Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2022 Cuma

BU, ASGARİ ÜCRETİN 8.250 TL OLMASI DEMEK. ASGARİ ÜCRETTE TARİHİ 442 $'LIK ZİRVE YENİDEN GÖRÜLEBİLİR

Cahit UYANIK

Yarın Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2023 yılında uygulanacak asgari ücreti belirlemek üzere ilk toplantısını yapacak. Tespit edilecek asgari ücret ise büyük ihtimalle, gelecek yılın ilk 6 ayında uygulanacak. 2023'te kim kazanırsa kazansın; seçimlerden sonra, ikinci 6 ay için yeni bir asgari ücret belirleneceğini düşünüyorum. Çünkü TR'de oldukça yüksek enflasyon ortamı hüküm sürüyor ve bu ortamın gelecek sene de yaşanacağı herkesin kabulü.

TR'de asgari ücret çok geniş bir kitleyi ilgilendiriyor. Bu konuda DİSK'in "Asgari Ücret Gerçeği" adlı raporları oldukça güzel bilgiler veriyor. Bu rapora göre TR'de asgari ücret ve altında ücretlerle çalışanların oranı %33,8. Yani 30 milyon çalışanın yaklaşık 10 milyonu asgari ücret ve altında maaşlar alıyor. Asgari ücretin %10 fazlası kadar maaş alanları da buna eklediğimizde, toplam oran yüzde 49'a geliyor. Yani asgari ücretle doğrudan ilgili çalışan sayısı 15 milyon kişiye yaklaşıyor. Bu sebeple asgari ücret geniş kitlelerin yaşam standartları açısından oldukça önemli bir göstergedir. MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı birkaç gün önce, asgari ücretin 2023 yılında hükümetin enflasyon hedefi kadar artırılmasını istemiş ve böylece geçmişte kalan bir uygulamadan bahsetmişti: Enflasyon hedeflemesi. Hedef enflasyon kadar artırım, enflasyon hedeflemesinde kullanılan bir araç. Buna göre hükümet ve TCMB ortaklaşa bir enflasyon hedefi belirleyerek ilan ediyor ve bu hedefi tutturmak için de elinden gelen yapıyor; ekonominin diğer unsurlarından da buna uygun davranmasını bekliyor. TR'de enflasyon hedeflemesinin çok güzel uygulandığı yıllar yaşandı ve hatta bu model sayesinde tek haneli, %8 rakamlarına inmiş enflasyonları da gördük.

28 Şubat 2021 Pazar

KAPAK HABERİ / TAHMİNLER TUTMADI; ÇİN EKONOMİSİ COVID-19 SALGININDAN GÜÇLENEREK ÇIKIYOR

 

 Cahit UYANIK

Geçen yıl Aralık ayının ortasında New York Times gazetesinde yayınlanan geniş bir analiz, ABD-Çin ekonomik ilişkilerini yakından izleyenlerin gözünden kaçmadı. Çünkü geçen yılın ilk aylarında; Çin’de başlayan Covid-19 salgını ve aynı günlerde ABD-Çin arasında imzalanan Faz-1 Ticaret Anlaşması nedeniyle Çin ekonomisinin zayıflamaya başlayacağı ve ABD ekonomisinin bu gelişmelerden olumlu etkileneceği yönünde bazı düşünceler dile getirilmişti. Ancak bu tahminlerden 10-11 ay sonra New York Times muhabiri Ana Swanson imzasıyla yayınlanan araştırma-haber hiç de öyle demiyordu:

 “Çin ile ticaretin azaltılması 2020'de olacaktı, ancak Çin mallarına talep salgında uygulanan karantinada arttı. Çin'den yapılan ithalat, yılın bitmesine az bir zaman kala insanların evde olmasının da etkisiyle, Barbie oyuncak evleri ve bisiklet gibi tatil hediyelerinin yanı sıra Çin yapımı mobilya ve ev aletlerinin kapışılmasıyla artıyor. İthalattaki bu artış, koronavirüsün bir başka yan ürünüdür ve Amerikalılar tatillere, filmlere ve restoran yemeklerine harcadıkları parayı; home-ofisleri için yeni aydınlatma, bodrum spor salonları için egzersiz aletleri ve çocuklarını eğlendirmek için oyuncaklar gibi ev eşyalarına kanalize etmektedir.” 


(Tıklayınız) KÜRESEL ELİTLERİN FORUMU: DAVOS ZİRVESİ 50 YAŞINDA


Oysa bu analizin yayınlandığı New York Times’ın aynı sayfalarında bir yıl önce, yani 2019-Aralık ayında ABD-Çin Ticaret Anlaşmasının ilk fazının imzalanmak üzere olduğu belirtiliyordu. O dönemki başkan Donald Trump’ın bu anlaşmanın ABD ekonomisi açısından büyük bir başarı anlamına geldiğine dair sözlerine yer veriliyordu. Ancak bundan iki hafta sonra, 31 Aralık 2019 tarihinde Çin’in, Hubei eyaletine bağlı Wuhan kentinde kaynağı bilinmeyen gizemli bir solunum yolu rahatsızlığının ortaya çıktığını Dünya Sağlık Örgütü'ne resmen bildirmesiyle yepyeni bir döneme girildi. Bundan sonra yaşananları ise tekrar New York Times muhabiri Swanson’dan okuyalım:

 

30 Ağustos 2020 Pazar

DÜNYANIN SAĞLIĞI VE DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN (DSÖ) NASIL BİR GELECEĞİ OLABİLİR?

Cahit UYANIK

Bazen çok satan bir roman okur ve ayrıntılarını birkaç hafta içinde unutursunuz. Henüz 56 yaşındaki ABD’li yazar Dan Brown, günümüzde bu tip romanları yazan en ünlü isim olarak biliniyor. Brown kıvrak kalemi, gizemli ve sürükleyici anlatımıyla, televizyon ve internet üzerinden yayın yapan platformların heyecanlı dizi filmleriyle rekabet ediyor.

Geçen yıl sonunda Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya birkaç ay içinde yayılan, Temmuz ayı ortası itibarıyla tüm dünyadan 600 bin kişinin hayatını kaybettiği COVID-19 Pandemisi başladığında acaba kaç kişinin aklına Brown’un 7 yıl önce yayınladığı Cehennem (Inferno) adlı romanı gelmiştir ki? ‘Cehennem’de artan dünya nüfusunun insanlığı yok olmaya götüreceği ön kabulüyle, nüfusu azaltmak için gizli bir konsorsiyumun (şirketler birliği) tüm dünyaya ‘kısırlık virüsü’ yayma planı, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon tarafından kahramanca önlenmişti.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

ABD'NİN BİR ÜLKEYİ "KUR MANİPÜLATÖRÜ" İLAN ETMESİ NE ANLAMA GELİYOR?

ABD Hazine Bakanlığı Mayıs sonundan bu yana yalnızca 12 en büyük ticari partnerini değil, ABD ile 40 milyar doların üzerinde ikili ticarete sahip tüm ülkeleri izleme kriteri kapsamına aldı.

Ayrıca ABD izlenme kriterlerinden olan cari fazlanın eşiğini GSYH'nın yüzde 3'ünden fazla olması kriterini de yüzde 2'ye indirerek, izlenen ülkeler listesini de genişletmişti.
29 Mayıs’ta yayımlanan raporda Çin kur manipülatörü sayılmamış ancak yakından izlenmesi gereken ülkeler arasına alınmıştı.

ABD  hangi ülkeleri izliyor?

29 Mayıs tarihli 'ABD'nin Önemli Ticaret Partnerlerinin Makro Ekonomik ve Döviz kuru Politikaları" raporunda; İrlanda, İtalya, Malezya, Singapur ve Vietnam, halihazırda izlenmekte olan Çin, Almanya, Japonya ve Güney Kore dörtlüsüne eklenirken, Hindistan ve İsviçre ek inceleme kapsamındaki ülkeler listesinden çıkarılmıştı.

Kur manipülatörü ilan etmek için gerekli kriterler neler?

1988 yılında çıkan yasa kapsamında, ABD Hazinesi bir ülkeyi kur manipülatörü olarak tanımlayıp tanımlamayacağına dair;
·     
          - ABD ile ciddi ticaret fazlası,
·         - Cari fazlanın GSYH'nin yüzde 2'sinden fazla olması
·         - Tek taraflı, kalıcı kur müdahalesine ilişkin kanıtlar

olmak üzere üç ana kritere bakıyor. Kur manipülasyonu durumunda ilgili ülkeye çeşitli ticari yaptırımlar uygulanıyor.
ABD'NİN ÇİN'İ KUR MANİPÜLATÖRÜ İLAN ETTİĞİ RESMİ AÇIKLAMA
ÇİN HALK BANKASINDAN DÖVİZ MANİPÜLATÖRÜ SUÇLAMASINA YANIT

1 Temmuz 2019 Pazartesi

ABD-ÇİN EKONOMİ SAVAŞI, CEP TELEFONLARI ÜZERİNDEN TÜM DÜNYAYA YAYILDI

Cahit UYANIK

‘Android’ kelimesi ‘insansı, insana benzeyen’ anlamına geliyor. Kökeni Eski Yunan’a kadar giden bu sözcüğü ilk kez 1936 yılında ABD’li bilim kurgu yazarı Jack Williamson “The Cometeers” adlı hikayesinde kullandı. Bir başka iddiaya göre ise bu sözcük ilk kez Fransız yazar Auguste Villiers de l’Isle-Adam tarafından 19. Yüzyılda “Yarının Havva’sı” adlı bilim kurgu kitabında geçti.

‘İnsana yardım eden insansılar’ olarak da tanımlanabilecek ‘Android’ günümüzde, yaygın olarak kullanılan iki akıllı cep telefonu işletim sisteminden birine adını veriyor. Zaten Android İşletim Sistemi’nin simgesi de, başının iki yanından antenler çıkan insansı bir robot… (İşletim sistemini, dünyanın dört bir tarafındaki masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda yoğun olarak kullanılan Microsoft firmasının Windows programına benzetebiliriz. Telefonunuzu dikkatle incelediğinizde hangi işletim sisteminin, hangi sürümünü kullandığınızı rahatça bulabilirsiniz.) 

(Tıklayınız) TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZ DÖVİZ CEPHESİNDEN BAŞLAR

Dünyadaki pazarın yüzde 75’ini elinde tutan Android işletim sistemini yaratan Google, bu ürününü geçen mayıs ayına kadar istisnasız ‘Her tür cihaz için bir teknoloji platformu’ olarak tanımlıyordu. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’in ünlü Huawei firması ile ABD’li firmaların iş yapmasını sınırlayan ve hatta yasaklayan kararına kadar… Google, Trump’ın ilan ettiği bu kararın üzerinden daha bir hafta geçmeden Çinli cep telefonu ve telekomünikasyon ekipmanı üreticisi Huawei ile ilişkisini ‘sınırlandırdığını’ açıkladı. Çünkü Huawei cep telefonu işletim sistemi olarak Google’ın Android işletim sistemini kullanıyordu. 

31 Ocak 2019 Perşembe

TRUMP, ÇİN’DEN “MADE IN CHINA 2025” PLANINI DEĞİŞTİRMESİNİ İSTİYOR

Trump’ı telaşlandıran “Made in China 2025” Planı nedir? "Made in China 2025" Alman "Endüstri 4.0" Planının Çin versiyonu olarak kabul ediliyor. Trump, Şi’den “Made in China 2025” Planının uygulama şeklini değiştirmesini istedi. Trump, Çin’in bu proje ile önümüzdeki 8-10 yıl içinde özellikle ‘yapay zeka’ alanında önemli bir üstünlük kazanmasından endişe ediyor. 

Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, bu ay ikinci görev yılını doldurarak üçüncü yılına başlayacak. Trump’ın seçilir seçilmez hedefine aldığı ülke Çin olmuştu. Geride kalan sürede tehditlerle başlayan süreç, Çin’e yönelik gümrük vergilerinin yükseltilmesi ve ticari soruşturmalarla devam etti. ABD’nin Çin’e yeni gümrük vergileri uygulayıp uygulamayacağı, bu yıl Şubat ayı bittiğinde belli olacak. Çünkü Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 02 Aralık 2018 tarihindeki G-20 Zirvesi sırasında görüştü. Arjantin’de gerçekleştirilen görüşmeden ticaret savaşlarına ‘3 aylık ateşkes kararı’ çıktı.

Görüşme sonrası Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada ABD ile Çin’in 90 gün boyunca bir anlaşmaya varabilmek amacıyla yeni ticaret müzakerelerinde bulunacağı ve bu süre içinde iki ülkenin de karşılıklı olarak herhangi bir yeni gümrük vergisi getirmeyeceği ifade edildi. Bu çerçevede Trump'ın, 01 Ocak 2019'da 200 milyar dolar değerindeki ürün için yüzde 25'e artırılacağı daha önce açıklanan gümrük vergisi oranının yüzde 10'da kalmasına onay verdiği belirtildi. Açıklamada, eğer 3 aylık müzakere sürecinin sonunda bir anlaşmaya varılamazsa yüzde 10'luk tarifenin yüzde 25'e yükseltileceğine vurgu yapıldı. Çin'in ABD'den hemen tarım ürünleri ihraç etmeye başlayacağına işaret edilen açıklamada, Çin'in ayrıca kayda değer bir miktarda enerji, endüstri ve diğer alanlarda üretilen ürünlerden alarak iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğinin azaltılmasına katkı yapacağı belirtildi.

(Tıklayınız) ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?

18 Ekim 2017 Çarşamba

ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?


ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. 

Cahit UYANIK
Farkında mısınız bilmiyorum ama Çin, 2014 yılından bu yana “dünyanın en büyük ekonomisi” (satın alma gücü paritesiyle hesaplandığında) olma unvanını taşıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) belirlemelerine göre Çin, bundan 3 yıl önce Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) geride bırakarak 18 trilyon 228 milyar dolarlık gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) ulaştı. ABD aynı yıl, 17 trilyon 393 milyar dolarlık GSYH ile ikinci sıraya düştü. Benzeri tablo 2015 ve 2016 yılında da devam etti.
İşin ilginç yanı IMF ve WEF, iki ülke arasındaki GSYH farkının 2022 yılına gelindiğinde yani bundan 5 yıl sonra 10,5 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. 2022 yılında Çin 34,3 trilyon dolar, ABD ise 23,8 trilyon dolarlık GSYH’ye ulaşacak. Çin’in ABD’ye atacağı tahmin edilen 10,5 trilyon dolarlık fark, 2022 yılında Almanya ve Japonya’nın GSYH’larının toplamına karşılık gelecek. (Çin ekonomisi, ülkelerarası fiyat farklılıklarının hesaba katılmadığı klasik milli gelir hesaplamalarında ise 2010 yılında Japonya’yı geçerek, -ABD’nin ardından- dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olma unvanını yakalamıştı. Çin, hala bu unvanını koruyor ve yakın gelecekte de değişmesi beklenmiyor.)
Bu tablo, Çin’in önümüzdeki uzun yıllarda dünya ekonomisinin odağına iyice oturacağı ve hemen hemen her ülkenin ekonomisine etkide bulunabileceği anlamına geliyor. O nedenle Çin’in hem kendisi hem de dünya ekonomisi için nasıl bir gelecek tasarladığının anlaşılması çok büyük önem taşıyor. Çünkü Çin, dünyadaki birçok ülke için ya iyi bir hammadde veya mamul müşterisi, ya güçlü bir borç veren, ya güçlü bir borç alan, ya güçlü bir mal satıcısı, ya iyi bir turist kaynağı…
Peki Çin, kendisi için öngörülen parlak rakamları gerçekleştirebilir mi? Çin, dünya ekonomisinin en büyüğü olmanın yükümlülük ve sorumluluklarını yerine getirebilecek mi?  Çin; daha fazla şeffaflaşma, demokrasi ve refah düzeyinin artırılması, piyasa ekonomisinin iyice güçlenmesine izin verecek rekabetçiliğe yelken açacak mı? 
Bu konuda ilk önemli tahminleri ülkenin geleceğine yön verecek Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 18-25 Ekim 2017'de düzenleneceği bildirilen 19. Ulusal Kongresi'nde alabileceğiz. Toplantı tarihinin  ilan edildiği Ağustos sonundaki resmi açıklamanın odağında ekonomik mesajlar vardı. Açıklamada “ÇKP 19. Ulusal Kongresi'nin görece refah toplumunun kapsamlı şekilde inşa edilmesi sürecindeki önemli bir aşamada ve Çin'e özgü sosyalizmin gelişmesi için de kilit bir dönemde yapılacak hayati önem taşıyan bir kongre olacağı” vurgulandı. Çin hükümetinin geçtiğimiz 5 yıldaki çalışmalarının özetleneceği 19. Ulusal Kongre'de, iç ve dış durumun tahlil edilerek, ÇKP'nin ve devletin yeni kalkınma ihtiyaçları ile halkın yeni beklentilerinin göz önünde bulundurulacağı ve çağın taleplerini karşılayacak eylem programları ve politikaların saptanacağı ifade edildi.
ÇKP, 2012 yılı sonunda yaptığı 18. Ulusal Kongresinin ardından ise “piyasacı reformlara geçiş sürecine girdiğini” resmen duyurmuştu.  Bu kararın önemi zamanla anlaşıldı. Bazı uzmanlar bu kararı, 1980’lerin başındaki kapitalist restorasyon sürecine geçiş kararlarıyla kıyasladılar. Nitekim 2012’teki karar, Çin devletinin ekonomide yavaş yavaş düzenleyici ve denetleyici bir fonksiyona geçiş yaparak, ekonomik üretim sürecinden tedrici olarak çıkmasını öngörüyordu. Aradan geçen 5 yılda, bu genel hedefin tutturulmaya çalışıldığı söylenebilir. Üstelik bu dönem tüm dünyada, FED faiz artışlarına başladığı için kur hareketlerinin de sıkça yaşandığı bir periyoddu. Çin, ekonomisinin etkilenmemesi için parası yuanı birkaç kez devalüe etti. Bu devalüasyonlar, FED’in yılda 3-4 defa faiz artıracağı beklentisi  ve Çin’in iç pazarını genişletme politikalarıyla birleştirildiğinde tüm dünyada korkuyla izlendi. Ancak FED, daha az sayıda faiz artışı yapınca Çin’in devalüasyonları başarıya ulaştı ve yüzde 5’lere doğru ineceği ileri sürülen ekonomik büyümesi de yeniden yüzde 7’lere doğru yaklaştı.
19. Ulusal Kongre ile ilgili açıklama dikkatle incelendiğinde “refah toplumunun inşası” kavramı öne çıkıyor. Bu çerçevede 2020-2021 yılları, Çin açısından sembolik öneme sahip. Çünkü yaklaşık 90 milyon üyeli ÇKP, 2021 yılında 100’üncü yaşına girecek. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, geçen Temmuz ayındaki bir konuşmasında ‘orta halli refah toplumu’nu 2020 yılına kadar kapsamlı bir şekilde inşa ederek, ÇKP’nin Çin halkına ve tarihe verdiği önemli bir taahhüdüne ulaşacaklarını söylemişti.  Şi, böylece bu hedefin ilk 100 yıllık hedeflerine ulaşma anlamına geleceğini bildirmişti. Şi, 2013-2017 arasındaki dönemde ise verdikleri sözlerin çoğunu yerine getirdiklerini kaydetmişti.
ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında ise iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. Bu listenin nasıl genişletilip geliştirileceğinin ilk ipuçlarını ise belki de 18 Ekim’de alabileceğiz.  Ancak İstanbul’daki bir toplantıya katılan Pekin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Michael Pettis, Çin’in gerçekleştirdiği büyük yatırımlar sebebiyle üzerinde çok ciddi bir borç yükü olduğunu belirterek “Çin artık yatırımları azaltmalı. Büyüme için tüketimi canlandırılmalı. Yerel idarelerden hane halklarına transferler yapılmalı. Merkezi hükümet ekonomik reformlar gerçekleştirmeli. Bu yapılmazsa, büyüme yüzde 3’e kadar düşebilir” öngörüsünde bulundu.       
Bu değerlendirme çok haklı. Çünkü  Çin’in borcu 29 trilyon dolar düzeyinde ki, bu Türkiye’nin GSYİH’sı kadar yıllık faiz ödediği (870 milyar dolar) anlamına geliyor. Bu borçların ödenememesi sebebiyle bir krize girilmesi durumunda Çin’de büyümenin yüzde 3’e düşebileceği tahmin ediliyor. Böylesi bir durumda tüm dünyanın bu düşüşten olumsuz yönde etkileneceği ise sır değil.  
Peki bütün bu olup bitenler ve açıklanan yeni hedefler, Çin’in sosyalist bir ülke olmaktan vazgeçtiği anlamına mı geliyor? 2018 yılına yaklaşıldığı bugünlerde Çin, hala rejimini “Çin’e özgü sosyalizm” olarak tanımlıyor.  Çin Devlet Başkanı Şi, bu eylül ayı başında Şiamen kentinde düzenlenen 9. BRICS Zirvesi İş Forumunda yüzde 85’ini yabancı misafirlerin oluşturduğu 1.250 işadamı ve uzmana “Çin’e özgü sosyalizm” söylemini tekrarladı. Ancak aynı Şi, düzenlediği basın toplantısında dünya ülkelerine, küresel ekonomik yönetimde reform; açık, kapsayıcı bir ekonomi çağrısında bulundu. Bütün bu açıklamalardan Çin’in söylem düzeyinde de olsa sosyalizmden vazgeçmediğini, ancak pratikte küresel bir kapitalist ve küreselci düzeni savunduğu anlaşılıyor. Yaşanan bu durumun, ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın ekonomik korumacılık politikaları ile iyice açığa çıktığı biliniyor.     
Sonuçta ne olursa olsun Şi’nin söylemediği şey ise Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin oluşturduğu BRICS'in ekonomik büyüklüğünün 2020 yılı itibarıyla dünya toplamının yüzde 25'ine ulaşacağı, 2030 yılına kadar ise G-7 ülkelerinin toplamını geçeceğinin öngörülmesi… Böylece Çin “modern zamanlara ait bir sosyalizm”in 2030 yılında; kapitalist olduğunu söyleyen ülkelerin oluşturduğu ve Zenginler Kulübü olarak da adlandırılan G-7’yi (Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada) aşabilmesinde en önemli rolü oynamış olacak. Çin, Şiamen Zirvesinde BRICS’i daha kurumsallaştırarak ve aksiyoner hale getirmeyi hedefleyerek dünya ekonomisi üzerindeki patronluk iddiasını sürdüreceğini de ilan etti.  Bütün bu çizdiğimiz tablodan Türkiye için çıkarılacak sonuç ise şöyle özetlenebilir: Türkiye, Batı kadar Çin’e ve Doğu’ya da yüzünü dönmeli; ekonomik ilişkilerini daha fazla geliştirmenin yollarını bulmalı.

29 Şubat 2016 Pazartesi

KAPAK HABERİ / ÇİN, 2016 YILINDA DÜNYAYI YENİ BİR EKONOMİK KRİZE SÜRÜKLEYECEK Mİ?



Cahit UYANIK

2016 yılına girilmesiyle Çin, dünyadaki ekonomik kriz tartışmalarının odağına oturdu. Ekonomide Çin kaynaklı tartışmaların yıl boyunca da sürüp gitmesi bekleniyor. 2008 yılında ABD’de başlayan ekonomik ve mali krizin, ikinci aşamasında AB bulunuyordu. Üçüncü aşamanın ise Çin’deki devalüasyonlarla başladığı ileri sürülüyor. Çin’in yaptığı devalüasyonlarla yani “kur savaşı” yoluyla, ekonomik krize girmemek için mücadele vermeye başladığı görüşü güçlü bir şekilde tartışılıyor.   

Çin ekonomisi, dünyadaki global ekonomik düzenin en önemli üçüncü aktörü.  Ama pek çok açıdan, diğer iki büyük aktör ABD ve AB’ye bağımlı. Milli parasının uluslararası değerini dolara sabitlemiş olan Çin’in, en büyük müşterisi de bu iki  büyük (ABD ve AB) ekonomik güç. Nihayetinde bu kadar içli-dışlı bir ilişki sebebiyle Çin’in, ABD ve AB’deki gelişmelerden olumlu-olumsuz yönde etkilenmesi çok normal.