Cahit UYANIK
Uluslararası Para Fonu (IMF) 1945-Aralık ayında kuruldu. Amaç parasal alanda işbirliğini geliştirmek, kambiyo kısıtlamalarını kaldırmak, döviz kurlarına istikrar kazandırmak ve çok yanlı bir ödeme dengesi sistemi kurmaktı. Türkiye yaklaşık 14 ay sonra Şubat-1947'de IMF'ye üye oldu. Mart-1947'de ise IMF üyeliğimiz 'resmen' işlerlik kazandı. Yani Türkiye IMF'nin en eski iştirakçilerinden... O günden bu yana Türkiye'nin bu uluslararası kuruluşla ilişkileri süregeliyor.
IMF, üye ülkelerin belirli kurallara bağlanmış katkılarının yanı sıra 1962 yılından bu yana sağladığı dış borçlarla kendine kaynak yaratıyor. Borçlanmalar, zengin ülkelerin hazine ve merkez bankaları gibi resmi kuruluşlar ile özel piyasalardan yapılıyor. IMF, bu kaynakları zor durumdaki ekonomilerini düze çıkarmak isteyen ülkelere yönlendiriyor. Bu amaçla stand by anlaşması imzalanıyor.
Anlaşma beş ayrı dilim krediden oluşuyor. İlk dilimi koşulsuz serbest bırakılan kredinin, geri kalanı IMF'nin istediği şartlar yerine getirildikçe kullanılabiliyor. IMF'nin dış ödemeler dengesi ve ekonomik duruma ilişkin değerlendirmeleri uluslararası bankalar açısından büyük öneme sahip. Bu bankalar bir ülkeye kredi açarken, bir gözleri IMF raporlarında geziniyor.
Bugünlerde yine herkesin dilinde IMF var. Türkiye'de IMF denilince herkesin aklına zam ve işsizlik geliyor. Çünkü 1970'li yılların özellikle ikinci yarısı, hemen hemen her gün IMF'nin konuşulup tartışıldığı zamanlardı. Niyet Mektubu, stand by anlaşması, yeşil ve kırmızı ışıklar günlük yaşamın parçası olmuştu. Ecevit ve Demirel IMF'nin en zora düşmüş müşterileri konumundaydı.