İstihdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstihdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2025 Perşembe

135'İNCİ KEZ KUTLU OLSUN: 1 MAYIS, NASIL '1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI' OLDU?

1 Mayıs 1886'da ABD'de
açılan dev bir afiş

1) 1 Mayıs 1886. ABD’de ”8 saatlik iş günü” için ülke çapında genel greve gidildi. Grevlerin ilk iki günü olaysız geçti. 3 Mayıs’ta Chicago Mc Cormick-Harvester Fabrikası önünde gösteri yapan 10 bin işçiye kışkırtıcı ajanlar ateş açtı: 4 işçi hayatını kaybetti, bir çoğu yaralandı.

2) 4 Mayıs 1886’da tüm Chicago emekçilerinin protesto gösterisinde polis barikatının önünde patlayan bir bomba ve ardından polisin rastgele ateş açması sonucu 7 polis, 4 işçi öldü, 50 işçi ve 67 polis yaralandı. Yargılanan 8 işçi liderinden 4’ü 11 Kasım’da idam edildi

3) Aralık 1888’de Saint Louis’de toplanan Amerikan Emek Konfederasyonu genel kurulunda, 8 saatlik iş günü hakkı için ilki #1Mayıs 1890'dan başlamak üzere, her yıl ülke genelinde 1 Mayıs’larda yinelenecek gösteriler yapılması kararı alındı.

4) 1889’da Engels’in önderliğinde yapılan “2. Enternasyonal Kuruluş Kurultayı” da bu doğrultuda karar aldı: “1 Mayıs’larda 8 saatlik iş günü ve işçi hakları için tüm dünyada greve gidilecek”.

Ve 1891 Enternasyonal 2. Kongresi’nde #1Mayıs “Birlik ve Mücadele Günü” olarak perçinlendi.

(Kaynak: SolHafıza tivitır hesabından alıntılanarak Facebook sayfamda yayınlanmıştır. )


(Türkiye'de ise) 1 Mayıs'ı 29 yıl gecikmeyle de olsa, ilk kez kutlamak için 

● 2. Meşrutiyet'in ilanını ve 

● 3 gün önce (27 Nisan 1909'da) 2. Abdülhamit'in tahttan halledilişini 

beklemek zorunda kalmışız.

1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun.💪👊

F: Aydınlık gazetesi internet sitesi

(Bu yazı 01 Mayıs 2023 tarihinde Instagram hesabımda yayınlanmıştır.)



9 Ocak 2025 Perşembe

ARTIK MUTLAKA 'TÜRKİYE ÜCRETLİLER GEÇİNME ENDEKSİ (TÜGE)' HESAPLANIP YAYINLANMALI

 Cahit UYANIK

İstanbul Ticaret Odası (İTO) uzun yıllardır bir İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi (İTO-ÜGE) yayınlıyor. 

Ancak İTO, bu ÜGE'yi aynı zamanda İstanbul'un tüketici fiyat endeksi yerine de kullanıyor. Aslında ÜGE ile TÜFE aynı şey olmamalı. TÜFE ve ÜGE'nin ayrı ayrı hesaplanıp ilan edilmesi gerek. Çünkü ücretlilerin tüketimi ve enflasyondan etkilenmesiyle, genel  tüketim kalıbı ve manşet enflasyon birbirinden oldukça farklı.

Öte yandan TÜİK'in açıkladığı kendi TÜFE'si var ki; İTO'nun TÜFE'siyle (ÜGE'siyle) arasında bazen ciddi rakamsal farklılıklar oluşabiliyor. Bunun çeşitli sebepleri var. TÜİK'in TÜFE'si 400'ü aşkın mal ve hizmetin fiyatlarını takip ederken, İTO'nun TÜFE'sinde (veya ÜGE'sinde) 200'den biraz fazla kalem var.

18 Aralık 2024 Çarşamba

TCMB: 1 PUANLIK ASGARİ ÜCRET ZAMMI, TÜFE'Yİ 0,07 PUAN ARTIRIYOR

Cahit UYANIK 

Bilim adamları hesaplamış, Merkez Bankası da Enflasyon Raporunda paylaşmiş:
Türkiye'de asgari ücrete yapılan 1 puanlık zam,
TÜFE'yi 0,07 puan artırıyor.
Artış etkisi de 6 aya yayılarak hissediliyor.
Yüzde 35 zam yapılsa asgari ücrete...
Enflasyona etkisi 2,45 puandır;
Yüzde 45 yapılsa 3,15 puandır.
Bundan öte söylenen tüm şeyler laf-ü güzaftır.
Etiketlere saldırıp zam üstüne zam yazanlar ise fırsatçıdır.
Benden yazması...

Meraklıları için; tek sebep değil ama son 3 yılda asgari ücretin zamlandiği Ocak ve Şubat aylarindaki TÜFE oranları:

13 Aralık 2024 Cuma

BU MAAŞLARLA ENFLASYON DÜŞÜRÜLEMİYORSA 'VAY GELDİ HALİMİZE'...

2025'TE, 2024'ÜN SON ÇEYREĞİNDE  YAPMADIĞIMIZ NEYİ YAPACAĞIZ Kİ ENFLASYON AYLIK %2,5'TAN %1,5'A DÜŞSÜN?

Cahit UYANIK 

Hani Ahmet Kaya'nın bir şarkısı var ya: "Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça..." İşte aşağıdaki grafik bunun çok güzel ıspatı. Asgari ücretin %50 fazlası ve altında çalışanların oranı %83,1. Neredeyse maaşlı çalışanların tamamı. Burada konuştuğumuz rakam 25.500 TL ve altında maaş alabilenler. Bu neyin işareti? Elbette zayıf iç talebin... Bu tabloya rağmen enflasyon düşürülemiyorsa 'vay geldi halimize'

İnsanların bu kadar az maaşa talim ettirildiği, doların 34-35 TL'de mıhlanıp kaldığı bir ülkede enflasyon inmiyorsa, -fırsat varken- başka konulara el atma zamanı gelmiştir de geçiyordur. Ne gibi mi? Bütçe disiplini (Savurgan devlet tüketimine fren), yüksek gelir gruplarına salınacak güçlü bir vergi (Azgın ve şuursuz iç talebin esas kaynağına kazık fren) ve yapısal reformlar (Enflasyonla mücadeledeki kazanımların korunması için) gibi. Bunların hepsi antibiyotiğe başlamaktır enflasyonla mücadelede...  Üstelik bu antibiyotik, 1994 ve 2001 ekonomik istikrar programlarında başarıyla uygulanmış örneklerdendir. Yıllardır uygulanan geniş kitleleri vergilendirmek ise 'ağrı kesicilere devam'dır bence... 

4 Aralık 2024 Çarşamba

2025 ASGARİ ÜCRET TAHMİNİM 22.250-22.500 TL.

HİZMET SEKTÖRÜNÜN GİDEREK BÜYÜMESİ SEBEBİYLE ASGARİ ÜCRET TARTIŞMALARI YAKIN GELECEKTE BİTMEZ

Cahit UYANIK 

Gelecek hafta 2025 asgari ücretini belirleme süreci resmen başlayacak. Akıllardaki en önemli soru şu: Asgari ücret, enflasyon artışına sebep olur mu olmaz mı?

Bu soruya maalesef 'Evet' demek zorundayım. Neden peki? Türkiye'de asgari ücret, geniş bir çalışan kitlesi ve binlerce işletmeyi doğrudan etkiliyor da ondan... Çünkü asgari ücret ülkemizde artık 'ortalama ücret' olmuştur da ondan... Türkiye'de emek piyasasındakilerin yüzde 60'ı asgari ücret ve biraz üzerinde/altında rakamlara çalışıyor... Yani yaklaşık 32-33 milyon çalışanın 20 milyon kişisi bu durumda... 

Hal böyle olunca asgari ücret, emek piyasasındaki marjinal bir kesimin kazanç düzeyini korumaya yönelik bir veri olmaktan çıkıp, bir çok işletmenin neredeyse tüm çalışanlarını kapsayan bir maliyet unsuru haline geliyor.

Oysa asgari ücret küçük bir azınlık çalışan grubunu ilgilendirseydi enflasyona bir etkisi olamazdı. Düşünün, sizin 20 kişi çalıstirdiginiz bir isletmeniz var ve sadece 2 kişiye asgari ücret veriyorsunuz. Onlara, sizin dışınızda verilecek yüzde 30 zam  dengelerinizi çok etkileyemez. Siz geride kalan 18 çalisanınıza ve ürunlerinize hedef enflasyon yani yüzde 20 civarinda zam yapıp dengelerinizi koruyabilirsiniz.

Ama şu anda tüm Türkiye'de olduğu gibi; ya tam tersi geçerli ise? 18 kişi asgari ücretle, 2 kişi asgari ücretten hayli yükseğe çalışıyorsa... O zaman bu yüzde 30 artışı veri alıp, bunu tüketiciye de aynı düzeyde yansitip maliyet baskisindan kurtulmak istersiniz... Buna biraz da zam firsatçılığı eşlik ederse, asgari ücret zammının  enflasyonu artırdığı daha kötü manzaralar da görülebilir.

EKONOMİ HİKAYELERİ / 1930'LARİN LONDRA'SI VE 'KAPI TOKMAKÇILIĞI' MESLEĞİ

1930'larda Doğu Londra'da "kapı tokmakçısı (knocker upper)" Mary Smith, pahalı fiyatlı çalar saatlere yaygın erişimin olmadığı bir dönemde işçi sınıfı sakinlerinin günlük yaşamlarında benzersiz bir rol üstlendi. İşi basit ama önemliydi: Müşterilerinin savaş öncesi Britanya'nın endüstriyel ortamında fabrikalarda, değirmenlerde veya diğer zorlu işlerde vardiyalarına yetişmesi için zamanında uyanmalarını sağlamak... 

Uzun bir bastonla veya Mary'nin yaptığı gibi bir 'üfleme borusu' ve 'kuru bezelyeler' ile hazırlanmış olarak, sabahın erken saatlerinde Doğu Londra sokaklarını dolaşırdı. Mary, kuru bezelyelerini müşterilerinin yatak odası pencerelerine isabetli bir şekilde nişan alır, uyanana kadar camlara vurup dururdu. Çabaları için hane başına haftada 6 peni kazanırdı; 1930'ların zorlu ekonomik koşullarında yaşayan biri için mütevazı ama hayati bir gelirdi. Sosyal tarihçi John Burnett, "Mary Smith'in 'kapı tokmakçısı' olarak rolü, sınırlı teknolojik ilerleme ve yaygın yoksulluk döneminde işçi sınıfı topluluklarının becerikliliğini örnekliyor" diye yazıyordu.

Kapı tokmaķçılığı mesleği, kentleşme ve sanayileşmenin Britanya'yı dönüştürmesiyle 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıktı. Fabrika işleri, zaman çizelgelerine sıkı sıkıya bağlı kalmayı gerektiriyordu ve geç kalmak ücret kaybına veya işten çıkarılmaya neden olabiliyordu. Birçok işçi için çalar saat satın almak karşılayamayacakları bir lükstü ve bu yüzden dakik kalmaları için kapı tokmakçılarına güveniyorlardı.

20 Kasım 2024 Çarşamba

HALK, HESAPLAŞMAYI BEKLİYOR (ÖZET)

Cahit UYANIK 

Türkiye şu günlerde erken seçimi konuşuyor. Oysa seçimlere resmen daha iki yıl var. Ancak kimse mevcut hükümetin iki yıl daha görev başında kalabileceğine ihtimal vermiyor. Bunun sebebi ise açık: Hükümet ve hükümeti oluşturan siyasi partiler yıprandı ve halktan uzaklaştı. İktidar ortaklarından DSP ve ANAP'taki erozyon, önüne geçilemeyecek bir görünüm veriyor. MHP ise nispeten daha diri  ama onun da 'baraj korkusu' duymadığını söylemek mümkün değil. Halk ise  'siyasi iktidarla hesaplaşmak için' gün sayıyor. 

Bu hesaplaşmalar Türkiye'de oldukça ilginç olabiliyor. Söz gelimi halk 1987 seçimlerinde ANAP'ı ve Özal'ı neredeyse anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla tek başına iktidara getirmişti. Ancak üzerinden geçen 2 yılda iktidarla geniş halk kitleleri arasındaki uçurum büyüyünce sonuç 1989 yerel seçimlerinde halk için zafer, ANAP için hüsran olmuştu. O zamanlarda bir ANAP'lı parti yöneticisinin söylediği 'Üstümüzden silindir geçti' sözleri, Türk siyasi tarihindeki yerini almıştı. Halk ANAP'la ipleri öyle koparmıştı ki, 1991 genel seçimlerinde de o demokratik hesaplaşma hareketinin izleri görülmüştü.

Türkiye'de 1980 yılından sonra yapılan seçimlerde halk, oy silahını siyasetçileri terbiye etmek için sık sık kullanıyor. 1982 seçimlerinde 'horoz partisi' olarak bilinen Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) halk tarafından sandığa gömülmüştü. Aradan 17 yıl geçtikten sonra yani 1999 seçimlerinde 'halktan kopuk halkçılık' yapmaya çabalayan, Tony Blair özentisi politikalardan medet uman CHP'ye ders verilmişti. 1996 yılında dini siyasete alet eden bir parti ile koalisyon kuran merkez sağ DYP, izleyen seçimde halkın hışmından kıl payı kurtulmuştu. 

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama artık şu iyice açığa çıktı: Mevcut iktidar ortağı partiler ister genel başkan değiştirsin, ister seçim ittifakı yapsın, nafile... Bu üç parti bir süreliğine seçmen tarafından nadasa bırakılacak. Büyük çoğunluğu işsiz, işsiz kalma tehlikesi içinde, gizli işsiz, yaptığı işten yeterince memnun olmayan milyonlarca seçmen karar günü yaklaştığında en geniş katılımlı demokratik sürece iştirak edecek ve belki de dünya siyasi tarihine geçecek şekilde; 3 partili bir bloku iktidardan indirip yerine 2 veya 3 partili bir başka koalisyonu iş başına getirecek.

25 Eylül 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / MUTSUZ İNSANLAR ÜLKESİ

Cahit UYANIK 

İstihdam istatistiklerinde -işsizlik rakamları kadar ön plana çıkmasa da- 'eksik istihdam' denilen bir kavram vardır ki, insanların yaşamlarını kazandıkları mevcut işlerinden memnuniyetsizliklerini ve fırsatını bulduklarında daha mutlu olacakları bir başka işe geçme isteklerini ortaya koyar. Bu rakam ülkemizde çoğu zaman yüzde 30'ların üstündedir. 

Özellikle ekonomik krizin baş gösterdiği ve büyümenin sıfıra yaklaştığı zamanlarda, eksik istihdamdakilerin oranı yüzde 40'ları geçer. Yani böylesi dönemlerde insanlar geçinebilmek için her buldukları işi yaparlar ama yine de kafalarının bir köşesinde yapmak istedikleri esas meslek vardır.

Anlayacağınız Türkiye, uzun yıllardır tam bir 'Mutsuz insanlar ülkesi' görünümündedir. Bu tabloyu değiştirebilmek için yapılması gereken şey ise sorunu kökünden çözerek eğitim sistemini mesleki yönelime açık hale getirmektir. Ama milletçe hasletlerimizden birisi trene 'son vagon geçerken' atlamak olduğu için, eğitim konusunda da aynısını yapmasak şaşardım. 

Dünya, mesleki verimlilikte en önemli unsurlardan birisinin onu sevmek olduğunu anlayıp temel eğitimi 13 yıla uzatmaya uğraşırken, biz halen neyi tartışıyoruz? Ben bu kavga gürültüyü, dünyanın bir öküzün boynuzları üstünde durduğu zannedilen dönemdeki saçma tartışmalara benzetiyorum. Deprem olduğunda öküzün başını sağa mı yoksa sola mı salladığının tartışılması gibi, biz de 5+3'ü icat etmeye çalışıp sokaklara dökülüyoruz. 

11 yaşındaki çocuk hayatı bilmiyor ki mesleğini seçebilsin. Bu sebeple 8 yıllık zorunlu temel eğitim, aile içinden başlayıp tüm topluma yayılabilecek bir demokrasi anlayışının mihenk taşlarından birisi olmaya aday. İnsanların anne babasını seçme özgürlüğü yoktur ama ilk tattığı özgürlük meslek seçimi olabilir. Bence bu tartışmayı sokağa dökenlerin korktukları tek şey var; rant paylaşımı ve çapraşık çıkar ilişkilerinin zayıflayacağı korkusu... 

6 Eylül 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YÜZDE 0,25 ENFLASYON RÜYASI

Cahit UYANIK 

Tatlı bir düş gibi bu; 2000 yılında aylık enflasyon yüzde 0,25'e düşecek. Bu 25'ler üst üste konulup toplana toplana; siz deyin tıngır mıngır ben diyeyim tıpış tıpış inerek yüzde 3'te karar bulacak. Olmaz ya; diyelimki bu rüya gerçek oldu! Bakın güzel ülkemizi nasıl bir gelecek bekliyormuş, ekonomi kurmaylarına kolaylık olsun diye bendeniz düşünüp ortaya koydum. 

Efendim, bankacılara benden kötü haber var. Sözüm Hazine faizinden çöplenip cafcaflı binalarda vatan-millet sorunları üzerine ahkam kesen yuppie'lere... Enflasyon patır kütür yüzde 3'e düşüverince birçok banka kapısına kilit vurmak zorunda kalacak. Çünkü ne Türkiye'ye gelmek isteyen sıcak para yüzde 3 enflasyonu sever ne de Hazine yüzde 3 enflasyonda yüzde 7-8'den fazla yıllık getiri sağlayamaz onlara... Bir anda memleketteki banka sayısı 30'a, 40'a iniverirse sakın şaşırmayın. Eh Hazine yetkilileri neden uluslararası standartlara uygun bir Bankacılık Yasası çıkması için bu kadar aceleci dersiniz? Mali Sektör Yüksek Kurulu da banka iflas,  tasfiye ve birleşmeleriyle ilgilenir zannedersem...

İkinci kötü haber de sendikacıları ilgilendiriyor. Sözüm oy silahı ile köşeye sıkıştırdığı politikacıdan kopardığı zammı, kamu işçilerine dağıtmak sanan bazı sendikacılara...

28 Ağustos 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / İŞSİZLİKLE MÜCADELE SAMİMİYETİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de enflasyon son 28 yılın en düşük seviyesine indi. Neredeyse herkes düğün bayram... Türkiye yıllardır bağımsız uzmanlarca dile getirilen enflasyonla mücadele programını uygulasaydı da zaten bu sonuca ulaşacaktı. Ama Türkiye zor ve yanlış olanı seçti. 

Önce kendi kendini büyük bir ekonomik krize soktu; ardından da ölümü görüp sıtmaya razı olmak kabilinden ağır ekonomik kriz ortamında üstüne başına çeki düzen vermek için çabalamaya başladı. IMF, Dünya Bankası, uluslararası finans camiası da bu manzarayı oluşturmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiler hani... Bunların hesaplaşması, ileride -pek umudum yok ama- ekonomi tarihçilerine kaldı. Bizim işimiz ise şimdi ve yakın gelecekle...

Şöyle bir an durup düşünelim: 2004 yılı başı itibarıyla Türkiye acaba nasıl bir ülke? Enflasyonu düşürmeye başlamış, güzel... Büyüme trendine girmiş, bu da güzel... İhracat rekor üstüne rekor kırıyor, güzelin güzeli... Ama Türkiye'nin sokakları işsizlerle dolu. Her türden, her cinsten, her eğitim düzeyinden işsiz... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2004 yılını işsizlikle mücadele yılı ilan etti.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / İŞSİZLİK VE KARARSIZ DENGE

Cahit UYANIK 

Geçen hafta Yüksek Planlama Kurulu ilk toplantısını yaptı. İlk tahminlere göre 2004 yılında kişi başına düşen milli gelirin 3 bin 600 doların üzerine çıkacağı hesaplanıyor. 2001 yılında bu rakam 2 bin 100 dolar düzeyine kadar inmişti. Anlaşılan o ki kriz Türkiye'de gelir dağılımı pastasını iyice altüst etti. Çünkü milli gelirin dengeli dağılıp dağılmadığının en önemli göstergelerinden biri olan işsizlik oranlarında hiç bir iyileşme yaşanmazken, milli gelirin kriz öncesindeki rakamlara tırmanması açıkça bu anlama geliyor. 

Krizden önce bir iş sahibi ve milli gelir pastasından pay almakta iken, kriz sonrasında gelir düzeyi sıfıra düşen, borç harç yaşayarak iş bulduktan sonraki gelirini bile ipotek eden insanların milli gelire yansıması bu şekilde oluyor. Gelgelelim bu acı tablo kimse tarafından dile getirilmiyor. İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım. Başta gazetelerin ekonomi sayfaları olmak üzere, dolar cinsinden maaşları cebe atan ekonomi sütunu sahiplerinin bu gerçeği dillendirmemesi çok acı...

23 Temmuz 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 750 BİN YABANCI IRGATIN MANASI

Cahit UYANIK 

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye'de 750 bin yabancı kaçak işçi çalıştığını açıkladı. Büyük bir gürültü patırtıyla seyreden ülke gündemi içinde bu önemli haber yeterince tartışılmadı. Almanya'da yaşayan (çalışan değil) Türk vatandaşlarının sayısının 2 milyonun biraz üzerinde olduğunu hatırlarsak, Türkiye'deki yabancı kaçak işçiliğin ulaştığı boyutlar daha iyi anlaşılır. 

Türkiye'deki şehirlerde işsiz dolaşan yüzbinlerce ve şehre göç edip kendisine daha parlak bir gelecek sağlamak hayaliyle yanıp tutuşan milyonlarca insan varken, bu tablo nasıl ortaya çıktı? Rumen, Bulgar, Gürcü, Rus, Filipinli, Azeri 'ırgatlar' nasıl sistemin içine sızabildi?

Bu sorunun cevabı çok basit: Yüksek işçilik maliyetleri... Türkiye'de asgari ücret 160-170 dolar düzeyinde ama defter üzerinde bir işçinin işverene maliyeti 300 doları geçiyor. SSK işveren payı, işçi payı, diğer kesintiler, yıllık izin, kıdem tazminatı yükü gibi unsurlar asgari ücretin ikiyle çarpılmasına neden oluyor.

27 Şubat 2024 Salı

TÜRKİYE, TÜM SORUNLARINI EĞİTİM ODAKLI ÇÖZÜMLERLE AŞMAYI ÖĞRENMELİ

EĞİTİM ODAKLI ÇÖZÜMLER VE TÜRKİYE 

Cahit UYANIK 

Standard dergisi için epeyce süredir bir gazeteci gözüyle yazılar kaleme alıyorum. Bu seçkin derginin diğer yazar konukları ise çoğunlukla üniversite öğretim üyeleri. Hepsi de eğitim ve öğretim dünyasının içinde birer nefer gibi çalışıyorlar. Ayrıca akademik araştırmalarla bilimin ışığını yaşamımıza taşıyorlar. Bu sebeple günleri zaten eğitim ve öğretim sorunlarını tartışmakla  geçen sayfa komşularıma saygımdan dolayı bu konuda ahkam kesmeyeceğim. Türkiye'de eğitime ayrılan kaynakların ne kadar az olduğundan, devlet bütçesinin faizden kurtarılıp eğitime büyük pay ayırır hale gelmesi gereğinden de bahsetmeyeceğim. Çünkü zaten sayfa komşularım bu meseleleri derinlemesine ele alıp size yansıtıyorlar; dünyadaki modern eğitim sistemleri, eğitimin kalkınma sürecindeki önemi, eğitimde en son trendler gibi konuları çok iyi biliyorlar ve bize de öğretiyorlar. Sağolsunlar, varolsunlar.

Ama bir gazetecinin en önemli görevi güne ışık tutmak, karanlıklar içinde kalan olayları açığa çıkarmaktır. Peki basın, eğitim ele alındığında bu görevini yerine getirebiliyor mu? İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım: Hayır, basın bu görevi yeterince yapmıyor. Son rakamlara göre Türkiye'de 14 milyon ilk ve orta öğretim öğrencisi var. Buna üniversiteleri de eklersek sayı neredeyse 16 milyonu geçiyor. Yani her evde her gün eğitimle ilgili bir konu konuşulup tartışılıyor. Oysa gazetelerde, televizyonlarda bu konulara gösterilen duyarlılık neredeyse sıfır düzeyinde. Sadece okullar açılır ve kapanırken ele alınan eğitim meselesi için, basında ciddi bir uzmanlaşma yok. Günübirlik ve tepkisel bir yaklaşımla eğitimin sorunları topluma aktarılmaya çalışılıyor.

16 Kasım 2023 Perşembe

GENÇ NÜFUS VE TÜRKİYE'NİN FIRSAT PENCERESİ

Cahit UYANIK 

Hani insan hayatında bazen öyle anlar gelir ki, ayağına bağ olduğunu sandığı bir özelliği büyük avantaja dönüşebilir. Ülkeler için de böyle bir nokta var mı acaba? Soruyu bize, yani Türkiye'ye uyarlayıp sorarsanız nasıl bir tablo ortaya çıkabilir?  Merak etmeyin hep olumsuzluk yazacak değilim ya... Türkiye'nin genç nüfusu kendisine ekonomide ve dünyanın geleceğinde büyük fırsatların kapısını açabilir. Bunu ben söylemiyorum. Türkiye'ye Avrupa Birliğine (AB) tam üyelik konusunda bahane üzerine bahane çıkaran Avrupalılar söylüyor. Üstelik bilimsel bir araştırmaya dayanarak...

Araştırmayı AB'nin bir alt kuruluşu olan Avrupa Eğitim Vakfı yaptırmış. Mesleki ve teknik eğitim sistemiyle ilgilenen bu vakıf AB üyesi, AB'ye aday ülkeler, Bağımsız Devletler Topluluğu'na üye devletler, Akdeniz ülkeleri ile Moğolistan'da birer gözlemevi kurdu. Bu gözlemevleri bir ağ şeklinde birbirine bağlı. Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) bünyesinde geçen yıl faaliyete başlayan Türkiye Ulusal Gözlemevi, ilk ülke raporunu çıkarttı. Rapor, AB'nin TACIS ve PHARE adlı programları tarafından desteklendi. Yaklaşık 275 sayfadan oluşan rapor Türkiye ekonomisi, nüfus, işgücü, işsizlik, eğitim ile teknik eğitim konularını bütünsellik içinde inceliyor.

27 Ekim 2023 Cuma

EKONOMİ PENCERESİ / TÜRKİYE'NİN ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM YAPMASI GEREKEN YENİ EKONOMİK REFORMLAR

Cahit UYANIK 

Türkiye bu yılın Mart ayından bu yana siyasetin çok ön planda olduğu bir gündemi geride bıraktı. Erken genel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili ikiye bölünmüş süreç, yeni hükümetin kurulması, bu 6-7 aylık zaman dilimine sığdı. Siyasi ortamın beraberinde getirdiği tartışmalar, bu yılın sonuna kadar sürecek gibi görünüyor. 2008 bu açıdan bakıldığında hayli kritik bir dönem. Çünkü Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkinin ne yönde gelişeceğine önümüzdeki yıl karar verilecek. 2008 aynı zamanda 2009'daki yerel seçimler öncesindeki son yıl ki, önümüzdeki yılın son çeyreğinden itibaren yerel seçimler ve siyaset, tartışma gündemini belirleyecek gibi görünüyor. 

Bu ortamda Türkiye'nin önümüzdeki aylar ve 2008 boyunca yapacağı veya başlatacağı reformlar biraz daha fazla önem kazanıyor. Türkiye'nin gerek ekonomik istikrarı devam ettirmek ve sağlam temellere oturtmak, gerekse Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik görüşmelerini başarı ile sürdürmek için iyi planlanmış bir reform takvimine ihtiyacı var. Türkiye aslında 1999 yılından bu yana ekonomisinde sürekli bir reform arayışı içinde. 2001 Krizi sonrasında iyice belirginleşerek güçlenen reform sürecinin bazı meyveleri de toplanmaya başladı. Özellikle finans sektöründeki yeniden yapılandırmalar bu açıdan dikkat çekici bulunuyor. Şimdi bu reform sürecini belirli bir program ile reel sektöre ve reel piyasalara yaymak gerekiyor. 

13 Ekim 2023 Cuma

EKONOMİDE BÜYÜRKEN NEDEN İŞSİZLİĞİ YENEMİYORUZ?

Cahit UYANIK 

Türkiye'de Mart aylarının sonu ekonomi dünyası açısından her zaman tartışmalı geçer. Çünkü bu ayın sonuna doğru Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), geride bırakılan yılın ekonomik büyümesini veya küçülmesini açıklar. Eskiden tartışmalar, büyümenin (veya küçülmenin) nereden kaynaklandığı üzerine odaklanırdı. Bazen iç piyasanın canlanması, bazen de "stoka üretim" dediğimiz ve üreticilerin piyasaya değil stoklarını doldurmaya yönelik üretimleri üzerinde durulur, büyümenin nedeni açıklanmaya çalışılırdı. Küçülme yani kriz dönemlerinde ise çoğu zaman sorumlu kur politikası olurdu. İzlenen düşük kur politikası nedeniyle ülke sıcak para cenneti haline gelir, ama bu politika aynı zamanda ithalat baskısını da artırıp ihracatı duraksatınca ülkeyi krize yani küçülme dönemine dahil ederdi.

Verimlilik artışı etkisi 

Bütün bu tartışmalarda çoğu zaman ihmal edilen şey, büyümenin istihdam yani işsizlik üzerinde etkileri olurdu. Ekonomi yorumcuları ve analiz yapanlar, Türkiye'deki işgücü piyasasının kendi içindeki kısır dengelerini 'veri' kabul ederlerdi. Yani Türkiye'de işgücünun yapısı ve verimlilik düzeyi fazla değişmediği için, büyümeyle birlikte rahatlayan, küçülmeye birlikte dengeleri bozulup işsizliğin arttığı bir geleneksel tavır görülürdü. Ama 2001 Krizinden sonra bu durum değişti. Dalgalı kura geçilmesiyle birlikte işletmeler, kur düzeyini bir veri değil 'rekabet değişkeni' olarak görmeye başladılar. Bu değişkenin olumsuz etkilerinden korunmak en önemli yollardan birisi de işletmelerde verimliliği arttırmaktı. Verimlilik en basit anlatımıyla birim giderle daha fazla üretim yapabilmek anlamına geliyor. Bu değişim işletmelerdeki işgücü verimliliğinin önemli olduğu sonucunu da doğurdu.

7 Ekim 2023 Cumartesi

DOĞU VE GÜNEYDOĞU İÇİN YENİ BİR KALKINMA MODELİ ÖNERİSİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin bir türlü çözülemeyen sorunlarından birisi, bölgeler arası kalkınmışlık farkları. Bu konuda onlarca yıldır çok çeşitli çözüm paketleri değişik hükümetler tarafından açıldı ve uygulandı. Ancak elde edilen sonuçlar pek iç açıcı değil. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yönelik yatırım teşviklerinin işe yaradığını söylemek çok zor. "Üstüne para verilerek" de olsa yatırımcıların bu bölgelere gitmesi sağlanamıyor.

Geçtiğimiz günlerde bu konuda Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfının (TESEV) Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile ortaklaşa yaptığı oldukça kapsamlı bir çalışma kamuoyuna açıklandı. "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Sosyal ve Ekonomik Öncelikler" adını taşıyan bu çalışma, bir sivil toplum kuruluşunun ve bölgesel kalkınma konusunda uluslararası tecrübeye sahip bir kuruluş tarafından açıklanan çok geniş kapsamlı öneriler dizisi olması nedeniyle, şimdiye kadar hep hükümetlerin ve devletin geliştirerek açıkladığı paketlerden farklı bir görünüm veriyor. Neden mi?

Çalışma, mevcut teşviklerin Doğu ve Güneydoğu Bölgesine bir katkısının mümkün olmadığını ve bunun yerine bölgesel, sektörel ve hatta alt sektör bazında teşvik verilmesini öneriyor. UNDP ve TESEV bölge ekonomisinin sorunlarının 'bölge dışından yatırımcı çekmeye yönelik büyük ölçekli bir sanayi hamlesi' ile de aşılabileceğine inanmıyor. İki kurum, bunun yerine bölgedeki talebe yönelen, girişimcilik kültürünü geliştirecek, daha küçük ve orta ölçekli işletmeler için planlanacak teşvik politikalarının kısa vadede daha işlevsel olabileceğini öneriyor. Oysa daha önce açıklanan teşviklerin hemen hepsi "Türkiye'nin Batısına değil Doğusuna yatırım yaparsanız düşük faizli kredilerden yararlanabilirsiniz. Yatırım işletmeye alındığında ise uygun vergi ve sigorta primi indirimlerinin yararlanabilirsiniz" mantığına dayanıyordu. Ama işe yaramadığı görüldü. Şimdi bu mantığın tamamen terk edilerek küçük ve orta boy işletmelere yönelik bir politikaya dönüş öneriliyor.

11 Eylül 2023 Pazartesi

GÜZEL TÜRKÇEMİZ SİYASETÇİLER VE SİVİL TOPLUM LİDERLERİNDEN ÇOK ÇEKTİ

BAYRAM MERAL TÜRKÇESİ

Cahit UYANIK

Ne konuştuğunu bilmek kadar güzel bir şey yok. Meşhur fıkradır; Papa New York gezisi için havaalanına iner inmez gazeteciler sormuşlar: "Efendim ziyaretleriniz esnasında geneleve de gidecek misiniz?". Papa, safiyane cevap vermiş: "Burada genelev var mı?"... Ertesi gün manşetler "Papa, uçaktan iner inmez genelevi sordu" diye çıkmış. 

Güzel Türkçemiz zaman zaman kamuoyunun gözü önündeki isimlerin bilinçli veya bilinçsiz saldırılarına maruz kalıyor. Bunun en ünlü örneği DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'dir. Ateşkese "barışkes", kır ata "beyaz at", Aliyev'e "Alibey", böceğe "böcük", Kuzey Iraklı mültecilere "Kürtmen" diyen Çiller, bu konuda kendisini "Ben bu gafları özellikle yapıyorum. Haberler gazetelere iyi girsin istiyorum" diye savunmuştu. 

17 Temmuz 2023 Pazartesi

KAMU ÇALIŞANLARI İLE ÜCRET ZAMMI PAZARLIĞINDA 'GLOBAL SÖZLEŞME'DEN VAZGEÇİLİYOR

Kamu Çalışanları

'Global' Sözleşmeden Vazgeçiliyor

Kamu işyerlerinde 600 bin işçi toplu sözleşme bekliyor. Devlet ise görüşmelerde radikal bir yöntem değişikliği yapmaya hazırlanıyor. Kamu İşveren Sendikaları, sıfır zam veya çok düşük zamları gerekçelendirmek için işçi ücretlerini irdeleyen iki araştırma yaptı.

Cahit UYANIK

Hükümet ve işçi sendikaları sıcak bir yaza hazırlanıyor. Nedeni basit: 1995, toplam 600 bin kamu işçisinin toplu sözleşme yılı. Hatırlayacaksınız, Devlet Bakanı Bekir Sami Daçe'nin 'sıfır zam'dan bahsederek karıştırdığı toplu iş sözleşmesi bunlar... 24 işkolu ve 151 işyerindeki toplam 509 bin 501 işçi gözünü kulağını dikmiş bu konudaki haberleri bekliyor. Kamu toplu iş sözleşmeleri, zaman açısından 1996'daki genel seçimleri de kapsıyor. Hükümetin işçilere karşı takınacağı tavır, aynı zamanda seçimlerdeki beklentisini de ortaya çıkaracak. Çünkü işçiler, yaklaşık 3 milyon kişilik oy potansiyeliyle güçlü bir baskı grubu oluşturuyorlar.

Devlet bu işyerlerindeki toplu pazarlığı, kurduğu kamu işveren sendikaları aracılığıyla yürütüyor. Fakat zam oranlarının ne düzeyde olacağına sonuçta siyasiler ve başbakan karar veriyor. Kamu işyerlerinde örgütlü sendikaların büyük bir çoğunluğu Türk-İş çatısı altında toplanıyor. İşçiler açısından da Türk-İş Başkanlar Kurulu ve Türk-İş Başkanı'nın vereceği kararlar önemli. Türk-İş geçtiğimiz günlerde bünyesinde bulunan 151 işyerindeki bu görüşmeleri bir elden takip etmek amacıyla 'Kamu İşyeri Toplu Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu' oluşturdu. Türk-İş, Hükümet'le sektörlere göre varacağı ücret anlaşmasının tüm işyerlerine uygulanmasını istiyor.

21 Ocak 2023 Cumartesi

YÖK'ÜN EN BÜYÜK GÜNAHI NE OLDU?

NEHİRLER TERSİNE AKITILMAZ Kİ...

Cahit UYANIK

Allah'ın işi midir bilinmez, Türkiye'de zengin petrol kaynakları bulunup bulunmadığı tartışmaları ile aynı gün bir petrol mühendisi banka soyarken öldürüldü. Orta yaşı geçkin ve orta sınıfa mensup, tahsil-terbiye görmüş bir aydının bile ağır ekonomik bunalım dönemlerinde pusulasının şaşabileceğini böylece öğrenmiş olduk. Belki İstanbul-Kazasker'de sıkılan birkaç el silah sosyal patlamaya yol açmadı ama sosyal patlama tehlikesinin çok yakınımızda olduğunu gösterdi. 

Meraklıları fotoğrafları dikkatle incelediğinde görmüştü ki, Arjantin'de birkaç ay önce yaşananlar da düpedüz bir orta sınıf isyanıydı. Marketleri yağmalayan insanların ayağında Nike ve Adidas marka ayakkabılar göze çarpıyordu. Birkaç ay önce fiyatı 80-100 dolar civarındaki ayakkabıyı satın alma gücüne sahip insanların, bir anda 'elde var sıfır' psikolojisi ve düşüncesiyle cam-çerçeve indirmesi orta sınıf ayaklanmasının göstergesiydi.