Ortadoğu Business etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadoğu Business etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2019 Pazartesi

AB-JAPONYA EKONOMİ ANLAŞMASI, TÜRKİYE'YE DE YENİ UFUKLAR AÇABİLİR



Cahit UYANIK

Şubat ayı başında dünya ekonomisinde gözler, ABD ve Çin arasındaki ticaret müzakereleri ile İngiltere’de Brexit’in nasıl gerçekleşeceğine çevrilmişti. Her iki meselede de uzlaşma umudu pek görünmezken önemli bir anlaşma yürürlüğe girdi: Avrupa Birliği (AB)-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması.

Bu anlaşma dünyanın en büyük ekonomilerinden AB ve Japonya’nın kurallara dayanan, adil ticaret için atmış oldukları önemli bir adımdı. Anlaşmanın dünya ekonomisinde korumacılık eğilimlerinin hız kazandığı bir dönemde gerçekleşmesi önemini daha artırdı. Anlaşma, Türkiye açısından da ilginç ve önemli sonuçlara yol açabilir. Bir tesadüf müdür bilinmez; Türkiye de, Japonya ile serbest ticaret anlaşması imzalamak için adeta gün sayıyor.

AB-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması görüşmeleri 2013 yılında başladı ama hız verilmesi; dış ticarette korumacılığı savunan ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve geldiği 2017 yılında oldu. Öyle ki, dünya ekonomisinin bu iki önemli lokomotifi 6 ay görüşüp, 2017 yılı sonunda tamamen anlaşmaya vardıklarını ilan ettiler. Onay süreçlerini tamamlayıp, anlaşmayı 2019 yılı başında hayata geçirdiler. Böylece anlaşma yürürlüğe girdiğinde, dünya GSYH'sinin yaklaşık yüzde 28,5’ine sahip dünyanın en büyük 2'inci ve 4'üncü ekonomisi arasında, 635 milyon nüfuslu bir serbest ticaret alanı tesis edilmiş oldu.

28 Ocak 2019 Pazartesi

DÜNYA ARTIK DAHA AZ BORÇLANARAK YAŞAMANIN YOLLARINI BULMALI


 Cahit UYANIK

İnternette sörf yaparken hiç “ülke borç saati” siteleri ile karşılaştınız mı? Söz gelimi; “Usdebtclock” adlı web sitesine girildiğinde Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) borç rakamlarının baş döndüren bir hızla arttığı görülebiliyor. Bu yazının yazıldığı 08 Ocak 2019-Salı günü, dünyanın patronu gözüyle bakılan ABD’nin borçları 21 trilyon 923 milyar dolar düzeyindeydi. Buna benzer web siteleri sırf ABD değil, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir çok ülkenin ulusal borcunu da anlık (real-time) olarak size gösterebiliyor.

Dünyadaki borçların gelişimini düzenli olarak takip eden Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), 2018’in ilk çeyreğinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülke borçlarının, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,1 artarak 247 trilyon dolara yükseldiğini açıkladı. Bu borcun 61 trilyon doları finans sektörüne ait iken, 186 trilyon doları ise hane halkları, finans sektörü dışında kalan şirketler ve devlet borçlarından oluşuyordu. Dünyadaki tüm ülkelerin yıllık üretim tutarları toplamının 80 trilyon dolar civarında olduğunu söylersek, bu dev borç stokunun ciddiyeti iyice anlaşılabilir.

26 Eylül 2017 Salı

‘REEL SEKTÖRÜN BOZULMAYAN GÜVENİ’ NE ANLAMA GELİYOR?


Cahit UYANIK

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) her ay Ekonomik Güven Endeksi (EGE) açıklıyor. EGE, tüketici ve üreticilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetleyen bileşik bir endeks. Öyle ki EGE, 5 bileşen ve 20 alt endeksten oluşurken ekonominin üretim ile tüketim cephesindeki “güven” kavramını ölçmeye çalışıyor.

EGE’nin 100’den büyük olması genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliği, 100’den küçük olması ise kötümserliği gösteriyor. Bir ekonomide “güven” kavramı çok önemli. Çünkü ekonomideki kararlarımızda bu kavram, neredeyse kilit konumda. Güven, içinde mantığı ve duyguyu barındırıyor.

İşte EGE Temmuz-2017’de 98,9’dan 103,4’e yükseldi. Böylece 2016 yılı başından bu yana en yüksek noktasına ulaştı. EGE, 2016 yılının hiçbir ayında 100’ü geçememişti. Bunun sebepleri arasında Rusya ile ambargo krizi, turizmdeki gerileme, Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonuna girişmesi gösterilebilir. EGE, başkanlık sistemine geçişle ilgili anayasa değişikliği görüşmelerinin başladığı 2017’nin ilk ayında ise 85,9’a inerek adeta “dip” yaptı. Türkiye gibi hızlı siyasi değişimlerin yaşanabildiği bir ülkede bazı dönemlerde EGE’nin hızlı düşüşü normal karşılanmalı.

Ancak şu ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum: EGE’nin alt bileşenlerinden birini oluşturan Reel Kesim Güven Endeksi (RKGE) 2016’nın tamamı  ve 2017’nin ilk 7 ayında hiçbir zaman 100’ün altına düşerek kötümserlik bölgesine girmedi. Ancak aynı şeyi hizmetler, perakende ve inşaat sektörü için söyleyemiyoruz. Bu sektörlerdeki güven havası, çoğunlukla kötümserlik bölgesinde seyretti. 

RKGE, imalat sektörüne ait mevsim etkilerinden arındırılmış verilerle oluşturuluyor. Demek ki 15 Temmuz Darbe Girişimi bile ülkedeki üretici kesimlerin, kötümserlik havasına kapılmasını sağlayamadı. Reel sektörün kolay kolay morali bozulmuyor ama Türkiye’de son yıllarda (imalat sektörü olarak da bildiğimiz) bu alandan bir uzaklaşma yaşanıyor. Artık imalat sektöründe dev yatırımlara pek rastlanmıyor. Mevcut üreticiler, kâr oranındaki düşüş sebebiyle kapasite artışlarıyla yetiniyorlar. Türkiye’deki bir çok üretim tesisi yabancı yatırımcılar tarafından satın alınıyor. Çünkü yabancı yatırımcı sıfırdan yatırıma sıcak bakmıyor ve mevcut üretim tesislerini satın almakla yetiniyor.  


Sözün özü EGE’nin son 1,5 yıllık verilerinden çıkarmamız gereken ders şu: Ekonomide moralimizin kolay bozulmaması ve daha düzelmesi için, acilen ‘imalat aşkı’nı yeniden canlandıracak köklü bir reel sektör reformu yapmalıyız. 
(Ortadoğu Business Dergisinin Eylül-2017 tarihli 44. sayısında yayınlanmıştır.) 

10 Temmuz 2017 Pazartesi

MB: YAPISAL REFORMLAR, EKONOMİK BÜYÜMEYİ YILDA 1,5 PUAN ARTIRABİLİR


TCMB, Türkiye ekonomisini yakından izleyen G-20’nin; yapısal reformların ülke üretim kapasitesini (potansiyel GSYİH’sini) 5 yıl içinde yüzde 7,5 civarında artıracağını hesapladığını belirtti. 

Cahit UYANIK

Türkiye’de 2014 ilkbaharından bu yana 4 seçim yapıldı. Yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi, iki kez milletvekili seçimi ile bir referandum gerçekleştirildi. Üstüne üstlük; ülkede kanlı bir darbe teşebbüsü yaşandı. Yani 3 yıldır kesintisiz seçim ve istikrarsızlık ortamındayız. Bu ortam ekonomide büyüme oranının yüzde 3’lere gerilemesi ve yüzde 13’lük işsizliği beraberinde getirdi. Hemen herkesin ağzındaki ortak şarkı şu: 2014-2017 arasındaki süreci, bir geçiş dönemi olarak düşünelim; sıranın artık ekonomiye geldiğini görüp, işimize bakalım.

Elbette Türkiye’nin “işimize bakalım” denilen önümüzdeki döneminin niteliği, mevcut üretim düzeyini korumak değil; ekonomiyi yeniden bir ‘zıplama dönemi’nin içine sokmak olmalı. Çünkü Türkiye, şu anda orta gelir tuzağına düşmüş bir ülke ve kişi başına geliri 10 bin dolar ve etrafında dönüp duruyor. Oysa genç ve dinamik nüfusa sahip, iddialı bir ülke olan Türkiye’nin hedefi bu rakamın iki katı kadar… Bunu başarabilmek, yani ekonomiye bir ‘zıplama dönemi’yle nefes aldırabilmek için yapısal reformlara acilen başlanması gerekiyor. Ancak yapısal reform denilince herkesin tanımı farklılaşıyor. Yapısal reformları, ülkedeki üretim düzeyini kalıcı ve istikrarlı olarak artıracak, kazanımları da koruyacak her türlü yenilik olarak tanımlayabiliriz.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) ‘Yapısal Reformlar ve Büyüme Üzerindeki Etkileri’ başlıklı çalışmasında “Kısa vadeli çözümler yerine kalıcı çözüm ve iyileştirmeler sağlamak amacıyla, ekonomik yapıyı oluşturan yasal çerçevede, piyasaların işleyişinde veya ekonomik kurumların yapısında değişiklik öngören her türlü politika yapısal reform kapsamında değerlendirilebilir” analizinde bulunuluyor. TCMB, Türkiye ekonomisini yakından izleyen G-20’nin; yapısal reformların ülke üretim kapasitesini (potansiyel GSYİH’sini) 5 yıl içinde yüzde 7,5 civarında artıracağını hesapladığını belirtiyor. Örneğin; Türkiye’nin potansiyel GSYİH büyüme hızı bu reformların yapılmadığı durumda yıllık yüzde 4 ise; reformlar, potansiyel ekonomik büyüme hızını yüzde 5,5’e çıkarıyor. 

Peki TCMB, hangi alanda yapısal reformlar yapılması gerektiğini düşünüyor? TCMB; Ürün Piyasaları Reformu, İşgücü Piyasası Reformları,  Kamu Maliyesi ve Vergi Reformu, Beşeri Sermaye ve Eğitim alanları ile birkaç mikro alanda reform yapılmasını öneriyor. TCMB üretim düzeyini kaliteli bir şekilde artırmanın; işsizliğin azaltılması kadar, düşük enflasyonun sağlanmasına da katkı sağlayacağına inanıyor. Evet, Türkiye artık nefesini tuttu ve ekonomide yapısal reformları beklemeye başladı. Daha fazla, daha kaliteli aş ve iş için…
(Ortadoğu Business Dergisinin Temmuz-2017 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.)

7 Nisan 2017 Cuma

TÜRKİYE, EKONOMİK KORUMACILIĞA KARŞI HEMEN HAREKETE GEÇMELİ

Cahit UYANIK

Donald Trump’ın ABD Başkanlık koltuğuna oturmasının üzerinden yaklaşık 3 ay geçti. İngiliz The Economist Dergisi, Trump’ı seçim kampanyası sırasında “Dünya ekonomisi için IŞİD’den daha büyük bir tehdit” olarak tanımlamıştı. Aynı dergi, Trump başkan seçildikten sonra  siyaset bilimine daha uygun bir tanımlama yapmaya başladı: Trump, ekonomi milliyetçisidir. The Economist’in bu tanımlamalarının geri planında Trump’ın ekonomik korumacılık yönündeki söz ve davranışları yatıyor.

Trump’ın ABD ekonomisinde daha fazla istihdam yaratılması için gümrük duvarlarını yükseltmek dahil, en sert ekonomik korumacılık önlemlerine başvuracağı kesin gibi. Dünyada ekonomik liberalizmi savunan uluslararası hukuk kuralları Trump yönetiminin pek umurunda değil. “Etkilenen ülkeler mahkemeye gitseler bile davalar yıllar sürer” düşüncesindeler. Bu gidişat, dünyanın yeni yükselen ekonomik gücü Çin’i de çok korkutuyor. Çin Hükümeti Mart ayı sonunda, ülkedeki düşünce kuruluşlarına talimat vererek Trump’ın ekonomik korumacılık icraatlarına karşı nasıl karşı tepki verilebileceğini araştırmalarını istedi. Anlayacağınız Komünist Parti tarafından yönetilen Çin, dünya ekonomisinde liberal eksenin liderliğine soyunuyor!

9 Mayıs 2016 Pazartesi

BM DÜNYA İNSANİ ZİRVESİ, SIĞINMACI SORUNUNDAKİ SAMİMİYETİ SINAYACAK


Cahit UYANIK


Yıl 1402… Moğol Hükümdarı Timurun önünden kaçan Azerbaycan hükümdarı Karakoyunlu Kara Yusuf ve Irak hükümdarı Ahmed Celayir, Osmanlı padişahı Yıldırım Sultan Bayezid’e sığındı. Timur, mektup yazarak Bayezid’den bu iki hükümdarı  iade etmesini istedi. Osmanlı’nın kökünü oluşturan Oğuz Töresi, kendisine sığınanların kesinlikle iade edilmemesini hüküm altına almıştır. Bayezid de bu töreye uydu ve kendisine sığınanları Timur’a vermedi. Bayezid, bu kararı ile 15’inci Yüzyıl’ın dünyadaki en büyük ordusuyla savaşmayı göze aldı. Bayezid, Ankara yakınlarındaki savaşı kaybetti ve Osmanlı devleti yıkılmanın eşiğine geldi. Yaklaşık 12 yıl süren “Fetret Devri” yaşandı ve Osmanlı Devleti yok olmanın eşiğinden döndü.

Yıl 2011-2016… Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’deki iç savaştan kaçarak kendisine sığınan yaklaşık 3 milyon kişiye kucak açtı. Halen 3,1 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iş aramasına rağmen, Suriyeli sığınmacılar için yaklaşık 10 milyar dolar harcadı. Harcanan para, kamplarda kalan yaklaşık 300 bin Suriyeli içindi. Kampta kalmayan Suriyeliler ise başta Gaziantep, Kilis, Adana, Mersin, İzmir, İstanbul, Ankara olmak üzere ülkenin neredeyse tüm şehirlerine yayılarak yaşamaya başladı. Türkiye, Suriyelilere yaşamlarını sürdürmeleri için barınma, iş, sağlık ve sosyal yardım imkanı sağladı.

7 Mart 2016 Pazartesi

TÜRKİYE, İZLEDİĞİ ORTA DOĞU POLİTİKASI SAYESİNDE AB’YE TAM ÜYE OLABİLİR

Cahit UYANIK

2016 yılına girildiğinde Türkiye’deki görünen gündem maddelerinin  çoğu Orta Doğu kaynaklı. Terörle mücadele,  Irak-Şam İslam Devleti  (IŞİD), Suriye sorunu,  Suriyeli mülteciler ve başkanlık sistemine geçiş tartışmaları akla ilk gelenler… Ama Türkiye’nin bir yandan da Avrupa Birliği (AB)  bağlamında bir gündemi var ki,  odağında Orta Doğu’daki gelişmelerin bulunduğu kolaylıkla söylenebilir. 

Bir kaç yıl geriye dönüp baktığımızda, Türkiye-AB ilişkileri adeta buzdolabına konulmuştu. Türkiye, belki de AB ile ilişkilerde yaşanan boşluğu değerlendirmek adına, belki de ileride yaşanabilecek gelişmelere daha önceden vakıf olduğu için; son 4-5 yılda Orta Doğu kökenli sorunlarla  daha çok haşır-neşir olmaya başladı. AB’nin bir tarafa, Türkiye’nin bir başka tarafa baktığı bu manzara, geçen yıla kadar sürdü. Bu manzara, Türkiye’nin bir kaç kentindeki  ve Paris’teki terör saldırılarının yanı sıra, Aylan bebeğin cansız bedeninin kıyıya vurmasıyla değişti.

31 Ocak 2016 Pazar

ORTA DOĞU’DA MİKRO DÜNYA SAVAŞI VAR

Cahit UYANIK

Daha yazının başında yaşananların ismini koyalım: Orta Doğu’da petrol ve doğal gaz temelli bir ‘Mikro Dünya Savaşı’ var. ‘Mikro dünya savaşı’ ile bu bölgedeki etnik yapılar, mezhepler ve çeşitli örgütlenmeler üzerinden sürüp giden global ölçekte bir silahlı mücadeleden bahsediyoruz. Peki bu ‘mikro dünya savaşı’ neden yapılıyor? En akla yatkın sebep bu bölgenin, dünyanın en önemli  petrol  ve doğal gaz rezervlerine sahip olması…

Orta Doğu dünya petrol üretiminin ortalama yüzde 40’nı karşılıyor ve dünya petrol rezervlerinin yüzde 48,5’ine sahip.  Sadece Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin 1/4’üne sahip ve bu rakam ABD’nin petrol rezervlerinin 10 katı büyüklüğünde.  Orta Doğu’daki kanıtlanmış doğal gaz rezervleri ise dünyanın yüzde 43’üne karşılık geliyor. Buna karşılık dünya ekonomisine yön veren büyük devletler  ‘enerji fakiri’ sayılabilecek durumdalar. ABD, Japonya, Çin, Almanya, Fransa, Türkiye ve diğerleri… Enerjilerinin çoğunu bu bölgeden temin ediyorlar. 

4 Haziran 2015 Perşembe

G-20, “GAZİANTEP-20” OLAMAZ MIYDI?

Gaziantep, üretim ile pazarlama süreçlerindeki bu başarısını ve becerisini, artık “Gaziantep-20” ruhundaki uluslararası çaptaki önemli toplantılara ev sahipliği yaparak gösterebilmeli... 

Cahit UYANIK

Türkiye, 2015 yılının G-20 dönem başkanı. Yıl boyunca Türkiye’nin değişik kentlerinde G-20 ile ilgili değişik konuları içeren toplantılar yapılacak. Bunların bazıları düzenlenmeye başlandı bile… Toplantılar İstanbul, İzmir ve Ankara’da yoğunlaşıyor. G-20’nin zirve toplantısı ise Kasım ayı içinde Antalya’da gerçekleştirilecek.

“Bunun Gaziantep olarak bizimle ne ilgisi var?” diyebilirsiniz. G-20’nin resmi açık adı Group of 20… Bir an durup düşünelim: Gaziantep, baş harfin aynı olmasının da desteğini yanına alarak, G-20’nin toplantılar dizisinin birine “Gaziantep-20” adıyla ev sahipliği yapamaz mıydı?