27 Nisan 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KURTARACAĞIZ AMA KİMİ VE NEDEN?

Cahit UYANIK 

Geçen hafta Türkiye'nin geleceği açısından kritik önemdeydi. Enflasyonda son 21 yılın en düşük Mart ayı enflasyonu açıklandı. Yaklaşık 13 aydır çekilen sıkıntıların ardından belki de ilk umut ışığı bu rakamdı. Her ne kadar düşük enflasyonun geri planında 'talepsizlik' olduğunu hepimiz biliyor olsak da, kafalarda 'acaba' sorusu belirdi. Acaba Türkiye, hem enflasyonu düşürüp hem büyümeye geçebilir miydi?

Başını özellikle TOBB'un çektiği iş dünyasına bakarsanız; devlet bir an önce mali disiplini gevşetip, faiz dışı fazla hedefinden taviz verip, piyasalara para pompalayarak ekonomiyi canlandırmalı. Yani önce talep oluşmalı, ardından arz yani üretim ve ekonomik büyüme onu izlemeli. 

Bu model bize yabancı değil. 1994 ve 1998'den sonraki krizlerde yapılan da buydu. Ancak sonuç pek de iç açıcı olmadı. Ekonomi 3-4 yılda bir girdiği devrevı küçülme sendromundan kurtulamadı. Devlet, bu politikalar sonucu ekonomik büyümeyi finanse etmek için yaptığı harcamalar yüzünden tüm vergi gelirlerini bile ödese faiz yükünü karşılayamayacak hale geldi. Üstelik yüksek fiyatlı destekleme alımları, çok düşük faizli krediler, bol keseden memur ve işçi zamları, gittikçe şişen kamudaki istihdam ve verimsiz yatırımlar; piyasaların aradığı en önemli şey olan 'doğru sinyaller'e parazit yaptı. 

Belki de ihracata dayalı üretim yapısına geçmesi gereken sektörler, şişirilmiş iç talep nedeniyle bunu ertelediler. Yabancı ortak bularak yeni bir üretim konseptini denemeyi planlayan şirketler de, düşük faizli kamu kredileri nedeniyle bundan vazgeçtiler. Oysa Türkiye eskisi kadar içine kapanık bir ekonomi değil. Özellikle Gümrük Birliği ve küreselleşme; ekonomiyi sert bir rekabetle karşı karşıya bıraktı. Sert rekabet ortamındaki parazitli sinyaller çoğu işletmeyi iflas ettirdi, insanları da işsiz bıraktı. Ekonomideki kolay çözüm merakı,  başımıza büyük belalar açtı.

Şu anki ekonomi yönetimi ise benzeri bir hatayı yapmayacak gibi görünüyor. Önlemlerin büyük çoğunluğu ekonominin arz yani üretim cephesini düzeltmeye yönelik. Üretim artışı arayışı, ekonomik yapı değişimi ile at başı gidiyor. Bu noktada BDDK ve bankacılık sektörünün ulaştığı erginliği simgeleyecek İstanbul Yaklaşımı ile kamu bankalarına büyük görev düşüyor. 

İstanbul Yaklaşımının kapsamının iyi belirlenmesi, ilerideki üretim ve istihdam artışının en önemli garantilerinden birisini oluşturacak. Çünkü kapsama girecek büyük firmalar, aynı zamanda daha sağlıklı yan sanayi ve alt sektör yapılanmalarını beraberlerinde sürükleyebilecekler. Kamu bankalarının açacağı kurtarma paketlerinde İstanbul Yaklaşımı ile bağ kurmaları da gerekebilir. Ama kamu bankalarının öncelikli görevi istihdamdaki büyük daralmayı önleyecek ve azaltacak bazı kredi paketlerini hayata geçirmek olmalı. Öncelik, siyasi parti il başkanlarının gönderdiği listelerdeki işletmelere değil, üretim için gerçekten can atanlara verilmeli.

(Bu yazı Finansal Forum gazetesindeki Başkentten Yansımalar köşesinde 08 Nisan 2002 tarihinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder