Uluslararası Para Fonu (IMF) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası Para Fonu (IMF) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2025 Salı

ANKARA NOTLARI / IMF'Lİ GÜNLER BAŞLIYOR

Cahit UYANIK 

Uluslararası Para Fonu (IMF) 1945-Aralık ayında kuruldu. Amaç parasal alanda işbirliğini geliştirmek, kambiyo kısıtlamalarını kaldırmak, döviz kurlarına istikrar kazandırmak ve çok yanlı bir ödeme dengesi sistemi kurmaktı. Türkiye yaklaşık 14 ay sonra Şubat-1947'de IMF'ye üye oldu. Mart-1947'de ise IMF üyeliğimiz 'resmen' işlerlik kazandı. Yani Türkiye IMF'nin en eski iştirakçilerinden... O günden bu yana Türkiye'nin bu uluslararası kuruluşla ilişkileri süregeliyor.

IMF, üye ülkelerin belirli kurallara bağlanmış katkılarının yanı sıra 1962 yılından bu yana sağladığı dış borçlarla kendine kaynak yaratıyor. Borçlanmalar, zengin ülkelerin hazine ve merkez bankaları gibi resmi kuruluşlar ile özel piyasalardan yapılıyor. IMF, bu kaynakları zor durumdaki ekonomilerini düze çıkarmak isteyen ülkelere yönlendiriyor. Bu amaçla stand by anlaşması imzalanıyor.

Anlaşma beş ayrı dilim krediden oluşuyor. İlk dilimi koşulsuz serbest bırakılan kredinin, geri kalanı IMF'nin istediği şartlar yerine getirildikçe kullanılabiliyor. IMF'nin dış ödemeler dengesi ve ekonomik duruma ilişkin değerlendirmeleri uluslararası bankalar açısından büyük öneme sahip. Bu bankalar bir ülkeye kredi açarken, bir gözleri IMF raporlarında geziniyor. 

Bugünlerde yine herkesin dilinde IMF var. Türkiye'de IMF denilince herkesin aklına zam ve işsizlik geliyor. Çünkü 1970'li yılların özellikle ikinci yarısı, hemen hemen her gün IMF'nin konuşulup tartışıldığı zamanlardı. Niyet Mektubu, stand by anlaşması, yeşil ve kırmızı ışıklar günlük yaşamın parçası olmuştu. Ecevit ve Demirel IMF'nin en zora düşmüş müşterileri konumundaydı.

5 Şubat 2025 Çarşamba

EKONOMİ PENCERESİ/ ENFLASYONLA MÜCADELE, KALİTE VE STANDART

Cahit UYANIK 

Türkiye ekonomisi 2000 yılına büyük beklenti ve umutlarla giriyor. Ekonomide çözülmesi gereken en önemli sorun enflasyon... Türk halkı yaklaşık 25 yıldır enflasyona iyice alıştı. Herkes öyle veya böyle kendisini enflasyona karşı korumanın bir yolunu buluyor. Enflasyonun sebepleri üzerine ayrıntılı analizler yapıldı. Konuyu yakından değerlendiren uzmanların gözünde enflasyonun en önemli sebebi kamu açıkları... 

Kamu açıklarını tanımlayan '5 kara delik' söylemi artık neredeyse ekonomi literatürüne girdi. Uzay boşluğunda yer alan, içine çektiği her türlü şeyi yutan ve 'kara delik' denilen kozmik oluşumlara benzetilen enflasyon konusunda acaba tek suçlu kamu açıkları mı? Aslında bir şarkı sözünde olduğu gibi "Masum değiliz hiç birimiz..." Enflasyon sorununun çözümünde 'teşhis' aşamasından sonra 'tedavi' sürecine girildiğinde kamu açıklarının neden oluştuğu sorusunu cevaplamakta fayda var: Bu sorunun cevabı için çizeceğimiz tabloda milyarlarca doların döndüğü iç borçlanma ihalelerinden sebeplenen ve 'rantiye' denilen kesim, banka kuyruklarında emekli maaşı bekleyen tonton ihtiyarlar, 'gizli işsizlik sigortası' görevini üstlenen KİT'ler, geleneksel üretim ve destekleme yapısından vazgeçmeyen çiftçilerimiz, verimliliğe değil siyasete endeksli harcamalar yapan belediyelerimiz yer alıyor. Kimisi bu tabloda mat ve iddiasız renklerle temsil edilip daha az ilgi çekerken, kimisi de parlak ve canlı renklere bürünüp karşımıza çıkıyor. Anlayacağınız hepimiz sorunun bir parçası olunca, çözüm için de herkesin çorbada tuzunun bulunması gerekiyor.

14 Aralık 2024 Cumartesi

EKONOMİ PENCERESİ / ÖNCELİKLİ HEDEF FİNANS SİSTEMİNİ DENGELEMEK

Cahit UYANIK 

Türkiye Mayıs ayı içinde enflasyonla mücadelede yeni bir evreye 'resmen' girdi. IMF ile taze bir stand by imzalandı ve daha geniş yapısal reformlar gerçekleştirme sözü verildi. Bu konudaki bilgiler boy boy yayınlandığı için tekrarlamaya gerek yok. Ama açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) hala tartışılıyor. Ben de bu tartışmalara bazı katkılarda bulunmak istiyorum.

GEGP'in en önemli özelliği şu: Program, arkasında büyük dış mali destek barındırıyor. Yıl sonuna kadar dilimler halinde Türkiye'ye verilecek dış kredinin büyüklüğü 14 milyar 494 milyon dolar. Bunun 2 milyar 450 milyon dolarlık kısmı Dünya Bankası (DB) tarafından sağlanacak. Geri kalan kısım ise IMF'den gelecek. Türkiye'nin bu kredileri alırken pazarlık gücünü iyi kullandığını da söyleyebiliriz. Çünkü kredilerin faizi LIBOR+2... LIBOR, Londra'da bankalar arasındaki para alışverişinde kullanılan faiz anlamına geliyor. 

IMF'nin sağlayacağı kaynağın yaklaşık 6,4 milyar dolarlık bölümü eski anlaşmalar üzerinden kullandırılacak. Yani imzalanan ilk stand by ve 2000-Aralık ayındaki Ek Rezerv Kolaylığı anlaşmaları iptal edilmiş değil, devam ediyor. Geri kalan 5,6 milyar dolar ise Mayıs ayında GEGP kapsamındaki yeni imzalanan stand by için verildi. IMF böylece geçmişteki iki anlaşmaya da sahip çıktığını, GEGP öncesi ve sonrasının birbirini izleyen süreçler olduğunu kabul ediyor. 

Yaşanan süreç, 2000 yılı başında bazı iktisatçıların dile getirdiği 'ekonomik programa dış desteğin yetersizliği' konusundaki endişeleri de haklı çıkardı. Sonunda Türkiye'ye büyük bir mali destek verilmek durumunda kalındı. Hazine Müsteşarlığının resmi rakamlarına göre, IMF ve DB'nin 2000-2002 döneminde kullandıracağı kaynağın brütü 26 milyar 104 milyon dolar düzeyinde. Bu rakam brüt dedim çünkü Türkiye bir yandan  bu krediler kapsamında geri ödemeler de yapacak. 2001 yılında 1,2 ve 2002 yılında 9 milyar dolar geri ödeme var. 2003 geri ödemeleri ise henüz net değil. 

8 Aralık 2024 Pazar

EKONOMİ PENCERESİ / TÜRKİYE'YE GÖSTERİLEN İLGİNİN SIRRI NE?

Cahit UYANIK 

Türkiye, bir süredir yabancı ekonomik kuruluşların ilgi odağı. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) bunlardan ilk akla gelenler... Bu iki kuruluşun yanı sıra Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) de bu listeye eklenebilir. Bu üç önemli uluslararası kuruluştan başka kredi derecelendirme (rating) firmaları da zaman zaman Türkiye'ye heyetler gönderiyor. Yani Türkiye ekonomisi rakam rakam, sektör sektör yabancı uzmanların incelemesine açılmış durumda.

Söz gelimi, cumhurbaşkanlığı seçimi bittikten hemen sonra Ankara'ya ilk olarak IMF Heyeti geldi. Heyet, geçen Aralık ayında imzalanan stand by anlaşmasının ikinci çeyrek konsültasyonunu yaptı. IMF bu yıl Türkiye'ye iki defa daha gelecek. IMF her gelişinde gerçekleştirilen uygulamaları dinleyip,  izleyen 3 ayda yapılması gerekenleri içeren bir 'ek niyet mektubu' hazırlanmasını talep ediyor. IMF'nin ziyaretleri önümüzdeki yıl 6 ayda bire inecek. IMF Türkiye'de kamu finansman dengelerinin üzerinde durmak bir yana yapısal reformları da yakın izlemeye almış durumda. IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli son ziyaretinde, hafta boyunca neredeyse tüm bakanlıkları gezerek görev alanlarına giren yapısal reformlar hakkında bilgiler aldı. 

Eskiden IMF heyetlerinin Maliye, Hazine, Merkez Bankası ve DPT'den oluşan kısır bir ziyaret programı olurdu. Tüm görüşmeler kamu finansmanı ve ulusal muhasebe hesapları üzerinde döner dururdu. Bu ziyaret çemberi önce kamu bankalarına genişletildi. Çünkü kamu bankaları hükümetler için 'gizli Hazine Müsteşarlığı' görevi de görüyordu. Bazı ödemeler bu bankalar üzerinden yapılıyordu. IMF'nin ziyaret çemberindeki ikinci genişleme, özel sektörü temsil eden kuruluşlar ve bazı başka bankaların eklenmesiyle yaşandı. Çemberdeki üçüncü genişleme, işçi ve işveren sendikalarının ziyaret programına alınmasıydı. Bu IMF'nin işsizlik gibi sosyal sorunlara duyarlılık göstermeye başladığının da işaretiydi. Nihayet çemberin son genişlemesi,  ilgili bakanlıklardan ilk ağızdan bilgi almaya kadar gitti. 

21 Kasım 2024 Perşembe

ABD'DEKİ KRİZ VE TÜRKİYE İÇİN FIRSATLAR

Cahit UYANIK 

Enron Skandalından sonra patlak veren Worldcom ve Xerox skandalları, dünyada globalizmin şampiyonluğu ve bayraktarlığını yapan Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) derinden sarstı. ABD'de globalizmi 'bu ülkenin solcuları' olarak bilinen Demokratlar tezgahlamıştı. Bill Clinton başkanlığındaki ABD Hükümeti, 'Yükselen Pazarlar Stratejisi'ni ortaya koyarak dünyada sermayenin gezip dolaşabileceği 15 ana otoyol yani 'gelişmekte olan ülke' belirlemişti. Sermaye dünyadaki üç büyük blok yani ABD öncülüğündeki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Avrupa Birliği (AB) ve Japonya önderliğindeki Uzak Doğu Blokunun yanı sıra bu 15 ülkeye de rahatça giriş-çıkış yapabilecekti. Bu 15 ülkeden biri de Türkiye idi. 

Bu plan 4-5 yıl iyi işledikten sonra aksamaya başladı. Sıcak paranın sağladığı 'sahte cennet'le iktidara gelen partiler, gittikçe yükselen borç/milli gelir oranları ile yatırım yapamaz, dolayısıyla istihdam yaratamaz hale geldiler. Sonuçta büyük işsizlik, iç burkan sosyal patlamalar ve stres dolu siyasi buhranlar eşliğinde 'global krizler' dönemi ortaya çıktı. Rusya, Güney Kore, Tayland, Malezya, Endonezya, Arjantin ve Türkiye bu girdabın içine düştüler. Yani sıcak paranın etkisiyle yaratılan sahte cennetler, halkın yaşadığı soğuk gerçeklerle yüz yüze gelince ülke ekonomilerinde büyük fırtınalar koptu. Sahte cennetin faturası 'gerçek cehennem' manzaraları ile ödendi ve ödeniyor.

Bu fırtınadan kurtulabilen birkaç ülke elbette var. Bunlardan biri komşumuz olan üçüne dikkatinizi çekmek istiyorum: Rusya, Güney Kore ve Malezya. Daha 5-6 yıl önce şu anki Arjantin'i aratmayan manzaraların yaşandığı bu ülkeler şimdilerde süt liman. Rusya daha geçen ay G-8'in asli üyesi olarak kabul edildi. Oysa Rusya için iki yıl önce 'hasta adam' deniliyordu. Güney Kore ise daha 4-5 yıl önce iki ayda bir IMF tarafından denetlenen ve para enjekte edilen bir komalık hasta gibiydi. Malezya'nın durumu da Rusya ve Güney Kore'den pek farklı değildi.

Peki bu 3 ülke de krizden nasıl çıktı? Verilen ortak cevap şu olabilir: Bu ülkeler krizden sırtını sıcak paraya yaslayarak değil, kendi milletinin gücüne güvenen iktidarlar, sağlam bir siyasi sistem ile acı ilaç ne ise onu içmeye gönüllü bir toplumla çıktılar. Bu ülkelerin bir başka ortak özelliği de kriz sonrasında IMF ile ilişkilerini çok iyi ayarlayabilmiş olmaları... Söz gelimi Güney Kore kriz boyunca IMF'den alınan borcu geçen yıl tamamen ödedi ve bu kuruluşla ilişkilerini 'diplomatik düzey'e indirdi. Bütün bu tablo bize gösterdi ki ABD'nin öngördüğü gibi 'sınırların bulunmadığı sorunsuz bir globalizm' mümkün değil.

16 Kasım 2024 Cumartesi

MAYIS VE HAZİRAN'A DİKKAT

Cahit UYANIK 

Türkiye ekonomisi geçen yıl yüzde 9,4 küçüldü. Bu oran, devletin resmi rakamı... Oysa iş adamları gerçek küçülmenin 'daha büyük' olduğunu düşünüyor. İflaslar, tasfiyeler, toplu işten çıkarmalar, siftahsız kapanan kasalar, patlama yapan karşılıksız çek ve protestolu senetler iş adamlarının bu tespitinin şahitleri... Belki de geçen yılın son üç ayında yaşanan yüzde 12,1'lik ekonomik gerileme, 'küçülmenin olduğundan büyük' görünmesine sebeptir, bilinmez. Ama görünen köy de kılavuz istemez. Türkiye her geçen gün 'sorunlar yumağı' içinde boğulup gitmeme mücadelesi veriyor. Ama geçmişte çözüm diye ortaya konulan çoğu  politika, meğer bu yumağa yeni düğümler atmış. Bunları şimdilerde anlayabiliyoruz. 

Söz gelimi; hükümetin kur politikasını ele alalım. Yüzde 9,4'lük küçülmeye karşın krizin kişiler üzerindeki etkisi, oransal olarak daha fazla. Hemen her ülkenin gelişmişlik düzeyinde ilk göz atılan üç-dört göstergeden biri olan kişi başına düşen gelir, 2000 yılına göre yüzde 27,2 azalarak 2 bin 967 dolardan 2 bin 160 dolara indi. Yani kişi başına ortalama yoksullaşma 807 dolar oldu. Türkiye 13,5 ay boyunca (Aralık-1999 ve Şubat-2001 arası) uyguladığı 'kur çapası modeli'nin faturasını da böylece görmüş oldu. Yani toplumun önüne 'ulusal gelir kaybı' olarak konulan toplam rakam 50 milyar doları geçiyor. Türkiye'nin 1999 yılında yaşadığı büyük depremin faturasının 10-12 milyar dolar olduğu düşünülürse, tahribatın boyutları iyice anlaşılabilir. 

Oysa Türkiye kur çapasını topluma daha fazla refah getirmesi için uygulamaya başlamıştı. Türkiye'nin 50 milyar dolarlık bu milli gelir kaybının üzerine IMF ve Dünya Bankasından alınan 40 milyar dolarlık borç da eklendiğinde, toplam fatura aslında 100 milyar dolara çok yaklaştı. Yani Türkiye 1999 yılındaki konumunu aynen koruyabilseydi; ne dış borç stoku büyüyecek ne de Türk insanı kişi başı gelirde dörtte bir oranında fakirleşecekti. Türkiye 1999 yılında bir erken genel seçim yapmıştı. Bu seçimi izleyen aylarda, dış dünya ve onların içerideki bir avuç destekçisinin uygulattığı ekonomik programla maalesef bu hale gelindi. Oysa Türkiye 2001-Şubat ayında geçtiği dalgalı kura; kur çapasının başlatıldığı 1999-Aralık ayında geçseydi herşey daha kolay olabilirdi.

5 Kasım 2024 Salı

IMF BİZİ SAVAŞA ZORLAYABİLİR Mİ?

Cahit UYANIK 

Hepimizin kafasını kurcalayan bir soru var: Acaba ABD, Türkiye'nin IMF ile ilişkisini kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilir mi? Yani ABD, mevcut Irak politikasını Türkiye'ye kabul ettirmek için IMF'yi bir baskı unsuru olarak kullanabilir mi? Türkiye, ekonomik alandaki sorunları sebebiyle yakın geleceğini tehlikeye atmaya zorlanabilir mi? 

Türkiye, bir banka niteliğindeki IMF'nin ortağı; ama küçük ve etkisiz bir ortak. Türkiye'nin IMF'deki kotası 1 milyar dolar düzeyinde. Buna karşılık Türkiye'ye açılan kredi 30 milyar dolara yaklaşıyor. Bu bile 'ortak' ve 'borçlu' olduğumuz bankanın bizim üzerimizdeki etkisini göstermeye yeter. Ancak Türkiye, hakkında bir askeri operasyon planlanan Irak'la komşu... Bu, Türkiye'yi askeri açıdan çok önemli kılıyor. 

O zaman baştaki soruları cevaplandırmaya 'IMF'yi kimler yönetiyor?' sorusunu sorarak başlamalıyız. IMF kuruluşundan bu yana Avrupa kökenli başkanlara sahip. Buna karşılık önemli yetkililerle donatılmış ABD'li bir başkan yardımcısı IMF'nin diğer önemli ismi... Son durumda IMF Başkanı Almanya kökenli Horst Kohler, Başkan Yardımcısı da ABD kökenli Anne Krueger. Yani IMF'nin icrai işleyişinde Amerikan-Avrupalı dengesi kurulmuş. 

Buna karşılık 24 kişilik İcra Direktörleri Kurulunun büyük kısmı G-7 ülkelerinin elinde. Yani dünyanın en gelişmiş 7 ülkesi bu kritik kurulu yönlendiriyor. Bu açıdan bakıldığında savaş konusunda ABD ile Avrupa'nın farklı düşündüğü bilinirken veya ABD'nin G-7 ülkelerini aşarak, IMF üzerinden Türkiye'ye  bir dayatmada bulunması pek mümkün görünmüyor. 

3 Kasım 2024 Pazar

IMF'Yİ DAHA AZ GÖRMEK İÇİN... (ÖZET)

Cahit UYANIK 

Türkiye'deki yersiz ve zamansız tartışma konularından birisi de "IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) gönderilmesi"... Herşeyden önce şunu bilelim ki Türkiye, bir banka olan IMF'nin ortağı. Türkiye ekonomisi güllük gülistanlık hale gelse de, yılda bir defa IMF'nin ziyaretine açık olmak zorundayız. Üstelik IMF, bu rutin ziyaretleri sonrasında ekonomi politikalarına ağır eleştiriler yöneltebiliyor. Bu eleştiriler IMF'nın Yıllık Ekonomik Görünüm raporlarında 'diplomatik bir dil' ile kendine yer buluyor. 

Ancak resmi yetkililere bırakılan çalışma raporlarında, eğer ihtimal dahilinde ise ekonomik kriz tehlikesine bile işaret edilebiliyor. "Bir daha görmemek üzere IMF'nin gönderilmesi"nin mümkün olmadığını anladığımıza göre, kullanılan uslübu değiştirip "IMF ile bir daha stand by veya benzeri bir anlaşma imzalayacak hale düşmemek için yapılması gereken şeyler neler olmalı?" sorusunu cevaplamalıyız. 

Bir ülke nasıl IMF'lik olur? Nasıl IMF'ye muhtaçlık halden kurtulur? Bu kısa soruların karmaşık cevapları var. Bir ülkenin IMF'lik olması döviz, teknik deyimle ödemeler dengesi krizine girmesinin ardından yaşanıyor. Bir ülkeyi döviz krizine düşüren en önemli sebep ise ithalatın aşırı artması ve ihracatın azalmasıyla gerçekleşiyor. Eğer buna devletin finansman krizi de eşlik ederse önlemler daha sertleşebiliyor. 

Türkiye, IMF ile mazisine bakıldığında 2001 yılına kadar hep ödemeler dengesi bazlı krizler sonucunda yardım talep etmişti. Çünkü ülkede kamunun finansman ihtiyacı büyük boyutlarda değildi. Ancak 2001 yılında yolsuzluklar ve bankacılık sektöründeki büyük hatalar ile görev zararları nedeniyle dövizin yanı sıra kamu finansman krizinin eşlik ettiği büyük bir ekonomik krize girildi. Elbette kriz kadar, önlemler de sert oldu. Demek ki Türkiye, 'IMF ile yılda bir defa rutin ziyaret yapacağı bir ilişki modeline geçmek istiyorsa', mevcut krizin etkilerini tamamen ortadan kaldırmalı. 

27 Ekim 2024 Pazar

ELMA SANDIĞI VE EKONOMİ

Cahit UYANIK 

ABD'de 1929'da başlayan 'Büyük Ekonomik Bunalım'dan kurtulmak çok zor olmuştu. ABD ekonomisi bunalıma birkaç günde girmemişti kuşkusuz... Krizden çıkmak için de uzun yıllar çaba sarf edilmesi gerekiyordu. New York'taki gökdelenlerden atlayarak intihar eden iş adamları ve borsa simsarları, bu krizin başladığının en belirgin simgeleri arasında yer alır.

Çok fazla bilinmese de 'elma sandığı' ise bu bunalımdan çıkışın görsel simgesidir. ABD krizi atlatmak için, insanların gelir düzeylerindeki müthiş gerileme nedeniyle 'talepsiz', bunun ardından 'üretimsiz' kalan ekonomiyi yeniden canlandırmaya çok uğraştı ve büyük kaynakları doğrudan topluma enjekte etti. İşte 'elma sandığı' bu uğraşta küçük gibi görünse de önemli bir rol oynadı. Nasıl mı? 

ABD Hükümeti, fakir güney ve orta bölge eyaletlerinden trenlere doldurup getirdiği elmaları, kuzeydeki büyük kentlere çalışmaya gelen işçilere neredeyse yok fiyatından sandık sandık dağıttı. Büyük kentlerin caddeleri, gündüz inşaatlarda çalışıp akşam saatlerinde sandıklarda sergilediği elmaları çok ucuz fiyattan satmaya çalışan işçilerle doldu. Hükümet böylece tarım sektörüne, dalında çürüyen ürünlerini doğrudan kendisi satın alarak destek verirken, bunları ek iş olarak sandıklarda satan işçilere de ilave gelir kaynaği ve satın alma gücü yaratıyordu. Soğuk iklimlerde yaşayan kent sakinleri de bu hoş kokulu ve besleyici meyveye ucuz fiyattan ulaşabiliyordu. 

Sonunda ABD kendisini büyük şoka uğratan bu bunalımdan,  devletin ekonomiyi canlandıran harcamaları sayesinde sıyrıldı. Hemen ardından 1941'de İkinci Dünya Savaşına girdi ve kazandı. Bugün ABD'nin dünyaya hükmeden ekonomik gücünün geri planında, o pas tutmuş çivileriyle çarpık çurpuk elma sandıklarının da payı vardır.

Türkiye ise halen İkinci Dünya Savaşı yıllarından bu yana gördüğü en ağır ekonomik bunalımlardan birini yaşıyor. Ancak ne yapılması gerektiği konusunda ortaya konulan çözüm önerilerinin hemen hepsi dış kaynaklı. Yabancı misyon şeflerinin sözleri, Türkiye'deki basiret sahibi insanlardan daha fazla dikkate alınıyor. Bir ata sözü tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söylüyor ama önümüze konulan çözümlerin tarihsel derinliği yok. İnsanlığın ekonomik krizlerden çıkışıyla ilgili ortak deneyimleri pek yansıtmıyor.

20 Ekim 2024 Pazar

VERGİ POLİTİKASI ENFLASYONU KÖRÜKLÜYOR

Cahit UYANIK 

Hükümet 2002 senesine hayli iddialı ekonomik hedeflerle girdi. Bu yıl enflasyonun toptan eşya fiyatları endeksinde yüzde 31, tüketici eşya fiyatları endeksinde ise yüzde 35 düzeyinde gerçekleşeceği  iddia ediliyor. Bu hedefler geçen yılın Ekim ayı başında hükümetle Merkez Bankası arasında ortaklaşa belirlenerek ilan edildi. O andan itibaren de 'kimsenin inanmadığı ve itibar etmediği tahminler' olarak ekonomi tarihindeki yerini aldı. 

Çoğu özel sektör kuruluşu geçen yılın son çeyreğindeki gelişmeleri ve diğer ekonomik hedefleri dikkate alarak bu rakamları en az 10-15 puan revize etti. Herkes hesaplarını bu yıl fiyatların yüzde 50 düzeyinde artacağına göre yaptı. Kimin doğru söylediği veya söylemediği konusunda bir fikir sahibi olmak için ilk belirti yani Ocak ayı enflasyonu merakla beklenmeye başladı. 

Ve olan oldu: Ocak ayı enflasyonu toptan fiyatlarda yüzde 4,2 tüketici fiyatlarında ise yüzde 5,3 artış gösterdi. Böylece yüzde 31 ve yüzde 35'lik yıllık hedeflerin önemli bir kısmı daha Ocak ayında harcanıp gitti. Geride daha koskoca bir 11 ay var. Önümüzdeki birkaç ayda büyük ihtimalle bu hedeflerin yarısından fazlasının harcanıp eridiğini göreceğiz. Yılın ortası yaklaştığında ise iddialı hedeflerin resmi ağızlar tarafından revize edilmesi gerekliliği dile getirilecek. Sayfa sayfa raporlar hazırlanarak enflasyon hedefinin neden tutmadığı anlatılmaya çalışılacak.

Elbette bu rakamların neden hedeflenen gibi gitmediği konusunun tartışmaya açılması zorunlu. Ancak bu noktada sık sık suçlanan özel sektör kadar devletin aldığı kararların da dikkatle irdelenmesi gerekiyor. Özellikle devletin izlediği vergi ve kamu finansman politikalarının enflasyon üzerinde olumsuz etkide bulunmaya başladığını söyleyebiliriz. Nasıl mı? 

19 Ekim 2024 Cumartesi

IMF, SİYASETİ NASIL ETKİLİYOR?

Cahit UYANIK 

Türkiye, adım adım seçime doğru gidiyor. Bu ortamda piyasalar ve dolar sakin bir görünüm veriyor. Nedeni ise basit. Çünkü uluslararası sermaye ile yakın ilişkileri olan piyasalar da aslında Türkiye'de bir seçim istiyordu. Temmuz ayı başında Başbakanlık Resmi Konutunda yapılan o meşhur Ekonomi Zirvesinde, dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş "Türkiye'ye yeni bir senaryo lazım" diyerek piyasaların ruh halini yansıtmıştı. O günlerde faizler yüzde 80'e çıkmış, dolar ise 1 milyon 700 bini deneyip duruyordu. 

Aslına bakılırsa Derviş, Nisan ayındaki 'mutat' ABD ziyareti dönüşünden itibaren kapalı kapılar ardında seçim yapılmasını istemeye, düşüncesini ise Mayıs ortasında yüksek sesle dillendirmeye başladı. Derviş'in her ABD ziyareti dönüşünde Türkiye'de siyasetin şeklinin değişmesine artık alıştık. Temmuz sonundaki ziyaretin ardından ise büyük bir gürültü ile kurdurulan Yeni Türkiye Partisine (YTP) tanıklık ettik.

Aslında bütün bunların geri planında neler var? Türk siyaseti neden para ve sermaye piyasalarına bağımlı bir görünüm vermeye başladı? Bunun için dönüp 1999 yılına bakmamız lazım. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) o yıl çok ilginç bir çalışma ilkesi kabul etmişti. 'Şartlılık' olarak açıklanan bu ilke, 1997 Uzak Doğu ve 1998 Rusya Ekonomik Krizlerinden çıkarılan dersler sebebiyle geliştirilmişti. 

'Şartlılık İlkesi' IMF kredilerinin belli koşullarının tam olarak yerine getirilmesini sağlamak için ortaya konulmuştu. Oysa eskiden IMF, hükümetlerin verdiği 'yapacağız-edeceğiz' şeklindeki sözleri senet kabul edip, irade beyanını yeterli sayıyordu. Ancak bu sözlerin tutulmaması, yapısal reformların çok çeşitli ülkelerde savsaklanması IMF'ye para, güç ve itibar kaybettirdi. IMF, 1999 yılında neredeyse ABD Hazine Bakanlığından borç alacak duruma gelmişti. İşte bu nedenle 'Şartlıĺık İlkesi'ni kabul etti. Türkiye 2000 yılbaşından itibaren uyguladığı ekonomik programla IMF'nin 'Şartlılık İlkesi' ile ilk karşılaşan ülke oldu. 

17 Ekim 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / HOŞ GELDİN IMF

Cahit UYANIK 

Yine, yeni, yeniden hoş geldin IMF... Gözlerimiz yollarda kalmıştı. Bay Kahkonen'in Ekim ayındaki müstehzi surat ifadesinden bu yana nasılsınız? Sağlık ve afiyettesinizdir inşallah? Bay Deppler'in gelişinden niyetiniz belli. Daha birkaç yıl bizim memlekette yatıya kalacaksınız anlaşılan... Kalın kalın, mühim değil. Nasıl olsa evde hırgür ve kavga azaldı. Evin idaresini 3 düşman kardeşten tek bir adama bıraktık. Huyuna suyuna giderseniz 3 düşman kardeşten daha munistir bunlar... İstediklerinizi yapmaya hazırlar alimallah...

Evin iktidarını ele geçirdiler ama bir tarafları zayıf. Yeni ev sahibimiz biraz mutaassıp. Birkaç takıntısı var. Mesela hanımların başının açık veya kapalı olmasını tartışmayın onlarla... Yoksa memleketi 21 Şubat 2001'den beter bir hale getirebilirler. Eğer böyle bir iş yaparsanız, dalgalı değil fırtınalı kura geçirseniz ekonomiyi kurtaramazsınız maazallah... Faize nasıl mı bakıyorlar? Bize pek renk vermediler ama yine de siz bir sorun... 

Eski dost Kemal Derviş'ten sonra rahat edip edemeyeceğinizi soruyorsanız, kendiniz bilirsiniz. Gelin kendiniz görün. Ama siz yokken evin sahibi, ekonomiyi bir 'trio'ya teslim etti. Orta hakemimizin, pardon bakanımızın Abdüllatif Şener Bey olduğu, yan bakanların da Ali Babacan ve Kürşad Tüzmen Bey olduğu belirtiliyor.

Dördüncü hakemimizin de -pardon dil alışkanlığı işte- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun olduğunu tahmin ediyoruz. Ali Bey, açık tribüne lüks koltuk koydurmak isterken yani bedelli askerlik konusunda dilini tutamazken görev alanını aştı ama olsun... Siz IMF'siniz, böyle şeylere alışıksınız. 

Para pul, kaynak gelsin de, yüzde 6,5 faiz dışı fazla tutsun da ne olursa olsun. Bedelli-bedelsiz dinlemezsiniz. Irak Harbi patlak verip de memleketin yüzde 15'inin açlık sınırındaki nüfusunun evlatları vatanı savunurken, varlıklı kesimin çocuklarının 'light askerlik' yapması yüzde 6,5 için mübahtır nasıl olsa...

14 Ekim 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ANNE'NİN YAPABİLECEĞİ ANNELİKLER

Cahit UYANIK 

Bu hafta Türkiye'nin izlediği 'Enflasyonsuzlaştırma Programı' açısından hayli kritik. Çünkü IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, hafta ortasında Türkiye'ye gelecek. Krueger'in önce İstanbul'da özel sektörle bir araya geleceği, daha sonra Ankara'ya geçerek hükümetle ve bürokrasiyle toplantılar yapacağı konuşuluyor. 

Türkiye. Krueger için yabancı değil. Daha önce Türkiye'deki bazı üniversitelerde bulunan Krueger'in geçmiş günlerini yad edeceği kesin. Ama Krueger'in üzerinde esas duracağı konu, AKP Hükümetinin verdiği sözler konusunda ne kadar ciddi olunduğunu anlamaya çalışmak... Malumunuz Krueger. Türkiye'yi dalgalı kura geçiren eski başkan yardımcısı Stanley Fischer ile halef-selef... Krueger bu göreve 2001 Eylül ayında getirilmişti. Ancak o zamandan bu yana Türkiye'yi hiç ziyaret etmeyen Krueger'in bir tıkanma havasının solunmaya başladığı günlerde arzı endam etmesi anlamlı bulunmalı.

Krueger'in ziyaretinin bir başka önemi de şuradan kaynaklanıyor: IMF geçen Ekim ayında başlayan 4'üncü Gözden Geçirmeyi bitirebilmiş değil. Bayan Krueger'in ziyareti ile bu kapsamda yapılacak dördüncü ziyarete tanık olacağız ki Başkan Yardımcısının ayrılmasından sonra Juha Kahkonen yeniden çantasını toplayıp Ankara'ya gelecek. Böylece ziyaret sayısı 5'e çıkacak. 

9 Ekim 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / TATLI REÇETENİN ANALİZİ

Cahit UYANIK 

2003 Bütçesi hazırlıkları resmen başladı. Hafta sonundaki Yüksek Planlama Kurulunda (YPK) büyüklükler masaya yatırıldı. Toplantıdan çıkan ilk sürpriz, toptan eşya fiyatları artışı (TEFE) hedefinin yüzde 16,2'den yüzde 17,4 düzeyine çıkarılmış olmasıydı. Acaba bunun anlamı ne ola ki? Hiç düşünmeyin, bu yeni ayarlama 'zam' demek... Üstelik ağırlıklı olarak kamunun ürettiği yarı mamül ve ara mamül türünden malların fiyatı önümüzdeki yıl düşünülenden biraz daha fazla arttırılacak. 

Elbette bu artışın yüzde 20'lik tüketici eşya fiyat artışları (TÜFE) hedefini etkilememesi için ayaklar biraz daha fazla frende kalacak. Yani toplam talep iyice gemlenecek. Memur ve işçi zamları sınırlı düzeyde yapılacak. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in tatlı reçetesinin özü bu... Hükümetin her fırsatta sözünü verdiği yüzde 6,5'luk faiz dışı fazlanın rakamsal büyüklüğü ise 20 katrilyon liraya yaklaşıyor. 

Bu rakamı tutturmak için güvenilen birkaç enstrüman var ama yetersiz. Bunlardan biri reel faizlerin aşağıya çekilmesi... Peki bu o kadar kolay mı? 2002 başında IMF ile varılan anlaşmaya göre bu yıl ortalama faizler yüzde 45 düzeyinde gerçekleşecek.  Ocak ayının ilk haftalarındaki yüzde 57-59'luk düzey, bu hedefe göre çok yüksek. Acilen bu rakamın aşağıya çekilmesi gerekiyor. Faizler ne kadar hızlı ve istikrarlı şekilde yüzde 45'e çekilebilirse, hükümet 'Elhamdülillah şükür' demeli. Daha fazlasını beklemek iyimserlik olur. Çünkü piyasalar yüzde 45'i psikolojik bir sınır gibi görüyor. 

3 Ekim 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KRUEGER'İN DİLİNİN ALTINDAKİ BAKLA

Cahit UYANIK 

IMF'nin en güçlü ikinci şahsiyeti ve bilgesi Anne Krueger, siyasetin merkezi Ankara ile finansın merkezi İstanbul'dan rüzgar gibi geçti. İsmine yani anneliğine yakışan şekilde Devlet Bakanı Ali Babacan'a 'Beni dinlerse...' diye tavsiyede bulunan Krueger'in söyledikleri, aslında tüm Türkiye için kulağa küpe olacak cinstendi. 

Krueger IMF'nin son yıllarda dünyadaki ekonomik krizlerin sebebiyle ilgili yaptığı çalışmada, biri hariç tüm krizlerin mali sektörden kaynaklandığını tespit ettiklerini söyledi. Krueger'in bunun ardından BDDK'nın kurulmuş olmasını  'önemli bir reform' şeklinde değerlendirip bu kurumun özerkliği konusundaki hassasiyetin sürmesini istemesi iç tutarlılık taşıyordu. Krueger'in telaffuz ettiği 40 milyar dolarlık bankacılık sektörünün kriz maliyeti ise Türkiye'ye 32-33 milyar dolar kredi açmış IMF'nin fayda-maliyet analizlerini çok iyi yaptığına işaretti.

Ancak Krueger'in sözleri IMF'nin Türkiye ile 1997 yaz aylarından bu yana yürüttüğü ekonomik programların deneme-yanılma metoduyla yönlendirildiğini de gösteriyordu. Zaten Krueger, mali sektörle ilgili sıkıntıların eskiden bu kadar önemsenmediğini söyleyerek bir itirafta da bulundu. Gerçekten de Türkiye'yi 2001 Ekonomik Krizine götüren en önemli nedenlerden ikisi, görev zararları ve bankaların açık pozisyonu ile bilançolarının makyajlı olmasıydı ki bunların kökeni 1994 Krizine kadar gidiyordu.

24 Eylül 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / IMF SEÇİMLERDE DSP'YE Mİ OYNUYOR?

Cahit UYANIK 

Türkiye-IMF ilişkileri bir kez daha haftanın ekonomik gündemine oturmaya aday görünüyor. Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, beraberindeki kalabalık bir heyetle Washington'a hareket etti. Bu ziyaret doğrusu kafaları biraz olsun karıştırdı. Neden seçimlere 1,5 ay kala böyle bir ziyarete gerek duyulmuştu? 

Şimdiye kadar hiç bir hükümet, hele hele bir azınlık hükümeti ateşle oynarcasına, hem de seçime sayılı günler kala IMF ile bir arada görünmemişti. 1995'te seçim kararı alındığında DYP-CHP Hükümeti sırf bu korkunun etkisiyle IMF'le imzalanmış bulunan ve sonuçlanmaya 3-4 ay kalmış stand by anlaşmasını askıya almış, daha sonra da iptal etmişti. Öyleyse neden DSP gibi sol tabana hitap eden bir parti IMF ile bir arada görünmekten kaçınmıyordu?

Uluğbay'a göre seçim sonrası kurulacak hükümete hazırlanmış bir alt yapı bırakmak için böyle bir ziyaret programlandı. Bu beyanatın açık anlamı şudur: DSP seçim sonrası hükümette büyük ortak olarak bulunacağına kesin gözüyle bakıyor. Bu çerçevede ekonominin dizginlerini de elinde tutacağına inanıyor. Yoksa DSP seçim sonrası ortaya çıkacak milli iradenin oluşturacağı hükümetin icraatına şimdiden ipotek koymaya cesaret etmez. Zaten böyle bir nezaketsizlik, Ecevit gibi bir siyaset centilmenine hiç yakışmaz.

Bu fikirlere katılmıyorsanız olaya bir de tersinden bakalım. Acaba IMF, seçim sonrası hükümet veya hükümet ortakları hakkında ne düşünüyor? Kuşkusuz IMF yetkililerinin kapalı toplantılarda bile ulusal irade ile doğrudan bağlantılı düşünceler dile getirmeleri beklenemez. Ancak hal ve tavırlarla bazı tercihler ortaya konulabilir. IMF şu anki kitle partileri açısından bakıldığında en ciddi, tutarlı ve sözüne güvenilir parti olarak DSP'yi görüyor. Neden mi?

18 Eylül 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BİR BASIN TOPLANTISININ ANALİZİ

Cahit UYANIK 

IMF ile 5'inci Gözden Geçirme kapsamındaki ikinci tur görüşmeler dün sonuçlandı. Uzun zamandır ilk kez bir Ekonomiden Sorumlu Bakan ile bir IMF Masası Şefi yanlarına Merkez Bankası Başkanı ve Hazine Müsteşarını alarak, aynı zamanda IMF Türkiye Temsilcisinin de katıldığı ortak basın toplantısı düzenleyip ekonomiye ilişkin olumlu mesajlar verdiler. 

Unutanlar çıkabilir, IMF ile 2000 yılında program başladığında bu tip ortak basın toplantıları düzenlenir ve kimse yadırgamazdı. Ama daha sonra program kötüye doğru gitmeye başlayınca 'Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna' felsefesi ile ayrı ayrı mesajlar verilmeye başlandı. 

Günlerce IMF Heyeti ile alt alta üst üste güreş tutar havasında pazarlıklar yapan siyasetçiler, nedense aynı mikrofona konuşmaktan kaçınır oldular. Oysa programın sorumluluğü ortaktı. Hava ılımlı iken ortaklık, hava bozulunca 'karakter atma' manzaraları pek hoş kaçmıyordu. Şimdilik AKP Hükümeti eski modaya dönüş yapmışa benziyor. Ne zaman ki ayrı ayrı açıklamalar yapılmaya başlanır; bilin ki o zaman işler sarpa sarmaya başlamıştır. 

Dünkü basın toplantısının en olumlu haberlerinden birisi kamu borçlarının milli gelire oranının yüzde 70'lerin altına düşecek olmasıydı. Daha 2 yıl önce bu rasyo yüzde 92 düzeyinde bulunuyordu. Sırf bu rakam bile neden ekonomide her şey iyiye gitmesine rağmen rahatlama hissetmediğimizi gösteriyor. Bu rahatlığı söz konusu rasyo yüzde 55'ler düzeyine inmeden pek hissedeceğimiz de yok. Çünkü geçmiş deneyimler Türkiye gibi hızlı çoğalan, az üreten ve dolayısıyla az tasarruf eden bir ülkenin borçlanma kapasitesinin yüzde 50'ler düzeyinde olduğunu gösteriyor. 

17 Eylül 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / İMAR BANKASI, IMF VE BEKAR BANKALAR

Cahit UYANIK 

Geçen hafta ortasında İmar Bankasında girişilen operasyon uzun zamandır bekleniyordu. Tıpkı geçen yaz Pamukbank konusunda olduğu gibi, güçlü ve girift ilişkilere sahip bir grubun bankasına ancak siyasetçilerin desteği ile el konulabildi. Bu iki operasyon da gösterdi ki Türkiye'de özerk kurullar ile siyasetçiler arasındaki ilişkiler her zaman sıcak tutulmalı. 

Siyasetçiler özerk kurulları arpalık veya siyasi yandaşlarına istihdam kapısı gibi düşünmemeli. Aksine ülkeyi daha kolay ve sorunsuz yönetmek için özerk kurullar giderek rafine hale getirilmeli. Özerk kurulları bir şekilde ele geçiren bürokratlar da oligarşik yapılanma için elinden geleni yapmamalı, Aksine özerk kurullar devlete parlak beyinlerin giriş kapısı gibi değerlendirilmeli. 

İmar Bankası olayı ile bir başka gerçek daha ortaya çıktı. Kemal Derviş zamanında IMF ile imzalanan ana niyet mektubunda bankaların konsolidasyonuna açıkça değinilmişti. AKP Hükümeti IMF ile ilişkilerini halen bu ana niyet mektubu üzerinden devam ettiriyor. O mektupta bir grubun iki veya daha fazla banka sahibi olması eleştirilerek, bunların bir an önce birleştirilmesi gereği dile getirilmişti. BDDK'nın bundan sonra 'tek gruba tek banka' politikası izleyeceği açıkça ifade edilmişti. 

16 Eylül 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YOLSUZLUK VE EKONOMİK DENGELER

Cahit UYANIK 

Türkiye geçen hafta, yolsuzluklar ve ekonomik denge arasındaki ilişkiler açısından ilginç gelişmeler yaşadı. Bunlardan şüphesiz en önemlisi Neşter Davasının başlamasıydı. Tutuklu sanığın kalmadığı, 100 bin dolar kefaleti bastıranın özgürlüğünü satın aldığı Neşter Davası ile aynı gün eski milletvekili Sedat Bucak Susurluk Davasından beraat etti. Oysa Neşter Davası iddianamesi, değme dedektiflik romanlarına taş çıkartan, ciddi ve önemli delillerle desteklenmiş, sırf SSK alımları değil sağlık sistemindeki tüm küçüklü büyüklü yolsuzluk yöntemlerini deşifre eden yasal bir dokümandı.

Yine aynı günlerde hükümet SSK ve Bağ-Kur'un yeniden yapılandırılmasını öngören yasa tasarısını yetiştiremeyeceğini belirterek IMF Heyetini Türkiye'ye davet etti. Bu haberlerin belki birkaç sütun ilerisinde de başta SSK olmak üzere sosyal güvenlik kurumlarının Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarılma hazırlıkları dikkati çekiyordu. Haftanın başında da IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk'in kamu finansmanında yaşanan krizden yolsuzlukları sorumlu tutan açıklamasını okuduk. Hükümetin kara parayla mücadele için kurulan ama bir türlü randıman alınamayan Mali Suçları Araştırma Kurulu ile ilgili yeni yasa taslağı da gazetelerde boy boy yer aldı.

Bütün bu kısa özetten çıkan sonuç şu: Türkiye'de ekonomik krize sebep olabilecek boyutlarda yolsuzluk yapılıyor. Bu yolsuzluklarla mücadelede yönetsel ile yargısal birimler yetersiz ve yetkisiz kalıyor.

11 Eylül 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EKONOMİDE KRİTİK HAFTANIN ÖZETİ

Cahit UYANIK 

Bu hafta ekonomide çok kritik gelişmeler yaşanacak. Haftaya IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli'nin temasları ile başlayacağız. Eğer basına açıklama yapma lütfunda bulunulursa,  IMF'nin son vergi kolaylığı ve reel sektöre bazı olanaklar tanınmasıyla ilgili çalışmalara bakışını öğrenebileceğiz. Ancak IMF'nin örtülü vergi affına sıcak bakmadığı ortada. Çünkü bu tip uygulamalar devletin kasasına üç beş kuruş girmesine sebep olsa da vergisini zamanında ödeyenler üzerinde 'tokat atma' etkisi yaratıyor. 'Zamanında ödeyen enayi mi?' psikolojisi yayılıyor. Sorun, çözülmeye çalışıldıkça karmaşıklaşıp geniş bir mükellef kitlesine yayılıyor.

TOBB'un önerdiği Reel Sektör Destek Havuzunun da uygulama şansı zayıf. Çünkü iş önünde sonunda gelip dış krediye dayanıyor. Dış kredi de her halükarda Hazine garantisi ile alınabiliyor. IMF'nin enerji santralleri için alınan kredilerin garantisi konusundaki hassasiyeti ortada iken, batmış veya batmak üzere olan şirketlere dağıtılacak kredilere Hazine'nin garanti tanımasına sıcak bakması pek akla yatkın değil.

Bu hafta ayrıca reel sektör için bir umut haftası. Geçen haftaki 6 saatlik toplantıda yüzlerce maddeden oluşan talep listesini hükümete ileten sektör temsilcileri, çürütülen çenenin ne işe yaradığını görmüş olacaklar. Ancak bu konudaki önlemler paketinin IMF'nin onayı olmadan uygulamaya girmesi pek beklenmiyor. IMF'nin ziyaretini apar topar öne çekmesine G-20 Yüksek Düzeyli Memurlar Zirvesi gerekçe gösterildi ama kimse buna pek inanmadı. IMF, yangından mal kaçırırcasına alınmaya çalışılan bazı ekonomik önlemlerin programa ve dolayısıyla kendi itibarına etkisini ölçmeye geliyor.