9 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EYLÜL GÜNDEMİNE AKL-I EVVELLİK

Cahit UYANIK 

Biraz akl-ı evvellik olacak biliyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri önümüzdeki aydan itibaren büyük bir ivme kazanacak. Bu ivme bizden değil, yine onlardan kaynaklanacak. Çünkü AB Eylül'de Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) açıklayacak. Belge açıklandığında göreceğiz ki AB, önümüze uzun bir 'ev ödevi' listesi koymuş.

Aslında bu listenin nelerden oluştuğunu Türkiye çok iyi biliyor. 1996 yılında uygulamaya giren Gümrük Birliği (GB) Kararı öncesinde 'müktesebat' dediğimiz sözcüğün içinde binlerce sayfalık bir uyum şablonu olduğunu keşfeden ilk ülke sayılırız. Ama buna rağmen sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi davranıldı. Peki niye böyle oldu? 

Türkiye Ankara Anlaşmasının imzalandığı 1963 yılından bu yana AB macerasının peşinde. Bu süreçte Türkiye için hep ekonomi ön plandaydı. Ta ki tam üyeliğimizin tescillendiği 1999 yılına kadar... Aslında Soğuk Savaş şartları devam etseydi, bu trendde bir değişiklik olmayacaktı. Doğu Bloku'nun yıkılarak yeniden yapılanmasıyla çok şey değişti. Bağımsızlaşan Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri AB'ye tam üyelik için başvurdular. Bu aşamada AB'nin tam üyelik koşullarını çeşitlendirip genişletmesi gündeme geldi. İşte Türkiye de bu rüzgardan etkilendi. 

Türkiye GB'ye kadar olup biteni algılamak istemedi. Çünkü sorun bizim için daha çok 'ekonomi'; AB için ise 'ekonomi, insan hakları, hukuk, demokrasi' idi. Türkiye'nin diğer kavramları algılama güçlüğü göstermesinin geri planında, ekonomisinin rekabet gücüne ilişkin tereddütler yatıyordu. Zaten ekonomi AB ile rekabete dayanamazsa diğer soyut kavramlar otomatikman gündemden düşecekti. Ama GB'nin uygulama süreci Türkiye'nin korkularının yersiz olduğunu gösterdi. Artık Eylül ayında açıklanacak olan KOB'un Türkiye'nin önüne insan hakları, demokrasi, hukuk ve mevzuat uyumu gibi alanlarda önemli yükümlülük talepleri koyması kaçınılmaz görünüyor. 

Ama konuya bir başka bakış açısıyla yaklaşıldığında şu analizi gözden kaçırmamalıyız: Acaba Türkiye'de 2 bin 800 dolarlık kişi başına milli gelir seviyesi -hem de adaletsiz dağılan- ortada iken insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi 'ulvi' kavramlar ne kadar hayat şansı bulabilir?

Demokrasi ve insan hakları kavramlarının güçlü bir ekonominin gölgesinde yeşerip büyüyeceğini kabul edersek, AB ile ilişkilerde açmazlara ve tuzaklara düşmekten kurtulabiliriz. AB'deki dostlarımıza Türkiye ekonomisinin güç kazanmasının insanlık idealine yakın bir ülkeyi yaratmakta vazgeçilmez yol olduğunu anlatabilmeliyiz. Demokrasi içinde kalarak kalkınmaya çalışan Türkiye'nin gelişmiş ülkeler düzeyine yükselmesi için, AB'deki partnerlerimizin daha samimi ve ciddi ekonomik yardımlarına ihtiyacı olduğunu onlara iletebilmeliyiz.

(Bu yazı Finansal Forum gazetesindeki Başkentten Yansımalar köşesinde 21 Ağustos 2000 tarihinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder