Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2025 Çarşamba

ANKARA NOTLARI / REFAH'IN BİR KAHVE İÇİMLİK PROPAGANDASI

Cahit UYANIK 

Yerel seçimler bitti ama tartışması hala sürüyor. Alınan sonuçlara göre Refah Partisi (RP) yerel seçimlerin 'en başarılısı' oldu. Peki bundan 7-8 yıl önce 'marjinal parti' konumundaki RP, nasıl oldu da bir 'kitle partisi' haline dönüştü? İstanbul ve Ankara gibi iki önemli metropolü nasıl kazandı? Geçen hafta boyunca bu konuda birbirinden farklı yorumlar okudunuz. Bunlar içinde belki en çok göz ardı edilen ayrıntı ise RP'nin değişen örgüt yapısıydı. RP  başarı kazanmak için güçlü bir örgüt kurmuştu ama yapısı ve çalışma yöntemleri diğer partilerin örgütlenme yapısından çok farklıydı. 

Bundan aylar önce meslektaşım Can Karakaş, Nokta dergisinde Refah'in bu yeni örgüt yapısını tüm ayrıntıları ile gözler önüne sermişti. Can'ın aktardığı bilgilere göre Refah'ın yeni örgüt modeli; daha fazla birebir ve yüzyüze ilişkiye dayanan, insanlarla doğrudan iletişim kurmanın yollarını arayan yapısı ile partinin geleneksel imajını değiştirmeyi hedefliyordu. 1960 ve 70'lerde sadece camiler ve Kuran kursları çevresinde çalışmalarını yoğunlaştıran RP, yeni örgüt modeliyle 1989'dan sonra adeta 'sokağa çıkmıştı'. 

Yenilenen örgüt yapısı 1991 seçimlerinde RP'ye 30'a yakın milletvekili kazandırdı. 1992-Kasım ayındaki ara yerel seçim ise geçen haftaki genel yerel seçimin bir provası gibiydi. İki yıl önceki ara yerel seçim RP'nin büyük başarısıyla sonuçlanmıştı. O zaman RP'liler "1994'te İstanbul'da yüzde 28 oy alacağız" dediklerinde pek inandırıcı görünmüyordu. Ama Recep Tayyip Erdoğan şimdilerde yüzde 27 sınırında dolaşıyor.

29 Temmuz 2025 Salı

RÜŞDÜ SARACOĞLU'NUN MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINDAN İKİ YILDIR BEKLENEN İSTİFASI NASIL YAŞANMIŞTI?

RÜŞDÜ SARACOĞLU'NUN İSTIFASI İLE BÜROKRASİDEKİ ATAMA VE GÖREVDEN ALINMALARIN ÖYKÜSÜ 

BÜROKRASİDE HAREKET

Ekonomi bürokrasisi haftayı Rüşdü Saracoğlu'nun istifasıyla kapadı. Ankara'da atamalar, görevden almalar birbirini izliyor. Birçok kuruluş 'vekaleten' yönetiliyor.

Cahit UYANIK / İlter SAĞIRSOY

Geride bıraktığımız Cuma günü 'herkesin beklediği bir istifa' sonunda gerçekleşti. 2 Ağustos itibarıyla Merkez Bankası (MB) Başkanı artık Rüşdü Saracoğlu değildi. Geçtiğimiz Cuma günü mesai saatinin bitimine yakın Reuters ekranına son bir kez göz atan bankacılar irkildi. Reuters, Saracoğlu'nun istifasını haber veriyordu. Haber hızla yayıldı ve doğrusu kimse de şaşırmadı. Hakkında istifa edeceği yolunda bu kadar çok haber çıkan bir MB Başkanı daha olmamıştı.  Saracoğlu'nun istifasını 17.30 gibi özenli bir saatte gerçekleştirmesi de dikkat çekiyordu. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Osman Ünsal, istifanın ekonomiyi en asgari düzeyde etkileyecek bir saatte verildiğini belirterek, bir anlamda Başkan'ın iyi niyetinin altını çiziyordu. İstifanın diğer ilginç bir yanı tarihi idi. Saracoğlu başkanlık görevine de 1987'de yani 6 yıl önce 30 Temmuz günü başlamıştı.

Bir istifa öyküsü

Saracoğlu'nun istifası aslında kamuoyunun gündemine ilk kez 1991 yılının Kasım ayında geldi. O dönemde Tansu Çiller Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanıydı. Saracoğlu MB Başkanı olarak Bakan'ın kendisini devre dışı bırakmak istemesinden yakınıyordu. Saracoğlu dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e gidip görevden affını istedi ancak kabul edilmedi. Çiller'in Başbakan olmasıyla 'Saracoğlu ne zaman istifa edecek?' sorusu da bir kez daha gündeme geldi. Başbakan ile Başkan arasındaki uçurumu bilmeyen yoktu çünkü ekonomiye yaklaşımları aynı değildi. 

Saracoğlu'nun istifasında bardağı taşıran son damla Başbakanlık Teftiş Kurulunun açtığı iki soruşturma oldu. Bu soruşturmalarda banka çalışanlarının kurduğu vakfa, usulsüz kesintiler ve aktarmalar yapıldığı ileri sürülüyordu. Bu soruşturmaları Saracoğlu'nun 'gururuna yediremediği' iddia ediliyor. Saracoğlu istifasını önce Başbakan Çiller'e elden sunmak istedi. Ancak Çiller'in İstanbul'dan dönmediğini öğrenen Saracoğlu, istifasını Başbakanlık Müsteşarı Yücel Edin'e resmi kurye ile gönderdi. 

23 Temmuz 2025 Çarşamba

HALKBANK GENEL MÜDÜRÜ YENAL ANSEN: HALKBANK ÖZELLEŞTİRİLEMEZ; HİSSELERİNİN BİR KISMI MESLEK ÖRGÜTLERİNE VERİLEREK KAMUNUN PAYI AZALTILABİLİR

YENAL ANSEN / HALKBANK'TAN AĞUSTOS MÜJDELERİ

Ansen: '30 Milyar Liraya Kadar Tesis İşletme Kredisi Açıyoruz'

Cahit UYANIK / Leyla YARATAN 

Halkbank, yeni genel müdürü Yenal Ansen ile Ağustos ayına hızlı ve müjdeli haberlerle girmeye hazırlanıyor. Ortaklık kuran genç girişimcilere 2 milyar liralık kredi, yurt çapında girişimcilik öncesi eğitim, Girişimci Bilgilendirme Merkezlerinin yaygınlaştırılması ilk akla gelenler... Halkbank Genel Müdürü Ansen sorularımızı yanıtladı:

İntermedya Ekonomi: Geçen hafta açacağınızı belirttiğiniz 'Girişimci Bilgilendirme Merkezi' hakkında ayrıntı verir misiniz?

Ansen: Bankamız yıllardır kredi verirken, öncesi ve sonrasında teknik incelemelerde bulunur. Amaç, kredi isteyen firmanın krediyle alacağı makine, teçhizat ya da işletmesinde kullanacağı malzemelerin kendi açısından uygun mudur değil midir, yapacağı işe yararlı olacak mıdır, kullanacağı teknoloji yeni midir, yeni istihdam alanı açacak mıdır, üretiminde bir gelişme olacak mıdır, standartlarında kalitesinde bir artış olacak mıdır? Bunlar incelendikten sonra bir nevi yol gösterme, danışmanlık hizmeti de verilir. Kredi öncesi yaptığımız bu çalışmayı, kredilendirdikten sonra da yaparız. Özellikle sanayi işletmelerine verdiğimiz krediler 'kontrollü hizmet' şeklinde yürür. 

Şimdi bunun bir ilerisine geçiyoruz. Girişimci Bilgilendirme Merkezi Ağustos'ta tamamlanıp hizmete girecek. Şube binası gibi dizayn ediliyor ancak bankacılık yapmayacak, kredi vermeyecek, mevduat kabul etmeyecek. Merkeze telefonu, faksı olan veya bizzat gelen herhangi bir girişimci başvurabilecek. Yalnızca bilgi verip girişimciyi göndermeyeceğiz; uygulamaya da dönük olacak burası... Girişimcinin isteği halinde işyerinde eleman bile bulunduracağız. Böylece işletmede karşılaşılan sorunlar da birlikte çözülecek.

- Bu bilgilendirme merkezlerinin sayısı artacak mı?

Ansen: Evet bankamızın bölge müdürlüklerinde yani İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Malatya ve Samsun'da buna benzer merkezler kuracağız. Bunlar bilgisayarla birbirleriyle bağlantılı çalışacak ve başvuranlar istedikleri bilgiye anında ulaşabilecek. Bir de network oluşturuyoruz. Bu networkte bankamızda daha önce verilen krediler nedeniyle sağlanmış bilgiler olduğu gibi, diğer yerlerden yani DİE, TÜBİTAK, KOSGEB ve meslek kuruluşlarından derlenen bilgiler de toparlanacak. İnsanlarımızın kafasında bir girişim modeli varsa, kredi alsın almasın gençler, ev kadınları veya şu anda bir işi olan esnaf-sanatkarlar; buraya geldiklerinde kendilerine mutlaka bir yanıt verilecektir. Konusunda deneyimli, yetişmiş bir uzmanı mutlaka görecekler. Buralarda tekstil, elektronik, endüstri, kimya, bilgisayar mühendisi gibi teknik kadrolar yanında ekonomistler, istatistikçiler ve bankanın istihbarat müdürlüğünde yetişmiş, uzman birimlerden de destek görecekler. Ayrıca başvuranlar için bir broşür hazırladık. 1990 yılından bugüne ekonomik göstergeler yer alıyor içinde... Bu broşür belli periyotlarda yenilenecek, yaşayan bir broşür olacak. 

14 Temmuz 2025 Pazartesi

MERKEZ BANKASI ESKİ BAŞKANI, ÇİÇEĞİ BURNUNDA SİYASETÇİ YAMAN TÖRÜNER: RP KAZANDI, TÜRKİYE'Yİ 15 MİLYAR DOLAR YABANCI SERMAYEDEN ETTİ

YAMAN TÖRÜNER: MB, DÖVİZ KRİZİNDEN 30 TRİLYON LİRA KAR ETTİ

Törüner'e göre seçim sonuçları, Türkiye'yi 15 milyar dolar yabancı sermayeden etti.

Cahit UYANIK / Leyla YARATAN 

Yaman Törüner, seçimler öncesinde Merkez Bankası (MB) Başkanlığını bırakarak politikaya atıldı. Afyon'da üçüncü sıraya yerleştirilen Törüner'in başta şansı zayıf görülürken kampanya ilerledikçe seçilme ihtimali arttı. Törüner sonunda milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. Törüner ile siyaset, seçim ekonomisi, döviz politikası ve Gümrük Birliği üzerine konuştuk:

İntermedya Ekonomi: Siyaseti nasıl buldunuz? Rahat bir geçiş dönemi yaşadınız mı?

Törüner: Çok değişik ama politikaya ısınmak zor olmadı. Beni ilk üç-beş saatlik yadırgamadan sonra çok yakın karşıladılar. Çünkü halk, dışarıdan gelse de kendisine yardımı dokunabilecek kişinin seçilmesini istiyor. Siyaset, halkın gerçekten neler düşündüğünü görmek açısından önemli. Halkın beklentilerinin bizim tahminimizden değişik olduğunu, onların dertlerine çözüm bulunması gerektiğini gördüm. Ankara ve İstanbul'da oturarak bazı şeylere çözüm üretmek zor. Halka inmeden yapılan tahminler de yanıltıcı... Halka inmemiz, onların gerçek isteklerini yansıtan çözümler üretmemiz gerekir. Bir de bayanlar politikaya çok ciddi ısınmış. Belki 500 bayan ellerinde çocukları, başı kapalı ama geliyor seni öpüyor. Arkasından kocası geliyor öpüyor, çocuğuna öptürüyor. Bizi kendisini temsil eden bir nesne olarak görüyor. Gençlerde büyük bir ilgi var. Tanıdıkça halkın bazı yönleriyle aydın dediğimiz kesimden daha ileri olduğunu keşfettim açıkçası...

- DYP Afyon milletvekili olarak bölgeniz için neler yapmayı planlıyorsunuz?

Törüner: Afyon'a verebileceğim şeyler, daha çok büyük yatırımların buraya aktarılmasıdir. Afyon'un alt yapı hizmetlerinin tamamlanabilmesi, mevcut borsaların büyütülmesi yani iş hayatının genişletilmesidir. Ben üçüncü sıradan seçilerek milletvekili oldum. Ama hiç bir zaman seçilememe endişesi duymadım. Zaten ben her işte 'çıkamaz' dedikleri zaman çıktım. Kendime bir sıra tespit etmemiştim ama üçüncü sıra biraz sürpriz oldu. Teşkilattan destek aldım. Afyon'da bazı teşkilat sıkıntıları vardı, bunu aştık. 

- Merkez Bankası Eski Başkanı gözüyle seçimin genel değerlendirmesini yapar mısınız?

Törüner: Cumhuriyet tarihinde yapılan seçimler arasında Hazine'ye en ucuza malolan seçimdir. Bu bence çok önemli bir nokta. Ekonomi bürokrasisi elinden geleni yaptı. Diğer seçimlerden bir farkı da çabuk yapılmasıydı. Seçimin kaderi zaten son anda belli oldu. MB'nin emisyon hacmi bile 230 trilyondan 217 trilyona düştü. 

- Ama döviz rezervlerinde önemli bir erime yaşandı...

Törüner: MB bazen ters repo yaparak piyasadan para çeker. Bu para vade bitince çoğunlukla dövize dönüşür. Ortalıkta 'Seçim sonrası iktidarsız kalma durumu olabilir mi?" beklentisi yaşandığı bir gerçektir. Bu bilindiği için MB isteyene istediği kadar döviz sattı. Sonuçta repo hacmi 136 trilyondan 30 trilyona düştü. Yani 100 trilyonluk kaynak dövize aktı. Bu, 1,5 milyar dolar eder. 100 trilyon lira repo şeklinde kalmış olsaydı MB'ye aylık masrafı 10 trilyon liraydı. MB şimdi 15 trilyon kazançlı. Bu kazancının 30 trilyon liraya yaklaştığını düşünüyorum. Ayrıca MB, 1996'nın hemen başında Hazine'den 15 trilyon lira faiz geliri sağladı. MB kar ettikçe piyasadan para çekmiş demektir. Ufak satışları da eklediğiniz zaman MB'nin seçim nedeniyle piyasadan kar olarak çektiği para 50 trilyon liradır. Oysa MB Eylül ayında 'Dövizden nasıl çıkarız?' diye düşünüyordu. 

9 Temmuz 2025 Çarşamba

KAMUDA TAŞIT SATIŞI SEFERBERLİĞİ BAŞLADI, 100 MİLYAR TL GELİR BEKLENİYOR

ACİL, İHTİYAÇTAN SATILIK KAMU TAŞITLARI

Büyük Satış 26 Mayıs'ta Başlıyor/ 

5 Nisan Kararları ile gündeme gelen 10 yaşından büyük kamu taşıtlarının tasfiyesi başladı. Yurdun dört bir yanında kamuya ait taşıtlar ihaleyle satışa çıkarılıyor.

Cahit UYANIK 

5 Nisan Kararları adım adım yaşama geçiriliyor. Her zaman siyasetin gündeminde olan fakat bir türlü uygulanamayan 'Kamuda taşıt saltanatına son verilmesi' yolundaki ilk adım atıldı: 1983 ve daha eski model araçlar birer birer satışa çıkarılıyor. Maliye Bakanlığının 5 Nisan tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan kararına göre  söz konusu taşıtlar Mayıs ayı başından bu yana zaten trafiğe çıkamıyor ve 10 yaşından büyük taşıtlar için benzin, bakım-onarım giderleri yapılamıyor. Satışı mümkün olmayan ve hurdaya çıkan araçlar ise Makine Kimya Endüstrisi Kurumuna  (MKEK) devrediliyor.

40 günde 2 bin adeti aşkın satılacak taşıt bildirildi 

Kararın kapsamına 'genel bütçeli daireler, katma bütçeli idareler, KİT'ler ve bağlı ortaklıkları, bütçenin transfer tertibinden yardım alan kuruluşlar, özel bütçeli kuruluşlar, özelleştirme programına alınmış kamu ağırlıklı kuruluşlar, fon idareleri, kefalet sandıkları, döner sermayeli kuruluşlar' giriyor. 

Genel bütçeli idareler tasfiye edilecek taşıtlarının cinsi, modeli, markası ve plaka numaralarının yer aldığı listeleri Mayıs ayı başında Tasfiye İşleri Döner Sermaye İşletmeleri Genel Müdürlüğüne (TASİŞ) bağlı, kendilerine en yakın işletme müdürlüklerine birer tutanakla teslim etti. Düzenlenen tutanakların bir nüshası da Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğüne gönderildi.

Maliye Bakanlığı TASİŞ Genel Müdürlüğünün verilerine göre tasfiye edilmek üzere kendisine devredilen oto sayısı 2 bini aştı. Taşıtların yaşları ise 10-15 yıl arasında değişiyor. Bu taşıtların satışına 26 Mayıs'tan itibaren peyderpey başlanacak. Satışlara ilişkin ilanlar önce Resmi Gazete'de, ardından Türkiye genelinde baskı yapıp dağıtılan iki büyük gazetede yayımlanacak. Gazete ilanlarının gelecek haftadan itibaren verilmesi planlanıyor. Ayrıntılı satış listeleri ayrıca satışın yapılacağı yer bölge müdürlüğünün duyuru panolarına da asılarak incelemeye açılacak.

Taşıt satışlarından 100 milyar TL gelir bekleniyor

Araçlar muhammen bedelle satışa çıkarılacak ve açık artırma usulü uygulanacak. Muhammen bedel ise 'Sigorta ve Milli Reasürans Birliğinin belirlediği kasko bedellerinin yüzde 20 eksiği' şeklinde tespit edilecek. Söz gelimi, kasko değeri 50 milyon lira tespit edilen bir aracın muhammen bedeli 40 milyon lira olacak. 

3 Temmuz 2025 Perşembe

KULİS / MESUT YILMAZ 'GİDERAYAK' TASFİYEYE GİRİŞTİ

Cahit UYANIK 

Anayasa Mahkemesinin güven oylamasını iptal eden gerekçeli kararının ardından Perşembe günü sabah görevi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e iade eden Başbakan Mesut Yılmaz, aynı günün akşamı devlet bakanlarının görev dağılımını yeniden düzenleyerek bir dizi operasyon başlattı. Kulislerde hayli ilginç tartışmalara neden olan bu yeni görevlendirmelerin en dikkat çekici olanı kuşku yok ki, Ufuk Söylemez'e bağlı olan Hazine Müsteşarlığının Rüşdü Saracoğlu'na bağlanması idi. 

Yılmaz'ın SPK'yı kendine bağlama nedeni ise pek anlaşılır gibi değildi. Böyle birşeye niçin gerek gördü, kimse bilemiyordu. Sırf DYP'li bir bakana bağlı olduğu ve Çiller'i biraz daha kızdırmak için olsa gerek SPK'yı da kendisine bağladığı ileri sürülüyor. Bu arada kamuoyundaki görüntüyü kurtarmak için Diyanet İşleri Başkanlığının bağlı olduğu devlet bakanı da değiştirildi.

Görev değişikliğinin hemen ardından İntermedya Ekonomi'yi arayan Ufuk Söylemez ise yapılanın kendisine yönelik bir hareket olmadığını, aslında Türk halkına yapılmış bir saygısızlık olduğunu söyledi. İstifa etmiş hükümetlerin bu tür tasarruflarda bulunmasının pek rastlanılmayan birşey olduğunu kaydeden Söylemez, Yılmaz'ın görevi iade ettikten sonra sanki yeniden kendisine hükümeti kurma görevi verilmiş gibi CHP ve DSP liderlerini ziyaret etmesini de 'komik' bulduğunu bildirdi. 

Merkez Bankası Genel Kurulunda aldığı yenilgiyi bir türlü hazmedemediği iddia edilen Yılmaz, birkaç gün önce devlet bakanları arasında yeni görev dağılımına gitmeyi düşündüğünü zaten açıklamıştı. Yılmaz hükümette yaşanan kavgayı iyice derinleştirmekten çekinmiş olsa gerek ki, bu özlemine ancak hükümeti kendi elleriyle sona erdirdiği gün kavuşabildi. Ufuk Söylemez'in de Yılmaz'ın bu 'giderayak' tasarrufundan çok etkilendiği anlaşılıyor. Çünkü konuşulanlara göre Söylemez; Yılmaz'ı Çiller'e şikayet etmekle kalmayıp, Hazine çalışanlarını da pasif direnişe çağırmış!

Söylemez Hazine'nin kendisinden alınmasını; ANAP'lı belediyelere 900 milyar TL aktarılması ile otoyol müteahhitlerine Acil Destek Fonundan kaynak verilmesine karşı çıkmasına bağladı. Söylemez ayrıca Merkez Bankasının Van Tesislerini TSK'ya verdiği için Yılmaz'ın kendisine çok kızgın olduğunu da ileri sürdü.

(Bu kulis yazısı, haftalık İntermedya Ekonomi dergisinin Başkent Kulisi köşesinde imzasız olarak 09-15 Haziran 1995 tarihli, Yıl: 3, Sayı: 19'da yayınlanmıştır.)


29 Haziran 2025 Pazar

BAŞKENT NOTLARI / ÜÇ TÜRK İŞÇİSİ YOLU AÇTI, GÖREV DIŞİŞLERİ'NE DÜŞÜYOR

Cahit UYANIK 

Türkiye ile Avrupa Ekonomik Toplulugu (AET) arasında imzalanan 1973 tarihli Katma Protokol, Türk işçilerinin 1986 yılından itibaren birlik ülkeleri içinde serbest dolaşımını öngörüyordu. Ancak Türkiye nasıl Avrupa Birliğine (AB) karşı birçok yükümlülüğünü yerine getirmediyse, AB de uygulama zamanı geldiğinde Türk işçilerine ilişkin kararını belirsiz bir tarihe erteledi. Üstelik üye ülkeler içindeki Türk işçilerinin çalışma koşullarını hayli ağırlaştırıcı kararları da devreye alarak...

Ancak bazı Türk işçileri kaderlerine boyun eğmedi. Gerek işveren gerekse devletle anlaşmazlıklarını kendi ceplerinden para harcayarak, pahalı avukatlar tutarak Avrupa Topluluğu Adalet Divanı'na (ATAD) kadar götürdüler. Meryem Demirel, Zeynep Sevince ve Kazım Kuş adlarındaki bu Türk işçileri, oturma ve çalışma izinlerine ilişkin açtıkları davaları kazandı. 

ATAD'ca verilen karar AB ülkelerinde çalışan Türk işçilerinin, diğer üçüncü ülke vatandaşı işçilerden farklı bir hukuki statüye sahip bulunduğunu ve üye ülkelerin bu statüyü sağlamak için gerekli önlemleri almasının hukuki bir zorunluluk olduğunu hükme bağlıyor. Bu karar, AB sınırları içindeki 2,5 milyon Türk'ü yakından ilgilendiriyor. 

Ancak burada başka bir sorun ortaya çıkıyor. Topluluk hukukunda gerek ATAD kararlarını gerek Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararlarının uygulanmasını denetleyecek bir mekanizma yok. Bu, her bir olay için ayrı ayrı dava açılmasını gerekli kılıyor. İşte bu noktada Dışişleri Bakanlığının devreye girmesi zorunlu. Bakanlığın çeşitli ülkelerde açılmış davaları yakından izleyecek, Türk işçilerini bu konuda aydınlatacak, yönlendirecek ve destekleyecek uzman kadroları istihdam etmesi gerekiyor. Ayrıca mahkeme harçları, avukat masrafları gibi konularda da yine gurbetçilerimize yardımda bulunulması kaçınılmaz bir görev. Fakat Dışişleri Bakanlığında henüz böyle bir hazırlığın esamesi bile okunmuyor. Yetkili ve ilgililerin dikkatine sunulur.

TÜPRAŞ NEDEN ZARAR EDİYOR?

Türkiye Petrol Rafinerileri A. Ş. (TÜPRAŞ), Türkiye'nin en büyük işletmelerinde birisi... Geçen yıla kadar bu cümleye 'en fazla kar edenlerden biri' ibaresi de eklenebilirdi. Aynı zamanda bir borsa şirketi olan TÜPRAŞ, geçen yılın ortasından bu yana sürekli zararda... Yaşanan bu durumla ilgili olarak çeşitli açıklamalar getiriliyor: Kimi Kuzey Irak'tan giren ucuz akaryakıtı suçlu buluyor, kimi bayi karlarının yüksek tutulmasını...

Bu konuda en ilginç açıklama ise TÜPRAŞ Eski Genel Müdürü Kemal Işık'tan gelmişti. Çünkü Işık geçen yıl Nisan ayında görevden ayrılırken TÜPRAŞ'ın zarar edeceğini tahmin etmiş ve şu açıklamayı yapmıştı:

27 Haziran 2025 Cuma

TOBB 'OLAĞANÜSTÜ' TEŞVİK İSTİYOR

Teşviklerin tamamen kaldırılması bir yana TOBB, Kalkınmada Öncelikli Yöreler için 'olağanüstü teşvikler' talep ediyor. Üstelik bu teşviklerden sadece yöre girişimcilerinin yararlanması 'ön koşul' olarak ileri sürülüyor. 

Cahit UYANIK 

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 50'si Kalkınmada Öncelikli Yörelerde (KÖY) yaşıyor. ĶÖY kapsamına giren yerlerin önemli bir bölümü ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunuyor. Son zamanlarda yoğunlaşan terörle mücadele; bu bölgelerdeki ekonomik, sosyal, kültürel, demografik vb. sorunları ikinci plana itmiş görünüyor. Oysa bölgede uzun vadeli istikrar bu alanlardaki sorunların çözümüne bağlı... İşte bu ortamda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) KÖY'lerin sorunlarını irdeleyen ve bazı alternatif çözüm önerileri getiren bir rapor hazırladı.

Raporda öncelikli olarak Doğu ve Güneydoğu'daki terör olaylarına değiniliyor. Bölgedeki terörün 1970'li yıllarda yaşananlardan tamamen farklı olduğu belirtildikten sonra 'Türkiye Cumhuriyeti Devletinin etki ve hareket alanının daraltılması hatta tasfiyesine ulaşmak üzere dış destekli, etnik ayrımcılığa dayalı, bölücü bir anarşi ve terör faaliyeti tırmandırılmak isteniyor' teşhisine yer veriliyor. Daha sonra toplumun psikolojik olarak teröre karşı güçlendirilmesi ve terörle 'en sert' mücadelenin verilmesi ancak terörle mücadele sırasında yöre insanıyla teröristin birbirine karıştırılmaması isteniyor.

Yarım kalmış tesisler açılsın

Raporda ekonomik sorunların çözümü için getirilen ilk öneri bölgede 'yarım kalmış' veya 'tamamlanmış ancak işletmeye alınmamış' tesislerin ekonomiye kazandırılması... Hayali müteşebbislerin devletten aldığı kaynakları batı bölgelerine transfer ettiği anlatılan raporda "Yarım kalmış tesislerin ekonomiye kazandırılması, kısa sürede bölgeye ekonomik bir canlılık kazandıracağı gibi istihdam imkanlarını da artıracaktır' deniliyor.

25 Haziran 2025 Çarşamba

DPT, İLÇELERİN SOSYO-EKONOMİK GELİŞMİŞLİK DÜZEYİNİ ARAŞTIRDI; ÇARPICI SONUÇLARA ULAŞTI

Aydın-Kuşadası (Günümüz)

DPT/ 

İLÇELER LİGİNDE ŞAŞIRTAN GELİŞMELER 

İlçelerle ilgili araştırmada hayli ilginç sonuçlar çıkıyor...

Cahit UYANIK 

Türkiye son 15 yıldır hızlı bir ekonomik gelişme trendi içinde... Zaman zaman kesintilere uğrasa da ortalama büyüme hızı yüzde 5-6 düzeyinde seyrediyor. Bu rakam bazen yüzde 10'u geçerken bazen de negatiflere kadar inebiliyor. Bu süreçte Türkiye'de ekonomik ve sosyal zorunlulukların yanı sıra siyasi amaçlarla da il ve ilçe sayısında artış görüldü. Yeni veya eski il merkezleri hakkında az-çok  bir fikrimiz var. Peki ya yeni ilçeler ve genel olarak ilçeler söz konusu olduğunda neler biliyoruz?

Genişleyen iletişim imkanlarıyla insanlar artık Türkiye'nin her yöresindeki gelişmelerden haberdar. Bu sayede artık bir il merkezinin ekonomik yapısı hakkında fikir edinmek için illa ki oraya gitmemiz gerekmiyor. Ancak ilçeler söz konusu olunca aynı şeyi söylemek mümkün değil. Neden mi? Türkiye gibi hızlı ve dengesiz gelişen bir ekonomide bazen il merkezinden daha büyük ve mamur ilçe merkezleri görülebiliyor. Bazen de ekonomik açıdan atağa geçen bir il merkezine bağlı ancak fakr-ü zaruret içinde yaşayan ilçe merkezleri bulmak sürpriz değil.

DPT dokuzuncu kez ilçelerin gelişmişlik düzeyini araştırdı

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) buna benzer düşüncelerle Türkiye'deki ilçelerin gelişmişlik düzeyini araştırdı. DPT'nin 1993'te yeniden yapılanması sonrasında kurulan Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü bünyesinde 'İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sırası' isimli bir araştırma gerçekleştirildi. DPT Uzmanı Bülent Dinçer, istatistik ve ekonometrik modellere dayanarak yaptığı bu araştırmanın girişinde şunları söylüyor:

"DPT tarafından ülke genelindeki il ve ilçelerin sosyal ve ekonomik yönden gelişmişlik seviyelerinin bilimsel yöntemler kullanılarak belirlendiği çeşitli araştırmalar belirli zaman aralıklarıyla yapılmaktadır. Konuyla ilgili ilk çalışma 1965 yılında yapılmış, 1995 yılına kadar 8 değişik araştırma daha yayınlanmıştır. Ülke genelinde ilçelerin değişik zaman kesitlerinde ekonomik ve sosyal açıdan gelişmişlik seviyelerinin tespiti amacıyla yapılmakta olan araştırmaların sonuçları önem taşımaktadır. Ortaya çıkan sonuçlar planlama kararlarının mekanla bütünleştirilmesine yardımcı olacağı gibi, ilçelerde zaman zaman meydana gelen sosyo-ekonomik değişiklik ve gelişmelerin izlenmesi, kamu kaynaklarının rasyonel dağılımı, teşvik sistemi politikalarının belirlenmesi, kamuda personel rotasyonu ve kalkınmada öncelikli yörelerin tespiti gibi birçok teknik konuda karar vericilere yardımcı olacaktır."

300 yeni ilçe kurulması veri sorununu ağırlaştırdı

Araştırma Türkiye'deki ilçeleri gelişmişliklerine göre 6 ayrı kategoride değerlendirdi. Ortaya çıkan sonuçlara göre Türkiye'nin en gelişmiş ilçe merkezi Bursa-Büyükşehir... Onu Adana ve Antalya izliyor. İlçeleri fazla  gelişmemiş olsa da Eskişehir ve Denizli il merkezleri dört ve beşinci sırayı alıyor. Aydın'ın Kuşadası ilçesi ise 'bir ilçe merkezi olarak' kendisine 8. sırada yer buluyor.

17 Haziran 2025 Salı

BAŞKENT NOTLARI / TOBB, ÖZELLEŞTİRME İŞSİZLERİNE DE ÇARE ARAYACAK

Cahit UYANIK 

Özelleştirme İdaresi (ÖİB) Başkanı Ufuk Söylemez, bugünlerde hayli keyifli. Çünkü hızla 2,7 milyar dolarlık yıl sonu hedefine doğru koşuyor. Belki ulaşır, belki ulaşamaz; zaman gösterecek. Ama Söylemez bunu dert etmiyor. "Tutturamazsak, hedefi revize ederiz" deyip işin içinden çıkıyor. Söylemez, özelleştirme nedeniyle işsiz kalacaklar için yürütülen 'İşgücü Uyum Projesi' konusuyla da yakından ilgileniyor. Dünya Bankasından sağlanan kredinin 11 milyon doları ve bütçeden konulan 7,3 milyon dolarla finanse edilen projenin ilk yılı bitti. Bu sürede Sümer Holding, TÜPRAŞ ve Kardemir'de çalışmalar yürütüldü. 

Proje dünyanın öbür yanından yani Avustralya kıtasından gelen uzmanlarca çekip çevriliyor. Bu konuda Avustralya Milli Eğitim ve Çalışma Bakanlığının (DEET) uzmanlarıyla yerli uzmanlar yan yana çalışıyor. Amaç, yabancı danışmanlarla sözleşme bittikten sonra yerli uzmanların işi yürütebilmesi... Çalışmalarda incelenen kuruluşların bulundukları sektör ve yöresel özellikler dikkate alınarak, uygulanabilecek işgücü uyum projeleri geliştirilmeye çalışıldı. Bu konuda ilginç ve basit rehberler de hazırlandı.

Çalışmanın dikkat çekici yanlarından birisi de görüşmeler sırasında yöresel sendikalar ve ticaret ile sanayi odalarıyla yakın ilişki kurularak fikirlerinin alınmış olması... Proje, önümüzdeki günlerde tamamlanacak ve sağladığı faydalar yıl sonunda yapılacak bir konferansla duyurulacak. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin (TOBB) işgücü açığı ortaya çıkan yerlerde mevcut iş kollarının geliştirilmesinin yanı sıra yeni iş alternatiflerinin belirlenmesi açısından katkı sağlaması da isteniyor. Kolay gelsin diyoruz...

MALİYE TEŞKİLATINDA 'REFORM' YAPILIR MI?

Özhan Uluatam, Türkiye'deki kalbur üstü maliye teorisyenlerinden biri... Halen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyeliği yapıyor. Uluatam, aynı zamanda 1970'li yıllarda Maliye Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde de bulunmuştu. Yani Maliye'nin teşkilat yapısı hakkında teorik olduğu kadar pratik gözlemlere de sahip. 

Uluatam geçen ay Harb-İş Sendikası tarafından desteklenen bir araştırma yayınladı. Araştırmanın belki de en ilgi çekici yanlarından birisi, Maliye'nin teşkilat yapısında gidilmesi gereken köklü değişikliklere değinmesiydi. Uluatam, Maliye'nin eski ve tutucu bürokrasisinin oklarını üzerine çekmek pahasına yerinde tespitler yaptı. 'Vergi İdaresinin geçmişte ve özellikle yakın geçmişteki çalışmaları ne Maliye Bakanlığı üst düzey bürokrasisini ne de genel olarak mükellefler ile kamuoyunu tatmin etmiştir' cümlesi bile hayli cesurdu. Umarız bu araştırma Maliye Bakanı İsmet Attila tarafından dikkatle incelenmiştir. Araştırmada 'kendi camiası içinde' hayli gürültü koparabilecek tespit ve öneriler ise şöyle sıralanıyor:

15 Haziran 2025 Pazar

VATAN - MİLLET; YAP-İŞLET-DEVRET..!


Birecik Barajı ve HES

32 Kısım Tekmili Birden Özal'dan Çiller'e YİD...

Cahit UYANIK 

Turgut Özal rahmetli oldu  ama fikirleri tartışılmaya ve ortalığı karıştırmaya devam ediyor. Bunun en güzel örneği Yap-İşlet-Devret (YİD). Devlet, vatanın ve milletin tüm alt yapı projelerini YİD'e yüklemek istiyor ama...


1993 Mayıs ayının son günleri... Şanlıurfa'nın Birecik ilçesine bir heyecan dalgası hakimdi. Eh kolay değil, birazdan henüz birkaç günlük Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Birecik'e gelecek; Birecik Barajı ve Hidro Elektrik Santralinin temelini atacaktı. Demirel "28 yılda 7 kere gelip 6 kere gittim" dediği Başbakanlık görevinden sonraki Cumhurbaşkanlığı dönemine denk gelen belki de ilk icraatını yapacaktı. 

Birecik Barajının bir özelliği daha vardı. Fırat'ın azgın sularına bir dizgin daha takacak olan bu baraj bizim YİD, yabancıların BOT (Build-Operate-Transfer) dediği modelle finanse edilecekti. Konuya ilişkin uygulama sözleşmesi 19 Mart 1993'te imzalanmıştı çünkü... Birecik Barajı Konsorsiyumunun başkanlığını Alman Philipp-Holzmann yürütüyor ve payı yüzde 27 idi. Konsorsiyumda Türk, Belçikalı,  Fransız ve Avusturyalı şirketler de temsil ediliyordu. 

2 yıl boyunca mahkeme kararı beklendi 

O sıcak Mayıs gününde renk renk dumanlar çıkaran dinamitler patlatıldı ve Birecik Barajı için 'Bismillah' denildi ama gerisi gelmedi. Çünkü bu projeyi üstlenen Konsorsiyum, baraj için borçlanacağı 2 milyar Alman markı konusunda kendini rahat hissetmiyordu. Konsorsiyum Türkiye'den bu borcun geri ödemesi konusunda Hazine garantisi istediğinde "Bu baraj bitirdikten sonra sizin olacak. 15 yıl sonra bize devredeceksiniz. Zaten garanti verecek olsak, bu parayı gider bankalardan kendimiz ister, inşaatını kendimiz yaparız" cevabını almıştı. 

Yabancı bankalar ise "Hazine garantisini bir yana bıraktık. Türk hükümetinin bu işin arkasında olduğuna ve bu yatırımı desteklediğine dair ciddi bir belge getirin" diye bastırmaktaydı. Bu minval üzre giden tartışmalara bir yandan da Türkiye'deki bazı çevreler "Enerji üretimi bir imtiyazdır. Bu imtiyazı ikili anlaşmayla devredemezsiniz. Bir yasa çıkarın. Yasada imtiyazın önüne geçecek hükümler bulunsun" diyerek katılmaktaydı.

14 Haziran 2025 Cumartesi

BAŞKENT NOTLARI / MERKEZ BANKASININ ESKİLERİ DE 'YENİ LİRA' İSTİYOR

Cahit UYANIK 

Ertelenen Merkez Bankası Genel Kurulu 16 Mayıs 1996'da yapıldı. Kapalı kapılar ardında süren siyasi hesaplaşmalar, bu sefer Genel Kurulun yapıldığı salona daha farklı bir şekilde yansıdı. Birazdan bunlara gireceğiz. Ancak hasbelkader 1988 yılından bu yana Merkez Bankası Genel Kurullarının hemen hemen tamamını izlemiş bir gazeteci olarak ilginç bir gözlemimi aktarmak istiyorum. 

Bu toplantıların gelenekselleşmiş hissedar katılımcılarından iki isim var ki son Genel Kurul'da adeta bir 'düşünce devrimi' yaşadılar. Atadan babadan miras Merkez Bankası hisselerinin sahibi emekli avukat Selahattin Ergüden ve Emekli Kurmay Albay Sadi Oktay, mevcut Türk Lirasının tedavülden kaldırılmasını istediler! Eğer bu yapılamıyorsa yeni basılacak paraların üzerine Atatürk portresi konulmamasını rica ettiler. Oysa aynı isimler eskiden beri TL'nin itibarını arttıracak önlemler alınmasını isterlerdi. Demek ki bu yaşlı insanlar da izlenen ekonomik politikalardan hayır gelmeyeceğini anladı ve yıllar sonra böyle bir çözüm önerdi. 

Genel Kurulun kamuoyuna yansımayan bir ayrıntısı daha vardı ki gelecekte genişleyebilecek bir çatışmanın ilk sinyalini verdi: Türk bankacılık sektörünün iki numarası ve ağabeyi Ziraat Bankası, Hazine'ye kafa tuttu. Biliyorsunuz Hazine koalisyonun DYP kanadının kontrolünde, Ziraat Bankası da ANAP'ta... Merkez Bankası Kuruluş Yasasına göre Hazine'nin buradaki payı kesinlikle yüzde 51'in altına düşemiyor. Yani Hazine'.nin önerdiği Merkez Bankası Banka Meclisi adaylarının seçilmesi 'banko'... Ziraat, bunu çok iyi bilmesine rağmen Hazine'nin adaylarına oy vermedi. Bağlı bulunduğu Bakan Rüşdü Saracoğlu'nun talimatıyla ANAP kökenli isimleri aday gösterdi ve onlara oy verdi. Ama tahmin edilebileceği gibi seçtiremedi. Finans açısından başı ne zaman sıkışsa Ziraat'e başvuran Hazine'nin bu tavrının önümüzdeki zamanda bir güçlüğe yol açıp açmayacağını -ya da tersi- bekleyip göreceğiz.

ÖZELLEŞTİRME İDARESİ 'KİT' OLDU

Türkiye'de geçen yıl yaz aylarında tam bir özelleştirme fırtınası esiyordu. 1994 sonunda bir Özelleştirme Yasası çıkmıştı ama doğru dürüst uygulanamamıştı. Yasanın işlediğini göstermek için ilk göze kestirilen Et ve Balık Kurumunun (EBK) kombinaları oldu. Bu kombinalar yıl başında bir işçi konfederasyonuna satılmış, daha sonra 'et lobisi'nin kombinaların ucuza gittiği yönündeki spekülasyonları sonucu satış iptal edilmişti. Herkes de 'et lobisi'nin ileride bu kombinaları satın alacağı beklentisine girmişti.

10 Haziran 2025 Salı

İÇ BORÇLANMAYA 'AMERİKAN MODELİ' GELİYOR

İÇ BORÇLANMAYA AMERİKAN MODELİ 

Devletin gelirleriyle giderleri arasındaki dengenin bozulduğu dönemlerde kamu finansmanını sağlamakla yükümlü olan Hazine yöneticilerine sadece iç borçlanmaya gitmek kalıyor. Türkiye'de kamu kesimi borçlanma gereğinde (KKBG) hedeflerin aşılmasına çözüm arayışları çerçevesinde, bu yılın ikinci yarısında iç borçlanmada 'Amerikan Modeli'ne geçilmesi planlanıyor.

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin iç borçlanma macerası yıllardır süregeliyor. KKBG'nin son üç-dört yılda hızla yükselmesi, iç borçlanmayı ülke gündemine çok ciddi bir sorun olarak getiriyor. Öyle ki bu oran 1991'de yüzde 14,4'e kadar yükselmişti.  Açık bir ifadeyle devlet, harcadığı her 100 liranın 15 lirasını borçla karşılamıştı. Hükümetin enflasyonla mücadelede KKBG'nin düşürülmesine verdiği öneme karşın, geçtiğimiz yıl KKBG ancak yüzde 12,6'ya kadar düşürülebildi. Bu yıl KKBG'nin yüzde 9'a kadar indirilmesi hedefleniyor. Gerek Başbakan Süleyman Demirel gerekse Devlet Bakanı Tansu Çiller bu oranı yüzde 2,5'lara çekmeden enflasyonun kontrol altına alınamayacağını ifade ediyorlar.

1986 yılı iç borçlanmanın kurumsallaştığı bir yıl olarak tarihe geçmiş ve ilk kez haftalık ihale yöntemiyle borçlanmaya başlanılmıştı. Bu sisteme göre Merkez Bankası, Hazine adına 13, 26, 39 ve 52 hafta vadeli iç borçlanma bonoları ve devlet tahvili satıyordu. İhaledeki faiz oranları ise katılımcı konumundaki banka ve aracı kurumların tekliflerinin alt ve üst sınırları arasında bir yerde belirleniyordu. 

Koalisyon hükümeti 1992 yılı başından son çeyreğe kadar ihalelerdeki faiz oranını düşürmek için elinden geleni yaptı. Ekonomi yönetimi faizleri düşük tutmak için önemli düzeyde borçlandı. Geçen yılın son aylarında ise Hazine ihalelerde faiz oranını düşürme amacını bir kenara bırakarak, kamunun nakit ihtiyacını 'neye malolursa olsun' karşılamaya yöneldi. Bu gerçeği düzenlediği son basın toplantısında Devlet Bakanı Çiller de kabulleniyor ve şöyle konuşuyordu:

"Geçen yıl faizleri düşüreceğiz dedik. Ancak bu Hazine bonoları nedeniyle mümkün olmadı. Yüksek bir faiz borcu ortaya çıktı. Çünkü çok yüksek bir iç borçlanma oldu. Bunda Tahkim Yasasının tanıdığı 13 trilyonluk kısa vadeli avans miktarının kullanılmaması da etkili olmuştur. Bunu ifade etmeyi borç biliyorum."

İpin ucu kaçtı, Amerikan modeli geliyor 

Bütün bunların sonucunda 1993 yılının ilk 3 ayına 50 trilyon lirayı aşkın bir itfa birikti. Ocak, Şubat ve Mart aylarında yapılacak maaş ödemeleri de dikkate alındığında devletin kasasından çıkması gereken paranın yaklaşık 80 trilyon liraya ulaştığı görülüyor. Bu da devletin iç borç yönetiminde ipleri elinden kaçırdığını gösteriyor. 'Borç yiyen kesesinden yer' atasözünü unutmuşçasına borçlanan Hazine, 1993 yılında 'iyi bir projeksiyon sağlayabilmek' ve vadeyi uzatarak 'yıl sonundaki ödemelerinin ne kadara ulaşacağını şimdiden belirlemek için' iç borçlanmada 'Amerikan modeli'ne geçiyor. 

28 Mayıs 2025 Çarşamba

KAPAK HABERİ / YIL 1995... SEÇİMLERE İKI HAFTA KALA ANAP, CHP, DSP, DYP, MHP VE RP'NİN EKONOMİ VE PARA POLİTİKALARI İLE İSİM İSİM KADROLARI

Partilerin gizli para politikaları/

HANGİ PARTİ, HANGİ YATIRIM ARACININ YILDIZINI PARLATACAK?

Partilerin ekonomik kurmaylarıyla tek tek görüşüp gizli para politikalarını öğrendik.

Cahit UYANIK - Yusuf AL

Seçimlere doğru son iki haftaya girdik. 24 Aralık sabahı verilecek oylar Türkiye'nin yeni ekonomik yönünü de belirleyecek. Biz biraz erken davranıp partilerin ekonomi kurmaylarıyla tek tek görüştük. Ve gizli para politikalarını şimdiden öğrendik. Partilerin müstakbel kurmayları, Türkiye'nin temel sorunları olan enflasyon, işsizlik, iç ve dış borçlar, Merkez Bankası, Hazine, Gümrük Birliği, dış ticaret, kur politikası gibi birçok konuda yapmak istediklerini İntermedya Ekonomi'ye açıkladı. 

Aslında partilerin belirledikleri ekonomi programlarının ötesinde bir konu var ki; tasarruf sahiplerini ve yatırımcıları yakından ilgilendiriyor. Bu, seçimlerden sonra açılması konusunda herkesin fikir birliğine varmış göründüğü istikrar paketi... Türkiye ekonomisinin hali ortada. 5 Nisan Kararları sonrasında nispi durgunluğa giren ancak daha sonra tırmanmaya başlayan bütçe, kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) ve sosyal güvenlik açıkları, 1,3 katrilyona dayanan iç borçlar vs... Üstüne üstlük henüz Uluslararası Para Fonu (IMF) ile sonuçlanmayan stand by anlaşması...

İlk görüşme IMF ile olacak 

İşe IMF'den başlamakta fayda var. IMF'nin ikinci istikrar paketinin sonuçlarından çok memnun olmadığı ortada. Ankara'da bürokrasi koridorlarında IMF'nin seçim sonuçlarını beklediği, oluşacak yeni hükümetin ilk dış temasının IMF ile olabileceği ileri sürülüyor. Bunun anlamı 'İkinci 24 Ocak Kararları'na yumuşak geçiş olabilir. İstikrar paketi uygulanacağı kesin. Ama bu işi kimin yapacağına millet karar verecek. Şu anda muhalefette bulunan Anavatan Partisi (ANAP), Demokratik Sol Parti (DSP) ve Refah Partisi (RP) kendilerine göre birer istikrar paketi hazırladı. Halen ekonominin iplerini elinde tutan Doğru Yol Partisi (DYP) de seçimden zaferle çıkarsa, bir istikrar paketi açacak. İşte partilerin hazırladığı para programları ve istikrar paketleri:

DYP'nin şok paketi...

Bu paketin hazırlığı Emre Gönensay'ın siyasete atılmasıyla ekonomik koordinasyon ile görevlendirilen Maliye Müsteşarı Kemal Kabataş'ın öncülüğünde yürütülüyor. Başbakan ve DYP Lideri Tansu Çiller'in talimatıyla çok gizli sürdürülen çalışmaların temel eksenini kamu finansman açıklarıyla mücadele oluşturuyor. 'Şok kararlar' paketinin ilk sürprizi iç borçların örtülü konsolidasyonu olacak. Bu operasyonda hedef, bankaların elindeki trilyonlarca liralık Hazine kağıtlarını daha düşük faizli ve daha uzun vadeli kağıtlarla değiştirmek. 

23 Mayıs 2025 Cuma

SSK GENEL MÜDÜRÜ KILIÇDAROĞLU, SOSYAL GÜVENLİKTE BİREYSEL EMEKLİLİK DESTEKLİ 'ŞİLİ MODELİ'NE KARŞI ÇIKTI

Kemal Kılıçdaroğlu 

Kemal Kılıçdaroğlu:

"ŞİLİ MODELİ TÜRKİYE'DE UYGULANAMAZ"

Şili Modelinin kendi içinde zaafları olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu AB'ye uyumu öneriyor.

Cahit UYANIK 

Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), hazırlanan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporu ile yeniden toplumsal gündemin ilk maddesine oturdu. 1996'da 200, 1997'de 400 trilyon lira açık vermesi beklenen SSK için şimdilerde ILO'nun yazacağı reçete merakla bekleniyor. Bu ortamda SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştük:

- İntermedya Ekonomi: SSK, 1996 yılına nasıl girdi?

Kılıçdaroğlu: Karamsar olmakla birlikte bizim için bir umut yılı. Bu karanlık tablodan güzel sonuçlar çıkarmak zorundayız. 1992'den bu yana çıkma şansı bulamayan SSK Yasası belki çıkabilir. Aksi takdirde finansman açığımız daha büyüyecek. 1993'te 9 trilyon lira olan açığımız, 1996'da 201 trilyon liraya ulaşacak. Bir anlamda geometrik diziyle artıyor. Açık, önlem alınmazsa 1997'de 400 trilyonun üzerine yükselir.

- Çok soruldu ama SSK nasıl kurtulacak?

Kılıçdaroğlu: Sosyal güvenlik sistemi yeniden yapılandırılmalı. SSK sorunun çözülmesi Bağ-Kur ve Emekli Sandığının sorunlarının çözümüne de ivedilik kazandıracak. Onlarda da benzer sorunlar yaşanıyor ama Hazine'ye getirdiği yükler, bizimkinin yanında çok küçük kalıyor. Herşeyden önce SSK Yasası ile birlikte İşsizlik Sigortası ve İş Güvencesi Yasa Tasarısının da birlikte ele alınmasını istiyoruz. Kişi işsiz kaldığında işsizlik sigortasından maaş alacağını düşünürse mutlaka kendini sigortalı yaptırmak zorundadır. Bu durumda işvereni zorlayacaktır. Yasalar çıkarsa 4 milyonu bulan kaçak işçinin önemli bir kesimi sisteme dahil olur. Bu bize yılda yaklaşık 100 trilyon liralık bir gelir artışı sağlar.

17 Mayıs 2025 Cumartesi

AVRUPA BİRLİĞI (AB) İLE İMZALANAN ANKARA ANLAŞMASINDAN GÜMRÜK BİRLİĞİ KARARINA: KİM, NASIL BİR ROL OYNADI?

Gümrük Birliği/

ÇORBADA HERKESİN TUZU VAR

250-300 yıllık Batılılaşma çabası, 21. Yüzyılın ilk yıllarında nihayet bulacağa benziyor.

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin Gümrük Birliği konusundaki kaderi önümüzdeki günlerde netleşecek. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, hukuksal boyutlarıyla bir serbest ticaret anlaşmasından öte, 'bir entegrasyon modeli' konumundaki Gümrük Birliği uzun yılların mücadelesini yansıtıyor. Bu konuda ilk ateşi yakan isim ise Atatürk... Türk insanına 'muasır medeniyetler'i hedef gösteren Atatürk, o zaman için muğlak olan bu kavramın zaman ilerledikçe kanlanıp canlanacağını tahayyül ediyordu. Aslında Atatürk 1700'lü yılların sonunda başlayan Batılılaşma hareketlerinin en yeni sözcüsüydü.

Yunanistan belirleyici...

Gümrük Birliğine doğru yol alan Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki resmi ilişkilerin kökeni 1959'a yani Adnan Menderes’in başbakanlığına kadar uzanıyor. Türk dış politikasındaki en belirleyici unsurlardan biri olan Yunanistan, -o zamanki ismiyle- Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerde de benzeri bir rol üstlendi. Yunanistan'ın AET'ye başvurmasının hemen iki hafta peşinden Türkiye de onu izledi. Menderes, ta o yıllarda şimdikine benzer endişeleri dile getiren siyasetçilere şu kesin cevabı vermişti: 'Yunanistan'ın altından kalkıp da bizim başarılı olamayacağımız ne olabilir ki?'. Bu cümle, tartışmalara noktayı koydu. 

Ancak 3,5 yıl süren görüşmeler sonrasında AET ile Türkiye arasında Ankara Anlaşmasına imza koymak o zamanki başbakan, İsmet İnönü'ye nasip oldu. İnönü, 1946'da çok partili rejime geçişle Batılılaşma'nın siyasal alt yapısını kurmuştu. Batılı ekonomik alt yapının ilk resmi belgesi olan Ankara Anlaşmasına da böylece 'İnönü damgası' vurulmuş oldu. İnönü 1963'te AET ile ilişkiler konusunda bazı endişeler dile getirilince şu soruyu sordu: 'İstediğim zaman çıkabilecek miyim?". İnönü 'Evet' cevabını alınca imzayı bastı. Türkiye, AET'ye 'ortak üye' olmuştu. Türkiye-AET ilişkilerinde ilk zorlu dönemeç denilen 'Hazırlık Dönemi'ni başlatmak İnönü'ye düşmüştü. 

Askerler ve Demirel 

İkinci zorlu dönemeç ise 'Geçiş Dönemi'ne start vermekti. Geçiş Dönemi'ni isimlendiren belgenin resmi adı 'Katma Protokol'du. Bu belgeyi savunmak ve Meclis'ten geçirmek 12 Mart Ara Rejimi Başbakanı, eski CHP'li Nihat Erim'in işiydi. Katma Protokol, 1973'te uygulamaya girmiş ve 22 yıllık bir geçiş dönemi sonrasında 1995 bitiminde yeni bir aşamaya ulaşılacağını bildirmişti. O dönemki Meclis görüşmelerinde Katma Protokol'den pek memnun kalmayan Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) mensup isimler yoğun salvo ateşine başlamıştı. Başında Süleyman Demirel'in bulunduğu Adalet Partisi (AP) ise askerlerin kendisini devirmesini bir psikolojik kompleks konusu yapmadan Katma Protokolü destekledi.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

CHP'YE 'BİR SİYASİ KURUM' YUMRUKLANAN GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL'E 'YÖNETİCİ' DİYEN MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ KİMDİR?


Devlet Bahçeli

1948 yılında Osmaniye'de doğdu. Yörede Fettahoğulları olarak bilinen geniş bir Türkmen ailesine mensuptur.

İlköğrenimini Osmaniye'de, orta öğrenimini İstanbul'da tamamlayan Devlet Bahçeli, üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır.

Başlangıcından itibaren Ülkücü Hareket'in her kademesinde görevler üstlenerek Büyük Ülkü Davası'na hizmet etti.

Devlet Bahçeli, 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari ilimler Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocağı Kurucusu ve yöneticisi olarak görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Devlet Bahçeli, bir yandan aktif olarak Ülkücü Hareket'te yer alırken, diğer yandan da ilmi alandaki çalışmalarını devam ettirmiştir.

1972 yılından itibaren Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev almıştır. Devlet Bahçeli, yine 1970'li yıllarda Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği'nin (ÜMİD-BİR) kurucularından, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'nin (ÜNAY) kurucularından ve Genel Başkanlarındandır. İyi derecede İngilizce bilen Devlet Bahçeli, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İktisat Doktorası yapmış ve aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı'nda 1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür.

24 Nisan 2025 Perşembe

'HARCARIM 50 MİLYAR DOLAR DÖVİZ REZERVİNİ, YAPARIM DEPREME DAYANIKLI EVLER' DİYE BİRŞEY OLUR MU?

Cahit UYANIK

'İmamoğlu Krizi' sebebiyle 1 ayda satılan 50 milyar dolar döviz rezervi, normal zamanlarda satılıp da ekonomik bir sorunu çözmeye harcanabilir mi? Mesela bu parayla depreme dayanıklı konut seferberliği yapılır mı? İstanbul'un kötü konutları yenilenir mi?

'Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor' dolduruşuna prim veren muhalefet sözcüleri, birçok aklıevvel, ekonomiden anladığını söyleyen adamın kurduğu bu düz mantık doğru mu?

Değil. 

Ne diyor Mehmet Şimşek? "Elbette bir rezerv kaybı söz konusu, bu rezervleri biz cari fazla vererek biriktirmedik, bunları büyük oranda portföy tercihleriyle elde ettik."

Yani?

Döviz rezervi biriktirmenin bir yolu da, mevcut ekonomi yönetiminin son 2 yılda yaptığını yapmaktır: 

1) Döviz piyasasına girip döviz toplarsın, rezervin artar. Bu piyasadaki dövizin kaynağı carry trade yani TR'deki yüksek reel faizden çöplenmeye gelmiş sıcak paracılardır. 

2) Döviz alırken verdiğin TL'yi yani likidite fazlasını açık piyasa işlemiyle, faizini ödeyerek bankalardan toplarsın, sterilize edersin. 'Serseri para'nın dövize borsaya gidip fiyatları şişirmesine engel olursun. 

3) Bu operasyon sonucunda bankalara ödediğin faizler Merkez Bankasının zararını 'patlatır.' MB, kar edip bunun belli bir kısmını vergi ödeyemez dolayısıyla bütçeye destek veremez olur. Zararını bir köşeye yazıp ileride elde edeceği karlardan indirerek sıfırlamaya çalışır. 

Dikkat ederseniz MB böylece bir 'para oyunu'yla rezerv biriktirmiş olur. Bir anlamda yüksek faiz zoruyla döviz biriktirir, rezerv biriktirir, enflasyona sebep olan döviz kuru artışını önler. Buna 'kur çapası' da denilir.

19 Nisan 2025 Cumartesi

'MEMURLAR ÇOK OLDU' TARTIŞMASI

MEMUR KADROLARI VE 'ZAM' YİNE GÜNDEMDE 

Yılmaz - Pakdemirli ekibi, yeni hükümetin 'memur stratejisi'ni saptamaya çalışırken, geçim sorunları ve yaklaşık 3 milyonluk oy potansiyeliyle memurlar gündemin üst sıralarında. Gündemde maaş ve katsayı artışının dışında bir tartışma daha var: Memur sayısı çok mu fazla?

Cahit UYANIK 

Elindeki boş fileyle umutsuzca gezinen memur karikatürleri eski sıklıkta çizilmemekle birlikte, Cumhuriyet tarihinin sabit gündem maddelerinden birini simgeler. 'Sağlam ekmek kapısı' niteliğini her dönemde koruyan ama sağladığı ekmek miktarı zamanın ve enflasyonun erozyonuna uğrayan bir kurumdur devlet memurluğu... Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan Kahveci'nin bakışıyla 'Yılda iki kez gündeme gelen ve Türkiye'nin tek sorunu buymuş gibi görülen memur maaş zamları, katsayı artışları' bazı özel koşullarda daha da kritik tartışmalara zemin hazırlar: Yeni hükümetler programlarını açıklarken ve seçimler yaklaşırken...

Mesut Yılmaz hükümeti, ensesinde bir erken seçim gündemiyle oluşturulurken yılların eskitemediği 'Ne olacak memurun hali?' sorusu özel bir önem kazandı. Devlet memurlarının çalışan nüfus içindeki oranının düşük olduğu ve memur sorununu bürokrasinin yapay biçimde köpürttüğü yorumları bir yana, kamu kesiminde yaklaşık 1,5 milyon memur çalışıyor. Bu, en azından 6 milyon kişilik 'zamlardan etkilenme alanı' ve yine en azından 3 milyonluk oy potansiyeli demek. Yılmaz-Pakdemirli ekibi, zam beklentileri ve kaynak arayışları eşliğinde 'memur stratejileri'ni oluşturmaya çalışırken klasik gündemin dışına çıkan bir tartışma da yaygınlık kazanıyor: Memur sayısı fazla mı, 'Az memur-Yüksek verim' sistemi tercih edilemez mi?

Akbulut hükümetindeki Dışişleri Bakanlığı görevinden önce uzun süre Maliye ve Gümrük Bakanı koltuğunda oturan Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, bu noktadaki sorunun kadrolar oluşturulurken devreye giren sağlıksız yaklaşımdan kaynaklandığını söylüyor:

3 Nisan 2025 Perşembe

ANKARA NOTLARI / ORTADOĞU'YA 'BARIŞ' ELEKTRİĞİ

Cahit UYANIK 

Türkiye uzun yıllardır Ortadoğu barışının bölgedeki tüm ülkelerin faydasına olacağını savunuyor. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bu bölgeyi baştan başa geçecek ve Türkiye'deki su kaynaklarını bu ülkelere ulaştıracak bir boru hattı önermişti. 'Barış Suyu' olarak bilinen proje, uzun yıllar gündemde kalmasına rağmen Arap ülkeleri buna yanaşmak istememişti.

'Barış Suyu' bu durumdayken, Türkiye'nin Ortadoğu'daki güç ve etkinliğini iyice artıracak bir başka proje anlaşmayla sonuçlandı. Uzun yıllardır görüşmeleri devam eden Mısır, Irak, Ürdün, Suriye ve Türkiye'nin enterkonnekte elektrik sistemlerini birbirine bağlayacak anlaşma Bakanlar Kurulu tarafından onaylandı. ANAP iktidarları zamanından bu yana birçok Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının emeğinin geçtiği anlaşmayı Resmi Gazete'de görmek ise Veysel Atasoy'a nasip oldu.

Anlaşmanın adı 'Mısır, Irak, Ürdün, Suriye, Türkiye Arasında Elektriksel Enterkonneksiyon İçin Genel Alışveriş Anlaşması' olarak kondu. Bu anlaşma sayesinde Ortadoğu'nun iki önemli su kaynağı Nil ve Fırat, elektriksel açıdan birbirine bağlanmış olacak. Ayrıca bölgenin iki önemli ülkesi Türkiye ve Mısır, Ortadoğu barışında stratejik bir rol üstlenecek. Anlaşmanın teknik gerekçesiyse,  'Elektriksel güç sağlanmasında güvenilirliği artırmak, güç fazlasının mübadelesi ve acil durumlarda yardımlaşma' olarak açıklanıyor.