30 Nisan 2015 Perşembe

EKOKULAK: BANKACIDAN MORG GÖREVLİSİ OLUR MU?



Cahit UYANIK

Türkiye, "Ne iş olsa yaparım abi" ülkesi... Türkiye'deki emek gücünün vasıfsızlığının en veciz ifadesi olan bu cümle, zaman zaman devlet tarafından da bir personel politikası olarak kullanılıyor. Ama cümlede küçük bir değişiklik yapılarak; "Ne iş olsa yaptırırım abi..."

Bu politikanın son örneğine göre; kamu bankalarındaki personel, devlet memuru statüsünden çıkartılıp özel sözleşmeli statüye geçirilmek isteniyor. Eh tabii, bazı personel devlet güvencesini bırakmak istemiyor. Bu kişilere o zaman Devlet Personel Başkanlığının yolu gösteriliyor. Başkanlık, bankacıları  bir devlet dairesine atama görevini üstlenmiş durumda.

23 Nisan 2015 Perşembe

ÇOCUK GÖZLERİNDEKİ UMUT

Cahit UYANIK

Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlayacağız. Gözler, ne yazık ki çocuklardan fazla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit'te olacak. Bakalım nasıl el sıkışacaklar? Birbirlerine iltifat cümleleri sarf edecekler mi? Foto muhabirleri, bu iki siyasi figürün birbirine sert ve keskin bakışlarını yakalamak için seferber olacaklar. Olay, bu kadarla da bitmeyecek. Salı sabahı da ülkenİn tansiyonu yeniden çıkma belirtileri gösterecek. 2 ayı geçen bir süreden sonra, Milli Güvenlik Kurulunda bir hesap ortaya saçıp dökülecek. Birbirleriyle pek geçinemeyen iki ismin tetikledikleri ekonomik krizin faturası, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş tarafından ortaya konulacak. Onlar bu brifingi dinleyip Perşembe gününü beklemeye koyulacaklar.  Ne için mi? Haftalık olağan "bakışma" için...Dua edelim, Salı günkü toplantı yeni bir restleşmeye sahne olmasın.

19 Nisan 2015 Pazar

PİRİNÇTEKİ FİYAT ARTIŞI REKABETE AYKIRI BULUNMADI


Cahit UYANIK

Rekabet Kurulu, nisan ve mayısta pirinçte yaşanan fahiş fiyat artışlarının normal olduğuna karar verdi. Kurul, çeltik/pirinç fiyatlarında yaşanan hareketlerin dünya fiyatlarındaki değişiklikler ile arz-talep koşulları gibi ekonomik gerekçelerle açıklanabileceğini belirtti. Kurul "Fiyatlardaki artışın rekabeti sınırlayıcı nitelikte bir anlaşmadan kaynaklandığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır" değerlendirmesinde bulundu. 
(TIKLAYINIZ) REKABET KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNDE EKONOMİ BASININ ROLÜ NEDİR?

12 Nisan 2015 Pazar

TÜRKİYE'DEKİ RÜŞVET TARİFESİ, SEZER VE ERDOĞAN

Cahit UYANIK

Türkiye'de yolsuzluk ve rüşvet olayları artık iliğimize kemiğimize işledi. Bunun açık delili, geçen hafta bilimsel araştırma yoluyla bir kez daha ortaya konuldu. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı'nın (TESEV) iş dünyası üzerinde yaptığı "Türkiye'de Yolsuzluğun Nedenleri ve Önlenmesine İlişkin Öneriler" başlıklı çalışmanın 75'incı sayfasında rüşvet tarifesi bulunuyor.

Bu araştırmaya göre en yüksek rüşvet, gümrüklerde yeniliyor. Hediyesi ortalama 1 milyar 420 milyon TL. Tarife liderini belediyeler izliyor ki, orada da iş yaptırmanın kapısı ortalama 855 milyon liradan açılıyor. Rüşvet liginin üçüncü sırasında ne yazık ki, mahkemeler ve hukuk sistemi bulunuyor. Rüşvetle mücadelede en fazla güvenilmesi gereken bu kurumdaki tarife ise ortalama 783 milyon lira.
Tarifenin diğer anlı şanlı elemanları ise 308 milyon TL ile vergi daireleri ve maliyeciler, 187 milyonla trafik polisleri, 183 milyonla tapu daireleri, 142 milyonla elektrik hizmetleri, 140 milyonla devlet hastaneleri ve 128 milyonla trafik dışındaki polisler olarak uzayıp gidiyor.

Aynı araştırmanın 74'üncü sayfasında rüşvetin nasıl alınıp verildiği yani mekaniği araştırılmış. Buna göre trafik polisleri ve diğer polisler açık ve net şekilde kendi ağızları ile rüşvet talep ediyormuş. Bu grubu ise elektrik hizmetleri, maliyeciler, belediyeciler, gümrükçüler izliyormuş. Yani iş dünyasını bir anlamda rüşvet vermeye devletin ete kemiğe bürünmüş sıfatları zorluyormuş. Peki ya iş dünyası? İş adamlarının rüşvet almaya zorladığı kamu görevlileri ise devlet hastaneleri, tapu daireleri ve mahkemelerden çıkıyormuş. En yüksek aracı kullanılan meslek grupları ise tapucular ile hukukçularmış. 

Yıllar önce rüşvet üzerine okuduğum bir kitaptaki analiz hala aklımda. Kitap "Rüşvetin güzel bir yanı vardır ki, iyi işlemeyen kamu hizmetleri konusunda yöneticilere fikir verir. Kamu yönetiminde sorun çözerken, önce o alanlara ağırlık vermek gerekir. O nedenle rüşvet olayları iyi analiz edilmelidir" diyordu. Bu doğru tespitten yola çıkarsak, Türkiye'de gümrüklerin acilen bir rehabilitasyondan geçirilmesi gerekliliği hemen ortaya çıkıyor. Ancak tüm dünyada rüşvet olaylarının en fazla gümrüklerde döndüğünü de kabul etmeliyiz. 

Öyleyse yerel yönetimler seçimini yeni yapmış bir ülke olarak rüşvet dönmesinin pek mübah olmadığı ikinci sıradaki belediyelere ciddi bir şekilde el atmakta fayda bulunuyor. Belediyelerdeki yoğun rüşvet olayları kaçak yapılaşma, arazi talanı ve mafyasını besleyen olayları da açıkça ortaya koyuyor. Mahkemeler ve hukuk sisteminde rüşvetin hayat buluyor olması ise iş dünyası ile devlet arasındaki güvensizliğin en önemli sebeplerden birisi.  Bu alanın aynı zamanda Türkiye'deki yatırım ve yabancı yatırım ortamını da tehdit ettiğini zaten biliyoruz. Vergi dairelerinde yaşanan rüşvet olayları ise kayıt dışı ile etkin mücadele edememe ve vergi hasılatındaki düşüklüğü anlatıyor. Trafik kazalarındaki yüksek can kayıpları trafik polislerine verilen rüşveti, elektrik idarelerinde yüzde 30'lara varan kayıp kaçak oranları da elektrik hizmetlerinde dönen rüşveti açıklıyor. İş dünyasının pek az başvurdukları devlet hastanelerinde bile rüşvet vermeye mecbur kalması, sağlık sistemimizin bir başka yarası olarak görülebilir. 

Lafı fazla uzatmadan araştırmanın bir başka ilginç bölümüyle yazımızı bitirelim. Ankette "Günümüz Türkiyesi'nde devlet ve siyaset adamları arasında rüşvet ve yolsuzlukla mücadelede en güvenilir kişiler sizce kimlerdir?" sorusu yöneltilmiş. Anketin 2001 sonbaharında yapıldığını belirterek, ilk sırada Sadettin Tantan,  ikinci sırada Ahmet Necdet Sezer ve üçüncü sırada Tayyip Erdoğan çıkmış. Bülent Ecevit ve Kemal Derviş ise daha sonra gelmiş. Ancak ankete katılanlar, bu sorunla mücadelede hiç kimseyi güvenilir bulmadığını da çok yüksek bir oranla belirtmişler. İlk üçe giren isimlerden ikisi, halen çok önemli görevlerin başında bulunuyor. Rüşvetle ve yolsuzlukla mücadelede demek ki Cumhurbaşkanı ve Başbakana önemli görevler düşüyor. 
(Bu yazı, Finansal Forum Gazetesinin 05.04.2004 tarihli sayısında Başkentten Yansımalar köşesinde yayınlanmıştır.)

SEZER, 6 YILDA TASARRUF ETTİĞİ 40 MİLYON YTL'Yİ MALİYE'YE İADE ETTİ

11 Nisan 2015 Cumartesi

12 YIL ÖNCE SORULMUŞ BİR SORU: GAZİANTEP MARKA OLABİLİR Mİ?


Cahit UYANIK


Doğu'nun Paris'i Gaziantep'te moraller yavaş yavaş düzelmeye başlamış. 2001'in zorlu yaz aylarında ekonomik krizin hararet derecesinin tıpkı hava sıcaklığı gibi 40 dereceyi geçtiği günlerde Gaziantep, adeta dayak yemiş gibiydi. İşyerleri kapalı, işsizlik sokaklara kadar taşmış, endişe, gelecek korkusu, moralsizlik ve boşluk duygusu her yanı kaplamıştı. 2003 yaz aylarına girerken Gaziantep, eski ritmi ve temposuna çok yaklaşmış, Kısaca "Çalışmak istersen, iş bulabilirsin ve aç kalmazsın" diye özetlenebilecek çalışkan kent felsefesi yeniden hissedilmeye başlanmış. 

Gaziantepli sanayiciler 2001 krizinden "risk yönetimi"nin önemini kavrayarak çıkmışlar. Dalgalı kurla gelen yeni sistemin hem risk hem de avantajları barındırdığını anlamışlar. Dalgalı kurdan şikayet, 2001 yaz aylarındaki gibi değil. Ağırlıkla özkaynak kullanarak işlerini çevirmeye alışkın olan Gaziantepli işadamları, kur politikası deyince kulakları dikip dinliyorlar. İstedikleri ve aradıkları ise dalgalı kur politikasında istikrar. Gaziantepli işadamlarının duymak istemedikleri şey ise finansman riski. Açık bir anlatımla, bankacılar ve bankacılık sisteminin 2001 krizindeki kendi riskini sanayiciye yükleme çabası unutulmuş değiller. Benden naçizane bir tavsiye: Gaziantepli sanayicilerin yanına ciddi ve projeden anlayan bankacılar gitsin.

8 Nisan 2015 Çarşamba

"İKTİSAT İŞLETME VE FİNANS DERGİSİ" 30. YAŞINI KUTLUYOR...



Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) Eski Başkanlarından Kıymetli Büyüğümüz Ali Bilge’nin insanüstü bir gayretle bugünlere getirdiği "İktisat İşletme ve Finans Dergisi" 30.yılını çok güzel bir konferansla kutluyor. Günümüzün seçkin iktisatçılarını bir araya getiren ilginç bir konferans olacak. Konferans 21 Nisan 2015 tarihinde ODTÜ Kongre Kültür Merkezinde... 
"İktisat İşletme ve Finans Dergisi"nin nice 30 yıllara ulaşması dileği ile...


7 Nisan 2015 Salı

MB'DEN ENFLASYONU ARTIRAN MEYVE-SEBZE FİYATLARINA SERİNKANLI BİR BAKIŞ

Cahit UYANIK

Türkiye’de geçmişten bu yana bir türlü bitmek bilmeyen tartışma konularından birisi meyve-sebze fiyatlarındaki artış veya azalışlardır. Gün geçmez ki, tarlalarda çiftçilerin ürününü sattığı fiyat ile büyük kentlerdeki tüketicilerin ödemek zorunda kaldığı fiyatlar arasındaki büyük farkla ilgili haberler okumayalım. ‘Üretici-komisyoncu-tüketici’ üçgeninde bitmeyen bir kan davasını andıran sebze-meyve fiyatları, Türkiye’de artık genel ekonomik dengeleri de yakından ilgilendirir oldu. Nasıl mı? Türkiye’de son 30 yılda yaşanan yüksek enflasyon dönemindeki yüzde 70-80’i geçen fiyat artışı oranlarının arasına gizlenip, çok da fazla dikkat çekmeyen meyve-sebze fiyatları, artık düşük enflasyon döneminde kritik rol oynamaya başladı. Çünkü Türkiye’de son 4-5 yıldır yaşanan nispi olarak düşük enflasyon döneminde, sebze-meyve fiyatları, ‘oyunbozan’ durumuna düştü. Sanayi ve hizmetler sektöründe fiyat artışları veya azalışları beklentiler doğrultusunda hareket ederken, meyve-sebze fiyatları buna ayak uyduramıyor. Yani sanayi ve hizmetler sektöründe düşük seyreden fiyat artışları genel enflasyon hedefini tutturmaya yardımcı olurken, tarım fiyatları çoğunlukla kontrolsüz bir görünüm sergiliyor. Bu da fiyat artışı hedeflerinin tutturulamaması sonucunu doğuruyor.

5 Nisan 2015 Pazar

TÜRKİYE'NİN İÇ BORÇLANMA TARİHİ: PAÇAYI NASIL KAPTIRDIK?



İÇ BORÇLANMADA 1000'İNCİ İHALE

Cahit UYANIK

Halk arasında kullanılan "Borç bini aştı" deyiminin Hazine Müsteşarlığı için de uygulanma imkanı doğdu. Türkiye, 30 Mayıs 1985 tarihinde başladığı ihaleli iç borçlanma sisteminde ilginç bir dönemece girdi. Hazine, bugünkü 23 ay vadeli ve 600-750 trilyon lira büyüklüğündeki iç borç ihalesi ile 1000'inci ihalesini yapmış olacak.

Hazine geride kalan 14 yılda ortalama 72'şer iç borç ihalesi düzenledi. Hazine'nin son verilerine göre iç borç stoku 1999 Eylül ayı itibarıyla 20 katrilyon lira düzeyinde bulunuyor. Bu stokun yüzde 75'lik bölümünü tahvil, yüzde 25'ini de bonolar oluşturuyor.

1 Nisan 2015 Çarşamba

TÜRKİYE, 14 YILDIR UYGULADIĞI MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZLIĞINDAN VAZGEÇEBİLİR Mİ?


Cahit UYANIK

Türkiyede son ayların en flaş tartışma konusu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)... Ekonomiyi olumlu etkilemek üzere, merkez bankası kısa vadeli para politikası faizlerinin düşürülüp düşürülmemesi üzerinden başlayan tartışma genişleyerek büyüyor.  Bazı siyasetçiler,  bundan tam 14 yıl önce büyük bir ekonomik krizin ardından getirilen merkez bankası bağımsızlığından geri dönmek istiyorlar.
 
Tek görevi “fiyat istikrarını sağlamak” olarak belirlenen TCMB’ye, 1931-2001 döneminde olduğu gibi ekonomik kalkınmaya  ve hükümet harcamalarına destek sağlama yükümlülükleri verilmek isteniyor. Hatta bu konuda,  dünyada artık unutulmuş kavramlar yeniden canlandırılarak “Kalkınmacı merkez bankasına geçiş yapacağız” gibi söylemler  ortaya atılıyor.  Peki Türkiye  geldiği ekonomik büyüklük, üretim düzeyi,  bankacılık sektörü, finansal akımlara bağımlılığı ve uluslar arası yükümlülükleri vb. açısından merkez bankası bağımsızlığından vazgeçebilir mi? Bu soruya hemen cevap verelim ve nedenlerini anlatalım: Hayır.