Avrupa Birliği (AB) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Birliği (AB) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2025 Pazartesi

MERKEZ BANKASI ESKİ BAŞKANI, ÇİÇEĞİ BURNUNDA SİYASETÇİ YAMAN TÖRÜNER: RP KAZANDI, TÜRKİYE'Yİ 15 MİLYAR DOLAR YABANCI SERMAYEDEN ETTİ

YAMAN TÖRÜNER: MB, DÖVİZ KRİZİNDEN 30 TRİLYON LİRA KAR ETTİ

Törüner'e göre seçim sonuçları, Türkiye'yi 15 milyar dolar yabancı sermayeden etti.

Cahit UYANIK / Leyla YARATAN 

Yaman Törüner, seçimler öncesinde Merkez Bankası (MB) Başkanlığını bırakarak politikaya atıldı. Afyon'da üçüncü sıraya yerleştirilen Törüner'in başta şansı zayıf görülürken kampanya ilerledikçe seçilme ihtimali arttı. Törüner sonunda milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. Törüner ile siyaset, seçim ekonomisi, döviz politikası ve Gümrük Birliği üzerine konuştuk:

İntermedya Ekonomi: Siyaseti nasıl buldunuz? Rahat bir geçiş dönemi yaşadınız mı?

Törüner: Çok değişik ama politikaya ısınmak zor olmadı. Beni ilk üç-beş saatlik yadırgamadan sonra çok yakın karşıladılar. Çünkü halk, dışarıdan gelse de kendisine yardımı dokunabilecek kişinin seçilmesini istiyor. Siyaset, halkın gerçekten neler düşündüğünü görmek açısından önemli. Halkın beklentilerinin bizim tahminimizden değişik olduğunu, onların dertlerine çözüm bulunması gerektiğini gördüm. Ankara ve İstanbul'da oturarak bazı şeylere çözüm üretmek zor. Halka inmeden yapılan tahminler de yanıltıcı... Halka inmemiz, onların gerçek isteklerini yansıtan çözümler üretmemiz gerekir. Bir de bayanlar politikaya çok ciddi ısınmış. Belki 500 bayan ellerinde çocukları, başı kapalı ama geliyor seni öpüyor. Arkasından kocası geliyor öpüyor, çocuğuna öptürüyor. Bizi kendisini temsil eden bir nesne olarak görüyor. Gençlerde büyük bir ilgi var. Tanıdıkça halkın bazı yönleriyle aydın dediğimiz kesimden daha ileri olduğunu keşfettim açıkçası...

- DYP Afyon milletvekili olarak bölgeniz için neler yapmayı planlıyorsunuz?

Törüner: Afyon'a verebileceğim şeyler, daha çok büyük yatırımların buraya aktarılmasıdir. Afyon'un alt yapı hizmetlerinin tamamlanabilmesi, mevcut borsaların büyütülmesi yani iş hayatının genişletilmesidir. Ben üçüncü sıradan seçilerek milletvekili oldum. Ama hiç bir zaman seçilememe endişesi duymadım. Zaten ben her işte 'çıkamaz' dedikleri zaman çıktım. Kendime bir sıra tespit etmemiştim ama üçüncü sıra biraz sürpriz oldu. Teşkilattan destek aldım. Afyon'da bazı teşkilat sıkıntıları vardı, bunu aştık. 

- Merkez Bankası Eski Başkanı gözüyle seçimin genel değerlendirmesini yapar mısınız?

Törüner: Cumhuriyet tarihinde yapılan seçimler arasında Hazine'ye en ucuza malolan seçimdir. Bu bence çok önemli bir nokta. Ekonomi bürokrasisi elinden geleni yaptı. Diğer seçimlerden bir farkı da çabuk yapılmasıydı. Seçimin kaderi zaten son anda belli oldu. MB'nin emisyon hacmi bile 230 trilyondan 217 trilyona düştü. 

- Ama döviz rezervlerinde önemli bir erime yaşandı...

Törüner: MB bazen ters repo yaparak piyasadan para çeker. Bu para vade bitince çoğunlukla dövize dönüşür. Ortalıkta 'Seçim sonrası iktidarsız kalma durumu olabilir mi?" beklentisi yaşandığı bir gerçektir. Bu bilindiği için MB isteyene istediği kadar döviz sattı. Sonuçta repo hacmi 136 trilyondan 30 trilyona düştü. Yani 100 trilyonluk kaynak dövize aktı. Bu, 1,5 milyar dolar eder. 100 trilyon lira repo şeklinde kalmış olsaydı MB'ye aylık masrafı 10 trilyon liraydı. MB şimdi 15 trilyon kazançlı. Bu kazancının 30 trilyon liraya yaklaştığını düşünüyorum. Ayrıca MB, 1996'nın hemen başında Hazine'den 15 trilyon lira faiz geliri sağladı. MB kar ettikçe piyasadan para çekmiş demektir. Ufak satışları da eklediğiniz zaman MB'nin seçim nedeniyle piyasadan kar olarak çektiği para 50 trilyon liradır. Oysa MB Eylül ayında 'Dövizden nasıl çıkarız?' diye düşünüyordu. 

6 Temmuz 2025 Pazar

KAPAK HABERİ / MAL SATMAK, İŞBİRLİĞİ VE ORTAKLIK İÇİN KOBİ'LERE 100 ÜLKEDEN 1 MİLYON 'İŞ ADRESİ'

KAPAK HABERİ / 100 ÜLKEDEN 1 MİLYON İŞ ADRESİ

Küçük ve orta ölçekli işletmeler için dış dünyaya açılmak artık daha kolay. KOSGEB'e bağlı olarak çalışan Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi, dünyanın dört bir yanından 1 milyonu aşkın şirket adresini girişimcilerin kullanımına sunuyor.

Cahit UYANIK 

Bilgi dünyanın dört bir yanında gün geçtikçe insanların ve toplumların kaderini daha çok belirlemeye başlıyor. Günlük yaşamdan iş ortamlarına, bürokrasiden üniversitelere kadar çok geniş bir yelpazede daha çok bilgiye ihtiyaç duyulur oldu. Böylesi bir ortamda doğru ve yeterli bilgiye, zamanında ulaşabilmek  büyük önem kazanıyor. 

İş yaşamını da bu gelişmelerden soyutlamak mümkün değil. Türkiye gün geçtikçe dünya ekonomisi ve pazarları ile entegrasyonunu geliştiriyor. Dış dünyaya açılmak, yabancı ortak bulmak ve gelecek yılın sonunda gidilecek Gümrük Birliğinin nasıl etkide bulunacağını öğrenme ihtiyacı birçok girişimcinin aklını meşgul ediyor. 

Büyük girişimciler bu sorunu yüksek ücretli üst düzey yöneticiler ve pahalı danışmanlık şirketlerinin hizmetlerinden yararlanarak aşabiliyor. Ama ya küçük ve orta ölçekli işletmeler? Zaten yetersiz işletme sermayeleri ile ayakta durmaya çalışan bu gruptaki işletmeler, büyüklere benzer çözümleri akıllarının ucundan bile geçiremiyor. Oysa küçük ve orta ölçekli işletmelerin de yeterli, kaliteli ve ucuz bedelli bilgi ve hizmet kaynaklarına ulaşmaları mümkün. 

İşte bunlardan biri Ankara'da kurulu bulunan Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığına (KOSGEB) bağlı olarak çalışan Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi... Önce tanımayanlar için KOSGEB hakkında bilgi verelim. Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı olarak 1990 yılından bu yana hizmet veren KOSGEB, küçük ve orta ölçekli işletmelerin dış pazarlardaki rekabet güçlerini artırıcı çalışmalar da yapıyor. Bu amaca ulaşmak yolunda Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi önemli görevler üstlenmiş durumda. Merkezin öncelikli amacı Gümrük Birliği gibi önemli bir dönemecin eşiğinde 'küçükleri' Avrupa Birliği (AB) işletmeleriyle yakınlaştıracak hizmetleri de vermek... Merkezin sağladığı yardımlar 'bilgi hizmetleri' ve 'işbirliği hizmetleri' adlı iki başlık altında toplanıyor.

Uluslararası adres ticaretinden yararlanın

Merkezin verdiği 'bilgi hizmetleri' içinde 'Adres Bankası' en ilgi çekici olanı... Aslına bakılırsa dünyada yıllardır çok ciddi boyutta bir 'adres ticareti' gelişiyor. Bu konuda söz sahibi olan iki firma var. İlki İsviçreli Data-Star, ikincisi Amerikan kökenli Dialog... Data-Star ve Dialog'a dünyanın dört bir yanındaki binlerce danışmanlık firmasından yüzbinlerce iş teklifi ve adres yağıyor. Data-Star ve Dialog kendi aralarında geçtiğimiz günlerde önemli bir ortaklık anlaşması  yaptı. Bilgi ticareti dünyasında bu anlaşma sonrasında 'Tekel mi oluşuyor?' sorusu da akla geldi.

29 Haziran 2025 Pazar

BAŞKENT NOTLARI / ÜÇ TÜRK İŞÇİSİ YOLU AÇTI, GÖREV DIŞİŞLERİ'NE DÜŞÜYOR

Cahit UYANIK 

Türkiye ile Avrupa Ekonomik Toplulugu (AET) arasında imzalanan 1973 tarihli Katma Protokol, Türk işçilerinin 1986 yılından itibaren birlik ülkeleri içinde serbest dolaşımını öngörüyordu. Ancak Türkiye nasıl Avrupa Birliğine (AB) karşı birçok yükümlülüğünü yerine getirmediyse, AB de uygulama zamanı geldiğinde Türk işçilerine ilişkin kararını belirsiz bir tarihe erteledi. Üstelik üye ülkeler içindeki Türk işçilerinin çalışma koşullarını hayli ağırlaştırıcı kararları da devreye alarak...

Ancak bazı Türk işçileri kaderlerine boyun eğmedi. Gerek işveren gerekse devletle anlaşmazlıklarını kendi ceplerinden para harcayarak, pahalı avukatlar tutarak Avrupa Topluluğu Adalet Divanı'na (ATAD) kadar götürdüler. Meryem Demirel, Zeynep Sevince ve Kazım Kuş adlarındaki bu Türk işçileri, oturma ve çalışma izinlerine ilişkin açtıkları davaları kazandı. 

ATAD'ca verilen karar AB ülkelerinde çalışan Türk işçilerinin, diğer üçüncü ülke vatandaşı işçilerden farklı bir hukuki statüye sahip bulunduğunu ve üye ülkelerin bu statüyü sağlamak için gerekli önlemleri almasının hukuki bir zorunluluk olduğunu hükme bağlıyor. Bu karar, AB sınırları içindeki 2,5 milyon Türk'ü yakından ilgilendiriyor. 

Ancak burada başka bir sorun ortaya çıkıyor. Topluluk hukukunda gerek ATAD kararlarını gerek Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararlarının uygulanmasını denetleyecek bir mekanizma yok. Bu, her bir olay için ayrı ayrı dava açılmasını gerekli kılıyor. İşte bu noktada Dışişleri Bakanlığının devreye girmesi zorunlu. Bakanlığın çeşitli ülkelerde açılmış davaları yakından izleyecek, Türk işçilerini bu konuda aydınlatacak, yönlendirecek ve destekleyecek uzman kadroları istihdam etmesi gerekiyor. Ayrıca mahkeme harçları, avukat masrafları gibi konularda da yine gurbetçilerimize yardımda bulunulması kaçınılmaz bir görev. Fakat Dışişleri Bakanlığında henüz böyle bir hazırlığın esamesi bile okunmuyor. Yetkili ve ilgililerin dikkatine sunulur.

TÜPRAŞ NEDEN ZARAR EDİYOR?

Türkiye Petrol Rafinerileri A. Ş. (TÜPRAŞ), Türkiye'nin en büyük işletmelerinde birisi... Geçen yıla kadar bu cümleye 'en fazla kar edenlerden biri' ibaresi de eklenebilirdi. Aynı zamanda bir borsa şirketi olan TÜPRAŞ, geçen yılın ortasından bu yana sürekli zararda... Yaşanan bu durumla ilgili olarak çeşitli açıklamalar getiriliyor: Kimi Kuzey Irak'tan giren ucuz akaryakıtı suçlu buluyor, kimi bayi karlarının yüksek tutulmasını...

Bu konuda en ilginç açıklama ise TÜPRAŞ Eski Genel Müdürü Kemal Işık'tan gelmişti. Çünkü Işık geçen yıl Nisan ayında görevden ayrılırken TÜPRAŞ'ın zarar edeceğini tahmin etmiş ve şu açıklamayı yapmıştı:

12 Haziran 2025 Perşembe

İHRACATTA GELECEK VAAT EDEN 15 SEKTÖR

Gümrük Birliğine doğru gidilirken, Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) gelecekte destek kapsamına alınacak 15 sektörü belirledi.

Bu sektörler; otomotiv, otomotiv yan sanayisi, ayakkabı, oyuncak, ev tekstili, mücevherat, cam, seramik, elektrikli aletler, elektronik aletler, makine halısı, kimya sanayisi ürünleri, hediyelik eşya, yazılım, inşaat malzemeleri.

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin ihracat macerası bundan 15 yıl önce 1980'de başladığında kimse gelecekte ne olacağını pek bilmiyordu. Yıllar yılı ithal ikameci ekonomi içinde ve yüksek gümrük duvarlarının koruması arkasında çalışmaya alışkın Türk ekonomisi nasıl sonuçlar alacak, öngörülemiyordu. Türkiye ihracattaki bu uzun mücadele yıllarından sonra artık Avrupa Birliğinin (AB) kapısında bekliyor. 'Dış rekabet' denilince gözünü daldan-budaktan esirgemeyen sanayiciler, koro halinde 'Hadi Gümrük Birliğine girelim' diyor. Gümrük Birliği, Türk ekonomisinin dışa açık büyüme konusunda kesin ve son kararını verdiğinin en önemli belgesi olacak. Bundan böyle ayakta durmak isteyen bir sanayici 'Önce ihracat, sonra iç pazar' diye düşünmek zorunda kalacak. 

Peki Türkiye Gümrük Birliği öncesinde ihracatının ve genel anlamda dış ticaretinin bir projeksiyonunu çıkarttı mı? Önümüzdeki yıllarda ihracatımızı sürükleyecek sektörler belirlendi mi? Bu 'dişe diş göze göz' rekabet içinde ayakta duramayacak olan sektörlerimiz var mı? 'İki arada bir derede' kalmış, yatırım yapma riskinin çok yüksek olduğu sektörler belli mi? AB dışındaki dünyanın çeşitli bölgelerinde gelişen ekonomik olaylar Türkiye'yi nasıl etkileyebilir?

İhracat alanında güçlendirilecek 15 sektör

Bu ve buna benzer daha birçok sorunun cevabı DTM tarafından araştırıldı. Amaç önümüzdeki 5-10 yılda dış ticaretle uğraşan herkesin kafasında takılı kalan sorulara cevap bulmaktı. Araştırma sonuçlarına göre şu anda Türkiye ihracatının yüzde 40'ını kapsayan tekstil ve konfeksiyon ürünleri, önemini gelecekte daha da arttıracak. Ancak bu iki sektörün büyüklüğü ve varlığı 'Türkiye ihracatının uluslararası dalgalanmalardan etkilenmemesi için' yeterli değil. Birkaç sektörde daha dünya dış ticaretine ağırlığımızı koyacak kadar uzmanlaşmamız gerekiyor. 

28 Mayıs 2025 Çarşamba

KAPAK HABERİ / YIL 1995... SEÇİMLERE İKI HAFTA KALA ANAP, CHP, DSP, DYP, MHP VE RP'NİN EKONOMİ VE PARA POLİTİKALARI İLE İSİM İSİM KADROLARI

Partilerin gizli para politikaları/

HANGİ PARTİ, HANGİ YATIRIM ARACININ YILDIZINI PARLATACAK?

Partilerin ekonomik kurmaylarıyla tek tek görüşüp gizli para politikalarını öğrendik.

Cahit UYANIK - Yusuf AL

Seçimlere doğru son iki haftaya girdik. 24 Aralık sabahı verilecek oylar Türkiye'nin yeni ekonomik yönünü de belirleyecek. Biz biraz erken davranıp partilerin ekonomi kurmaylarıyla tek tek görüştük. Ve gizli para politikalarını şimdiden öğrendik. Partilerin müstakbel kurmayları, Türkiye'nin temel sorunları olan enflasyon, işsizlik, iç ve dış borçlar, Merkez Bankası, Hazine, Gümrük Birliği, dış ticaret, kur politikası gibi birçok konuda yapmak istediklerini İntermedya Ekonomi'ye açıkladı. 

Aslında partilerin belirledikleri ekonomi programlarının ötesinde bir konu var ki; tasarruf sahiplerini ve yatırımcıları yakından ilgilendiriyor. Bu, seçimlerden sonra açılması konusunda herkesin fikir birliğine varmış göründüğü istikrar paketi... Türkiye ekonomisinin hali ortada. 5 Nisan Kararları sonrasında nispi durgunluğa giren ancak daha sonra tırmanmaya başlayan bütçe, kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) ve sosyal güvenlik açıkları, 1,3 katrilyona dayanan iç borçlar vs... Üstüne üstlük henüz Uluslararası Para Fonu (IMF) ile sonuçlanmayan stand by anlaşması...

İlk görüşme IMF ile olacak 

İşe IMF'den başlamakta fayda var. IMF'nin ikinci istikrar paketinin sonuçlarından çok memnun olmadığı ortada. Ankara'da bürokrasi koridorlarında IMF'nin seçim sonuçlarını beklediği, oluşacak yeni hükümetin ilk dış temasının IMF ile olabileceği ileri sürülüyor. Bunun anlamı 'İkinci 24 Ocak Kararları'na yumuşak geçiş olabilir. İstikrar paketi uygulanacağı kesin. Ama bu işi kimin yapacağına millet karar verecek. Şu anda muhalefette bulunan Anavatan Partisi (ANAP), Demokratik Sol Parti (DSP) ve Refah Partisi (RP) kendilerine göre birer istikrar paketi hazırladı. Halen ekonominin iplerini elinde tutan Doğru Yol Partisi (DYP) de seçimden zaferle çıkarsa, bir istikrar paketi açacak. İşte partilerin hazırladığı para programları ve istikrar paketleri:

DYP'nin şok paketi...

Bu paketin hazırlığı Emre Gönensay'ın siyasete atılmasıyla ekonomik koordinasyon ile görevlendirilen Maliye Müsteşarı Kemal Kabataş'ın öncülüğünde yürütülüyor. Başbakan ve DYP Lideri Tansu Çiller'in talimatıyla çok gizli sürdürülen çalışmaların temel eksenini kamu finansman açıklarıyla mücadele oluşturuyor. 'Şok kararlar' paketinin ilk sürprizi iç borçların örtülü konsolidasyonu olacak. Bu operasyonda hedef, bankaların elindeki trilyonlarca liralık Hazine kağıtlarını daha düşük faizli ve daha uzun vadeli kağıtlarla değiştirmek. 

17 Mayıs 2025 Cumartesi

AVRUPA BİRLİĞI (AB) İLE İMZALANAN ANKARA ANLAŞMASINDAN GÜMRÜK BİRLİĞİ KARARINA: KİM, NASIL BİR ROL OYNADI?

Gümrük Birliği/

ÇORBADA HERKESİN TUZU VAR

250-300 yıllık Batılılaşma çabası, 21. Yüzyılın ilk yıllarında nihayet bulacağa benziyor.

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin Gümrük Birliği konusundaki kaderi önümüzdeki günlerde netleşecek. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, hukuksal boyutlarıyla bir serbest ticaret anlaşmasından öte, 'bir entegrasyon modeli' konumundaki Gümrük Birliği uzun yılların mücadelesini yansıtıyor. Bu konuda ilk ateşi yakan isim ise Atatürk... Türk insanına 'muasır medeniyetler'i hedef gösteren Atatürk, o zaman için muğlak olan bu kavramın zaman ilerledikçe kanlanıp canlanacağını tahayyül ediyordu. Aslında Atatürk 1700'lü yılların sonunda başlayan Batılılaşma hareketlerinin en yeni sözcüsüydü.

Yunanistan belirleyici...

Gümrük Birliğine doğru yol alan Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki resmi ilişkilerin kökeni 1959'a yani Adnan Menderes’in başbakanlığına kadar uzanıyor. Türk dış politikasındaki en belirleyici unsurlardan biri olan Yunanistan, -o zamanki ismiyle- Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerde de benzeri bir rol üstlendi. Yunanistan'ın AET'ye başvurmasının hemen iki hafta peşinden Türkiye de onu izledi. Menderes, ta o yıllarda şimdikine benzer endişeleri dile getiren siyasetçilere şu kesin cevabı vermişti: 'Yunanistan'ın altından kalkıp da bizim başarılı olamayacağımız ne olabilir ki?'. Bu cümle, tartışmalara noktayı koydu. 

Ancak 3,5 yıl süren görüşmeler sonrasında AET ile Türkiye arasında Ankara Anlaşmasına imza koymak o zamanki başbakan, İsmet İnönü'ye nasip oldu. İnönü, 1946'da çok partili rejime geçişle Batılılaşma'nın siyasal alt yapısını kurmuştu. Batılı ekonomik alt yapının ilk resmi belgesi olan Ankara Anlaşmasına da böylece 'İnönü damgası' vurulmuş oldu. İnönü 1963'te AET ile ilişkiler konusunda bazı endişeler dile getirilince şu soruyu sordu: 'İstediğim zaman çıkabilecek miyim?". İnönü 'Evet' cevabını alınca imzayı bastı. Türkiye, AET'ye 'ortak üye' olmuştu. Türkiye-AET ilişkilerinde ilk zorlu dönemeç denilen 'Hazırlık Dönemi'ni başlatmak İnönü'ye düşmüştü. 

Askerler ve Demirel 

İkinci zorlu dönemeç ise 'Geçiş Dönemi'ne start vermekti. Geçiş Dönemi'ni isimlendiren belgenin resmi adı 'Katma Protokol'du. Bu belgeyi savunmak ve Meclis'ten geçirmek 12 Mart Ara Rejimi Başbakanı, eski CHP'li Nihat Erim'in işiydi. Katma Protokol, 1973'te uygulamaya girmiş ve 22 yıllık bir geçiş dönemi sonrasında 1995 bitiminde yeni bir aşamaya ulaşılacağını bildirmişti. O dönemki Meclis görüşmelerinde Katma Protokol'den pek memnun kalmayan Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) mensup isimler yoğun salvo ateşine başlamıştı. Başında Süleyman Demirel'in bulunduğu Adalet Partisi (AP) ise askerlerin kendisini devirmesini bir psikolojik kompleks konusu yapmadan Katma Protokolü destekledi.

17 Aralık 2024 Salı

EKONOMİ PENCERESİ / AB TARTIŞMASINDA 'EKONOMİ' İHMAL EDİLİYOR

Cahit UYANIK 

Türkiye'ye geçen yılsonunda Avrupa Birliği (AB) tam üyelik statüsü tanınmasının ardından esen güçlü rüzgar, 2000 yılının ilk yarısından itibaren durdu. Oysa Türkiye'nin yılbaşından sonra kolları sıvayarak kısa sürede büyük adımlar atması bekleniyordu. Aslında durgun geçen bu süreç Türkiye'nin kendi iç siyasi dengelerinin kurulması açısından önemliydi. AB Genel Sekreterliği Yasasının Meclis'te kabul edilmesi, koalisyon ortağı partilerden birinin lider düzeyinde konuya sahip çıkmasıyla mümkün olabildi ve gelişmeler -birazcık olsun- hız kazandı. 

Temmuz ayı ortasında Ankara'yı ziyaret eden AB'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen'in karşısına 'ideal' düzeyde olmasa da 'tatminkar' bazı çalışmalar ile çıkılabildi. Türkiye-AB görüşmelerinde daha çok İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu tarafından hazırlanan bir rapor ele alındı. Rapor Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ne uyum sağlamak için neler yapması gerektiğini içeriyordu. AB'ye tam üye olabilmek adına demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterilirken insan hakları ve azınlık haklarını korumayı garanti eden kurumlar oluşturulmasını kapsayan Kopenhag Kriterleri görüşme gündemindeydi.

Verheugen ile görüşmelerde 'ekonomi' ise pek ele alınmadı. Oysa Türkiye aynı günlerde enflasyonla mücadelenin yanı sıra ekonomisini tam anlamıyla AB'ye hazırlama amacını da içeren  ciddi bir istikrar programının yedinci ayına girmişti. Ekonomiyle ilgili atılan bu adımlar, tarihsel perspektiften bakıldığında Türkiye için AB'ye tam üye olabilmek adına oldukça önemliydi. Çünkü Türkiye'nin 1963 yılından bu yana peşine düştüğü AB macerasında 'ekonomi' ile ilgili meseleler hep ön saflardaydı. 1973 yılında imzalanan Katma Protokol Türkiye ekonomisini AB ve dünya ekonomisinin rekabetine açmak için uzun soluklu bir yol haritasıydı. 

Ekonominin ön planda olduğu Türkiye-AB ilişkileri tam üyelik başvurusunun yapıldığı 1987 yılına gelindiğinde de pek değişmemişti. Soğuk Savaş devam etseydi bu trendin aynen sürmesi bekleniyordu aslında... Böyle bir durumda AB ile ilişkiler, ekonomik hedeflerin ağırlıklı olarak hüküm sürdüğü bir yapılanmayla yoluna devam edebilirdi. Ancak Türkiye tam üyelik başvurusu yaptıktan birkaç yıl sonra yani 1990'larda Doğu Blokunun yıkılmasıyla çok şey farklılaştı. Bağımsızlaşan Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri de AB'ye tam üyelik için başvurdu. AB ya Avrupa'nın önemli ülkelerinin toplandığı küçük bir 'dostlar kulübü' olarak kalacak ya da tüm Avrupa ülkelerini aynı çatı altında toplayan 'Birleşik Avrupa' idealini gerçekleştirmeyi gündemine alacaktı. 

Tercih ikincisinde yana kullanılarak 'genişleme' yoluna gidilirken, tam üyelik koşulları demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı alanlarını içine alacak şekilde netleştirilerek geliştirildi. 'Birleşik Avrupa' hayata geçirilirken, tüm Avrupa vatandaşlarının ekonomi kadar hukuksal alanlardaki standartlarının da eşitlenerek yükseltilmesi açık bir hedef olarak ortaya konuldu. Çünkü yeni üye alınacak ülkelerdeki on milyonlarca insan, yarım yüzyıldır demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarından uzak yaşamıştı. Öyleyse tam üyeliğe kabulde öncelik bu konulara verilirken, sonrasında yani tam üyelik müzakereleri esnasında ekonomilerini iyileştirmeleri için onlara zengin Avrupalı ülkelerin yardım etmesi sağlanmalıydı. 

21 Kasım 2024 Perşembe

ABD'DEKİ KRİZ VE TÜRKİYE İÇİN FIRSATLAR

Cahit UYANIK 

Enron Skandalından sonra patlak veren Worldcom ve Xerox skandalları, dünyada globalizmin şampiyonluğu ve bayraktarlığını yapan Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) derinden sarstı. ABD'de globalizmi 'bu ülkenin solcuları' olarak bilinen Demokratlar tezgahlamıştı. Bill Clinton başkanlığındaki ABD Hükümeti, 'Yükselen Pazarlar Stratejisi'ni ortaya koyarak dünyada sermayenin gezip dolaşabileceği 15 ana otoyol yani 'gelişmekte olan ülke' belirlemişti. Sermaye dünyadaki üç büyük blok yani ABD öncülüğündeki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Avrupa Birliği (AB) ve Japonya önderliğindeki Uzak Doğu Blokunun yanı sıra bu 15 ülkeye de rahatça giriş-çıkış yapabilecekti. Bu 15 ülkeden biri de Türkiye idi. 

Bu plan 4-5 yıl iyi işledikten sonra aksamaya başladı. Sıcak paranın sağladığı 'sahte cennet'le iktidara gelen partiler, gittikçe yükselen borç/milli gelir oranları ile yatırım yapamaz, dolayısıyla istihdam yaratamaz hale geldiler. Sonuçta büyük işsizlik, iç burkan sosyal patlamalar ve stres dolu siyasi buhranlar eşliğinde 'global krizler' dönemi ortaya çıktı. Rusya, Güney Kore, Tayland, Malezya, Endonezya, Arjantin ve Türkiye bu girdabın içine düştüler. Yani sıcak paranın etkisiyle yaratılan sahte cennetler, halkın yaşadığı soğuk gerçeklerle yüz yüze gelince ülke ekonomilerinde büyük fırtınalar koptu. Sahte cennetin faturası 'gerçek cehennem' manzaraları ile ödendi ve ödeniyor.

Bu fırtınadan kurtulabilen birkaç ülke elbette var. Bunlardan biri komşumuz olan üçüne dikkatinizi çekmek istiyorum: Rusya, Güney Kore ve Malezya. Daha 5-6 yıl önce şu anki Arjantin'i aratmayan manzaraların yaşandığı bu ülkeler şimdilerde süt liman. Rusya daha geçen ay G-8'in asli üyesi olarak kabul edildi. Oysa Rusya için iki yıl önce 'hasta adam' deniliyordu. Güney Kore ise daha 4-5 yıl önce iki ayda bir IMF tarafından denetlenen ve para enjekte edilen bir komalık hasta gibiydi. Malezya'nın durumu da Rusya ve Güney Kore'den pek farklı değildi.

Peki bu 3 ülke de krizden nasıl çıktı? Verilen ortak cevap şu olabilir: Bu ülkeler krizden sırtını sıcak paraya yaslayarak değil, kendi milletinin gücüne güvenen iktidarlar, sağlam bir siyasi sistem ile acı ilaç ne ise onu içmeye gönüllü bir toplumla çıktılar. Bu ülkelerin bir başka ortak özelliği de kriz sonrasında IMF ile ilişkilerini çok iyi ayarlayabilmiş olmaları... Söz gelimi Güney Kore kriz boyunca IMF'den alınan borcu geçen yıl tamamen ödedi ve bu kuruluşla ilişkilerini 'diplomatik düzey'e indirdi. Bütün bu tablo bize gösterdi ki ABD'nin öngördüğü gibi 'sınırların bulunmadığı sorunsuz bir globalizm' mümkün değil.

29 Ekim 2024 Salı

ERMENİ MESELESİNİ AKILCILIK ÇÖZER

Cahit UYANIK 

1970'li yıllardan bu yana peşimizi bırakmayan Sözde Ermeni Soykırımı iddiaları, önemli bir müttefikimiz olan Fransa ile aramızı açtı. Oysa Fransa'nın Türk insanının gönlünde ayrı bir yeri vardır. Osmanlı İmparatorluğunda ilk Batılılaşma çabaları Fransa'dan esinlenilerek başlatılmıştı. Batılılaşmanın aynı zamanda 'demokrasi' demek olduğu anlaşıldığında, Türkiye'de serbestçe konuşup yazma imkanı bulamayan birçok aydın Paris'e kaçmıştı. Fransa'da hala 'Jöntürkler' bir efsane gibidir. 

Tarih boyunca Fransa ile bazen dost olduk bazen düşman... Ama Fransa ile son 20 yıldır tam bir bahar havası yaşıyorduk. Türkiye'deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında bu ülke ilk sıralara oturmuştu. Fransa, Avrupa Birliği (AB) içindeki 'Akdeniz Dayanışması' çerçevesinde Türkiye'nin tam üyeliği konusunda lehimize lobi yapıyordu. AB'de 1998'e kadar Türkiye'nin aleyhine çalışan Almanya'yı dengeleyen en önemli güç şüphesiz Fransa'ydı. 

Peki ne oldu da Fransa bize böyle ters davranmaya başladı? Bunun elbette nedenleri var. Fransa AB içinde Türkiye'yi desteklediği için bunun semeresini görmek istiyor. Ama Türkiye 145 adet helikopter alımı için açtığı ihalede Fransız firmasını eledi. Ardından askeri istihbarat uydusu projesi konusunda anlaşmaya doğru gidilirken, Türkiye fikir değiştirdi. Bazı Amerikan uydu yapımcısı firmaların yürüttüğü lobilerin Türkiye'nin tercihini değiştirdiği konuşuluyor. Yani Türkiye, Ermeni Tasarısının Fransız Parlamentosunda kabulünden önce Fransız-Alcatel firması ile arasını soğutmaya başlamıştı. İşin içinde olanlar ihalenin iptale doğru gittiğini zaten söylüyordu.

Hükümetlerle sıkı ilişkiler içinde olduğu artık herkesin malumu olan silah ve savunma firmalarının Fransa'da da farklı bir tutum takınması beklenemez. Fransız hükümeti askeri istihbarat uydu ihalesinin iptal edileceği anlaşıldığı için, helikopter ihalesinden elenmesinden sonraki ikinci hayal kırıklığını dikkate alarak Ermeni Tasarısını parlamentodan geçirmiş olabilir. Türkiye ise karşı tepki olarak Ermeni Yasasını gerekçe yaparak uydu ihalesini iptal etti. 

20 Ekim 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 3 KASIM VE 730 GÜNLÜK KOŞU

Cahit UYANIK 

Kopenhag Zirvesi bitti ve nihayet iç meselelerimize döndük. Yayılmaya çalışılan olumsuz havaya rağmen Kopenhag Zirvesinden çıkan karar Türk halkının yararınadır. Çünkü Türkiye'deki mevcut siyasi iktidarlar ve önümüzdeki seçimlerde iktidara aday olacak tüm partiler, artık kendisini AB normlarıyla ifade etmek zorundadır. 

Bundan birkaç yıl öncesine kadar Türkiye'nin AB'ye alınmaması ağırlıkla dış değil iç etkenlerden kaynaklanıyordu. Belki de o süreç, Türkiye'nin kendisini tam olarak Batılılaşmaya hazırladığı bir mayalanma dönemiydi. Şartlar ve zaman 'tamam' olunca, ortaya olguna yakın bir 'ürün' çıktı. 

Halk, seçimlerden önce yapılan 'en geç 1 yıl içinde yeni bir seçime gidileceği' yönündeki tahminleri boşa çıkarırcasına, yüzünü gerçekten Batıya dönmüş partilere teveccüh etti. Seçimlerden paramparça olmuş bir siyasi tablo çıksaydı, emin olun ki AB Türkiye'ye net bir sinyal vermeye yanaşmayacaktı. Öyleyse 'Kopenhag'tan çıkan sonuç 3 Kasım günü atılan oyların hikmetinde gizlidir' diyebiliriz. 

18 Ekim 2024 Cuma

ABD VE TÜRK TARIMINA İLGİSİ

Cahit UYANIK 

Kurban Bayramının hemen ertesi günü Türkiye-ABD Ortak Ekonomik Komisyonu toplandı. Nitelikli Endüstri Bölgeleri (NEB) kurulması konusundaki karar, toplantının belki de  Türkiye açısından en somut kazanımıydı. Ancak öyle bir ortam oluştu ki, toplantılarda hep Türkiye'nin ABD'den istekleri konuşulduğu havası yayıldı. Oysa gerçekler bunun tam tersiydi. 

ABD tarafı özellikle Türkiye'deki tarım sektörüne ilişkin eleştirilerini sıraladı. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) dışındaki ülkelerin (ABD dahil) tarım ürünlerine uyguladığı gümrük tarifesinin yüzde 56 düzeyinde bulunduğunu belirten ABD tarafı, bunun genel dünya ortalamasının 15 puan üzerinde olduğunu savundu.

ABD tarafı, tarımsal ürün ithalatı izin prosedürünün uzunluğu ve ithalatta tarife dışı engellerin (toplum sağlığı ve standartlarından dolayı çıkarılan güçlükler) varlığını da masaya koydu. ABD'liler Türkiye'den önümüzdeki günlerde tarım ürünleri gümrük tarifelerini düşürmesini ve tarife dışı engellerin yumuşatılmasını açıkça istedi. Bu konunun nasıl bir yöne doğru gideceği büyük ihtimalle sonbaharda ABD'de yapılacak olan 2'inci Ortak Ekonomik Komisyon toplantısında netleşecek.

Peki ABD neden böyle bir tavır sergiledi ve bu tavrın sonuçları neler olabilir? Herşeyden önce şunu söylemekte fayda var: Bugün G-8 olarak bildiğimiz dünyanın ekonomik açıdan en gelişmiş ülkelerinin bulunduğu grubun 1 yılda tarım sektörlerine verdikleri toplam destek 350 milyar dolar düzeyinde. Yani bu ülkelerde her gün tarım sektörlerine 1 milyar dolar aktarılıyor. Hal böyle olunca bu ülkelerde önemli düzeyde bir tarımsal ürün fazlalığı oluşuyor. Türkiye gibi orta gelir düzeyinde bulunan ve geniş nüfusu barındıran ülkelere bu fazlalığı satmak, az önce sözünü ettiğimiz günlük 1 milyar dolarlık desteğin bir bölümünün geri alınabilmesi anlamına gelecek.

10 Ekim 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR/ ZARLAR YENİDEN ATILIYOR, TÜRKİYE UYUYOR

Cahit UYANIK 

Deyim yerindeyse dananın kuyruğu bu hafta kopacak. Büyük ihtimalle yumuşak mesajlar içerecek olan BM Silah Denetçileri'nin raporu bugün açıklanacak. Rapora ABD ve İngiltere'nin ortak tepkisi ise hafta sonuna doğru yapacakları zirvede netleşecek. 

Bir türlü kendisini Avrupalı saymayan ve hep 'Biz Avrupalı değil Adalı'yız' diyen İngilizler, AB'deki alttan alta çekişmenin sürmesi pahasına Amerikalılar'la işbirliğini daha sıkılaştıracak mı? Yani savaş yanlısı blok, dünyada yeni oluşumların ortaya çıkmasına kadar gidebilecek değişimler için adım atacak mı? İlk işaretler 4-5 gün sonra netleşecek.

Öbür taraftan AB Blokunu Fransa-Almanya egemenliği altına almaya çalışan Chirac-Schröder Anlaşmasının ne gibi ön ve yan etkiler yaratacağı da bu hafta belli olacak. Şimdilik AB'nin küçük ve orta boy üyelerinden ses seda çıkmıyor. Ama bizdeki otobüs firmalarının rekabeti sonucunda olduğu gibi 'Öz Avrupa Birliği Turizm Seyahat ve Taşımacılık Ltd. Şti.' kurulabilir mi, belli değil. AB bayrağı altında ulusal egemenliklerinin en büyük simgesi olan paralarını dönüşüm fabrikalarına göndererek tuvalet kağıdı yaptırmaya razı olan İtalyanlar, Yunanlılar, Portekizliler, İspanyollar ve bilumum halklar 'üstün Alman ve Fransız ırkı'nın şımarıklıklarına dayanabilecek mi?

Bütün bunların hepsi Türkiye için tarihi önemde konular ve değişim eşikleri... Ama biz bu konuda ne yapıyoruz? Belli değil. Gazetelerimizde yine bildik baldır bacak manzaraları, televole kültürünün ihtişamını gösteren abuk subuk haberler, bir koltuk bulmuşken akraba kayırmacılığının en kaba örneklerini gösteren üst düzey hükümet yetkilileri falan filan, falan filan... Ortada bu konulara kafa yoran ne bir analizci, ne bir siyasi, ne bir akademisyen, ne bir gazete var. 'Hele olsun da bakalım' mantığı tepeden tırnağa öyle bir sinmiş ki hücrelerimize, evlere şenlik... 

13 Eylül 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / AB İÇİN KRİTİK HAFTA

Cahit UYANIK 

Türkiye, Avrupa Birliği (AB) açısından kritik bir haftaya giriyor. Anayasa Mahkemesi yarın MHP'nin Anayasa Uyum Paketiyle ilgili açtığı iptal davasının yürürlüğünün durdurulmasını görüşecek. Bu dava, mevcut hükümet ortakları arasındaki boşanma sürecinin başlangıcını oluşturmuştu. ANAP Genel Başkanı Yılmaz, MHP'nin mahkemeye başvurmasını gerekçe göstererek Ecevit'in başbakanlığı bırakmasını istemişti. Bu tavır aynı zamanda geçen hafta ortasında yenilgiye uğrayan küskün milletvekilleri ve partiler hareketine ANAP'ın verdiği desteğin ilk somut işaretiydi. 

Eğer Anayasa Mahkemesi Uyum Paketinin tümü veya bazı maddeleri için yürürlüğün durdurulması kararı verirse neler yaşanabilir? Böylesi bir karar AB ile yapılan göze göz dişe diş pazarlıklarda Türkiye'nin elini hayli zayıflatır. Uygulama esas karar sonrasına bırakılacağı için uyum paketinin hayata geçmesi en az 2003 yılının ilkbaharını bulabilir. Konuyu Anayasa Mahkemesine götüren MHP ise seçim kampanyası için kendisine önemli bir koz elde etmiş olur. 

MHP, geçen Mayıs ayından beri AB karşıtlığına oynayarak önemli bir oy potansiyeli sağlayacağını düşünüyordu. Ancak şimdiye kadar yapılan anketler gösterdi ki toplum için MHP'nin iktidardaki icraatları, AB karşıtlığından daha önemli. MHP'nin icraat çetelesi de pek parlak değil. Devlette kadrolaşma adına MHP'nin birçok konuya baş sallaması, geleneksel oy tabanını memnun etmedi. Her zaman öfkeli bir kitleye sahip olan MHP, bu seçimlerde Genç Partiye misyon kaptırdı. İşte Yüksek Mahkemenin kararı belki MHP için bir tutunma noktası (hukuken haklı çıkma) oluşturabilir.

9 Eylül 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / MECLİS'İN SON SORUMLULUĞU

Cahit UYANIK 

Türkiye, AB yolunda önemli bir adım attı. MHP dahil tüm siyasi partiler tebrik edilmeli. Herkes rolünü gerektiği gibi ve gerektiği kadar oynadı. Kimse ne eksik ne fazla rol kesti. MHP muhalefeti abartmadı, diğer partiler de AB taraftarlığını... Meclis'te yapılan tartışmalar 18'inci Yüzyılın sonunda başlayan yenileşme hareketlerinin mirası üzerinde, vakarla bitirildi.

Meclis, uluslararası bir münafık yüzünden 70 milyon kişinin kaderi ile oynama basiretsizliğini göstermedi. TBMM 23 Nisan 1920'de ne idiyse 1-2 Ağustos 2002'de oydu. Aslında Türkiye bu manzaraları daha önce de görmüştü. 1997 yılında 8 Yıllık Temel Eğitim Kanunu yasalaşırken, 2001 yılı Nisan ayında yapısal reformlarla ilgili bir dizi kanun görüşülürken de Meclis halkın iyiliği ve çıkarları için önemli adımlar atmıştı. 

Türkiye artık bundan sonrasına bakmalı. 1996 yılından bu yana düşe kalka sürdürülen reform sürecinin meyveleri toplanmaya başlanmalı. Ancak bunun için yapılması gereken çok önemli birkaç şey var. Herşeyden önce 3 Kasım 2002 günü yapılacak seçimlere bu halde gidilmemeli. Türkiye mevcut seçim sistemiyle sandıkta çok değişik olaylarla karşılaşabilir. Yüzde 25 oy alıp 300 milletvekili çıkaran bir parti tek başına iktidara gelebilir. İktidara gelecek parti, yerinde sayma ve yoksullaşma pahasına son 6-7 yıldır yapılan reformları göz ardı edebilir. 

8 Eylül 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / TÜRKİYE VE YENİ DÜNYALAR

Cahit UYANIK 

Duygusal milletiz vesselam. 1997 yılı başında 5+1+5 formülünü açıklayan, Türkiye için özel bir tam üyelik stratejisi geliştirilmesi gerektiğini söyleyen, bu tavırlarını yıl ortasında teyit eden Avrupalılar; aynı şeyleri yıl sonunda Lüksemburg Zirvesinde tekrarlayınca neden alınıyoruz ki? 

Türkiye'nin geleneksel dış politikasında iktidar ve muhalefet uyumunun belki de tek istisnası Avrupa Birliği konusudur. Bütün siyasetçiler özellikle 1995 yılından bu yana AB politikasını bir vatan millet sakarya edebiyatına döküp kendi oy tabanına selam vermek için kullanıyor. Bu tehlikeli oyunu önce Tansu Çiller ve Deniz Baykal'ın 1995 sonbaharında ortaklaşa kurduğu hükümet oynadı. Çiller "Türkiye'yi Avrupa'ya sokan kadın", Baykal da "Avrupa'daki diplomat cengaver" rolünü 1995 Aralık ayındaki genel seçimlerde oya tahvil ettiler. 

Avrupa Parlamentosu, Gümrük Birliği Kararını onayladıktan sonra Ankara'nın yüksek tepelerinden havai fişekler fırlatıldığını çok iyi hatırlıyorum. Bir tv muhabiri havai fişek gösterisini izleyen vatandaşa Gümrük Birliğinden ne anladığını sormuş ve "Bugün arabama plaka taktırdım. Köşesindeki mavi bantta TR yazıyordu" cevabını almıştı. Gümrük Birliğini oto plakasına indirgeyen vatandaşın Çiller ve Baykal lehine yapılan medya propagandasından etkilenmemesini beklemek herhalde saflık olurdu.

31 Ağustos 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YUMURTA KAPIYA DAYANINCA

Cahit UYANIK 

Geçen hafta iç siyasi çekişmelerden dış politikadaki çok önemli gelişmeleri göz ardı ettik. Bunlardan belki de en önemlisi Türkiye'nin çok uzun yıllar sonra Avrupa Birliği ile ilişkilerde 'açıklık ve akılcılık' çizgisine yanaşmayı sonunda kabullenmesiydi. Ama ne yazık ki geç kalınmıştı.

1995'te Avrupa'yla ilişkilerde 'uçurum kenarı diplomasisi' öneren Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'ı istifaya zorlayan Tansu Çiller'in AB büyükelçilerine geçen hafta dağıttığı rapor, bir ibret belgesi olarak tarihe geçmeye adaydır. Çünkü Çiller bırakın uçurum kenarı diplomasisini 'hedef diplomasisi' izleyip Alman Başbakanı Kohl'ü sert şekilde eleştirdi. Çünkü Türkiye'nin Gümrük Birliği konusunda karşılaştığı engellerin hemen hepsi de Almanya ve Kohl'den gelmişti. Oysa politikalarımızı Alman muhalefetine göre belirlesek daha isabetli olacaktı. 

Geçmiş hesapları bir yana bırakırsak... Yıllardır genişlemeyi tartışıp her yıl bir Doğu Avrupa ülkesine çiçek demeti uzatan AB'ye 1987'deki tam üyelik başvurumuzu yumurta kapıya dayanınca hatırlatmanın faturasını kim üstlenecek acaba? Ülkeyi mert-namert kavgası yüzünden zamansız ve erken bir seçime götüren Tansu Çiller mi üstlenecek? Seçimin ardından birbirinin gözünü oymakla meşgul siyasetçiler mi yoksa? 1989'da oluşturulan AB Görüşü'ndeki Türkiye'nin tam üyeliğe ehil bir ülke olduğu, çok kritik Amsterdam Zirvesine birkaç ay kala mı bir tez olarak ortaya atılır?

29 Ağustos 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PRODİ VE BİR AB KİTABI

Cahit UYANIK 

AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Türkiye'den fırtına gibi esip geçti. Ziyaretin çok önemli olduğu ve AB içerisindeki Türkiye dostları açısından büyük bir kazanım sayıldığını kimse yadsıyamaz. Müzakerelerin başlayıp başlamayacağının belli olacağı 2004 yılının hemen başında AB'den bu kadar üst düzeyde bir ziyaret yapılması ve istenilenlerin çok açık ve net şekilde dile getirilmesi aslında büyük şans. Türkiye bunu çok iyi değerlendirmeli. 

Türkiye geçmişten bu yana AB konusuna hep çekince ile yaklaştı. AB ile ilişkilerin ciddiye binmesi, Gümrük Birliğinden yüzümüzün akıyla çıkacağımızın anlaşılmasıyla yaşandı denilebilir. Ama hala AB konusunda kafamızın karışık olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle müzakere sürecinin getirip götüreceklerini doğru biçimde kestiremiyoruz. Tabii bunu yapabilmek için ayrıntılı araştırmalara ihtiyaç var. 

Prodi'nin Türkiye ziyareti ile aynı günlerde AB konusundaki nadir yayınlara bir yenisi daha eklendi. Hacettepe Üniversitesinden Doç. Dr. Nurettin Bilici "Türkiye-AB İlişkileri' adlı bir kitap yayımladı. Kitap tarihsel perspektifin yanı sıra son yıllarda iyice hızlanan AB ile ilişkilerimizin güzel bir analizini de yapıyor. Kitap, Bilici'nin esas uzmanlık alanı olan Türkiye-AB vergi hukuku düzenlemelerinin ayrıntılı bir kıyaslaması ile devam ederek, müzakere sürecinde bu alanda karşılaşabileceklerimizi samimi bir şekilde önümüze koyuyor.

27 Ağustos 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ALMAN KAMUOYU YUMUŞUYOR MU?

Cahit UYANIK 

Neredeyse her hafta düzenli olarak adreslere postalanan Alman Haberler Servisi bülteninin sonuncusunda ilginç bir haber yer alıyordu. Haber, Türkiye'de çoğumuzun Başkanı  Prof. Dr. Faruk Şen aracılığı ile tanıdığı Essen'deki Türkiye Araştırmalar Merkezinin (TAM) yaptırdığı bir anketten alıntıydı. TAM'ın anketine göre geçmişten bu yana en ciddi muhalefetin bulunduğu ileri sürülen Alman toplumunun üçte ikisi Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemeye başlamıştı.

Ankete göre Türkiye koşulları yerine getirdiğinde tam üye olabileceğini düşünen Almanlar'ın oranı yüzde 58'e ulaşmıştı. Bu sayı, daha birkaç yıl önce yüzde 30-40'ı geçmiyordu. Ankete katılanların yüzde 8'i ise Türkiye'nin kısa vadede ve şartsız kabulünden yana görüş bildirmişti. 

Anketteki bir başka veri ise Alman iç siyaseti ile Türkiye'nin AB tam üyeliği arasındaki ilişkiyi tespit etmeye yönelikti. Buna göre Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) yandaşlarının yüzde 72'si Türkiye'nin tam üyeliğine sıcak bakarken, Hristiyan Demokrat Parti (CDU) yandaşlarının bile yüzde 59'u buna destek veriyordu. Yani Alman iç siyasetinde de konsensusa doğru bir gidişat olduğu görülüyordu. 

25 Ağustos 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANKALARIMIZ VE 2004 RİSKLERİ

Cahit UYANIK 

Türkiye, bir niyet mektubunu daha idrak etti. Hayırlı uğurlu olsun. Öyle bakmayın 5-6 sayfadan oluştuğuna... Belki de son dönemlerin en kritik mektuplarının birinin altına imza atıldı. Adeta özelleştirme tezgahına konulmuş banka viranesine dönen Türkiye, IMF'den oldukça güçlü bir nefes payı aldı mesela... 

Doğru ya; aynı anda Halk Bankası, Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası ile Pamukbank'ı satmaya çabalamanın ne anlamı vardı? Hele hele yapılan hortumculuğun boyutları henüz net bile olmayan bazı örnek olaylar çözülememişken... En üst düzeydeki yargı organları BDDK'nın yıllar önce verdiği el koyma kararlarını birer birer iptal ederken, Türkiye'den banka satın almak yürek ister yürek... Türkiye, Temmuz-2004'te mevduata tam güvenceyi kaldırıp ak koyun kara koyun ortaya çıkmadan banka satmamalı. Bu ortamda müşteri çıkmaz; çıkan müşteri de Türkiye'nin pek işine gelmez. Ayrıca 2004, 2003'te oluşan olumlu ekonomik tablonun sanki test yılı olacak. 

21 Ağustos 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / GÜMRÜK MÜZESİ'NİN HİKAYESİ

Cahit UYANIK 

Devleti devlet yapan en önemli kurumlardan birisi gümrüktür. İçine girmeye hazırlandığımız Avrupa Birliği (AB), pek de alışık olmadığı İran, Irak, Suriye gibi devletlere ve kültürlere komşu olacağı için uzun zamandır Türkiye gümrüklerine hayli önem veriyor. Gümrük konusundaki yasal alt yapı da Türkiye'nin AB normlarına uydurduğu mevzuatlar arasında ilk sırada yer alıyor. 

Gümrük Müsteşarlığı halen Ankara'nın Ulus semtindeki tarihi binada faaliyet gösteriyor. Yani bu bina tam üye olduğumuzda önündeki göndere 12 yıldızlı AB bayrağı çekecek kurumlardan birisi... Son zamanlarda Ankara'da giderek 'israf anıtları'na dönüşen görgüsüz, soğuk ve mimari estetikten yoksun kamu binaları ile karşılaştırıldığında bu bina insanın gözüne Tac Mahal gibi görünüyor.

Gümrük Müsteşarlığının başında halen Ankara'nın en uzun soluklu ve eğitimli bürokratlarından Doç. Dr. Nevzat Saygılıoğlu bulunuyor. Belki akademik kimliği belki tarihe merakıdır bilinmez; Saygılıoğlu her görev yaptığı kurumun geçmişini titizlikle araştırır. Bu sefer de gelenek değişmedi ve Saygılıoğlu Türkiye gümrüklerine el attı.