Ülkü Tamer, Gaziantep'te çocukluğunun geçtiği evin kapısının önünde (2009) |
Hızlandırılmış tren, mavi tren, motorlu tren, elektrikli tren... Nereden bilelim bunları... 1940'larda, 50'lerde iki tür tren vardı bizim için: posta treniyle ekspres. İkisi de çuf-çuf. Kara tren.
Eksprese herkes binemezdi öyle. Pahalıydı. Her yere de gitmezdi, belirli hatlarda çalışırdı. O yüzden, varsa yoksa posta treni. Karayollarıyla yolculuk yok gibiydi. Bir yerden bir yere gideceksen... posta treni.
İstanbul-Antep arasını yılda en az altı kere giderdim posta treniyle. İki gün iki gece... O sıralarda benim için azapların en büyüğüydü. Eh, şimdi eziyetler unutuldu, 'nostalji' de girdi işin içine, özlemlerin en büyüklerinden biri oldu çıktı.
* * *
Antep'te tren istasyonu yoktu. En yakın istasyon Narlı'ydı. Elli kilometre ötede. Narlı'ya ekspres uğramazdı zaten. Haydarpaşa-Kurtalan posta treni uğrardı. Toros Ekspresi'ne binecekseniz taa Fevzipaşa'ya gitmek zorundaydınız.
Her akşam Fındıklı Garajı'ndan otobüs kalkardı Narlı'ya. Burunlu Austin. Garajda tanıdığınız varsa, torpilliyseniz, 'şoför mahalli'nde yer bulurdunuz. Bavullarınız, sepetleriniz otobüsün üstüne yüklenir, sallanan mendiller arasında yola koyulurdunuz.
Kentten çıkarken, Başkarakol'da, şoför, 'Hayırlı yolculuklar!' diye seslenirdi.
Yolculuk o zaman başlardı işte. Elveda Antep...
Elli kilometreyi hırıltılı Austin'le iki saatte alırdınız.
Narlı'da lüks lambalarının ışığında sivrisinekler karşılardı sizi.