31 Temmuz 2017 Pazartesi

MERKEZ BANKASI: ABD’NİN EKONOMİK VE TİCARİ KORUMACILIĞININ TÜRKİYE’YE ETKİSİ SINIRLI OLUR


Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlığına seçilen Donald Trump’ın ekonomik ve ticari korumacılıkla ilgili söylemleri ve bu konuda attığı adımlar, tüm dünyada yankı uyandırmıştı. ‘Gümrük duvarlarını yükseltmek’ yani gümrük vergilerini artırarak ABD yerli sanayisini korumak ve işsizliği azaltmak isteyen Trump’ın başlatacağı bu akımın, dünyada serbest ticarete sekte vurabileceği kaygısı hayli yüksek. Nitekim Trump’ın söylemlerinden etkilenen bazı büyük firmaların, daha uygun yatırım şartlarına rağmen yabancı ülkelerden vazgeçip ABD’de kaldığı biliniyor.

Türkiye’nin ABD’nin başlatabileceği ekonomik ve ticari korumacılık tedbirlerinden nasıl etkileneceği ise kısa süre öncesine kadar ‘muamma’ idi. Yani ortada koyu bir belirsizlik ve sessizlik mevcuttu.  (Ancak ekonomik korumacılığın dünya geneline yayılarak herkesin kendi kabuğuna çekilmesinin Türkiye’nin aleyhine olacağı herkesin kabulüydü.) İşte bu belirsizlik ve sessizliği Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bozdu. TCMB, düzenli olarak yayınladığı Finansal İstikrar Raporunun Mayıs-2017 tarihli sayısında ABD’nin ekonomik korumacılık eğiliminin Türkiye’yi nasıl etkileyebileceğini araştırıp bir sonuca ulaşan ilk kurum oldu. Hemen belirtelim TCMB’ye göre, ABD’nin ekonomik ve ticari korumacılık yönünde atacağı olası adımların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin sınırlı olması bekleniyor.  

TCMB; Finansal İstikrar Raporunun “Uluslararası Ticarette Korumacı Politikalar ve Olası Etkileri” başlıklı bölümünde geniş bir analize imza attı. Rapora göre 1980’li yılların başından bu yana artarak devam eden küreselleşme olgusu, küresel ve bölgesel entegrasyonu destekleyen liberal politika uygulamalarını beraberinde getirdi. Bilgi teknolojileri, ulaşım ve haberleşme alanlarındaki gelişmeler ise küresel sermaye akımları ve ticaret hacminin artmasına katkıda bulundu. Liberal ticaret politikalarının da etkisiyle ülkeler “küresel değer zincirlerinin” birer parçası oldu ve üretim faaliyetlerinde yapısal bir dönüşüm meydana geldi. Bu süreçte, uluslararası ticaret hacmindeki değişimin küresel büyüme ve talep koşullarına duyarlılığı arttı.

Avrupa Birliği (AB) gibi siyasi ve ekonomik oluşumların yanı sıra, NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) benzeri çok taraflı ticaret anlaşmaları ve Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üyeliği gibi gelişmeler de küresel ticaret akımlarının artmasına katkı sağladı.  Bununla birlikte istihdam, gelir dağılımı ve kalkınma üzerindeki etkileri bakımından ele alındığında, küreselleşme yanlısı ticaret politikalarının ülkelere yansımalarında farklılıklar var.

2008’deki küresel finansal kriz sonrasında ise zayıf iktisadi büyüme ve azalan yatırımların etkisiyle küreselleşmenin büyüme ve istihdam üzerindeki etkileri hissedilir hale geldi ve  ticarette korumacı politikalara daha fazla başvurulmaya başlandı. DTÖ’nün raporuna göre
G-20 ülkeleri genelinde uygulamaya konulan ticaret tedbiri sayısı Ekim-2015 ve Mayıs-2016 tarihleri arasında, aylık ortalama 21 adet ile 2009 yılından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı. Bu dönemde, uygulanan 145 adet ticaret tedbirinin 89’unu telafi edici önlemler ve anti-damping uygulamaları (ithalatta haksız rekabeti önlemeye yönelik tedbirler) oluşturdu.

TCMB’nin raporuna göre son yıllarda büyüme ve istihdamdaki olumsuz gelişmeler ve artan göç hareketleri nedeniyle gelişmiş ülkelerde korumacı politikalar dile getirilmeye başlandı. Bu dönemde, İngiltere’nin AB’den ayrılmasını ifade eden Brexit sürecinin başlaması siyasi ve ekonomik belirsizliğin artması ile sonuçlandı ve ekonomik entegrasyon karşıtı politikaların yaygınlaşmasına katkı sağladı. Ayrıca, ABD başkanlık seçimi sonrası dönemde yeni yönetimin seçim vaatleri arasında yer alan korumacı ticaret politikalarının uygulanmasına yönelik belirsizlik de hâlihazırda küresel finansal kriz sonrasında yavaşlayan küresel ticaret akımları ve ekonomik büyüme üzerinde aşağı yönlü risk unsuru olarak değerlendirilmeye başlandı.

Bu nedenle, Trump yönetimi tarafından uygulamaya konulması öngörülen korumacı ticaret politikalarının olası etkileri küresel iktisadi görünüm açısından önem taşıyor. TCMB’nin analizine göre ABD’nin dış ticaret açığı kompozisyonu; korumacı ticaret politikalarının gündeme gelmesinde belirleyici oldu. 2016 yılı itibarıyla ABD’nin dış ticaret açığında ilk sırayı Çin alırken; bu ülkeyi Japonya, Almanya ve Meksika takip ediyor. Bölgesel olarak ABD’nin dış ticaret açığının yoğunlaştığı Asya ekonomilerinin, olası korumacı politikalardan en çok etkilenecek ülkeler arasında olması muhtemel. Serbest ticaret anlaşmalarının gözden geçirilmesi, NAFTA’nın tekrar müzakere edilmesi, Meksika ve Çin’den yapılacak ithalat için sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 45 oranında gümrük vergisi getirilmesi ise ABD tarafından uygulamaya konulabilecek olası korumacı ticaret politikaları arasında dile getiriliyor.

Trump’ın  seçim sonrası dönemde ilk olarak Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) anlaşmasının
uygulamaya konulmaması yönünde karar verdiği anımsatılan TCMB Finansal İstikrar Raporuna göre bunun nedeni, TPP’nin yüksek nitelikli işgücüne daha fazla katkı sağlaması ancak gelir dağılımındaki eşitsizliği artırması olasılığı… İlave olarak, 2017 yılı Mart ayında Almanya’da düzenlenen G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısında korumacı politikaların engellenmesine dair maddenin ABD’nin önerisiyle sonuç bildirgesinden çıkarılması da, uluslararası piyasalarda yankı bulan bir gelişme oldu. Ancak ABD yönetiminin öne sürdüğü korumacı ticaret politikalarının hayata geçirilmesi yönünde bazı yasal ve siyasi engeller bulunduğu da görülüyor. Sağlık reformunda değişiklik öngören yasa tasarısının ertelenmesi siyasi engellere bir örnek olarak değerlendiriliyor. Başta IMF olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından yayımlanan raporlarda korumacı ticaret politikaları, küresel iktisadi faaliyet üzerinde aşağı yönlü risk faktörü olarak görülmeye devam ediyor.

Gelelim Türkiye’ye… Rapora göre bahsedilen önlemlerin uygulamaya konulması durumunda ABD ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde birtakım olumsuz yansımaları olacağı tahmin edilmekle birlikte, söz konusu politikaların Türkiye ekonomisi üzerine doğrudan etkilerinin sınırlı olacağı değerlendiriliyor. Çünkü Türkiye’nin ABD’ye ihracatı artış eğiliminde ve 2016 yılı itibarıyla Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 4,6’sını oluşturuyor. ABD’ye yapılan ihracatın yıllık büyüme hızı 2010 ve 2016 yılları arasında dalgalı bir seyir izlemesine karşın, dış ticaret açığında azalma kaydedildi. Ayrıca, ABD’nin Türkiye’den gerçekleştirdiği ithalatta uyguladığı ortalama tarife oranları, gıda ve tarımsal hammadde sektörlerinde hâlihazırda dünya ortalamasının üzerinde bulunuyor. Bu bakımdan ABD’nin bazı sektörlerde Çin’e tek taraflı tarife artışı uygulaması durumunda, Türkiye’nin ABD pazarındaki rekabet gücünün Çin’e kıyasla nispi olarak artabileceği düşünülüyor.

Bununla beraber Türkiye’nin gelişmiş ülkelere yaptığı ihracatta gelir esnekliğinin (Bu ülkelerdeki genel gelir düzeyinin artışıyla aynı oranda, Türk mallarına talebin de artması) yüksek olması da, ABD’nin olası korumacı politikalarının etkilerinin sınırlı olması beklentisini destekliyor. Ancak TCMB’ye göre söz konusu politikaların küresel iktisadi görünüm üzerindeki etkileri çok yönlü olarak yakından takip edilmeye de devam edilmeli.

Parasal bir otorite olmasına rağmen (tüm dünyadaki benzerleri gibi) reel sektörü de çok iyi izleyen TCMB’nin, önümüzdeki aylarda gündemi hayli meşgul edecek ekonomik ve ticari korumacılığa yaklaşımı ve bu durumun Türkiye’yi nasıl etkileyebileceğine yönelik analizi böyle... 

Şimdi gözler, 7-8 Temmuz 2017 tarihlerinde Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenecek G-20 Liderler Zirvesinde… Bu zirvede küreselleşmeyi tehdit eden ekonomik ve ticari korumacılık konularının da ele alınması bekleniyor. Zirve bildirisinde bu meseleye yer verilip verilmeyeceği de dikkatle izlenecek ayrıntılardan biri olacak. Nitekim Almanya Başbakanı Angela Merkel, G-20 Liderler Zirvesi ile ilgili kaleme aldığı bir yazıda; üye ülkelerin 10 yıl önce başlayan küresel ekonomik krizde korumacılığa başvurmadan birbirleriyle yakınlaşarak sorunlara çözüm aradığını vurguladı ve “Halen yaşadığımız bazı zorluklar, tecrit ve korumacılıkla aşılamaz. Bunu yaparsak küreselleşme öncesi döneme geri dönüş yapmış oluruz” ifadesini kullandı.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin  Temmuz-2017 sayısında yayınlanmıştır.) 

10 Temmuz 2017 Pazartesi

MB: YAPISAL REFORMLAR, EKONOMİK BÜYÜMEYİ YILDA 1,5 PUAN ARTIRABİLİR


TCMB, Türkiye ekonomisini yakından izleyen G-20’nin; yapısal reformların ülke üretim kapasitesini (potansiyel GSYİH’sini) 5 yıl içinde yüzde 7,5 civarında artıracağını hesapladığını belirtti. 

Cahit UYANIK

Türkiye’de 2014 ilkbaharından bu yana 4 seçim yapıldı. Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi, iki kez milletvekili seçimi ile bir referandum gerçekleştirildi. Üstüne üstlük; ülkede kanlı bir darbe teşebbüsü yaşandı. Yani 3 yıldır kesintisiz seçim ve istikrarsızlık ortamındayız. Bu ortam ekonomide büyüme oranının yüzde 3’lere gerilemesi ve yüzde 13’lük işsizliği beraberinde getirdi. Hemen herkesin ağzındaki ortak şarkı şu: 2014-2017 arasındaki süreci, bir geçiş dönemi olarak düşünelim; sıranın artık ekonomiye geldiğini görüp, işimize bakalım.

Elbette Türkiye’nin “işimize bakalım” denilen önümüzdeki döneminin niteliği, mevcut üretim düzeyini korumak değil; ekonomiyi yeniden bir ‘zıplama dönemi’nin içine sokmak olmalı. Çünkü Türkiye, şu anda orta gelir tuzağına düşmüş bir ülke ve kişi başına geliri 10 bin dolar ve etrafında dönüp duruyor. Oysa genç ve dinamik nüfusa sahip, iddialı bir ülke olan Türkiye’nin hedefi bu rakamın iki katı kadar… Bunu başarabilmek, yani ekonomiye bir ‘zıplama dönemi’yle nefes aldırabilmek için yapısal reformlara acilen başlanması gerekiyor. Ancak yapısal reform denilince herkesin tanımı farklılaşıyor. Yapısal reformları, ülkedeki üretim düzeyini kalıcı ve istikrarlı olarak artıracak, kazanımları da koruyacak her türlü yenilik olarak tanımlayabiliriz.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) ‘Yapısal Reformlar ve Büyüme Üzerindeki Etkileri’ başlıklı çalışmasında “Kısa vadeli çözümler yerine kalıcı çözüm ve iyileştirmeler sağlamak amacıyla, ekonomik yapıyı oluşturan yasal çerçevede, piyasaların işleyişinde veya ekonomik kurumların yapısında değişiklik öngören her türlü politika yapısal reform kapsamında değerlendirilebilir” analizinde bulunuluyor. TCMB, Türkiye ekonomisini yakından izleyen G-20’nin; yapısal reformların ülke üretim kapasitesini (potansiyel GSYİH’sini) 5 yıl içinde yüzde 7,5 civarında artıracağını hesapladığını belirtiyor. Örneğin; Türkiye’nin potansiyel GSYİH büyüme hızı bu reformların yapılmadığı durumda yıllık yüzde 4 ise; reformlar, potansiyel ekonomik büyüme hızını yüzde 5,5’e çıkarıyor. 

Peki TCMB, hangi alanda yapısal reformlar yapılması gerektiğini düşünüyor? TCMB; Ürün Piyasaları Reformu, İşgücü Piyasası Reformları,  Kamu Maliyesi ve Vergi Reformu, Beşeri Sermaye ve Eğitim alanları ile birkaç mikro alanda reform yapılmasını öneriyor. TCMB üretim düzeyini kaliteli bir şekilde artırmanın; işsizliğin azaltılması kadar, düşük enflasyonun sağlanmasına da katkı sağlayacağına inanıyor. Evet, Türkiye artık nefesini tuttu ve ekonomide yapısal reformları beklemeye başladı. Daha fazla, daha kaliteli aş ve iş için…
(Ortadoğu Business Dergisinin Temmuz-2017 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.)