Çin’e ve Doğu’ya da yüzünü dönmeli; ekonomik ilişkilerini daha fazla geliştirmenin yollarını bulmalı.

2 Ekim 2017 Pazartesi

TRUMP, EKONOMİK VAATLERİNİ HAYATA GEÇİRMEKTE ZORLANIYOR



Trump, seçim kampanyasında “Amerika’yı Yeniden Güçlü Yap” sloganını başarıyla kullanmış ve geniş kitleleri etkilemişti. Aradan geçen 8 ayda “Trumponomics” olarak adlandırılan ekonomi politikasının ana taşıyıcı kolonlarını kurmakta ciddi bir ilerleme sağlanamadı. 

Cahit UYANIK

ABD’de başkanlar için, görev dönemlerinin son 6-8 aylarında “topal ördek” deyimi kullanılır. Bu, başkanların görev süresi bitimine yaklaştıkça giderek etkinliğinin azalması eğilimi için üretilmiş bir siyasi tanımlamadır.  Başkan, yetkilerini tam olarak kullanamadığı için ‘tek ayağı üzerinde durmaya çalışan bir ördeğe’ benzetilir. Topal ördek tanımı, başkanlık seçimi sonucunun kesin olarak belirlendiği ve devir teslim yapılacağı Kasım-Ocak arasındaki 10 haftada iyice zirveye çıkar. Bu deyimin öznesi olmaktan hiç bir başkanın kaçması mümkün değildir.

Ancak görevi devralan yeni başkanların “topal ördek” dönemini sürdürmesi de (ABD’de son 8 aydır yaşanılan gibi) pek rastlanılan bir durum değildir. Çünkü yeni başkanların en rahat ettiği dönem, seçildiğinin ilk aylarıdır denilebilir. Kamuoyu desteğinin zirvede olduğu bu zaman diliminde, geniş kitlelerin beklediği ekonomik reformlara girişilerek verilen vaatler tutulmaya çalışılır. Aslına bakılırsa tüm demokratik ülkelerde de benzeri bir durum yaşanır.