Hafızalar yoklanırsa, Türkiye'nin 2001
Krizi sonrasında tartıştığı önemli konulardan birisi siyaset ile ekonomi
yönetiminin birbirinden nasıl ayrılacağı idi. Türkiye, bu sorunu çözmek için
kriz sırasında iki önemli adım attı. Birincisi Merkez Bankası'na bağımsızlık
tanınmasıydı. Aslında 1994 Krizinden sonra adımları atılmaya başlanan Merkez
Bankasının bağımsızlık kazanma süreci, 2001'de değiştirilen kuruluş kanunu ile iyice perçinlendi. Hükümetin Merkez Bankasından avans çekerek kamu
harcamalarında kullanabilmesi imkanı kaldırıldı, bankanın temel amacının fiyat
istikrarını sağlamak ve korumak olduğu kabul edildi, Banka bünyesinde Para Politikası Kurulu kurularak faiz oranlarının belirlenme sürecinde teknik boyut
daha çok öne çıkarıldı. Bütün bunlar, siyasetin Merkez Bankası üzerindeki
etkisini iyice asgariye indirmek amacını taşıyordu.
Aradan geçen 8 yılda Merkez Bankası
bağımsızlığını anlama ve hazmetme yönünde önemli adımlar atıldı. Ancak yeterli
olduğu söylenemez. Hala bankaya yönelik, içi boş faiz eleştirileri ve bankanın
öncelikli görevinin en fakirinden en zenginine herkesin cebine giren TL'nin
itibarını korumak olduğu anlaşılabilmiş değil. Bu nedenle siyasetin, ekonomi
üzerindeki olumsuz etkisini asgariye indirmek için yapılan bu reform henüz
emekleme sürecini yaşıyor. Oysa sabırla, özenle ve kıskançlıkla korunması
gereken bir Merkez Bankası bağımsızlığı tüm Türkiye'nin işine
yarayacaktır.
Siyasetin ekonomi yönetimindeki etkisini
azaltmak ve sınırlamak için yapılan ikinci reform ise birçok sektörü düzenlemek
ve denetlemek üzere üst kurullar kurulmasıydı. Aslında Türkiye'de üst kurullaşma
süreci 1982'de oluşturulan Sermaye Piyasası Kurulu ile başlamış, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, Rekabet Kurulu ile devam etmişti. Ancak 2001 krizinden
sonra tamamıyla siyasetin etkisi altındaki bazı alanlara da el atıldı. Kamu
İhale Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulu oluşturuldu. Bu kurullara mali ve idari özerklikler verildi.
Söz gelimi siyasetçiler, bankacılık sektörünün geleceğinin belirlenmesi
(düzenlenmesi) ve faaliyetlerinin izlenmesinde (denetlenmesi) eskiden birebir
söz sahibi idi. Çünkü bankalara yönelik bu çalışmalar Hazine Müsteşarlığı
bünyesinde yürütülüyordu. Banka kuruluş izinleri, bir bankanın devletin
gözetimi altına girip girmemesi gibi konular tamamen siyasi etkilere açıktı.
Yine benzeri şekilde, kamudaki ihale sistemi iyice sorunlu hale gelmişti.
İhaleler çok eski usullerle yapılıyor ve siyasi etkilere açık olabiliyordu.
Üstelik sorunlu ihalelerin denetlemesi de zayıftı. Kamu İhale Kurulu da,
yasayla kendine verilen yetkiye dayanarak bu alanı düzenlemeye başladı. Böylece
kamu harcamalarının etkinliği artacaktı. Enerji sektöründe kurulan üst kurul da
benzeri fonksiyonları üstlenecekti.
Peki üst kurulların özerkliğinde son
durum ne? Geniş anlamda 1982 yılı, dar anlamda ise 2001 yılı milat kabul
edildiğinde üst kurullar, aradan geçen sürede başlangıçtaki özerkliklerinden
uzaklaşan bir görünüm sergiliyorlar. Gerek üye ve başkanlık seçimleri, gerekse
kurullara yönelik küçük küçük yasal değişiklikler özerkliği zedeliyor. Yani siyasetin
bu kanal üzerinden ekonomiye yaptığı olumsuz etki günbegün, giderek artış
gösteriyor. Tüm dünya, krizden çıkış önerileri arasında düzenleyici ve
denetleyici üst kurulların daha güçlendirilmesini tartışıyor. Önümüzdeki
aylarda tüm dünyada üst kurulların daha güç kazandığını göreceğiz.
Bizde ise üst kurullar giderek
zayıflatılmaya çalışılıyor. "Krizi fırsata çevireceğiz" söylemi
yerine, "Kazanılmış fırsatları krize kurban etmemek" gerektiğini
birilerinin anlaması gerekiyor.
(Bu yazı, Türkiye İnşaat Sanayicileri İşverenler Sendikası-İNTES'in Genç Yöneticiler Grubu'nun yayın organı Genç Yönetici Gazetesinde Nisan-2009 tarihinde yayınlanmıştır.)
EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA VE KRİZ KORKUSU HAD SAFHADA; FATURAYI TOPLUM ÜSTLENECEK
DÜNYADAKİ KRİZ TÜRKİYE İÇİN 'HENÜZ' FIRSAT YARATMAZ
EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA VE KRİZ KORKUSU HAD SAFHADA; FATURAYI TOPLUM ÜSTLENECEK
DÜNYADAKİ KRİZ TÜRKİYE İÇİN 'HENÜZ' FIRSAT YARATMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder