Cahit UYANIK
Türkiye, 16 Nisan 2017
anayasa referandumundan “evet” sonucunun çıkmasıyla beraber
oldukça manidar ve
kritik bir sürece girdi. Üretim cephesini oluşturan iş dünyası temsilcileri,
daha referandum sonuçları açıklanır açıklanmaz, ekonomide uzun zamandır dört
gözle beklenen yapısal reformların gerçekleştirilmesi taleplerini yüksek sesle
dillendirdiler. “2014 ilkbaharından bu yana 4 seçim (Yerel seçim,
cumhurbaşkanlığı seçimi, iki kez milletvekili seçimi) ile bir referandum
yapıldı. Darbe girişimi yaşandı. Halen Olağanüstü Hal altındayız. Yani 3 yıldır
kesintisiz seçim ve istikrarsızlık ortamındayız. Siyaset yetti artık... Sıra
ekonomiye gelmeli” demeçleri gazete sayfalarını süsledi.
İş dünyasının bu güçlü
ana fikrine rağmen; 2017 yaz aylarına doğru gidilirken siyaset cephesinin
önceliği köklü ekonomik reformlar değil. Siyasetin gündeminin AB’nin hiç sıcak
bakmadığı idam cezasının geri getirilmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi’ni kurmak için uyum yasaları çıkarmak olduğu anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın idam cezasının –gerekirse- referandum konusu
yapılabileceği yönündeki söylemi, AB-Türkiye ilişkilerinde sert bir fren ve
geriye dönüş anlamına geliyor.
İdam cezası tartışması;
yıllardır ilerleme sağlanamasa da, yerinde saymasına ses çıkarılmayan
Türkiye-AB ilişkilerini gündemin en ön sıralarına taşıyor. Bu söylem, Fransa ve Almanya’daki genel seçimlerde
Türkiye’nin AB tam üyeliğine muhalefet eden kim varsa, onların elini
güçlendiriyor. 2017 yılı sonuna kadar AB’nin patron ülkesi Almanya seçim
ortamından, Türkiye ise anayasa uyum çalışmaları ortamından kolay kolay çıkacağa
benzemiyor. Öte yandan 2018 yılı AB’nin
İngiltere ile Brexit müzakerelerinin hızlanarak kendisine yeni bir perspektif
çizeceği dönem olarak öne çıkıyor. İngiltere’de
ise Brexit müzakerelerine yön verebilmek amacıyla Haziran ayında genel seçimler
yapılacak. Bu perspektif içinde Türkiye’nin AB’nin geleceğindeki rolünün ne olacağı da, önümüzdeki senenin
konuları arasında bulunuyor.