19 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SİYASET ESNAFININ SON ÇIRPINIŞLARI

Cahit UYANIK 

Liderler yapamayınca hayat yapıyor. Kabine, kendi kendisini revize edip duruyor. Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova bunun son örneği idi. Yalova, devleti ekonomik hayattan çekme konusunda bugüne kadar gelmiş geçmiş en iddialı bakanlardan biriydi. Ama Yalova da çelişkiye düştü. 

Hem devletçilik hem özelleştirme yapmaya çalışınca koltuğu altından kayıverdi. Yalova'nın 2 aydır Tütün Yasasını sümenaltı ettiği biliniyordu. Yalova siyasi kulislerde koltuğu tehlikedeki bakanlardan sayılıyordu. Liderler, revizyon söylentileriyle kabine üyelerine iş yaptırmaya çalışınca blöfleri tutmadı. Yılmaz'ın 'has adamı' olarak bilinen Yalova bile resti gördü.

Tütün üretiminin yoğunlaştığı Aydın ve İzmir yöresindeki seçmene selam çakmaya çabalayan Yalova, aslında amacına ulaştı. Bazı iddialara göre Yalova, bu açıklamaları bilerek, isteyerek ve planlayarak yaptı. Genel Kuruldan daha yeni vize alarak çıkan ve muhalefet partisi DYP'ye yakınlığı ile bilinen TZOB Başkanı Erol Yücel'i ziyaret ederek gelecek seçimler için kendisine sağlam bir liste başı yer de edindi. Zaten Yalova, istifa ettiğinin ertesi günü seçim bölgesinde tütün üreticileri tarafından davul-zurna ile karşılandı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / FİNANSÇILAR LOBİ YAPMAYI ÖĞRENMELİ

Cahit UYANIK 

Başbakan Mesut Yılmaz'ın geçen Cuma günü açıkladığı 4 ekonomik tedbir, finansçıların yaklaşık 1 aydır çığırtkanları andıran bir çabayla sürdürdüğü çalışmaların amacına tam anlamıyla ulaşamadığını gösterdi. Koparılabilen tek ciddi taviz, Haziran başında yasaklanan forward işlemlerine yeniden izin verilmesi oldu. 

Finansçılar yılbaşında müşteri repolarına yüzde 6 vergi konulmasından sonra mal bulmuş magribi gibi forward işlemlerine yeniden sarılmışlardı. Amaç, eski deyimle vergiden içtinap (kaçınmak) imkanı yaratıp müşterilerini rahatlatmaktı. Bu tavır erken fark edildi ve cezalandırıldı. Forward cazibesini yitirdi.

Ama olay bununla da bitmedi: Vergi Yasası'yla bankaların kendi aralarındaki repo işlemlerine de vergi getirilince vavela koptu. Cuma günü açıklanan mini paket sonrasında forward tavizi alındı ama bankalar arası repoya verginin devam etmesi bunun önemini azalttı. 

Bundan sonra bankalar, kendi aralarındaki repoya konulan vergiyi yansıtmak için normal müşteri repolarına daha fazla asılacaklar. Böylece forward işlemleri de gerçek seyrini bulabilecek. Hükümetin açıkladığı bankalar arası mevduat faiz vergisinin sıfırlanması ise bir süredir durgunlaşan mevduat toplama yarışını yeniden canlandırabilir. Bu gelişmeleri bekleyip hep birlikte göreceğiz. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SEÇİM İSTEMEYENLERİN HESABI NE?

Cahit UYANIK 

Başbakan Mesut Yılmaz'ın Bankalar Birliğindeki açıklamaları sırasında en kritik soru şuydu: Eğer Rusya Krizi olmasaydı, yine bu tedbirleri alır mıydınız? Yılmaz'ın soruya verdiği 'hayır' cevabı, bir pişmanlığın ve mecburiyetin açık ifadesi gibiydi. Toptan eşya fiyat artış hızının yüzde 70'lerin altına doğru iniş gösterdiği bir ekonomide, yüzde 150'leri yani yüzde 80'e yakın reel getiriyi kendine reva gören bir finans sisteminiz varsa başbakanların bile eli kolu bağlanır elbette...

Başbakan Mesut Yılmaz'ın bundan sonra dikkat etmesi gereken noktalar açıkça ortaya çıktı. Finansçılar, istedikleri parasal tavizi koparır koparmaz reel siyasete de müdahale etmeye başladılar. "Seçim istemezük" diye bağıranların arasına katıldılar. Bu grup daha seçim kararının verildiği 1 ay öncesine kadar "Rahat nefes aldık. En azından önümüzdeki 9 ayı şimdiden görebiliyoruz" demiyor muydu? Neden seçim istemeyenlerin sesi daha çok çıkmaya başladı ve bu koroya finansçılar da katıldı? 

Bunun siyasetin üst yapı ilişkileri ile yakın bağları var. Yani siyasetin ekonomideki 'bölüşüm' fonksiyonundan söz ediyorum. Yılmaz, milli iradenin her türlü çıkar ve çıkar grubunun üzerinde olduğunu düşünerek adımlarını ayarlamalı. 

18 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DERVİŞ GÜNAH KEÇİSİ OLDU

Cahit UYANIK 

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, hükümetin günah keçisi oldu. Henüz resmi kayıtlara geçmiş siyasi bir kimliği bulunmayan Derviş yüzünden hükümet bozulursa, sanırım Türkiye dünya siyaset tarihine geçer. 

Yıllardır Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı görevini yürütürken 'Türkiye'nin yüz akı', 'Uluslararası kuruluşlarda çalışan gurur duyduğumuz Türklerden biri', 'Dünyada yoksulluğu bitirecek adam bir Türk' gibi payelerle onurlandırdığımız Derviş, şimdi neredeyse 'ajan' ilan edilecek. Derviş ne kadar şark tipi siyasi kurnazlık varsa hepsinin içine 'cup' diye düştü. Kapalı kapılar ardında 'canım-cicim' konuşmaları, gazetelere sızdırılan bilgilerde ise riyakarlığın bini bir para...

Hadi Derviş'in yarın açıklanacak olan Niyet Mektubunun tam metnini liderlere veya koalisyonun MHP kanadına göstermediğini kabul edelim. O zaman insana sormazlar mı, IMF'ye daha önce verilen biri ana 4 niyet mektubunun altında kimin imzası vardı? Yine koalisyonu oluşturan 3 partinin liderinin bakanları ve Merkez Bankası başkanının imzaları değil mi? 

1999 Aralık ayındaki ilk niyet mektubu öncesinde 5 bankaya el koymadık mı? El konulacak bankaların isimlerinin IMF'ye verilen gizli belgelerde açıkça bildirildiği kulislerde konuşulmadı mı? O zaman şeffaflık denince aklınız neredeydi? IMF'ye verilen 4 niyet mektubunda da şeffaflık nutukları atılırken, gönderilen ek belgelerde daha başka hangi sözler bulunuyordu, bilmiyoruz. Eğer ortada bir şeffaflık ve bilgi netliği arayışı varsa, o zaman bu arşivleri de tek tek incelemeye açalım.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / IMF VE SİYASETİN SİNİR KATSAYISI

Cahit UYANIK 

IMF Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen bugün temaslarına başlayacak. Kahkonen'in ziyareti ilginç bir politik ortama denk geldi. Koalisyon hükümetindeki MHP-Kemal Derviş gerginliği artık iyice su yüzüne çıktı. Bu gerginliği Başbakan Bülent Ecevit ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da açıkça telaffuz ediyor. 

Kahkonen'in bu seferki temaslarının siyasi ortamı koklamaya dönük olacağını söylemek mümkün. Çünkü siyaset kurumu -IMF'nin de kabul ettiği gibi- çok hızlı bir şekilde reformları yaparken yıprandı. Durum öylesine bir noktaya geldi ki IMF Başkanı Horst Köhler bile Türkiye'deki hükümete birlik çağrısı yaptı. Hükümetteki sarsıntıların sonucu oluşan tatsız görünüm basit sıva çatlakları ise sorun yok. Ama henüz ortaya saçılıp dökülmemiş derin anlaşmazlıklar varsa sarsıntıların devam edeceğini kolayca söyleyebiliriz.

IMF ve DB'nin taahhüt ettiği 3,2 milyar dolarlık kaynak Pazartesiden itibaren peyderpey  birkaç gün içinde Hazine'ye giriş yapacak. Bu para  cari kurdan yaklaşık 5 katrilyon liraya karşılık geliyor ve bu yılki bütçe açığının 30 katrilyon lira civarında planlandığı düşünüldüğünde ekonomide ciddi bir kan tazelemesi etkisi yapacağını söyleyebiliriz. Tabii Hazine'nin kullanacağı paradan 600 milyon dolarlık Tarım Reformu Kredisini düşmek zorundayız. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EKONOMİK HEDEFLER SAMİMİ DEĞİL

Cahit UYANIK 

Hükümetin 1999 ekonomik hedefleri belli oldu. Ekonomik hedefler 'kağıt üzerinde' olumlu bir tablo çiziyor. Ekonomi yönetimi, önümüzdeki yıl kemer sıkılacağı konusunda açıklama üstüne açıklama yayınlıyor. Gerek kamu gerekse özel sektörün tüketim hızının düşürülmesi; kemer sıkma yönündeki niyet beyanının en açık belirtisi... Ancak 1999 ekonomik hedeflerini 1998 hedefleri kadar samimi bulmak mümkün değil. Bunun çeşitli sebepleri var.

En önemli samimiyetsizlik göstergesi enflasyon hedefine ilişkin... Hükümet kendi açıkladığı 1998 enflasyon hedefini bile 8 puan revize etti. Bu revizenin ne kadar başarılı olduğu 2 aya kadar belli olacak. Birçok ekonomist, bu rakamın yüzde 62 ile 64 arasında gerçekleşeceğini hesaplıyor. Eğer enflasyon yüzde 60'ın üzerinde kapanırsa çiçeği burnunda yüzde 35'lik 1999 hedefi, daha başta kendi kendini revize edecek.

Yüzde 35 rakamının tutturulamayacağının bir başka belirtisi de ekonomik dengeler içerisinde ulaşılması öngörülen 4 milyar dolarlık dış borç hedefiyle ilgili... Türkiye, son 3 yıldır tahvil ihracı yoluyla en fazla 2,7 milyar dolarlık dış borç rakamına ulaşabildi. Bu yıl ise 1,8 milyar dolarda kalması bekleniyor. 1999 için öngörülen 3 milyar doları tahvil, 1 milyar doları proje kredisi şeklindeki borçlanma hedefinin realize edilmesi çok zor görünüyor. 

Bunun sebebini de aslında yaşanan gelişmeler ve bizzat ekonomi yönetiminde bulunanların kendi ağızlarıyla yaptıkları açıklamalarda izlemek mümkün. Dünya ekonomisinin yaşadığı olumsuz konjonktür ortada durur ve dış piyasalardaki borçlanma maliyetleri ateş pahasına ulaşırken, 4 milyar dolarlık dış kaynak sağlama hedefini samimi bulmak mümkün değildir. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BAYKAL'IN YAPMASI GEREKEN...

Cahit UYANIK 

Geçen Cumartesi günü CHP Kurultayını izlerken bir nokta dikkatimi çekti. Baykal'ın salona iddialı girişinin ardından yaptığı konuşmada önceliği ekonomiye vermesi, salonda en ufak bir heyecan dalgası yaratmadı. Baykal, konuşmasının neredeyse yarısını Türkiye'nin içler acısı ekonomik gerçeklerine sahip çıkmaya ve bunlara getirecekleri çözüm önerilerini anlatmaya ayırdı. 

Baykal, teşhislerinin önemli bir bölümünde büyük isabet gösterdi. Çözüm önerilerinin bazıları tartışma götürse de genelde Türkiye'deki sosyal demokrat ekonomi kültürü birikiminden beklenmeyecek kadar pratiğe dönüktü. Baykal, uzun yılların getirdiği hatiplik tecrübesini ne kadar iyi kullandıysa da salonu ekonomi konuşarak bir türlü canlandıramadı.

Baykal ne zaman ki Başbakan Mesut Yılmaz'a ve hükümete saldırmaya başladı; işte salon o zaman aşka geldi. Alkışlar, bravolar, 'Başbakan Baykal' sloganları gırla gitti. Anlayacağınız CHP'de gündelik siyaset, hala köklü ve kalıcı çözüm önerilerinin beslediği akla dayalı siyasete baskındı.

Bu satırları yazarken halen CHP Genel Başkanı resmen seçilmemişti. Ama ortada Baykal'ın karşısına çıkacak ciddi bir aday da görünmüyordu. Baykal, bu kurultay sonrasında üstleneceği genel başkanlık göreviyle belki de siyasi yaşamının en kritik ve güç dönemine girecek. Bu Kurultay, -kendi ifadesine göre- Baykal'ın 1970'lerden beri savunduğu 'ekonomiye dayalı sosyal demokrasi'nin ilk kez güç kazandığı bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 'VERGİ REFORMU'NUN SONRASI...

Cahit UYANIK 

Yaklaşık 10 aydır gündemde bulunan 'Vergi Reformu'nun nasıl ve neden yasalaştığının gözle görülür vaziyeti, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler bittikten sonra Meclis Genel Kurul Salonunda rahatlıkla gözlenebildi. Görevlilerin dolaştırdığı kupalara oyunu atan tüm milletvekilleri bir anda ortadan toz oldu. Sanki suçluymuş, sanki istemeden birşeyler yapmaya zorlanmış gibiydiler. 

Bunun tek istisnası DSP Grubunun milletvekilleriydi. Onlar oylamanın sonuna kadar salonda beklediler ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in konuşmasına alkışlarla destek verdiler. Yasanın çıkarılma sürecinde büyük dirayet gösterdiği için Maliye Bakanı Temizel ve ekibini kutlamak gerekiyor. Temizel, tasarıya bir siyasetçiden çok Maliye teknokratı gibi baktığı içindir ki başarılı olabildi. 

Elbette partisinin lideri ve grubunun da desteğini eksiksiz hissedince Temizel, Türk vergicilik tarihine 'ikinci büyük reformu yapan kişi' olarak geçti. İki seçimin aynı anda yapılacağının kesinleştiği şu günlerde, böyle bir tasarının yasalaşması toplumsal konsensüsü sağladığını gösterir.

17 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇETE YASASINDAKİ 'BUDAMA' AKILCI MI?

Cahit UYANIK 

Organize Suçlarla Mücadele Yasa Tasarısının Meclis'teki budanma süreci 'ilginç' bir değişiklikle başladı. Eğer tasarı bu şekilde yasalaşırsa organize suç işleyenler DGM'lerde değil ağır ceza mahkemelerinde yargılanacak. Bu değişikliği savunan DSP'li Adalet Komisyonu Başkanı "Avrupa'nın DGM'leri bu kadar sert eleştirdiği bir ortamda, bu mahkemelere yeni yetkiler tanıyamazdık" dedi.

Türkiye'de sapla samanın sık sık birbirine karıştığını bu köşede yineleyip duruyoruz. Yaşamının baharında, kanının fıkır fıkır kaynadığı bir zamanda  "Duvara afiş yapıştırdı" diye DGM'lerde yargılanıp 15-20 yıl hapis cezasına çarptırılan gençlerin dramı bile sayın milletvekillerimize ders olamıyor. Uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı. fuhuş, kumar, kalpazanlık gibi işleri organize edip (yani örgütleyip) kazandığı parayla legal ekonominin dibine dinamit koyan adamlar ağır cezalık; zavallı üniversiteliler DGM'lik!

Yasa dışı kazançlarıyla siyasi partilere bağış üstüne bağış yapan, bürokrasinin kilit noktalarında adamlar satın alan, istihbarat örgütlerindeki üst düzey atamalara bile müdahil olanlar ağır cezalık; duvarlara artık anlamı bile kalmamış birkaç slogan karalayan çocuklar DGM'lik! El insaf. Ya DGM'leri lağvedip tüm suçları ağır cezaya gönderin ya da organize suç çetelerine bu kıyağı çekmeyin...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YİĞİT OLAYI'NDAN ÇIKARILACAK DERSLER

Cahit UYANIK 

İş dünyası-mafya-siyaset ilişkileri Apo'nun yakalanmasıyla birdenbire gündemin ikinci sırasına düştü. Ama bu, gündemden çıktığı anlamına gelmiyor. Ekim ayı ortasında Fikri Sağlar'ın açıkladığı Korkmaz Yiğit-Alaattin Çakıcı kasetiyle başlayan süreç, Türkiye'nin geleceği için ders alınması gereken birçok sonucu ortaya çıkardı. Karışık kafalara faydası olur diye bunları alt alta yazmakta fayda var:

● Türkiye'de 'ihale süreci' diye bir kavramı siyasetçiler bile önemsemiyor. Çiller ihale zarfını açıyor; Yılmaz ihaleye 7-8 saat kala koyun pazarlığı gibi banka pazarlığı yapıyor. Başbakan bile ihaleye fesat karıştırma suçlaması ile karşı karşıya kalabiliyor. Devletin her yıl çok çeşitli konularda 20 ila 30 bin arasında ihale açtığı tahmin ediliyor. Bu ihalelerin çok önemli bir bölümünün sağlıksız olduğu artık ortaya çıktı. Yapılması gereken şey 2886 sayılı İhale Yasasını değiştirmeyi hedefleyen önerileri dikkatle dinlemektir. Bu çerçevede Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in önerdiği harcama reformu en derli toplu çalışma gibidir. 

● Türkiye'de özel sektör henüz sanıldığı kadar gelişkin değildir. Etiketinde 'özel sektör' yazan birçok kuruluş devlet ihaleleri sayesinde palazlanmış ve sermaye birikimi sağlamıştır. Kamuran Çörtük'ün sürekli siyasetçilerle içli dışlı olması; bu ilişkiyi kopartamadığının ve kopartmak istemediğinin en açık göstergesidir. Siyasetçiler bu tür iş adamlarının yatlarında, tatil köylerinde yatıp kalkmak gibi huylarından vazgeçmelidir. Hele hele devletin 5 yıldızlı otelleri kıskandıracak dinlenme tesisleri mevcutken...

16 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANA 'ATILIM' DEMEYİN...

Cahit UYANIK 

Bazı sözcükler vardır ki talihsizdir. Kapsadığı içerik ne kadar güzel olursa olsun, insanlarla yıldızı bir türlü barışmaz. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin 'uzlaşma ve atılım hükümeti' olarak tanımlandığını duyduğumda özellikle 'atılım' sözcüğüne takılıp kaldım. 

Benim gözümde bu sözcüğün talihsiz serüveni 1992 yılının soğuk bir Ocak sabahında başladı. Dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller, Yeni Başbakanlık Binasında lazer uçlu kalemiyle biz gazetecilere 'Ekonomide Dengeleme, Üretim ve Atılım Programı'nı anlatırken, zavallı 'atılım' sözcüğünün kaderiyle oynadığını bilmiyordu. 

En son 1988 yılında eli yüzü düzgün bir ekonomik paket gören biz ekonomi gazetecileri dengeleme ve üretim gibi iki mütevazı sözcüğün arkasına eklenen 'atılım' kelimesini duyunca umutlanmadık değil. Çünkü Tansu Çiller'in 1991 seçim kampanyası boyunca ağzına sakız ettiği 'Ulusal Dinamik Denge Modeli'ni (UDİDEM) pek gözümüz tutmamış, 'aşırı akademik ve ülke gerçeklerinden uzak' bulmuştuk.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / GAZETECİLER KURTULDU; BANKACI KIYIMI SIRADA

Cahit UYANIK 

Bu hafta affınıza sığınarak Bankacılık Yasa Tasarısı konusunda birkaç şey yazmak istiyorum. Çünkü bu tasarı tartışıldığı dönemde değil, yumurta kapıya dayandığı zaman yasalaşma yoluna girdi. Hal böyle olunca bundan 7-8 ay önce yapılan tartışmalar unutuldu gitti. Bu nedenle tasarının kritik bir maddesine dikkatlerinize çekeceğim. 

Ama önce mesleğimizi ilgilendiren sansürcü zihniyetin bu tasarıya nasıl sızabildiğıni değerlendirmek istiyorum. İzlediniz; tasarıya gazete veya yayın organı kapatma cezası eklenecekti ki, top direkten döndü. Kendisi de bir zamanlar çeşitli gazetelerde köşe veya araştırma yazıları yazan Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, hangi akla hizmet olduğunu anlayamadığımız 30 günlük kapatma cezasına önayak oldu. Sayın Uluğbay'ın zamanında Milli Eğitim Bakanı olarak özgür düşünce ve modern eğitimi yaygınlaştırmak için Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği büyük uğraşla, sansürcü zihniyet hiç bağdaşmadı.

Hele hele genel başkanı gazeteci kökenli bir partinin RTÜK'e bile rahmet okutacak cezaları içeren bir maddeyi Özalvari gece yarısı yöntemleriyle tasarıya koydurması ayıbı daha büyüttü. Acaba Sayın Uluğbay basın veya medya ekonomisi ile yakından hiç ilgilendi mi? 30 gün kapatılan bir gazetenin veya televizyonun iflas etme noktasına geleceğini biliyor mu? Acaba basın sektöründe zaten çok sınırlı olan istihdam olanaklarının böylece daralması, sol bir partiyi ne kadar ilgilendiriyor? 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANKALAR NASIL KURTULACAK?

Cahit UYANIK 

Türkiye, geçen hafta uzun zamandır üstüne koskoca bir şal örtülmeye çalışılan sorununu tartışarak geçirdi. Kısaca '64'lük banka' denilen sorunlu mali kurumlardan bazılarının, 11 Haziran öncesinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredildiğine ilişkin haberler ortalığı karıştırdı. 

Hazine elinde 64 ve 65'inci maddeler silahı varken bile bir türlü söz geçiremediği haylaz çocuklarının hukuksuzlaşan ortamda iyice gemi azıya alabileceklerinin korkusuyla açıklama üstüne açıklama yaptı. Hazineden Sorumlu Devlet Bakanımız Hikmet Uluğbay ise eğer bu maddeler iptal edilirse ellerinde başka başka önlemler alma yetkisinin bulunduğunu söyledi. Acaba Uluğbay bununla neyi kastetti? Bazı bankaların faaliyetine devam etmesine izin verilmesine rağmen, mevduat toplama yetkilerinin kaldırılabileceğini mi söylemek istedi? Yani 'örtülü iflas' yoluna gidilebileceğini mi kastetti?

Doğrusu bu açıklamalar bir yandan içimizi ferahlattı ama bir yandan da endişeye sevk etti. Çünkü Uluğbay'ın açıklamalarını yaptığı aynı günlerde, son yılların en büyük banka hortumculuğunun odaklandığı tekstil kenti Bursa'da haciz memurları harıl harıl çalışıyordu. Ancak; 1,5 milyar dolardan dem vurulan zararın binde birinin bile kurtarıldığına inanmıyorum. Bu haciz çalışmaları olsa olsa göz boyamaktan ibaretti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KARA PARANIN KAĞITTAN İMPARATORLARI

Cahit UYANIK 

Aslında bu çok eski bir hikaye. Türkiye'nin 1970'li yıllarda tanıştığı dövize çevrilebilir mevduat (DÇM), 1980'de halvet olduğu mevduat sertifikası, 1990'larda ise çivisini çıkardığı döviz büfeleri ve iyice azgınlaşan finans sektörü ile özdeşleşen 'kara para sektörü'nden bahsediyorum.

Türkiye ekonomisine her yıl sırf uyuşturucu ticaretinden alınan komisyon nedeniyle enjekte olan kara paranın büyüklüğü 3-4 milyar doları buluyor. Buna silah kaçakçılığı, fuhuş, sahtecilik gibi suçlar nedeniyle sağlanan diğer yasa dışı gelirler de eklendiğinde, rakam 5 milyar doları geçiyor. Yani bugünün dolar kuru ile yaklaşık 1,5 katrilyon liradan bahsediyorum.

Bu çark her yıl birkaç dişli daha artarak büyüyor. Yüksek enflasyonla serseme dönmüş olan bürokrat, siyasetçi, iş adamı, sokaktaki işsiz-güçsüz takımı, köylü, gümrükçü, polis, müfettiş; herkesi ucundan kıyısından bu kirli ticarete bulaştırıyor. Kara para ve onu aklama çabası artık Türkiye'de sektörleşti. Türkiye'nin 1998 GSMH'sı 200 milyar dolar. Kara paranın bu rakama oranı ise yüzde 2,5 ila 3 arasında değişiyor.

Türkiye'deki birçok şey gibi kara para aklama işlemleri de kendine özgü yöntemlerle yapılıyor. Mesela tefeciler kralının biri, kendisine kimbilir kim tarafından teslim edilen parayı iş adamlarına borç para olarak dağıtıp pirüpak hale getiriyor. Bankacılık sektöründen beslenmesi gereken yatırımlarımız, tefecinin kir bulaşmış parasıyla yükseliyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PAKET Mİ? VERGİ TAVİZ PAKETİ Mİ?

Cahit UYANIK 

Başbakan Bülent Ecevit iş dünyasının uzun zamandır büyük merakla beklediği ekonomik paketi nihayet açtı. Aslında buna ekonomik paket demek haksızlık. Çünkü paket denilen şey, vergi konusundaki tavizlere yamanmış üç-beş kredi düzenlemesinden ibaret. Vergi hariç tutulduğunda diğer önlemler öylesine bir basın bülteniyle de ilan edilebilirdi. Buna 'vergi tavizi paketi' demek daha doğru. Ama vergi konusunda o kadar büyük gürültü kopartıldı ki, bunların değiştirildiğinin veya ertelendiğinin açıklanması da bağıra çağıra oldu. 

Böylece seçimler öncesinden beri Maliye Bakanlığı koltuğu üzerinde döndürülen büyük oyun da başarıya ulaşmış oldu. Ağızlara sakız ettiğimiz enflasyon lobisinin en önemli ayağını oluşturan kayıt dışı ve kara para lobisi, istediğini elde etti. Bu noktada Başbakan Bülent Ecevit ve hükümete sorulması gereken soru, özellikle 'mali milat' ve 'nereden buldun' uygulamalarının neden 1 veya 2 değil de 3 yıl ertelendiğidir.

Belki ilk bakışta bu erteleme ekonomik krizin ancak 3 yılda geçebileceği savına dayandırılabilir. Ama bu savın doğru olmadığı, açtığı paketle ekonominin canlanacağını iddia eden hükümetin en yetkili ağızlarından zaten yalanlanmaktadır. İş dünyasının önemli bir bölümü de canlanmanın en geç birkaç ay içinde başlayacağını belirtmektedir. Zaten okulların açılması ve kış aylarının gelmesiyle ekonominin canlanması beklenen bir olgudur. Hükümetin yetkili ağızlarının mali milat ve nereden buldun uygulamalarının neden 3 yıl ertelendiğini mantıklı şekilde açıklamaları gereklidir. 3 yıllık ertelemeyi aslında 2005 yılı ötesine uzatmak da mümkündür. Çünkü Türkiye 3 yıl sonra bir seçim ortamına girmiş olacaktır ki bu ertelemenin uzatılacağı şimdiden kesin gibidir.

15 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ZAMANIN GÖRELİLIĞİ VE SOSYAL GÜVENLİK REFORMU

Cahit UYANIK 

Ünlü düşünür Einstein zamanın göreli (rölatif) olduğunu söylediğinde bazı insanlar ne demek istediğini anlamamışlardı. Çünkü insanoğlu çok uzun yüzyıllardan bu yana zamanı ölçüyor, biçiyor ve bölüyordu. Bu kavram üzerine daha fazla eklenecek ne vardı ki? Einstein, söylemek istediği şeyi verdiği bir örnekle süsleyince, insanların önünde yeni bir ufuk açıldı. 

Einstein sıkışan bir insanın dolu bir tuvaletin kapısında geçirdiği 5 dakika ile güzel bir hanımın yanında geçirdiği sürenin görünürde aynı olduğunu söylüyor; ancak ilk durumdaki 5 dakikanın yıllar gibi geldiğini, ikinci durumdaki aynı sürenin ise birkaç saniye gibi geçtiğini anlatıyordu. Einstein uzun yıllar kafa patlattığı bu teoriyi en cahil insanın bile anlayabileceği kadar basite indirgiyordu ama zamanın göreliliği,  insanlık tarihinin en önemli teorilerinden biri olmaya hak kazanıyordu.

Türkiye tüm bilimsel çevrelerce 'kıt kaynak' olarak nitelenen 'zaman' konusunu çok nadiren tartışıyor. Tartıştığı zaman da yanlış tartışıyor. Zamanın tartışma konusu yapıldığı son konu sosyal güvenlik... Hükümet nasıl ve neden tespit ettiğini bir türlü izah edemediği 58-60 yaş meselesine takıldı kaldı. Türkiye'deki tüm işçi ve işveren kesimleri, artık hiç bir işyerinde 58 yaşında kadın veya 60 yaşında erkek işçi çalıştırılmadığını ağız birliği etmişçesine teyit ederken, hükümet kararında ısrarcı... Anlaşılan hükümet SSK ve Bağ-Kurluları gözden çıkardı; sadece Emekli Sandığından insan emekli etmek istiyor. Çünkü devlet kapısı hariç, günümüzde ne SSK'lı için iş garantisi ne de Bağ-Kurlu için ekonomik istikrar garantisi var. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SOSYAL GÜVENLİKTEN ÇIKAN 4 DERS

Cahit UYANIK 

Yaklaşık 1 aydır gündemi meşgul eden sosyal güvenlik reformu konusunda geçen hafta önemli gelişmeler yaşandı. Bu konuda yazılıp çizilmedik bir şey kalmadı. Bu nedenle geçen haftanın hızlı trafiği sırasında ortaya çıkan ama gözlerden kaçan bazı sonuçları derleyip toparlamakta fayda var: 

1- Yıllardır siyasetçilerin oy zaafiyetini değerlendirerek ve kapalı kapılar ardında yaptığı pazarlıklarla kendisine yaşam alanı bulan bazı sivil toplum örgütü temsilcilerinin, geniş kitlelerin çıkarı söz konusu olduğunda ne kadar beceriksiz davrandıkları gözler önüne serildi. Emek Platformu, daha ciddi ilk eyleminde çatladı. Eyleme katılanlar da katılmayanlar da geniş kitleler gözünde etkisiz kaldı. Oysa geçen Perşembe günkü 1 saatlik sembolik iş bırakma eylemi tam katılımla gerçekleşseydi, hükümet emeklilik yaşında geri adım atacaktı. Mevcut örgütlerin sosyal güvenlik reformunda tavizler isterken sadece kendi üyelerini koruma güdüsü ile davrandıkları gözlemlendi. Oysa yapılmak istenen düzenlemeler, arkasında sendika güvencesi olmayan milyonları tehlikeye atıyordu.

2- Önüne gelen her talebi kabul eden hükümet, işçi ve memurlardan bu cömertliği sakındı. Hükümetin IMF'ye verdiği taahhütlerin kendisini bağladığı açıkça ortaya çıktı. IMF Türkiye Masası Şefi Cottarelli, geçtiğimiz haftalarda parasını yatıran herkesin katılabileceği bir tele-konferansta açık açık "Biz 62-62 istiyorduk ama 58-60 da kabulümüz" dedi. Hükümet geniş kitlelerin her zaman antipati ile baktığı IMF reçetelerine boyun eğerken, iş dünyasına hayalinden geçmediği kadar büyük vergi tavizleri vererek kamuoyundaki güvenilirliğini sıfırın altına düşürdü. IMF ile ilişkilerin sonbahara doğru sıcaklaşacağı kesin ama bu şekilde yasalaşan bir sosyal güvenlik reformunun "Daha fazla kemer sıkın" diyecek bir hükümeti ayakta tutup tutamayacağı ise tartışmalı.

14 Haziran 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 'ÖZELLEŞTİRME ŞURASI'NIN TAM ZAMANI

Cahit UYANIK 

Çiçeği burnunda Meclis, büyük bir gayret içinde yasalar çıkarıyor, anayasa değiştiriyor. Geçen Cuma günü kritik bir anayasa değişikliği 'mutlu son'la nihayetlendi. 1982 Anayasasına özelleştirme kavramı ilk kez girdi. Uluslararası tahkime olanak tanındı. Anayasal bir kurum olan, Türk Milleti adına karar vererek onun çıkarlarını koruyan Danıştay, kamu hizmetlerinin gördürülmesinden kaynaklanan imtiyaz sözleşmelerinde 'danışman' statüsüne indirgendi. 

Bu üç önemli değişikliğin neler getireceğini ve neler götüreceğini önümüzdeki yıllarda hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Herşeyde olduğu gibi hayat hükmünü koyacak ve tarih önünde 'mahçup' olanlarla 'muzaffer' olanlar belirginleşecek. Atatürk'ün de dediği gibi, olmuşla ölmüşe çare yok. Bundan sonra yapılacak şey beklemek. 

Yapılan anayasa değişikliklerinin, 1980 sonrasında kabullendiğimiz yeni düzen açısından ilginç bir özelliği var. Özelleştirme, 16 yıllık rötardan sonra anayasaya giren gecikmiş bir düzenleme özelliğini taşıyor. Tahkim ise tartışmaların başlamasından birkaç yıl sonra kendisine anayasal bir dayanak bulma şansına kavuştu. Bu noktada özelleştirmenin neden 16 yıl sonra hüsnükabul görüp anayasaya girdiğini tartışmakta fayda var. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAĞITLAR DAĞITILMAYA BAŞLANDI

Cahit UYANIK 

Ankara'da Mayıs ve Haziran ayı boyunca karılan kağıtlar nihayet dağıtılmaya başlandı, Kağıt dağıtan isim ise Başbakan Bülent Ecevit. Siyasi pokerin ilk kurbanı ise Ecevitler'in manevi oğlu ve yıllardır yanlarından ayırmadıkları sır çantası, dert ortağı Hüsamettin Özkan.

Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle iyice duygusallaşan Ecevit, Özkan'ın koalisyon içinde dönen oyunlardan kendisini haberdar etmemesine çok kızdı. Ecevit'in duygusallaşması, bazı kişiler için hayra alamet değildir. Ecevit duygusallaşınca gerçekleri daha iyi görür ve hep köklü kararlar alır.

Özkan'ın koalisyonun ANAP kanadı ile muhalefetteki DYP'ye yanaşıp yeni hükümet formülleri içine girmesi ya da en azından bu konuda yapılan spekülasyonları kesinlikle yalanlamaya gitmemesi Ecevit'i haklı olarak kızdırdı. Ecevit; bilindiği kadarıyla son yıllarda yatağa düşmesine neden olan tek süreğen rahatsızlığını geçirirken, ortalığın boş bulunup senaryo üstüne senaryo yazılmasını, üstelik bir de sahneye konulmaya çalışılmasını affetmedi. Başrolde de manevi evladının bulunması Ecevit'i küplere bindirdi.

Dünkü televizyon programında Ecevit'in elinde tuttuğu not kağıdının tepesinde 'Hüsamettin Özkan' yazıyordu. Ne ilginçtir ki 'Hüsamettin Özkan' isminin altı da çizilmişti. Ecevit, Özkan konusunda kağıda aldığı notlar haricinde en ufak bilgi vermedi. Övgü dolu birkaç cümlenin ardından DSP'li 5 yöneticinin yaptığı açıklamaya hak verir havada konuşması, Özkan isminin altının çizilmesinin boş bir davranış olmadığını gösteriyordu. Ecevit övgü dolu şeyler söyledi, çünkü manevi evladına kırgındı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAHKONEN YALANCI DEĞİLMİŞ

Cahit UYANIK 

IMF'nin sinir uçları cımbızla temizlenmiş görüntüsü veren Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen geçen ay sonunda Türkiye'den ayrılırken, bankaların yeniden sermayelendirme operasyonunda tahminleri ve beklentilerinin tuttuğunu söylemişti. Yani Kahkonen'e göre Türk bankacılık sektörünün sermaye açığı 3-4 milyar dolar düzeyindeydi. 

Oysa aynı günlerde, şimdi maksatlı olduğu anlaşılan bazı kişiler gazetecilere telefon üstüne telefon açıp "Bankaların sermaye açığı beklendiği gibi değil. IMF de BDDK da hata yaptı" diyorlardı. Bu tezvirata açıklık getirmek isteyen muhabir arkadaşlarımızın yönelttiği sorulara karşılık Kahkonen, hiç istifini bozmadan, gerçekleri saklama ihtiyacı hissetmeden kendi bildiğini söylemişti. 

Meğerse Kahkonen 7-8 sözcükten oluşan cümleyle 2 milyar dolarlık bir gerçeği özetlemiş. Ancak BDDK açıklama yaptığında ortada 1 milyar dolar düzeyinde sermaye ihtiyacı ile 2 bankanın "Haydaaa, nereden çıktı şimdi bu?" dedirtecek birleşme kararına soğuk ve mesafeli bakış cümleleri vardı. Bir yanda Kahkonen'in 3-4 milyar doları, öbür yanda BDDK'nın 1 milyar doları... 

Acaba kim yalan söylüyor veya bir şeylerden çekindiği için tam şeffaf davranmıyordu? Olayları dikkatlice takip edenler bütün bu gelişmeler sonucunda ya Kahkonen'in yalancı olduğunu ya da BDDK'nın işini tam yapamadığını düşünmeye başladılar. 10 gün aradan sonra Pamukbank'a el konulması, Yapı Kredi Bankasının da rehin edilmesi Kahkonen'in yalancı olmadığını, BDDK'nın işini tam yaptığını gösterdi. 

13 Haziran 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EHVEN-İ ŞER ÇÖZÜM VE BDDK

Cahit UYANIK 

Geçen hafta Başbakan Bülent Ecevit'in ABD gezisinin tozu dumanı arasında Türkiye'nin yakın geleceğini ilgilendiren çok önemli bir haber gerektiği gibi tartışılmadı. Moody's adlı kredi derecelendirme kuruluşu 4 Türk bankasının puanlarını düşürmüştü. Hükümetin tam da sektöre 4-5 milyar dolar aktarmak için kolları sıvadığı bir ortamda yapılan bu not düşüşü acaba nasıl yorumlanmalı? 

Dünyadaki 3 büyük rating kuruluşu arasında Türkiye'ye en fazla sempati ile bakan Moody's'in açıkladığı gerekçeler aslında Türk bankacılık sektörünün çok ciddi hastalıkların pençesinde kıvrandığını gösteriyor. Hastalığın ismi zaman zaman açık pozisyon oluyor, zaman zaman da grup şirketlerine riskli miktarda kredi aktarımı... Ancak bankacılık sektörünün şu anda içinde bulunduğu durumu genel ekonomik ortamdan soyutlarsak hata etmiş oluruz.

Bankalar geçmişte hükümetin 18 aylık kur taahhütüne kanarak dövizle borçlanma, TL ile borç verme oyununa düşmüşlerdi. Şimdi de ellerindeki kaynakları sağlamlığından emin oldukları kendi grup şirketlerine aktararak aktif-pasif dengesini tutturmaya çalışıyorlar. Ancak bu durum yabancı uzmanların pek hoşuna gitmiyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BİLANÇO GÜNÜ

Cahit UYANIK 

Bugün bilanço günü: 31 Aralık 2001. Hiç de hoş bir sene geçirmedik. Olup biteni şöyle bir zihninizde akıtın, ne demek istediğimi anlarsınız. Türkiye olağan dışı bir ülke. Koşulları da yaşadıkları da öyle. Çoğu toplumun uzun yıllarda içine sığdırıp sindirebileceği gelişmeleri birkaç ayda eskitiyoruz. 

Ama Türkiye'de bazı gelişmelerin mayalanma süreci çok uzun. Zaten olağan dışı gelişmelerin yaşanabildiği bir ülkede, yılların mayalana mayalana iyice ağırlaşmış sorunları da patlak verince 2001 gibi seneler yaşayabiliyoruz. Yakın geçmişimizde 1980, 1988, 1994'ü de tıpkı 2001'e benzetebiliriz. 

Hızla değişen toplumdaki bazı gelişmelerin önüne set çekilmeye çalışıldığı ancak bazı ekonomik gerçeklerin her türlü şeyi altüst ettiği zaman dilimleri, hep ekonomik kriz şeklinde karşımıza çıkıyor. Peki 2001'e bu çerçeveden baktığımızda neleri görebiliriz? 

Bilançonun en önemli maddesinde karşımıza IMF çıkıyor. IMF ile ilişkilerde yıllardır mayalanan problemler, 2001 başında su yüzüne çıktı. IMF reçete zihniyetinden kurtulamamanın faturasını öderken, siyasetçilerimiz ve bürokratlarımız ise inanmadıkları bu reçeteye uyarmış gibi yapıp yine kendi bildiğini okumalarının ceremesini  2001'i altüst ederek çektiler. Sonuçta hem IMF'nin reçeteleri yırtılıp atıldı hem de köhnemiş siyasi yapı ve onu ayakta tutmaya çalışan bürokrat kesimi, halkı derin bir yoksulluğa sürükledi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KÜÇÜK BİR ÖNERİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de yoksulluğun boyutları artık iyice büyüdü. Devletin resmi rakamlarına göre 25 milyonu aşkın kişi günlük yiyecek ihtiyacını bile karşılayabilecek gelir düzeyine sahip değil. Son yılların en ağır kış koşulları acı gerçekleri suratımıza şamar gibi indirdi. Merdiven altları, kapı girişleri, dükkan depoları, kömürlükler, kuytu köprü altlarına sığınarak eksi 15-20 derece soğukla mücadele etmeye çabalayan insanların ölüleri, önce çapalı sonra dalgalı kura geçişin zayiat defterine yazıldı.

Türkiye'de deprem, yangın, su baskını gibi afetler sonrası halkın yerleştirildiği spor salonları, ilk kez evsiz-barksız insanlara açıldı. İçişleri Bakanı bile genelge yayınlayarak başını sokacak bir çatı altı bulamayan insanlara polisin sahip çıkmasını istedi. Anlaşıldı ki ekonomideki kötü yönetimin sonuçları önce toplumsallaşmış, şimdi de polisiye hale dönüşmüştü. 

İstanbul'daki Alibeyköy Kapalı Spor Salonu, Türkiye'nin Arjantin olmadıysa bile onun kıyısında dolaştığının canlı bir fotoğrafı olarak karşımızda duruyor. Devletin 'bir yatak-bir battaniye' vererek çatı altına topladığı evsiz-barksızlar nedense televoleci medyanın ilgisini fazla çekmedi. Alibeyköy'den birkaç kilometre uzaklıktaki süper lüks eğlence mekanlarındaki çıtır mankenlerin aşk oyunları daha önemli idi çünkü...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 3 İTİRAZ VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Cumhurbaşkanı Sezer, Bankacılık Yasasının 3 maddesini iade ederek çok basit sorulara cevap arıyor: Acaba birileri kamu parasını kullanırken, özel sektör yöneticisi gibi davranabilir mi? 

Kamu parası, kamusal çıkarlar için kullanılmalı. Bu imkanı kullandıranlar da kullananlar da kamu hukuku ile başbaşa kalmalı.  Yıllardır birileri yani çoğu zaman siyasetçiler, kamu bankalarını popülizm aracı olarak kullandılar. Kamu parasını siyasete alet ettiler. Sonuç ortada. Acaba özel sektör mantığı ile kullanılan kamu parasında da birkaç yıl sonra benzer sorunlar yaşar mıyız? Bu sorunun cevabı net değil. 

Üstelik Sezer'in bu maddenin yeniden yazılmasını istemesi, şu anda 'kral hayatı' süren kamu bankası yöneticilerinin geleceğini de kurtardı. Kendilerini kamusal sorumluluklardan vareste kılan bir Meclis'in, gün gelip seçimle değiştiğinde bu sorumluluğu yeniden sırtlarına yükleyebileceğini bilmeleri gerek. AB tam üyeliği yolunda, 12 Eylül Darbesini yapanlara verilen anayasal koruma zırhının kalkmasının tartışıldığı bir ortamda iki satırlık yasa maddesinin gelecekte ne hükmü olabilir ki?

Sezer'in itiraz ettiği kamu bankaları personeline ilişkin düzenleme ise yöneticilerin 18 yıllık özelleştirme geçmişimizden zerre kadar ders almadığını gösteriyor. Düşünün yüzde 50'den fazlası kamuya ait bir bankada, özel sektör statüsü ile çalışacaksınız. 

12 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÖZGÜRLÜKLER VE EKONOMİK KRİZ

Cahit UYANIK 

Bugün Meclis olağanüstü toplanıyor. Amaç 37 maddelik anayasa değişiklik paketini hayata geçirmek. Meclis'in bunu başarabilmek için önünde 14 günü var. Çünkü Meclis, 1 Ekim'de kendiliğinden normal toplantısını yapmaya başlayacak. 

Anayasa değişikliği Türkiye'de ve dünyada ilginç bir konjonktüre denk geldi. Bütün dünyada kişi hak ve özgürlüklerinin terör korkusuyla kısıtlanması tartışılıyor. Türkiye'de ise anayasa daha özgürlükçü bir yapıya kavuşturulmaya çalışılıyor. İlk bakışta bu bir çelişki gibi görünebilir. Ancak Türkiye'deki kişi hak ve özgürlüklerinin sınırı o kadar kısıtlı ki, bu paket bile Batı'nın terör korkusuyla rötuşlanmış hak ve özgürlüklerinin yanına yaklaşamaz.

Türkiye'deki durumun gerçek manzarasını geçen hafta TÜSİAD ortaya koymuştu. Düşünceye Avrupa standartı talep eden TÜSİAD, 1982 Anayasasının Başlangıç bölümü ile 5 maddesinin yanı sıra 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 maddesi ile TCK'nın 6 maddesinde değişiklikler istedi. Ayrıca bu listeye 15 ayrı kanundaki düşünce özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemeler de eklendi. 

Listede Basın Kanunu, Dernekler Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu, Radyo ve Televizyon Kanunu, Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da var. Anlayacağınız sadece 37 maddelik değişiklik paketini yasalaştırmakla Türkiye'ye düşünce özgürlüğü gelmiyor. Mevcut anayasaya dayanılarak çıkarılmış bazı anti demokratik yasaların da yeniden düzenlenmesi zorunlu. 

11 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / REFORMLARIN REFORME EDİLME SÜRECİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de 5 yıllık kalkınma planı ve yıllık ekonomik programın kıymet-i harbiyesi kalmadı. Önümüzdeki günlerde Türkiye'de neler olup biteceğini merak edenlerin Avrupa Birliğinin (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasına (DB) sunduğu mektuplara bakması gerekiyor.

Türkiye'nin AB'nin KOB'una karşılık kabul ettiği Ulusal Program mı? Onu boş verin gitsin. İhale Yasası Meclis'ten geçip Cumhurbaşkanının onayında olduğu günlerde bile, eşik değerlerin bir defa daha değiştirilmesi için AB yetkilileri bürokraside ve ilgili bakanlar nezdinde kulis yapabildiler. Üstelik de arkalarına  DB ve IMF'nin desteğini alarak...

Merak etmeyin Türkiye, en geç Mart ayı sonuna kadar Ulusal Programını revize etmek zorunda. Yeni Ulusal Programımız büyük ihtimalle AB'nin istekleri doğrultusunda şekillenecek. 2002'nin takvimi, bir ay daha dişinizi sıkarsanız iyice netleşecek demektir. 

Türkiye'de olup biteceklerin gün gün sayıldığı bir başka doküman ise yeni stand by karşılığı IMF'ye sunduğumuz Niyet Mektubu... Mektup o kadar detaylı ki masanızdaki ajandanızı açıp tek tek tarihleri ve yapılacakları not etme hissi uyandırıyor. Bunu yapmazsanız sanki çok önemli gelişmeleri kaçıracaksınız da büyük kayıplara uğrayacakmış gibi oluyorsunuz. Kredi portföyünün üçte birini Türkiye'ye kullandırdığını her açıklamasında dikte ettiren IMF'nin, bundan sonra kendisine başvuracak ülkelere bu dokümanları 'Model mektup' olarak sunması beklenebilir.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / NEREDE BU DEVLET?

Cahit UYANIK 

Geçmiş zamanda bir tv haber bülteninin girişinde her gün kulağımızı tırmalayan ama şimdilerde unuttuğumuz 'Nerede bu devlet?' narasının cevabı iyice anlaşıldı: Devlet faiz, maaş ve savurganca yapılan kamu harcamalarını finanse etmek için, vergi veya aslında vergi niteliğindeki birçok ödemeyi toplama peşinde. 

Depoya benzin doldururken, sayısal loto oynarken, sigara tüttürürken, adliyeden temiz kağıdı alırken, cenazenizi toprağa verirken, pasaport alırken, pasaportun süresini uzatırken, yurt dışına çıkmanıza yarım saat kala... Hep devlete birşeyler ödüyorsunuz. Evinizde oturmak bile yüksek emlak ve çöp vergileri nedeniyle devlete birşey ödemekle mümkün. 

Geçenlerde bir arkadaşım "Her akşam evin anahtarını çevirirken 25 milyonun buharlaştiğını hissedebiliyorum" dedi. Dile kolay anahtarı çevirip elinizi elektrik düğmesine atar atmaz devlet vergi veya benzeri bir kesintisi toplamaya başlıyor. Mutfağa giriyorsunuz, -LPG veya doğal gaz fark etmez- çay suyu kaynatmak bile devletin vergi toplaması anlamına geliyor. Duş alacaksınız, akıttığın su vergiyle... 

Bir kadeh birşeyler içip gevşeyeceksiniz, içinde vergi veya benzeri birşey var. Varsa eğer, internete girecekseniz vergiyi gözden çıkaracaksınız. Dostunuz arkadaşınızla telefonla konuşacaksanız KDV üzerinize binip size evde cirit attırıyor. Geçenlerde ATO Başkanı Sinan Aygün, devletin kan satışından bile yüzde 18 KDV kestiğini söyledi. Anlaşılan damarlarımızdaki kanda bile akyuvar, alyuvar ve antikorların yanı sıra vergi parçacıkları da yüzüyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YAVAŞ YAVAŞ SEÇİME DOĞRU...

Cahit UYANIK 

Ankara'ya bahar havası gelmeden seçim havası geldi. Herkes şimdi en geç 1,5 yıl içinde yapılacak bir seçimi konuşmaya başladı. Başbakan Ecevit, partisinin seçim hazırlıklarına başladığını anlatıyor. Başbakan Yardımcısı Yılmaz, 2003 sonbaharını tarih gösteriyor. Bir diğer Başbakan Yardımcısı Bahçeli de koalisyonun yapısı veya koalisyon protokolünün yeniden görüşülebileceğini belirten cümleler sarf ediyor. Ve bütün bunların hepsi de ekonominin henüz sıfır büyüme bile yakalayamadığı bir ortamda olup bitiyor. Koalisyon liderlerinin umudu, ekonominin yaz aylarından itibaren yükselişe geçmesi. 

Halkın hükümeti oluşturan üç partiye henüz hiç güven duymadığı ortada. Hemen hiç bir ankette koalisyon partileri baraj üstü değil. Onun içindir ki MHP, geleneksel tabanını ve son seçimlerde kendisine ekonomik sebepler dışında oy atanları küstürmemek için idam tartışmasında manevra arayışına girdi. Eskiden 'Meclis'teki gücüm kadar konuşurum' diyen MHP, işi hükümet meselesi haline getirebileceğinin sinyallerini veriyor. 

ANAP ise yıllarca alttan alta istemediği AB tam üyeliği konusunda aniden şahin kesildi. Tam üyelik müzakeresi başlatılırsa, bunu oya tahvil etmek istiyor. ANAP bu tavrın, geçmişten bu yana dayandığı kentli oyları cezbedeceğini düşünüyor. 

DSP ise iki arada bir derede kaldı. Dürüstlük tekeli kaptırıldı. Halk başta Cumhurbaşkanı Sezer ve henüz hareket statüsündeki birçok siyasi oluşumun liderinin de dürüstlük karnesinin parlaklığını gözleriyle ve uygulamalarıyla gördü. Onun için DSP'nin artık dürüstlüğün yanı sıra farklı politikalara yelken açması gerek. DSP, geniş halk kitlelerinin hiç sevmediği IMF ve Dünya Bankasının Türkiye'deki 'sol payandası' olarak görülüyor. DSP'nin bu politikasını acilen halka izah etmesi gerek.

10 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KEMAL DERVİŞ'İN DEVLET MODELİ

Cahit UYANIK 

Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleri geçen hafta Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve Hazine yetkileri ile yakından temas imkanı buldu. Derviş, EMD üyeleriyle sohbet toplantısında kafasındaki devlet modeline ilişkin bazı açıklamalar yaptı. Ancak bu açıklamalar Temmuz ayı enflasyonu ve 1,5 milyar dolarlık kredi dilimi ile çakıştığı için yeterince tartışılmadı. 

Herşeyden önce Derviş siyasetteki çok parçalı yapının kısa vadede düzeleceğine pek inanmıyor. Hatta bunu "Türkiye'de siyasetin yumuşaması beklenmemeli. Siyasi tartışmalar daha bir süre herkesi meşgul edecek gibi görünüyor" şeklinde dillendiriyor. 

Türkiye'de insanları refaha ulaştırmak için 90'lı yılların ortalama yüzde 3,5'luk büyümesinin yeterli olmadığının altını çizen Derviş, bunun hızla yüzde 7'ye oturtulması gerektiğini anlatıyor. Derviş bu ütopyanın mevcut siyasi sistemle kurulamayacağını iyice algılamış. Bu nedenle Türkiye'nin İtalya tipi bir kalkınma modeli benimseyebileceğini ileri sürüyor. Yani güçlü özel sektör ve güçlü bürokrasinin siyasetteki dalgalanmaların olumsuz etkisini azaltabileceğini belirten Derviş, "Bu şekilde İtalya'nin ortalama büyüme hızı yüzde 5 oldu. Nüfus da hızlı artmayınca refah çabuk çoğaldı" şeklinde konuşuyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DENGE TAŞI YERİNDEN OYNARSA...

Cahit UYANIK 

Yaklaşık bir yıldır görev başında bulunan koalisyon hükümeti, tarım alanında önemli bir reform yaptı. Buğday fiyatları, ilk kez dünya fiyatları ile ilişkilendirildi. Bunun anlamı Türk çiftçisinin uluslararası rekabete açılmasıdır. Ama girişilen her reform gibi tarım reformunun da akılcı temellere oturtulması gerekir. Buğday fiyatlarının yüzde 27,5 oranında artırılması, bu reformun yapılması için alınan ilk karar niteliğindedir. Bu kararın acilen çiftçiyi destekleyici önlemlerle yaşama şansının artırılması zorunludur. Aksi taktirde fiyat da reform da ölü doğmuş olacaktır. 

Buğday, Türkiye'deki ekonomik ve sosyal olayların denge taşı gibidir. Köyden kente göçün büyük ve başıboş kalabalıklar değil de yavaş bir trend halinde yaşanmasının en önemli sebeplerinden birisi buğdaydır. Köylerdeki küçük aile işletmelerinin içine hapsettiğimiz gizli işsizleri besleyen unsur da buğdaydır. Geçen hafta sonunda açıklanan buğday fiyatı ortalama bir tarım işletmesinin kendi yağıyla kavrularak ayakta durmasını imkansız kılmaktadır. 102 bin liralık fiyat, önümüzdeki 4-5 ay içinde, 2001 yılında ne hasat edeceğine karar verecek çiftçiler için hiç de cazip bir fiyat değildir. 

Çünkü niyet mektubunda önümüzdeki hasat döneminde dünya borsa fiyatları ile daha fazla entegrasyon sağlanması istenmektedir. Bütün bunlar çiftçilerin buğday ekiminden uzaklaşmasına neden olabilir. Türk çiftçisinin buğday ekmekten vazgeçmesi demek, şehir nüfuslarınin aşırı düzeyde şişmeye başlaması ve işsizliğin yükselmesi anlamına gelir. Bu gelişmenin yaratacağı sosyal patlama tehlikesinden bahsetmeye hiç gerek yok.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇİFTE MEKTUPLU TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Uluslararası Para Fonundan (IMF) sonra Dünya Bankası (DB) da Türkiye için külliyatlı miktarda bir krediyi onayladı. DB'ye, IMF'ye verilen Niyet Mektubuna çok benzeyen 'Kalkınma Politikası Mektubu' sunuldu. Bu iki mektup, ileride sırf iktisat tarihçilerinin değil sosyal ve siyasal tarih yazarlarının da 'çıkış noktası' kabul edeceği temel metinlerden olacak. Umarız bu çıkış noktasının 'varış noktası' Türkiye'nin bir refah toplumuna dönüşmesi olur.

Bu iki mektubun verildiği ortam, kıyaslamak gerekirse 24 Ocak Kararları ile aynı kefeye konulabilir. Çünkü 24 Ocak 1980 Kararları da ülkedeki temel yapısal problemleri çözmeye yönelik köklü önlemleri içeriyordu. Ülke ekonomisini ithal ikamesine dayalı bir yapıdan, rekabetçi ve dışa açık bir ihracat ülkesine dönüştürmeye talipti. 24 Ocak'ta konulan hedeflerin bazılarına ulaşıldı bazılarına ulaşılamadı. Askeri darbe ile siyasetin parçalı bir yapıya dönüşmesi başta avantaj gibi göründü. Ama 8-10 yıllık nispi bir istikrar döneminin ardından parçalı siyaset yapısı sistemi içten içe kemirmeye başladı.

Ekonomide ise başlangıçta büyük teşviklerle patlayan ihracat 1989'dan sonra durakladı. Çünkü nakit teşviklere son verilmişti. Türkiye'deki güçlü iç pazar yapısı, sanayinin ihracata dönük yapılanmasını hep engelledi. Popülist siyaset anlayışı ise nispeten düşük olan satın alma gücünün açığını kapattı ve iç pazara üretimi ödüllendirdi. Ekonominin üçer aylık dilimler halinde çizdiği cennet-cehennem tablolarının geri planında hep ekonomiye pompalanan karşılıksız kaynaklar mevcut.

9 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EYLÜL GÜNDEMİNE AKL-I EVVELLİK

Cahit UYANIK 

Biraz akl-ı evvellik olacak biliyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri önümüzdeki aydan itibaren büyük bir ivme kazanacak. Bu ivme bizden değil, yine onlardan kaynaklanacak. Çünkü AB Eylül'de Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) açıklayacak. Belge açıklandığında göreceğiz ki AB, önümüze uzun bir 'ev ödevi' listesi koymuş.

Aslında bu listenin nelerden oluştuğunu Türkiye çok iyi biliyor. 1996 yılında uygulamaya giren Gümrük Birliği (GB) Kararı öncesinde 'müktesebat' dediğimiz sözcüğün içinde binlerce sayfalık bir uyum şablonu olduğunu keşfeden ilk ülke sayılırız. Ama buna rağmen sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi davranıldı. Peki niye böyle oldu? 

Türkiye Ankara Anlaşmasının imzalandığı 1963 yılından bu yana AB macerasının peşinde. Bu süreçte Türkiye için hep ekonomi ön plandaydı. Ta ki tam üyeliğimizin tescillendiği 1999 yılına kadar... Aslında Soğuk Savaş şartları devam etseydi, bu trendde bir değişiklik olmayacaktı. Doğu Bloku'nun yıkılarak yeniden yapılanmasıyla çok şey değişti. Bağımsızlaşan Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri AB'ye tam üyelik için başvurdular. Bu aşamada AB'nin tam üyelik koşullarını çeşitlendirip genişletmesi gündeme geldi. İşte Türkiye de bu rüzgardan etkilendi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇELEBİ YÖNETİCİLER DÖNEMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye geçen haftayı ibret manzaraları içinde ve soluk soluğa geçirdi. Yıllarını adalete adamış dürüst bir yargıç, Cumhurbaşkanlığı Köşküne çıktı. O yargıç ki mal varlığında '1 ev, 1 Uno model otomobil' yazıyordu ve "Çok benzin harcıyor. Devletin parasına yazık" diye zırhlı makam otomobiline binmeye kıyamıyordu. 

Bir başka hukuk adamı ise Çankaya Köşküne 8-10 km. ötedeki otoyolun kenarında, bir trafik kazası sonrası mafya şefinin lüks otomobilinden çıktı. Hemen geçmiş defterler karıştırıldı. 80'li yılların sonuna kadar giden karmaşık ve pis kokulu ilişkiler ortaya saçılıp döküldü. Bu manzaraya karışan hukuk adamının ilk savunması ise "Devletin benzin parası boşa gitmesin diye o arabadaydım" şeklinde oldu. Odağında 'benzin parası' bulunan bu iki sözü ve bunları sarf eden iki yargı adamına ilişkin yargıyı size bırakıyorum. 

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, daha ilk açıklamasıyla Korutürk tipi bir cumhurbaşkanı olmayacağının sinyallerini verdi. Sezer'in enflasyonla mücadele ve kamu harcamalarında tasarrufa dikkat edilmesi yönündeki sözleri, filanca ilçenin mal müdüründen devletin en güçlü müsteşarına kadar herkesin kulaklarında yankılandı. Cumhurbaşkanlığına Sezer'in seçilmesiyle devletin tepesinde 'çelebi yöneticiler'in ağırlığı arttı. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / WOLFENSOHN NE DEMEK İSTEDİ?

Cahit UYANIK 

Dünya Bankası (DB) Başkanı James Wolfensohn karizmatik kişiliğiyle Türkiye'den adeta rüzgar gibi geçip gitti. Avustralya'da doğan, Amerika'da büyüyen, güzel sanatlar eğitimi almış, çello ustası Wolfensohn; Malatya sarı sıcağında yaşam savaşı veren köylülerle ılımlı diyaloglar kurabildi. Anlayacağınız Wolfensohn tam bir 'dünya vatandaşı' gibi davrandı. Wolfensohn'un sıcak ve dostça tavırları, son 10 yıldır dünyaya pompalanan küreselleşmenin nasıl bir insan tipi yaratması gerektiğine iyi bir örnekti. 

Ancak küreselleşmenin geride bıraktığı deneyim, hiç de Wolfensohn'un şahsında somutlaşan insan tipini ortaya koyamadı. Uzak Doğu'da başlayan, Rusya'da çöreklenen, esintileri bile Türkiye'yi yatağa düşüren global kriz; intiharlar, iflaslar, işsizlik dalgası, rüşvet ve yolsuzluğun kurumsallaşması, yasa dışı göçün hızlanması, insan ticaretinin patlaması, uyuşturucu ticaretinin zirveye çıkması gibi yan etkiler yarattı. Yani insanlık küreselleşmeden yarar değil zarar gördü.

Wolfensohn, İstanbul'daki ilk gününde küreselleşmenin önündeki sorunları bildiğini belirten çok net mesajlar verdi. Dünya nüfusundaki hızlı artışın iş bulmayı giderek zorlaştıracağını, insanların hoşnutsuzluğunun dini düşüncelerle desteklenmiş siyasi akımları iyice güçlendireceğini anlattı. Wolfensohn, verdiği bu iki mesajı Türkiye'ye bağlamayı çok iyi başardı. Çünkü Türkiye önünde 100 milyonluk nüfus projeksiyonu olan bir ülke. Bu, önümüzdeki yıllarda işsizlik sorununun giderek ağırlaşacağının işareti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SAMİMİYETSİZ MÜCADELE

Cahit UYANIK 

Geride bıraktığımız hafta, Türkiye'nin geleceği açısından ibret verici derslerle doluydu. Siyasetçilerin soruşturulması ve Yüce Divan'a gönderilme sürecinin 'tarafsız ve ehil' ellere bırakılmamasının gelecekte yaratabileceği sakıncaları gözlerimizle gördük. MHP'nin hızla ortalama seçmene doğru yol almaya başlamasıyla merkez sağda yaşanacak kıran kırana savaşta, Meclis soruşturması silahına sık sık başvurulacağı aşikar. Onun için Meclis soruşturmalarının vakit geçirilmeden objektif kurallara göre yürütüleceği bir sistem bulunmak zorunda.

Bu konu bol bol işlendi ama siyasi tartışmaların gölgesinde kalan bir başka gelişme iş dünyasını çok yakından ilgilendiriyordu. TOBB Başkanı Fuat Miras, Gaziantep'te yaptığı bir konuşmada 'Enflasyonla Mücadele Bildirgesi'ni sadece 221 milletvekilinin imzaladığını açıkladı. Miras, bu rakamı gerekçe göstererek siyasetçilere -haksız biçimde- yüklendikçe yüklendi. 

Oysa aynı Miras, daha birkaç gün önce Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'i ziyaretinde Bildirge'ye 100 bin imza toplanabileceğini söylemişti. Her fırsatta 1 milyona yakın üyesi bulunduğunu belirterek övünen Miras'ın 'Türkiye Enflasyonu Yeniyor Kampanyası'nın üzerinden geçen 2,5 ayda, en az 400-500 bin imzaya ulaşması gerekmez miydi? Kim bilir belki Miras da kıran kırana geçen bir TOBB seçiminden sonra kendi seçmen kitlesini üzmek istememiştir.

8 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / COTTARELLİ NİYE BÖYLE YAPTI?

Cahit UYANIK 

Hasbelkader yıllardır IMF ilişkileri ve IMF ile ortaklaşa basın toplantıları izliyorum. Doğrusu bir IMF Masası Şefinin geçen Cuma günkü kadar sert konuştuğuna şahit olmadım. Cottarelli haftalardır Türk kamuoyunda tartışılan "Bu programın sahibi IMF mi?" sorusuna doğrudan doğruya "Evet sahibi biziz" cevabını verdi ve gitti. 

Cottarelli'nin doğru şeyler söyleyip söylemediğini tartışmıyorum; söyleniş tarzı ve söyleyen kişinin kartvizitinde ne yazdığını önemsiyorum. Bence Cottarelli Türkiye'deki siyasi yapılanmayı hedef aldı. Dolayısıyla Türkiye'yi 3 yıllık Enflasyonla Mücadele Programında destekleyen uluslararası kuruluşlar, Türk siyasi hayatının kötü huylarından çok memnun değiller diyebiliriz. Yani Türk siyasetçileri, IMF ve Dünya Bankasında somutlaşan 'dış dünyanın merceği' altına alındılar. Hiç kimse itiraz etmesin, ne yazık ki öyle...

Cottarelli "ESK'yı bir an önce toplayın" diyor. Ama Hükümet ESK Yasa Tasarısı konusunda kaplumbağa misali hareket ediyor. Çünkü hükümet ESK'yı oluşturacak ekonomik ve toplumsal kesimlerin kimler olacağı konusunda baskı görmekten korkuyor. Ya TÜSİAD girer de TOBB girmezse? Ya Türk-İş üye olur da Hak-İş veya DİSK olmazsa? Milyonlarca insanın ekmek yediği memur kesimi ne olacak? Rekabeti doğru dürüst öğretmeden dünya piyasalarına açılmaya zorladığımız çiftçilerimiz bu işe ne der?

7 Haziran 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / FP DAVASI VE EKONOMİNİN KADERİ

Cahit UYANIK 

1999 yılı sonundan bu yana Enflasyonla Mücadele Programını tehdit edebilecek 3 önemli gelişmeye dikkat çekiyorduk. Bunlardan ilki olan Abdullah Öcalan'ın idamı konusu zamanlama itibarıyla Ocak ayı başında tartışılıp bittiği için programa olumsuz bir etki yapmadı. İdam meselesinin 2002 yılından önce yeniden Türkiye'nin önüne gelme ihtimali zayıf. 

O zamana kadar Türkiye'nin 'ağırlaştırılmış müebbet hapis' kavramını bir şekilde Ceza Yasasına yerleştirmesi gerekiyor. Aynı yıl AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlama ihtimali de mevcut. AB ile; 'ceza hukukunda idam cezasını korumakta ısrar eden bir ülke' olarak masaya oturmamız zor görünüyor. Ancak bu konu her halükarda orta vadeli bir özellik arz ediyor.

Programı tehdit eden ikinci unsur cumhurbaşkanlığı seçimi, üçüncü unsur ise Fazilet Partisinin (FP) kapatılarak Türkiye'nin bir ara seçim yapmak zorunda kalmasıydı. Başbakan Bülent Ecevit, tek vuruşta bu iki can alıcı sorundan kurtulmak için anayasa değişikliğine önayak oldu. Demirel'in görev süresini uzatmak bir yana siyasi partilerin kapatılmasını da zorlaştırmaya çalıştı. Ancak 3,5 ay süren bu uğraş boşa çıktı. Yaklaşık 1,5 ay ise üzerinde uzlaşma sağlanacak bir cumhurbaşkanı adayı bulmak ve yasal seçim süreci nedeniyle geçti. Türkiye yaklaşık 5 ay kaybetti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SUÇLULUK MU? SAMİMİYET Mİ?

Cahit UYANIK 

Devlet Bakanı Recep Önal, geçen hafta bir basın toplantısı düzenleyerek enflasyonla mücadelenin ilk 6 aylık sonuçlarını değerlendirdi. Önal'ın sözleri gösterdi ki hükümet hedeflerin gerisine düşülmesi konusunda 'suçlu' arayışı içinde. Bu basın toplantısında kabak, IMF Türkiye Masası Şefi Cottarelli, Hazine Müsteşarı Demiralp ve Merkez Bankası Başkanı Erçel'in başına patladı. 

Birisinin Türkiye'ye gelmek üzere bavul topladığı, ötekilerinin ise tatilde olduğu sırada yapılan açıklamada 'Kimse vazgeçilmez değildir' sözü zihinlerde birçok soru işareti bıraktı. Çünkü dağıtılan yazılı metinde bu cümlenin sarf edildiği bölümün ara başlığı 'Programın sahibi kim?' ibaresinden oluşuyordu. Önal'ın yazılı metnin birkaç yerinde Başbakan Ecevit'in yanı sıra koalisyonun diğer liderlerine atıfta bulunması, sözlerinin 'blöf' olarak alınmaması gerektiği yönünde bir mesajdı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EKONOMİDE ÜÇÜNCÜ BİLGİLENME DEVRİMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye, yaz aylarının boğucu sıcağında gayet teknik konuları tartışmaya devam ediyor. Ekonomide artık her ayın 3'ü büyük teorik tartışmaların çıkmaya aday olduğu bir gün. Fiyat endekslerinin birbirini nasıl etkilediği, enflasyonda kamu ve özel sektör paylarının önemi, endeksin yapısının değiştirilip değiştirilmemesi gibi çok teknik konular kamuoyu önünde tartışılıyor. 

Bu tartışmanın daha dumanı üzerinde tüterken cari açık, dış denge, dış dengenin iç dengeye olası etkileri gibi çok ağır teorik problemler gazete sayfalarında boy boy yer alıyor. Geçenlerde eski bürokrat bir köşe yazarı bu konuları hap haline getirilmiş şekilde okuyucusuna sundu bile... 

6 Haziran 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ANKARA'DAN BAKILINCA İMKB...

Cahit UYANIK 

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) şu günlerde pek keyifsiz. Endeks, 13-14 bin arasında dalgalanıp duruyor. Yılbaşındaki 'füze gibi' çıkışa aldanıp da 26-27, hatta hızını alamayıp 29 bin endeks tahmini yapanlar bile "Yahu niye böyle oldu?" demekten kendilerini alamıyorlar.

Gerçekten borsayla ilgili beklentiler neden altüst oldu? Cevabı basit: Türkiye tüm 'özel sektörleşme' ve 'özelleştirme' çabalarına rağmen, ülke 'devletlu' bir görüntü arz ediyor. Hal böyle olunca borsanın kaderi de çoğu zaman Ankara'da çiziliyor. 

Borsada işlem hacmine hükmeden bazı güçler, aslında hükümetin (Ankara'nın)  Enflasyonla Mücadele Programına başlangıçta inanmamışlardı. Ocak ve Şubat aylarında belirlenen yüksek enflasyon oranları da onların ekmeğine yağ sürdü. Bu güçler "Ekonomik program birkaç ay içinde delinir, biz de endekste 5-6 biner puanlık dalgalanmalarla günümüzü gün ederiz" diyorlardı. 

Ancak hükümetin bu konuda ciddi olduğu, cumhurbaşkanı seçimi gibi zorlu bir süreci bile atlatmasıyla iyice belirginleşti. Yıllardır siyasi istikrarsızlığı risk primi olarak Hazineye ve enflasyon olarak ekonomiye yükleyen politikacılar, yavaş yavaş bundan vazgeçmeye başladılar. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANKACILIKTA 'MİLAT' HAZIRLIĞI

Cahit UYANIK 

Yıllardır çeki-düzen verilmeyi bekleyen bankacılık sektöründe 'milat' yaklaşıyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), 31 Ağustos 2000 tarihinde sistemin kontrolünü teslim alacak. 

BDDK yaklaşık 10 gün önce İş Bankasının eski genel müdürlük binasındaki tefrişat ve yerleşim işlerini bitirerek buraya taşındı. İki önemli yönetmelik yayınlandı. Üyelerini ve çalışanlarını bağlayacak etik ilkelerin ilk yayınlanan yönetmeliğin konusu olması, BDDK'nın geleceği açısından ümit veren bir gelişmeydi. BDDK, daha faaliyete geçmeden başkanının şahsi kredisinden yararlanmaya da başladı. Dünya Bankası, Başkan Zekeriya Temizel'e destek olmak için FSAL Kredisine 20 milyon dolarlık bir ilave yaptı.

BDDK kaynaklarından edindiğimiz izlenime göre Kurum'da yaklaşık 350 kişi çalışacak. Bu kadronun önemli bir kısmını denetçiler oluştururken, araştırmacılara da büyük önem verilecek. Kurul, personel konusunda hiç vakit kaybetmek istemiyor. 'Milat'la birlikte Hazine'den gelerek BDDK bünyesinde faaliyet göstermeye başlayacak Bankalar Yeminli Murakıpları Kurulu, yeni uzman yardımcıları alacak. Bu amaçla Temmuz ayı sonunda ÖSYM'nin hazırladığı bir sınav yapılacak. 

5 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SEÇMENİN 'SEÇİM SİSTEMİ' MESAJLARI

Cahit UYANIK 

Geçen haftaki yazımızın sonunda seçim kaybeden 'demokrasi centilmenleri'ni daktilo başına oturup istifa mektubu yazmaya davet etmiştik. Herşeyden önce bu çağrıya kulak tıkamayan CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal'a teşekkür etmek istiyoruz. Diğer genel başkanların da çırpınmadan, sinsi siyaset kumpaslarına girmeden, partilerini baraj altına düşürmeden aynı davranışta bulunmalarının Türk demokrasisine büyük katkı yapacağını hatırlatırız.

Bu kısa girişten sonra 18 Nisan seçimlerinin yorumuna geçebiliriz. Seçimler üzerine bir haftadır çok şey yazılıp çizildi. Değerlendirmelerin önemli bir bölümü oy kaymaları, koalisyon formülleri ve Milliyetçi Hareket Partisinin beklenmedik oy patlaması üzerineydi. Ancak 37 milyona yaklaşan seçmen kitlesinin, siyasi eğilimlerin yanı sıra seçim sistemine ilişkin güçlü değişim sinyalleri verdiği gözden kaçtı. Yani seçimden önce konuşulan ama uygulamaya geçirilemeyen iki turlu ve dar bölge seçim sistemini kastediyorum. Bir de gittikçe yılan hikayesine dönüşen Yerel Yönetim Reformunu...

Türkiye belki de çeyrek asır sonra Meclis'e 3 bağımsız milletvekili gönderdi. Bağımsızlar bölgelerinden o kadar çok oy aldılar ki, seçilmelerine yetecek sayının iki hatta 2,5 katına kadar çıkabildiler. Bundan sonraki ilk seçimde yerel dokusu kuvvetli birçok ismin, siyasi parti listelerinde istedikleri yere konulmamaları durumunda, bağımsız aday olmaları bir siyasi geleneğe dönüşecek gibi. Siyasi partileri merkez yoklaması yapmaktan caydırabilecek, delege mafyalaşmasının önüne geçebilecek bu eğilimin yayılması, halkın seçim sistemine ilişkin ilk mesajıdır. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / MEMLEKETİMDEN BİLDİRGE MANZARALARI-2

Cahit UYANIK 

"Gelişmiş ülkelerde halk iradesinin devlet yönetimine yansıtılmasının en etkili müesseselerinden biri olarak yaygın bir şekilde referanduma başvurulmaktadır. Kitle iletişim araçları ile bilgisayar teknolojisindeki hızlı gelişmenin de yardımıyla önümüzdeki yüzyılda temsili demokrasiden doğrudan demokrasiye hızlı bir geçiş yaşanacaktır. Fazilet Partisi (FP) bu gelişmeyi ilk tespit eden parti olarak referandum müessesesinin yaygın bir biçimde kullanılmasını savunmaktadır."

Bu paragraf da FP'nin 'Günışığında Türkiye' adlı seçim bildirgesinden alındı. Öncelikle seçim bildirgesinin isminin çalıntı veya teknik deyimle 'esinlenme' içerdiğini söylemeliyim. Çünkü Anasol-D Hükümetinin hükümet programında da devlet yönetiminin şeffaflaştırılması projesinin sloganlaştırılmış şekli 'Günışığında Yönetim' idi.

Günışığı kavramı aslında ABD kökenlidir. ABD'de çıkarılan 'Sunshine Act' Yasası ile devletin tüm işlem ve icraatları onlarca yıl önce tamamıyla vatandaşlara açılmıştı. Böylece FP, milletvekillerinin çoğunun orijinini oluşturan Refah Partisinin özgün 'Adil Düzen' kavramından, Batı Kulüp Zihniyeti'nin önemli merhalelerinden birisine terfi etmiş oldu! Erbakan Hoca Balgat'taki evinde bu bildirgeyi okuduğunda eminim çevresindekilere taklitçi zihniyetin FP'ye sirayet ettiği hususunda uzun bir nutuk çekmiştir. 

4 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR/ MEMLEKETİMDEN BİLDİRGE MANZARALARI-1

Cahit UYANIK 

"Senin ülken nice devlete mezar olmuştur. Dizi titreyenler bu coğrafyada tutunamaz. Senin dizin titremeyecek. Düşmanlarından korkun, dostlarından kuşkun olmayacak. Çünkü sen ordu-milletsin."

Bu cümleler Doğru Yol Partisinin (DYP) seçim bildirgesinden alındı.  Altında Genel Başkan Tansu Çiller'in imzası var. Demokrasi mücahidi Tansu Çiller, aynı bildirgenin bir başka yerinde de 'ordu-millet'e, bireylerin kurumlara kurban edilmeyeceği yönünde söz veriyor..!

Çiller bununla da yetinmiyor; hukuk devletinde özgürlük, bağımsız şahsiyet yaratmaya yönelik eğitim, borçsuz doğacak bebekler de vaat ediyor. Çiller, bir yandan yüksek disiplin öngören ve bireysel özgürlüklerin geri plana itileceği 'ordu-millet' söylemine sarılmış; öbür yandan liberalizm satmaya çalışıyor. Üstelik Çiller daha geçen Ağustos'ta düşürülen vergi oranlarının bir kez daha düşürüleceğini iddia ediyor. 'Diz titreme' edebiyatı da işin cakası... Ben bu seçim bildirgesini ancak 'siyasi mesir macunu' olarak adlandırabilirim.

"Enflasyonu 2 yılda tek haneli rakama indireceğiz. 2 yıllık İstikrar ve Acil Onarım Programı'nı uygulamaya koyacağız. Şok program uygulamasıyla enflasyonu ilk yıl yüzde 20'ye, ikinci yıl sonunda tek haneli rakama indireceğiz."

Bu cümleler de Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) 'Çözüm 2000' adlı seçim bildirgesinden alıntı. CHP'nin ekonomi kurmayları acaba 'şok program'ın anlamını hiç düşündüler mi? Türkiye bugün 5'inci yıldönümünü idrak edeceğimiz 5 Nisan 1994 Kararları ile bir şok program uygulamıştı. O zaman Türkiye'de yaklaşık 1 milyon emekçi işsiz kalmıştı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / UFUKTAKİ KRİZ: EKONOMİ YÖNETİMİ

Cahit UYANIK 

Farkında mısınız? Üç pazar sonra sandık başına gideceğiz. Elbette Küskünler destekli Fazilet Partisi, seçimleri erteletmezse... 27 gün kala kaderi hala belli olmayan seçim, sanırım siyasi tarihte hak ettiği yeri bulacaktır. 

Burada uzun uzun siyasi analizler yapmayacağım. Ama Ankara kulislerinde yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlayan gizli bir çekişmeye dikkatinizi toplamanızı isterim. Henüz çok kapalı ortamlarda konuşulsa da seçimden sonra oluşması muhtemel DSP-ANAP Koalisyonunda ekonomi yönetimini kimin üstleneceği şimdiden pazarlık konusu yapılıyor. Bu konuyu derinlemesine incelemek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. 

DSP Azınlık Hükümeti kurulduktan sonra iki ilginç gelişme oldu. Birincisi; neredeyse tüm ekonomik birimlerin Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay'a bağlanmasıydı. Uluğbay, Turgut Özal'dan sonra 'ekonominin tek patronu' olan ilk isimdi. Bu, ekonomi yönetimi konusunda 1988'den beri değişik kliklerin savaştığı ANAP'ta pek hoş karşılanmadı. 

3 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BAYRAM GELENEĞİMİZ VE DEĞİŞEN ZAMANLAR

Cahit UYANIK 

Bir bayram sabahında neler okumak istersiniz? Siyaset, iş dünyası, vergi, iç borçlar, faiz oranları, alt yapı yetersizlikleri, özelleştirme, Ecevit, Çiller, Baykal, Clinton, IMF, Dünya Bankası mı? Yoksa nostalji rüzgarı ile tütsülenmiş eski bayramların ihtişamı mı? 

Türkiye'de bayramlar acaba neden gittikçe turizm sektörünün cep harçlığı haline geliyor dersiniz? İnsanlar, dostlarıyla beraber geçireceği birkaç günü, neden soğuk otel odalarına tercih ediyor? Bu sorular uzayıp gidebilir. Cevapların her birisi de başlı başına bir sosyolojik araştırmaya konu olabilir. Ama bütün araştırmaların ve derin analizlerin ulaşacağı ilk sonuç, 'Toplum çok hızlı değiştiği için, bayram geleneğimizin buna ayak uydurmakta zorlandığı' olacaktır.

Toplum yaşamımızın en müstesna günlerinden olması gereken bayramları, ruhuna ihanet etmeden nasıl değişime dahil edebiliriz dersiniz? Aslında bununla ilgili bazı belirtiler ortada yok değil. Bayram sabahları kilitlenen telefon santralleri, toplumsal değişimin en önemli sonuçlarından göç olgusunun ulaştığı boyutları gösteriyor. Telefon, birbirine ulaşması çok zor olan aile bireylerinin bir çift kelamını birbirine ulaştırıyor. Türkiye'nin ekonomik alt yapıyı geliştirmek için kurduğu haberleşme sistemi, toplumsal sonuçlara da vesile oluyor.

2 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR/ YAPISAL REFORM BUDALASI

Cahit UYANIK 

Türkiye, yapısal reform budalası oldu. Veya daha kibar deyimle, yapısal reform budalası yapıldı. Biz bu Bankacılık Yasasını Haziran ayında ne diye çıkardık? Aradan 5 ay geçmeden yasanın yüzde 75-80'inin özünü değiştirecek yeni bir yasayı neden Meclis'e sunuyoruz? Bankacılık Yasası neden 'acemi berber çırağı kazası'na kurban gidiyor? Bu soruları birisi cevaplamalı. 

Devletin Merkez Bankası, yasa çıkar çıkmaz internetteki sayfasında bu düzenlemenin ne kadar 'beynelmilel' kriterlere uygun olduğunu karşılaştırmalı olarak anlatırken acaba neyi bizden gizledi? Hazine'nin ilgili birimleri acaba Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu boğazına kadar siyasete batırılana kadar neredeydi?

Bizim bürokrasimizde Dünya Bankasının yeniyetme uzmanlarının bilgi ve görgüsü kadar tecrübeye sahip isimler yok mu? Yoksa siyasetçilerimiz dünyadaki tüm modern ülkeleri sarıp sarmalayan 'ekonominin özerk ve bağımsız kurullarca yönetilmesi' eğilimine, yine bazı 'alaturka' katkılar mı getirmeyi deniyor dersiniz? Türkiye'nin 'Bağımsız gibi görünen, KİT kafalı, özerkimtrak kurullar' modeli acaba ekonomi literatürüne nasıl geçecek? Dünya Bankasının vereceği 1 milyar dolar; 15 milyar dolar harcansa adam olmayacağı belirtilen bankacılık sektörünün dişinin kovuğuna yetecek mi?

1 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KERAMET VE 3 ACİL REFORM

Cahit UYANIK 

Eskiden 'Nikahta keramet vardır' derlermiş. Bu Çarşamba günü IMF ile 17'inci defa nikahlanacağız. Bu atasözümüzü ekonominin 2000 ve izleyen yıllardaki beklentileri ile bağlantılandırarak "Stand by'da keramet vardır" diye değiştirebiliriz. 

Ama daha önceki nikahların çok başarılı olduğu söylenemez. En son nikah 1995 yılında DYP Lideri Tansu Çiller ile ANAP Lideri Mesut Yılmaz arasındaki mert-namert kavgasına kurban gitmişti. Doğrusu yeni stand by'ın kerameti kendisinden menkul değil. Çünkü daha onaylanmadan faizleri paraşüt takıp düşürdü, borsaya kanat takıp uçurdu.

Geçmişe takılıp kalmakta fayda yok ama tedbiri de elden bırakmamak gerekir. 22 Aralık'ta açıklanacak stand by anlaşması, nişanlılık dönemine benzeyen Yakın İzleme Anlaşması üzerine inşa edildi. Üstelik IMF, çeyize benzetebileceğimiz olağanüstü dönem vergilerini bu kez stand by sonrası değil, stand by öncesinde çantasında görmek istedi. Dile kolay IMF İcra Kurulunun stand by'ı onayladığı saatlerde, vergi dairelerinde ek vergilere ilişkin beyanname kuyrukları uzayıp gidecek.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 'EKONOMİ TIKIRINDA DEĞİL' KOROSU

Cahit UYANIK 

Ekonomi, günümüzde yaşamın kimi alanlarını etkileyen çok önemli bir kavram haline dönüştü. Ünlü ses üstadı ve besteci Timur Selçuk'un 24 Ocak Kararlarından sonra yazdığı 'Ekonomi Tıkırında' adlı şarkısı buna çok güzel bir örnektir. Selçuk bu şarkısında rahmetli Turgut Özal'ı hicveder. Şarkının her halinden Özal'ın ağzından seslendirildiği bellidir. 

Özal "Kriz var, Kriz var" diye sahte çığlıklar atarak ekonominin bunalımda olduğu konusunda herkesi ikna etmeye çalışır. Daha sonra sevinç çığlıkları içinde "Ekonomi tıkırında,  Ekonomi tıkırında" diye seslenir. Bugünlerde ise söz konusu şarkının 'Özel sektör korosu' tarafından seslendirilmiş haline tanık oluyoruz.

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde birçok kez ekonomik bunalıma girdi veya kıyısında dolaştı. Bunalımların hepsinin ortak paydası, devlet kaynaklı olmasıydı. Bazen döviz rezervleri bazen de kamu finansmanında yaşanan sorunlar devleti önlem almaya zorluyordu. Özel sektör çoğu zaman bu krizle mücadele paketlerinden daha büyüyerek çıktı. Çünkü devlet özel sektöre yüklenmenin insafsızlık olacağını çok iyi biliyordu.

Türkiye'de 1980 sonrasında özel sektörün sermaye birikimi büyük hız kazandı. Sanayi tekeli İstanbul ve hinterlandındaki bölgelerden çıkıp Anadolu'ya yayıldı. Adana, Gaziantep, Denizli, Ankara, Konya, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya gibi kentlerde özel sektör filiz verdi ve büyüdü. Ama daha 1994'ten sonraki ilk önemli kriz belirtisinde özel sektörün çiçeği burnunda patronları 'efendilik' yerine 'efeliğı' tercih ettiler. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / CEM UZAN'A NİYE İNANMADIM?

Cahit UYANIK 

Cem Uzan'ın havuzdan bozma depoda yakalanan milyonlarca Telsim kontörüyle ilgili savunması gerçekten akıllara zarar: "Malım değil mi? İstediğim yerde saklarım". Nereden baksan hatalı ve yanlış bir açıklama. Ama sokaktaki insan açısından basit, izah ve ikna edici gibi görünüyor. 

Türkiye'de basın, insanları eğitici işlevinden gün geçtikçe uzaklaştığı için bu açıklamanın neresinde teknik hata olduğunu aktarmaktan aciz kaldı. Uzan gibi adamlar da bundan bir güzel yararlanmaya devam ediyor. 

Muhasebenin temel ilkelerine göre bir işletme, tüzel kişilik olsun veya olmasın ayrı kasaya sahiptir. Yani işletme sahibi veya ortaklarının cebi ile işyerlerinin kasası ayrı işler. Hele hele Telsim gibi anonim şirket statüsünde bulunan ve koca koca defterleri bulunan (yok mu yoksa?) tüzel kişiliğe sahip bir işletmede kasa konusu hayati önemdedir.