Donald Trump etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Donald Trump etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2022 Salı

KRİTİK PERŞEMBE. ABD'DE ÇEKİRDEK ENFLASYON ARTIŞI EYLÜLDE DE SÜRERSE, FED DAHA FAZLA FAİZ ARTIRIR

Cahit UYANIK

ABD'de Eylül-2022 TÜFE rakamları 13 Ekim 2022-perşembe günü açıklanacak. Beklenti, manşet enflasyonda bir gerileme yaşanması (yüzde 8,3'ten yüzde 8,1'e), ancak gıda+enerji fiyatlarının dışlandığı çekirdek enflasyonun yüzde 6,3'ten yüzde 6,5'e çıkması yönünde yoğunlaşıyor.

Bu tablo manşet enflasyondaki düşüşün geçici olabileceğini; çekirdek enflasyondaki artış sebebiyle, manşet enflasyonun önümüzdeki aylarda yükselişe geçebileceğini veya düşmeyeceğini gösteriyor. 'Kritik perşembe'de bu tablo resmen oluşursa, enflasyonu kontrol altına alabilmek adına FED'in Kasım ayı başındaki toplantısında 0,75 puanlık faiz artışı yapacağına kesin gözüyle bakılıyor.

ABD'de faiz artışlarının sürdürülerek Aralık ayında yüzde 4,5 düzeyine çıkılacağı, Türkiye'de de faiz indirimlerine devam edilerek aynı ay yüzde 9'a inileceği varsayımıyla, iki ülke politika faizleri 3 ay sonra tek hanede buluşmuş olacak. Bu sebeple Aralık ayında Türkiye'de özellikle kur cephesinde yaşanabilecek gelişmeler hayli önemli olacak. Gözler, Aralık ayında da döviz kurlarına çevrilecek. Hükümet, enflasyonu kontrol altında tutabilmek için; 'dalgalı kur' yerine, 'yönetilen dalgalı kur' politikasında ısrar ederek döviz fiyatlarını enflasyonun gerisinde tutuyor. Böylece enflasyonda nisbi bir kontrol sağlarken, KKM'lerin bütçeye ve Merkez Bankasına parasal yükünü azaltıyor. Ancak düşük kur politikası; ithalatı cazip hale getirerek cari açık ve dış ticaret açığını kontrolden çıkılma noktasına getirmek üzere...

29 Aralık 2020 Salı

KAPAK HABERİ / ‘BIDENOMICS' DÖNEMİNDE EKONOMİDE NELER YAŞANACAK?

 

Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD)  aylar süren seçim heyecanı bitti ve Demokrat Parti’nin adayı 78 yaşındaki Joe Biden seçilmiş 46. Başkan oldu.  Yapılan analizlere göre mevcut başkan ve Cumhuriyetçi Partinin adayı Donald Trump ise Covid-19 pandemisini önemsemeyerek salgınla mücadelede yetersiz kaldı ve seçimi kazanamadı. Trump’ın seçimi kaybetmesinde ikinci önemli etken ise geride kalan 4 yılda ekonomide gösterdiği kötü performanstı… Çünkü Trump, 2017 yılında koltuğa oturduğunda dile getirdiği önemli ekonomik vaatlerinden büyük bölümünü yerine getiremedi.

Sözgelimi Trump, bundan 4 yıl önce ülkede 1 trilyon dolarlık yeni alt yapı kurma ve eskimiş alt yapıları yenileme konusunda söz vermişti. Bazı girişimler hariç bu konuda ciddi bir adım atılamadı. Öyle ki Trump, 2020 seçim kampanyasında aynı vaadi tekrarlamak durumunda kaldı. Oysa bu vaat konusunda adım atılabilseydi hem ülkedeki işsizliği bir nebze olsun pozitif yönde etkileyebilecek, hem de birçok alt sektördeki işletmelerin canlanmasını sağlayabilecekti.

Gerekli adımların atılmaması sebebiyle ABD’deki ulaşım, sağlık vb. alt yapıların yetersizliği dillere destan hale gelmiş durumda. Örneğin New York’un 120 yıllık metrosunun neredeyse tamamen yenilenmesi gerektiği artık sadece ulusal değil uluslararası basının da ilgisini çekiyor. Çünkü bu metroda rayların eskiliği nedeniyle zaman zaman vagon devrilmesi olayları bile yaşanıyor.

30 Ağustos 2020 Pazar

DÜNYANIN SAĞLIĞI VE DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN (DSÖ) NASIL BİR GELECEĞİ OLABİLİR?

Cahit UYANIK

Bazen çok satan bir roman okur ve ayrıntılarını birkaç hafta içinde unutursunuz. Henüz 56 yaşındaki ABD’li yazar Dan Brown, günümüzde bu tip romanları yazan en ünlü isim olarak biliniyor. Brown kıvrak kalemi, gizemli ve sürükleyici anlatımıyla, televizyon ve internet üzerinden yayın yapan platformların heyecanlı dizi filmleriyle rekabet ediyor.

Geçen yıl sonunda Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya birkaç ay içinde yayılan, Temmuz ayı ortası itibarıyla tüm dünyadan 600 bin kişinin hayatını kaybettiği COVID-19 Pandemisi başladığında acaba kaç kişinin aklına Brown’un 7 yıl önce yayınladığı Cehennem (Inferno) adlı romanı gelmiştir ki? ‘Cehennem’de artan dünya nüfusunun insanlığı yok olmaya götüreceği ön kabulüyle, nüfusu azaltmak için gizli bir konsorsiyumun (şirketler birliği) tüm dünyaya ‘kısırlık virüsü’ yayma planı, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon tarafından kahramanca önlenmişti.

31 Ekim 2019 Perşembe

MEÇHUL DRONE SALDIRISININ S. ARABİSTAN EKONOMİSİNE MALİYETİ NE KADAR OLDU?



SİHA SALDIRISININ SUUDİ ARABİSTAN  EKONOMİSİNE MALİYETİ 20 MİLYAR DOLARI BULABİLİR   

Cahit UYANIK

Suudi Arabistan’ın ulusal petrol şirketi Saudi Aramco’nun iki ham petrol işleme tesisine 14 Eylül 2019 Cumartesi günü gerçekleştirilen faili meçhul silahlı insansız hava aracı (SİHA) saldırıları, bu ülke için önemli ekonomik kayıplara sebep oldu. Ham petrol fiyatları, spot piyasada varili 60 dolardan 72 dolara yükselerek günlük yüzde 20’ye yakın artış gösterdi. Bu anlık artış 1991’deki 1. Körfez Harekatından bu yana görülen en büyük fiyat zıplamasıydı. Çünkü yapılan açıklamaya göre Suudi Arabistan’ın günlük ham petrol üretimi yarı yarıya azalmıştı. Üretim kesintisinin boyutu 5,7 milyon varildi. Bu kesinti, şimdiye kadarki çeşitli savaşlar ve siyasal gerginlikler sırasında yaşanan üretim kesintileri arasında en büyüğü olarak enerji tarihine geçmişti bile...   

(Tıklayınız) KAŞIKÇI CİNAYETİ İLE MbS'NİN 'VİZYON 2030 PROJESİ' ARASINDA BAĞ VAR MI?

Bu rakamın ne anlama geldiğini gözünüzde canlandırmanız için Türkiye’nin ham petrol ihtiyacı ile kıyaslamak en doğrusu. Türkiye’nin yıllık ham petrol ithalatı 190 milyon varil düzeyinde… Günlük tüketimi ise 520 bin varil… Bu durumda Suudi Arabistan’daki günlük üretim kaybı, Türkiye’nin 11 günlük tüketimine karşılık geliyor. Saldırıların ham petrol işleme tesislerine verdiği maddi zarar henüz açıklanmış değil. Ancak 5,7 milyon varillik kesintinin Suudi Arabistan’a faturası oldukça ağır. Kesintinin 2 ay süreceği varsayıldığında toplam üretim kaybının 342 milyon varil olduğunu görüyoruz. Saldırıdan önceki varil başına 60 dolarlık rakamdan hesapladığımızda, toplam kaybın 20,6 milyar dolara ulaşması mümkün.  

24 Ağustos 2019 Cumartesi

TRUMP, JACKSON HOLE SONRASI FED BAŞKANI POWELL'I AZİL İÇİN ÇABA GÖSTEREBİLİR

FED Başkanı Jackson Hole'da gerçekçi bir şekilde konuşmuş. Ticaret müzakerelerine bir etkimiz olamaz demiş. Oysa Trump daha farklı düşünüyor. 1 puanlık şok indirim istiyor ki yatırımlar cazip hale gelsin. Yatırımcılar kolayca ABD'ye dönebilsin. Haklı ve güçlü çıkayım istiyor.

Jackson Hole artık iyice küresel merkez bankalarının bir mesaj verme platformuna döndü. Daha yerel merkez bankaları için turistik bir seyahat yeri bence... Powell da Para Politikaları Uygulama Zorlukları olarak belirlenen toplantı başlığının hakkını konuşmasıyla verdi.
Bilmeyenler için yazıyorum. FED bizdeki gibi bir devlet bankası değil, özel sektörün kurduğu veya kurmasına izin verilen bir banka. Özerkliğin abc'si oradan başlıyor bir kere. Başkanlar FED başkanlarının kendilerine ters gidebileceğini bile bile atama yapıyorlar. Tıpkı Trump gibi.
Trump'ın Powell'ı düşmanlıkla suçlaması belki de görevden alma çabasının başlangıcı olabilir. Normalde Powell 2022 başına kadar görevde. Trump'ın Powell'ı azletmeye çalışması FED'in kurucuları ile de bozuşması anlamına gelebilir ki bunun etkileri daha büyük olur.
Powell, Türkiye'de Murat Çetinkaya'nın görevden alınması sonrasında, senatörlerin azil sorusuna istifa etmeyeceğini, Trump git derse gitmeyeceğini belirterek cevap vermişti.

(Bu yazı 23 Ağustos 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır.)

(HABER) TRUMP, POWELL'I GÖREVDEN ALABİLİR Mİ?

7 Ağustos 2019 Çarşamba

ABD'NİN BİR ÜLKEYİ "KUR MANİPÜLATÖRÜ" İLAN ETMESİ NE ANLAMA GELİYOR?

ABD Hazine Bakanlığı Mayıs sonundan bu yana yalnızca 12 en büyük ticari partnerini değil, ABD ile 40 milyar doların üzerinde ikili ticarete sahip tüm ülkeleri izleme kriteri kapsamına aldı.

Ayrıca ABD izlenme kriterlerinden olan cari fazlanın eşiğini GSYH'nın yüzde 3'ünden fazla olması kriterini de yüzde 2'ye indirerek, izlenen ülkeler listesini de genişletmişti.
29 Mayıs’ta yayımlanan raporda Çin kur manipülatörü sayılmamış ancak yakından izlenmesi gereken ülkeler arasına alınmıştı.

ABD  hangi ülkeleri izliyor?

29 Mayıs tarihli 'ABD'nin Önemli Ticaret Partnerlerinin Makro Ekonomik ve Döviz kuru Politikaları" raporunda; İrlanda, İtalya, Malezya, Singapur ve Vietnam, halihazırda izlenmekte olan Çin, Almanya, Japonya ve Güney Kore dörtlüsüne eklenirken, Hindistan ve İsviçre ek inceleme kapsamındaki ülkeler listesinden çıkarılmıştı.

Kur manipülatörü ilan etmek için gerekli kriterler neler?

1988 yılında çıkan yasa kapsamında, ABD Hazinesi bir ülkeyi kur manipülatörü olarak tanımlayıp tanımlamayacağına dair;
·     
          - ABD ile ciddi ticaret fazlası,
·         - Cari fazlanın GSYH'nin yüzde 2'sinden fazla olması
·         - Tek taraflı, kalıcı kur müdahalesine ilişkin kanıtlar

olmak üzere üç ana kritere bakıyor. Kur manipülasyonu durumunda ilgili ülkeye çeşitli ticari yaptırımlar uygulanıyor.
ABD'NİN ÇİN'İ KUR MANİPÜLATÖRÜ İLAN ETTİĞİ RESMİ AÇIKLAMA
ÇİN HALK BANKASINDAN DÖVİZ MANİPÜLATÖRÜ SUÇLAMASINA YANIT

31 Temmuz 2019 Çarşamba

AMERİKAN DOLARI, KÜRESEL REZERV PARA STATÜSÜNÜ NE ZAMAN KAYBEDEBİLİR?


Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Çin’den ithalatına ek gümrük vergileri koyarak ticaret savaşını hızlandırdığı geçtiğimiz Haziran ayı başında, uluslararası kredi derecelendirme firması Fitch Ratings CNBC’ye ilginç bir açıklama yaptı. Fitch Ratings analisti James MacCormack, doların zamanla ‘rezerv para’ statüsünü kaybetmesine neden olabilecek faktörler bulunduğunu ifade etti ve bunları “ABD’nin uyguladığı ekonomik yaptırımlar” ile “ticarette korumacı politikalar” olarak açıkladı.

Analist, korumacı politikaların ticaretin Amerika'dan uzaklaşmasına ve ticaret ortaklarının dolar yerine kendi para birimlerini kullanmasına neden olduğunu vurguladı. ABD politikalarının İran ve Rusya gibi ülkeleri dolardan uzaklaştırdığını belirten uzman, Çinli ve Avrupalı politika yapıcıların kendi para birimlerinin rolünü genişletmek için fırsatlar aradığını dile getirdi.

Donald Trump’ın 2017 yılında başkan olmasıyla dünya ekonomisinde hızlanan bu etki-tepki mekanizmasını çok güzel açıklayan MacCormack, sözünü hiç sakınmadan “Doların küresel konumunu kaybetmesi yavaş da olsa gerçekleşiyor. IMF verilerine göre ülkelerin  döviz rezervleri içerisinde doların payı 2001'de yüzde 73 düzeyindeyken, 2018 sonunda yüzde 62´ye düştü. Bunun yanı sıra Dünya Altın Konseyi, merkez bankalarının 2018'de 1971´den beri en yüksek yıllık altın alımını gerçekleştiğini açıkladı. Eğer dolardan diğer para birimlerine ve para birimlerinden altına geçiş trendi devam ederse, dolar rezerv statüsünü kaybedecek ancak bu kademeli biçimde gerçekleşecek. Hala küresel merkez bankalarının değer biriktirmede ilk tercihleri dolar. Paradoksal bir şekilde doların küresel rolünün kaybolmasında asıl neden, ABD'nin kendisinin uyguladığı politikalardır” şeklinde ifadeler kullandı.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN F35 PROJESİNDEN ÇIKARILMASI, CAATSA YAPTIRIMLARINDAN BAĞIMSIZ BİR UYGULAMA

ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan tarafından 6 Haziran 2019’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a F35 ve S400 konusunda gönderilen mektup: 


Sayın Bay Bakan,
“Sizi Nisan’da Pentagon’da ağırlamak ve 28 Mayıs’ta beni telefonla aramış olmanız memnuniyet vericiydi. Görüşmelerimize kıymet veriyor ve 6 Nisan 2019 tarihli mektubunuz için teşekkür ediyorum. ABD, ABD-Türkiye diyaloguna ve stratejik ortaklığına büyük değer vermektedir. Ne var ki, Türkiye’nin S-400 sistemleri üzerine eğitim almak için Rusya’ya personel gönderdiğini öğrenmekle hayal kırıklığına uğradık. 

28 Mayıs’taki telefon konuşmamızda da tartıştığımız üzere, eğer Türkiye S-400 tedarik ederse, ülkelerimiz Türkiye’nin F-35 programını sürdürmemesi üzerine bir plan geliştirmek zorundadır. Değerli ilişkimizi sürdürmeyi gözetmekle birlikte, Türkiye S-400 teslimatını kabul ettiği takdirde F-35 almayacaktır. S-400 tutumunuzu değiştirme seçeneğiniz halen bulunmaktadır.

Haziran 2019 Brüksel toplantımız öncesinde, ABD’nin Türkiye’nin 31 Temmuz itibarıyla F-35 programına katılımını askıya almak üzere [planladığı] eylemlerinin bir özetini [mektuba] ekledim. Bu takvim, eğitim gören Türk F-35 öğrencilerinin, tamamı olmasa bile çoğunun, derslerini 31 Temmuz’da ABD’den ayrılmadan önce tamamlamalarına imkân tanıyacaktır. Milli Savunma Bakanlığını da Türk personele Birleşik Devletlerde yeni F-35 eğitim programı başlatmasını önermediğimizi, yakın gelecekte [mevcutların] geri çekilmesini beklediğimizi bildirdik.


12 Temmuz 2019 Cuma

S-400'LER TÜRKİYE'YE GELDİ, ABD'NİN YAPTIRIMLARI NE OLACAK, NE ZAMAN BAŞLAYACAK?

Türkiye Rus yapımı S-400 füze savunma sistemlerini almakta, ABD Kongresi de bu durumda Türkiye’ye yaptırım uygulanmasında ısrarlı. Ankara, Başkan Trump’tan muafiyet beklentisi içinde. Peki Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını öngören ve kısa adıyla CAATSA olarak bilinen yasa ne diyor? Türkiye’nin S-400’leri teslim alması halinde sürecin nasıl işlemesi bekleniyor?

Meşhur yasa “CAATSA” ne diyor?
ABD Kongresi’nin Türkiye’ye S-400 füze savunma sistemi alımı sebebiyle yaptırım uygulanması ısrarının arkasında kısa adıyla CAATSA (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) olarak bilinen yasa var.
2 Ağustos 2017’de Başkan Trump’ın imzasıyla yürürlüğe giren CAATSA İran, Kuzey Kore ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların da dayanağı.
CAATSA, “Rusya Federasyonu’nun savunma ya da istihbarat sektörleriyle ya da bunlar adına çalışan kurum ve kişilerle önemli düzeyde alışverişte bulunan kişi ve kurumlara yaptırım uygulanmasını" öngörüyor. Türkiye’ye Rus yapımı S-400 füze savunma sistemi sebebiyle yaptırım uygulanmasını öngören madde de bu.
ABD Başkanı Trump yasa gereği 70 sayfalık CAATSA metninde listelenen 12 yaptırım kaleminden en az beşini seçmek zorunda. Bu kalemler şöyle sıralanıyor:
(Tıklayın) S-400'LER TÜRKİYE'YE İŞTE BÖYLE GELDİ

1 Temmuz 2019 Pazartesi

ABD-ÇİN EKONOMİ SAVAŞI, CEP TELEFONLARI ÜZERİNDEN TÜM DÜNYAYA YAYILDI

Cahit UYANIK

‘Android’ kelimesi ‘insansı, insana benzeyen’ anlamına geliyor. Kökeni Eski Yunan’a kadar giden bu sözcüğü ilk kez 1936 yılında ABD’li bilim kurgu yazarı Jack Williamson “The Cometeers” adlı hikayesinde kullandı. Bir başka iddiaya göre ise bu sözcük ilk kez Fransız yazar Auguste Villiers de l’Isle-Adam tarafından 19. Yüzyılda “Yarının Havva’sı” adlı bilim kurgu kitabında geçti.

‘İnsana yardım eden insansılar’ olarak da tanımlanabilecek ‘Android’ günümüzde, yaygın olarak kullanılan iki akıllı cep telefonu işletim sisteminden birine adını veriyor. Zaten Android İşletim Sistemi’nin simgesi de, başının iki yanından antenler çıkan insansı bir robot… (İşletim sistemini, dünyanın dört bir tarafındaki masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda yoğun olarak kullanılan Microsoft firmasının Windows programına benzetebiliriz. Telefonunuzu dikkatle incelediğinizde hangi işletim sisteminin, hangi sürümünü kullandığınızı rahatça bulabilirsiniz.) 

(Tıklayınız) TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZ DÖVİZ CEPHESİNDEN BAŞLAR

Dünyadaki pazarın yüzde 75’ini elinde tutan Android işletim sistemini yaratan Google, bu ürününü geçen mayıs ayına kadar istisnasız ‘Her tür cihaz için bir teknoloji platformu’ olarak tanımlıyordu. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’in ünlü Huawei firması ile ABD’li firmaların iş yapmasını sınırlayan ve hatta yasaklayan kararına kadar… Google, Trump’ın ilan ettiği bu kararın üzerinden daha bir hafta geçmeden Çinli cep telefonu ve telekomünikasyon ekipmanı üreticisi Huawei ile ilişkisini ‘sınırlandırdığını’ açıkladı. Çünkü Huawei cep telefonu işletim sistemi olarak Google’ın Android işletim sistemini kullanıyordu. 

29 Mart 2019 Cuma

JAPONYA VE AVRUPA BİRLİĞİ (AB), TRUMP'A İNAT DEV BİR EKONOMİK ANLAŞMAYI UYGULAMAYA BAŞLADILAR

Cahit UYANIK

Geçen Şubat ayı başında dünya ekonomisinde gözler, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin arasındaki ticaret müzakerelerinin yanı sıra İngiliz Avam Kamarasındaki ‘meydan muharebelerine benzeyen’ Brexit Anlaşması onay tartışmalarına çevrilmişti. Her iki meselede de ufukta uzlaşma umudu pek görünmezken; sessiz sedasız önemli bir anlaşma yürürlüğe girdi: Avrupa Birliği (AB)-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması.

Anlaşmanın ayrıntılarına birazdan değineceğim ama hemen şunu söyleyelim ki; bu anlaşma dünyanın en büyük ekonomilerinden AB ve Japonya’nın kurallara dayanan, adil ticaret için atmış oldukları önemli bir adım niteliğinde değerlendiriliyor. Bu anlaşmanın korumacılık eğilimlerinin hız kazandığı ve serbest ticaretin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına aykırı ek vergiler ve korunma önlemleri ile tehdit edildiği bir dönemde gerçekleşmesi önemini bir kez daha artırıyor. Anlaşma, Türkiye açısından da (gerek Japonya gerekse AB ile ilişkilerde) ilginç ve önemli sonuçlara yol açabilir. Bir tesadüf müdür bilinmez; Türkiye de, Japonya ile serbest ticaret anlaşması imzalamak için adeta gün sayıyor.

31 Ocak 2019 Perşembe

TRUMP, ÇİN’DEN “MADE IN CHINA 2025” PLANINI DEĞİŞTİRMESİNİ İSTİYOR

Trump’ı telaşlandıran “Made in China 2025” Planı nedir? "Made in China 2025" Alman "Endüstri 4.0" Planının Çin versiyonu olarak kabul ediliyor. Trump, Şi’den “Made in China 2025” Planının uygulama şeklini değiştirmesini istedi. Trump, Çin’in bu proje ile önümüzdeki 8-10 yıl içinde özellikle ‘yapay zeka’ alanında önemli bir üstünlük kazanmasından endişe ediyor. 

Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, bu ay ikinci görev yılını doldurarak üçüncü yılına başlayacak. Trump’ın seçilir seçilmez hedefine aldığı ülke Çin olmuştu. Geride kalan sürede tehditlerle başlayan süreç, Çin’e yönelik gümrük vergilerinin yükseltilmesi ve ticari soruşturmalarla devam etti. ABD’nin Çin’e yeni gümrük vergileri uygulayıp uygulamayacağı, bu yıl Şubat ayı bittiğinde belli olacak. Çünkü Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 02 Aralık 2018 tarihindeki G-20 Zirvesi sırasında görüştü. Arjantin’de gerçekleştirilen görüşmeden ticaret savaşlarına ‘3 aylık ateşkes kararı’ çıktı.

Görüşme sonrası Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada ABD ile Çin’in 90 gün boyunca bir anlaşmaya varabilmek amacıyla yeni ticaret müzakerelerinde bulunacağı ve bu süre içinde iki ülkenin de karşılıklı olarak herhangi bir yeni gümrük vergisi getirmeyeceği ifade edildi. Bu çerçevede Trump'ın, 01 Ocak 2019'da 200 milyar dolar değerindeki ürün için yüzde 25'e artırılacağı daha önce açıklanan gümrük vergisi oranının yüzde 10'da kalmasına onay verdiği belirtildi. Açıklamada, eğer 3 aylık müzakere sürecinin sonunda bir anlaşmaya varılamazsa yüzde 10'luk tarifenin yüzde 25'e yükseltileceğine vurgu yapıldı. Çin'in ABD'den hemen tarım ürünleri ihraç etmeye başlayacağına işaret edilen açıklamada, Çin'in ayrıca kayda değer bir miktarda enerji, endüstri ve diğer alanlarda üretilen ürünlerden alarak iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğinin azaltılmasına katkı yapacağı belirtildi.

(Tıklayınız) ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?

29 Eylül 2018 Cumartesi

DÜNYADAKİ SERBEST TİCARETİN JANDARMASI DTÖ, BAŞKAN TRUMP’IN KISKACINA TAKILDI

Cahit UYANIK

“Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nedir?” diye bir soru sorsam… Çoğu kişinin bilmediği, ismini duysa bile ne iş yaptığı hakkında bir fikrinin olmadığı bir konu sorulduğu için yüzü asılacaktır. Oysa ‘Dünyadaki Serbest Ticaretin Jandarması’ diye tanımlayabileceğim DTÖ konusunu birazcık olsun öğrenmekte fayda var. Çünkü önümüzdeki aylarda, (son zamanlardaki her tartışmanın baş aktörü ABD Başkanı Donald Trump sebebiyle) DTÖ’nün ismini daha sık duyup, belki de bu önemli kuruluş hakkında fikir beyan etmek zorunda kalacaksınız. Öncelikle, “Trump, neden DTÖ ile ilgili?” sorusunun cevabını verelim…

Trump’ın fitilini ateşlediği ‘ticaret savaşları’yla ilgili her kafadan bir sesin çıktığı geçtiğimiz Mayıs ayında, dünyaca ünlü Reuters Haber Ajansı ilginç bir haber geçti. Emekli olan Meksika vatandaşı DTÖ Temyiz Mahkemesi Yargıcı Ricardo Ramirez-Hernandez, Reuters’a “DTÖ’nün boğazının sıkıldığını ve havasızlıktan ölmekte olduğunu" söyledi! Yargıç bu ifadelerle (adını vermese de) kendi yerine DTÖ’deki boş kalan bu göreve atama yapılmasını engelleyen Trump yönetimini eleştiriyordu. Gerçekten de ülkeler arasındaki ticaret anlaşmazlıklarında son karar mercii olan DTÖ Temyiz Mahkemesi Üyesi Ramirez-Hernandez'in geçen yıl sonbaharda ayrılmasından bu yana, ABD yönetimi bu mahkemeye yeni atama yapılmasını engelliyordu. Bu durum DTÖ’yü tam bir karmaşa içine sokmuş bulunuyordu.

31 Temmuz 2018 Salı

G-7’NİN PATRONU ABD, KANADA ZİRVESİNDE YENİ BİR KAPİTALİZM KURMAK İÇİN KOLLARI SIVADI



ABD, geçmişte bayraktarlığını yaptığı küreselleşmenin artık kendisine nimet değil külfet getirdiğini düşünerek, Trump vasıtasıyla yeni bir kapitalizm tasarımına gitmek istiyor. 

Cahit UYANIK

Bundan yaklaşık 100 yıl önce ABD Başkanlığı görevini üstlenen William Howard Taft (1909-1913), ziyaret ettiği Kanada’nın Charlevoix kentini “Ertesi gün, akşamdan kalma olmadan, şampanya gibi sarhoş edici” diye tasvir etmişti. Taft, el değmemiş doğaya sahip Kanada’nın ünlü Quebec Eyaletinin bu güzel kentini görünce adeta afallamıştı anlaşılan… Aradan 100 yıl geçtikten sonra 44’üncü G-7 (Group of Seven)  Zirvesi için Charlevoix kentine giden 6 gelişmiş ülkenin lideri ve Avrupa Birliğinin iki üst düzey idarecisi de afalladılar… Ancak bu afallama Charlevoix’un güzelliğinden değil, ABD Başkanı Donald Trump’ın sert tavırlarından kaynaklandı. Trump aynı zamanda müttefik olduğu diğer G-7 üyelerini, “ticaret yoluyla, kendi ülkesinden fayda temin etmekle” suçladı.

G-7 Dönem Başkanı Kanada’nın medyatik ve yakışıklı başbakanı Justin Trudeau ise Trump’ın açıklamalarına cevap olarak "Kanadalılar kibar ve makuldür ama bizi kimse sindiremez" dedi. Oysa Kanada Başbakanı Trudeau G-7 Zirvesi öncesi, liderleri ağırlamaktan gurur duyacağını belirterek “Tıpkı Kanadalıların kuşaklar boyunca yaptıkları gibi, bölgeye aşık olacaklarından eminim” garantisi vermişti. Ancak Charlevoix bir aşk hikayesine değil adeta bir aksiyon filmine ev sahipliği yaptı. Charlevoix Zirvesi sosyal medyada, ünlü ABD’li romancı Chuck Palahniuk’un yazdığı ve bu kitapla aynı ismi taşıyan Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter’ın başrollerinde oynadığı Dövüş Kulübü” romanı ve filmine benzetildi. Kanada’nın 6’ıncı kez ev sahipliği yaptığı toplantı, ‘G-7 mazisinin en kavgalı zirve toplantısı’ olarak şimdiden tarihe geçti.

28 Temmuz 2018 Cumartesi

CV'SİNDE DOĞUM TARİHİ YAZMIYOR... DONALD TRUMP KİMDİR?

"En yaşlı" ABD Başkanı Trump'ın Beyaz Saray'ın internet sitesindeki hayat hikayesinde doğum tarihi bulunmuyor.

Dünya ve Türkiye gündeminden bir türlü düşmek bilmeyen ABD Başkanı Donald Trump kimdir? ABD'nin 45. Başkanı olan ve 'en yaşlı başkan' sıfatını taşıyan Trump'ın, doğum tarihine yer verilmeyen (14 Haziran 1946 doğumlu) Beyaz Saray'ın internet sitesinde yayınlanan özgeçmişi, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği web sitesinde Türkçe olarak aşağıdaki gibi yer aldı:
"Donald J. Trump Amerikan başarı hikayesinin vücut bulmuş halidir. Özellikle kendi alanı olan emlak, spor ve eğlencede hayatı boyunca iş ve girişim dünyası için mükemmellik standardını belirlemiştir. Benzer şekilde siyaset ve kamu hizmetine adım artışı da, mucizevi bir şekilde ilk adaylığında, Başkanlık zaferi ile sonuçlanmıştır.
"İş Bitirme Sanatı" adlı kitabı klasik bir eser
Wharton Finans Okulundan mezun olduktan sonra Trump, emlak geliştirme alanında babasının izinden gitmiş, New York’da emlak geliştirme dünyasına girmiştir. Kısa zaman içerisinde Trump imzası önce Manhattan’daki, ardından dünyanın dört bir yanındaki en seçkin adreslerle eş anlamlı hale gelmiştir.  Yetkin bir yazar olan Trump’ın on dört kitabı en iyi satanlar listesine girmiştir,  ilk kitabı İş Bitirme Sanatı (The Art of the Deal) yayımlandığı yılın bir numaralı kitabı olmanın yanı sıra, günümüzde de iş dünyasını konu alan klasik eserlerden biri sayılmaktadır.

(Tıklayınız) "PASTÖR BRUNSON BIRAKILMAZSA TÜRKİYE'YE AMBARGO UYGULARIZ" DİYEN ABD BAŞKAN YARDIMCISI PENCE KİMDİR?

26 Temmuz 2018 Perşembe

"PASTÖR BRUNSON BIRAKILMAZSA TÜRKİYE'YE AMBARGO UYGULARIZ" DEDİ... ABD BAŞKAN YARDIMCISI PENCE KİMDİR?


PENCE: INDIANA'YA AAA REYTİNG NOTU ALDIRINCA TÜM ÜLKEYİ KISKANDIRAN 'HRISTİYANLIK BAĞI GÜÇLÜ' POLİTİKACI

"Türkiye bu masum din adamını serbest bırakmak ve onu Amerika'ya göndermek için derhal adım atmazsa, ABD, Pastör Andrew Brunson özgür kalan kadar Türkiye'ye ciddi yaptırımlar uygulayacaktır" diyen ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence kimdir?

6 çocuklu bir ailenin ferdi

"Michael R. Pence, 7 Haziran 1959’da Indiana eyaletinin Columbus şehrinde Edward ve Nancy Pence’in altı çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiştir. Küçüklüğünde Amerikan rüyasının gerçekleşmesini kendi gözleriyle izleme şansına erişmiştir. Büyükbabasının 17 yaşında Amerika Birleşik Devletleri’ne göçmesiyle, tüm aile Ortabatıya yerleşmiştir. Geleceğin Başkan Yardımcısı annesi ve babasının hayattaki en önemli şeyleri – aileyi, işlerini ve itibarlarını – sıfırdan başlayarak kurmasına şahit olmuştur. Yaşadıkları küçük kasabada başarılı bir market açan anne ve babasının yanı başında çok çalışmanın, inancın ve ailenin önemine inanmayı öğrenmiştir.

Hristiyanlıkla bağlarını üniversitede 
tarih okurken güçlendirdi

Başkan Yardımcısı Pence 1981’de Hanover Koleji’nde öğrenimine başlamış, tarih dalında lisans derecesi almıştır. Halen hayatının itici gücü konumundaki Hristiyanlık inancıyla bağlarını bu yıllarda kuvvetlendirmiştir. Pence daha sonra Indiana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş, burada hayatının aşkı Second Lady Karen Pence ile tanışmıştır.
Başkan Yardımcısı Pence mezun olduktan sonra avukatlık yapmış, Indiana Politikaları İzleme Vakfı’nın liderliğini üstlenmiş ve Indiana’da bir radyo sohbet programı ve kamu işleri üzerine haftalık bir televizyon programı olan The Mike Pence Show’un sunuculuğunu yapmıştır. Bu süreçte isimleri Michael, Charlotte ve Audrey olan üç çocuk babası olmuştur.

27 Haziran 2018 Çarşamba

KAPAK HABERİ / ABD, DIŞ POLİTİKADA EKONOMİYE ODAKLANIYOR: ‘TRUMP DOKTRİNİ’NE GEÇİŞ Mİ YAŞANIYOR?



Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın, dış politik açılımlarının temelinde tamamen ekonomik çıkarlar bulunduğu artık neredeyse kesinleşti. ABD’nin diğer ülkelerle ilişki kurma biçimini değiştirebileceği için, yaşananların belki de ileride “Trump Doktrininin Oluşma Süreci” şeklinde adlandırılma ihtimali bile var.

30 Mart 2018 Cuma

MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI



Cahit UYANIK

1970 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü de kazanan ünlü Amerikalı iktisatçı Paul Samuelson’un, kendisi kadar ünlü sözlerinden biri şöyledir: “Tarihte üç önemli keşif vardır: Ateş, tekerlek ve merkez bankası”. Gerçekten günümüzde önemleri giderek artan merkez bankaları ve onların başına atanacak isimlerin yıllar önce (Dikkatinizi çekerim, aylar değil…) tartışılıp konuşulmaya başlandığını, ince siyasi hesaplara konu edildiğini gördükçe Paul Samuelson’a hak vermemek mümkün değil.

Bunun en yeni örneği Avrupa Merkez Bankasında (ECB) yaşanıyor. 2011 yılı Kasım ayında 8 yıllığına ECB Başkanı olan ‘Süper Mario’ lakaplı İtalyan vatandaşı Mario Draghi’nin yerine getirilecek veya getirilmesi gereken isim, görevinde son 2 seneye girdiği 2017 yılı Kasım ayından itibaren tartışılmaya başlandı.  Draghi’nin odağında olduğu tartışmalara birazdan yeniden döneceğiz ama aynı şeyin Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) de yaşandığını söylemeliyiz. Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) başındaki Janet Yellen’ın da 2018 yılı başında dolacak 4 yıllık görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı, 2015 sonundan itibaren (Başkanlık seçimi kampanyalarının başlamasıyla)  gündeme geldi. Ve yine 2 yıl sonra yani 2017 yılı sonunda ABD Başkanı Donald Trump, Yellen ile 4 yıl daha çalışmayacağını resmen açıkladı. Oysa Yellen FED’in 100 yılı aşan tarihindeki ilk kadın başkandı ve herkes tarafından başarılı bulunuyordu.  

18 Ekim 2017 Çarşamba

ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?


ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. 

Cahit UYANIK
Farkında mısınız bilmiyorum ama Çin, 2014 yılından bu yana “dünyanın en büyük ekonomisi” (satın alma gücü paritesiyle hesaplandığında) olma unvanını taşıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) belirlemelerine göre Çin, bundan 3 yıl önce Amerika Birleşik Devletlerini (ABD) geride bırakarak 18 trilyon 228 milyar dolarlık gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) ulaştı. ABD aynı yıl, 17 trilyon 393 milyar dolarlık GSYH ile ikinci sıraya düştü. Benzeri tablo 2015 ve 2016 yılında da devam etti.
İşin ilginç yanı IMF ve WEF, iki ülke arasındaki GSYH farkının 2022 yılına gelindiğinde yani bundan 5 yıl sonra 10,5 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. 2022 yılında Çin 34,3 trilyon dolar, ABD ise 23,8 trilyon dolarlık GSYH’ye ulaşacak. Çin’in ABD’ye atacağı tahmin edilen 10,5 trilyon dolarlık fark, 2022 yılında Almanya ve Japonya’nın GSYH’larının toplamına karşılık gelecek. (Çin ekonomisi, ülkelerarası fiyat farklılıklarının hesaba katılmadığı klasik milli gelir hesaplamalarında ise 2010 yılında Japonya’yı geçerek, -ABD’nin ardından- dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olma unvanını yakalamıştı. Çin, hala bu unvanını koruyor ve yakın gelecekte de değişmesi beklenmiyor.)
Bu tablo, Çin’in önümüzdeki uzun yıllarda dünya ekonomisinin odağına iyice oturacağı ve hemen hemen her ülkenin ekonomisine etkide bulunabileceği anlamına geliyor. O nedenle Çin’in hem kendisi hem de dünya ekonomisi için nasıl bir gelecek tasarladığının anlaşılması çok büyük önem taşıyor. Çünkü Çin, dünyadaki birçok ülke için ya iyi bir hammadde veya mamul müşterisi, ya güçlü bir borç veren, ya güçlü bir borç alan, ya güçlü bir mal satıcısı, ya iyi bir turist kaynağı…
Peki Çin, kendisi için öngörülen parlak rakamları gerçekleştirebilir mi? Çin, dünya ekonomisinin en büyüğü olmanın yükümlülük ve sorumluluklarını yerine getirebilecek mi?  Çin; daha fazla şeffaflaşma, demokrasi ve refah düzeyinin artırılması, piyasa ekonomisinin iyice güçlenmesine izin verecek rekabetçiliğe yelken açacak mı? 
Bu konuda ilk önemli tahminleri ülkenin geleceğine yön verecek Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 18-25 Ekim 2017'de düzenleneceği bildirilen 19. Ulusal Kongresi'nde alabileceğiz. Toplantı tarihinin  ilan edildiği Ağustos sonundaki resmi açıklamanın odağında ekonomik mesajlar vardı. Açıklamada “ÇKP 19. Ulusal Kongresi'nin görece refah toplumunun kapsamlı şekilde inşa edilmesi sürecindeki önemli bir aşamada ve Çin'e özgü sosyalizmin gelişmesi için de kilit bir dönemde yapılacak hayati önem taşıyan bir kongre olacağı” vurgulandı. Çin hükümetinin geçtiğimiz 5 yıldaki çalışmalarının özetleneceği 19. Ulusal Kongre'de, iç ve dış durumun tahlil edilerek, ÇKP'nin ve devletin yeni kalkınma ihtiyaçları ile halkın yeni beklentilerinin göz önünde bulundurulacağı ve çağın taleplerini karşılayacak eylem programları ve politikaların saptanacağı ifade edildi.
ÇKP, 2012 yılı sonunda yaptığı 18. Ulusal Kongresinin ardından ise “piyasacı reformlara geçiş sürecine girdiğini” resmen duyurmuştu.  Bu kararın önemi zamanla anlaşıldı. Bazı uzmanlar bu kararı, 1980’lerin başındaki kapitalist restorasyon sürecine geçiş kararlarıyla kıyasladılar. Nitekim 2012’teki karar, Çin devletinin ekonomide yavaş yavaş düzenleyici ve denetleyici bir fonksiyona geçiş yaparak, ekonomik üretim sürecinden tedrici olarak çıkmasını öngörüyordu. Aradan geçen 5 yılda, bu genel hedefin tutturulmaya çalışıldığı söylenebilir. Üstelik bu dönem tüm dünyada, FED faiz artışlarına başladığı için kur hareketlerinin de sıkça yaşandığı bir periyoddu. Çin, ekonomisinin etkilenmemesi için parası yuanı birkaç kez devalüe etti. Bu devalüasyonlar, FED’in yılda 3-4 defa faiz artıracağı beklentisi  ve Çin’in iç pazarını genişletme politikalarıyla birleştirildiğinde tüm dünyada korkuyla izlendi. Ancak FED, daha az sayıda faiz artışı yapınca Çin’in devalüasyonları başarıya ulaştı ve yüzde 5’lere doğru ineceği ileri sürülen ekonomik büyümesi de yeniden yüzde 7’lere doğru yaklaştı.
19. Ulusal Kongre ile ilgili açıklama dikkatle incelendiğinde “refah toplumunun inşası” kavramı öne çıkıyor. Bu çerçevede 2020-2021 yılları, Çin açısından sembolik öneme sahip. Çünkü yaklaşık 90 milyon üyeli ÇKP, 2021 yılında 100’üncü yaşına girecek. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, geçen Temmuz ayındaki bir konuşmasında ‘orta halli refah toplumu’nu 2020 yılına kadar kapsamlı bir şekilde inşa ederek, ÇKP’nin Çin halkına ve tarihe verdiği önemli bir taahhüdüne ulaşacaklarını söylemişti.  Şi, böylece bu hedefin ilk 100 yıllık hedeflerine ulaşma anlamına geleceğini bildirmişti. Şi, 2013-2017 arasındaki dönemde ise verdikleri sözlerin çoğunu yerine getirdiklerini kaydetmişti.
ÇKP’nin “orta halli refah toplumu” inşası taahhüdünün ilk ayrıntılarında ise iç pazara yönelik üretimin artırılması ve 2016 yılından bu yana ikinci çocuğa izin verilmesi bulunuyor. Bu listenin nasıl genişletilip geliştirileceğinin ilk ipuçlarını ise belki de 18 Ekim’de alabileceğiz.  Ancak İstanbul’daki bir toplantıya katılan Pekin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Michael Pettis, Çin’in gerçekleştirdiği büyük yatırımlar sebebiyle üzerinde çok ciddi bir borç yükü olduğunu belirterek “Çin artık yatırımları azaltmalı. Büyüme için tüketimi canlandırılmalı. Yerel idarelerden hane halklarına transferler yapılmalı. Merkezi hükümet ekonomik reformlar gerçekleştirmeli. Bu yapılmazsa, büyüme yüzde 3’e kadar düşebilir” öngörüsünde bulundu.       
Bu değerlendirme çok haklı. Çünkü  Çin’in borcu 29 trilyon dolar düzeyinde ki, bu Türkiye’nin GSYİH’sı kadar yıllık faiz ödediği (870 milyar dolar) anlamına geliyor. Bu borçların ödenememesi sebebiyle bir krize girilmesi durumunda Çin’de büyümenin yüzde 3’e düşebileceği tahmin ediliyor. Böylesi bir durumda tüm dünyanın bu düşüşten olumsuz yönde etkileneceği ise sır değil.  
Peki bütün bu olup bitenler ve açıklanan yeni hedefler, Çin’in sosyalist bir ülke olmaktan vazgeçtiği anlamına mı geliyor? 2018 yılına yaklaşıldığı bugünlerde Çin, hala rejimini “Çin’e özgü sosyalizm” olarak tanımlıyor.  Çin Devlet Başkanı Şi, bu eylül ayı başında Şiamen kentinde düzenlenen 9. BRICS Zirvesi İş Forumunda yüzde 85’ini yabancı misafirlerin oluşturduğu 1.250 işadamı ve uzmana “Çin’e özgü sosyalizm” söylemini tekrarladı. Ancak aynı Şi, düzenlediği basın toplantısında dünya ülkelerine, küresel ekonomik yönetimde reform; açık, kapsayıcı bir ekonomi çağrısında bulundu. Bütün bu açıklamalardan Çin’in söylem düzeyinde de olsa sosyalizmden vazgeçmediğini, ancak pratikte küresel bir kapitalist ve küreselci düzeni savunduğu anlaşılıyor. Yaşanan bu durumun, ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın ekonomik korumacılık politikaları ile iyice açığa çıktığı biliniyor.     
Sonuçta ne olursa olsun Şi’nin söylemediği şey ise Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin oluşturduğu BRICS'in ekonomik büyüklüğünün 2020 yılı itibarıyla dünya toplamının yüzde 25'ine ulaşacağı, 2030 yılına kadar ise G-7 ülkelerinin toplamını geçeceğinin öngörülmesi… Böylece Çin “modern zamanlara ait bir sosyalizm”in 2030 yılında; kapitalist olduğunu söyleyen ülkelerin oluşturduğu ve Zenginler Kulübü olarak da adlandırılan G-7’yi (Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada) aşabilmesinde en önemli rolü oynamış olacak. Çin, Şiamen Zirvesinde BRICS’i daha kurumsallaştırarak ve aksiyoner hale getirmeyi hedefleyerek dünya ekonomisi üzerindeki patronluk iddiasını sürdüreceğini de ilan etti.  Bütün bu çizdiğimiz tablodan Türkiye için çıkarılacak sonuç ise şöyle özetlenebilir: Türkiye, Batı kadar Çin’e ve Doğu’ya da yüzünü dönmeli; ekonomik ilişkilerini daha fazla geliştirmenin yollarını bulmalı.

2 Ekim 2017 Pazartesi

TRUMP, EKONOMİK VAATLERİNİ HAYATA GEÇİRMEKTE ZORLANIYOR



Trump, seçim kampanyasında “Amerika’yı Yeniden Güçlü Yap” sloganını başarıyla kullanmış ve geniş kitleleri etkilemişti. Aradan geçen 8 ayda “Trumponomics” olarak adlandırılan ekonomi politikasının ana taşıyıcı kolonlarını kurmakta ciddi bir ilerleme sağlanamadı. 

Cahit UYANIK

ABD’de başkanlar için, görev dönemlerinin son 6-8 aylarında “topal ördek” deyimi kullanılır. Bu, başkanların görev süresi bitimine yaklaştıkça giderek etkinliğinin azalması eğilimi için üretilmiş bir siyasi tanımlamadır.  Başkan, yetkilerini tam olarak kullanamadığı için ‘tek ayağı üzerinde durmaya çalışan bir ördeğe’ benzetilir. Topal ördek tanımı, başkanlık seçimi sonucunun kesin olarak belirlendiği ve devir teslim yapılacağı Kasım-Ocak arasındaki 10 haftada iyice zirveye çıkar. Bu deyimin öznesi olmaktan hiç bir başkanın kaçması mümkün değildir.

Ancak görevi devralan yeni başkanların “topal ördek” dönemini sürdürmesi de (ABD’de son 8 aydır yaşanılan gibi) pek rastlanılan bir durum değildir. Çünkü yeni başkanların en rahat ettiği dönem, seçildiğinin ilk aylarıdır denilebilir. Kamuoyu desteğinin zirvede olduğu bu zaman diliminde, geniş kitlelerin beklediği ekonomik reformlara girişilerek verilen vaatler tutulmaya çalışılır. Aslına bakılırsa tüm demokratik ülkelerde de benzeri bir durum yaşanır.