30 Ocak 2015 Cuma

SİYASETÇİNİN EKONOMİYİ OLUMSUZ ETKİLEMESİ NASIL ÖNLENİR?



Cahit UYANIK

Hafızalar yoklanırsa, Türkiye'nin 2001 Krizi sonrasında tartıştığı önemli konulardan birisi siyaset ile ekonomi yönetiminin birbirinden nasıl ayrılacağı idi. Türkiye, bu sorunu çözmek için kriz sırasında iki önemli adım attı. Birincisi Merkez Bankası'na bağımsızlık tanınmasıydı. Aslında 1994 Krizinden sonra adımları atılmaya başlanan Merkez Bankasının bağımsızlık kazanma süreci, 2001'de değiştirilen kuruluş kanunu ile iyice perçinlendi. Hükümetin Merkez Bankasından avans çekerek kamu harcamalarında kullanabilmesi imkanı kaldırıldı, bankanın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak ve korumak olduğu kabul edildi, Banka bünyesinde Para Politikası Kurulu kurularak faiz oranlarının belirlenme sürecinde teknik boyut daha çok öne çıkarıldı. Bütün bunlar, siyasetin Merkez Bankası üzerindeki etkisini iyice asgariye indirmek amacını taşıyordu.

Aradan geçen 8 yılda Merkez Bankası bağımsızlığını anlama ve hazmetme yönünde önemli adımlar atıldı. Ancak yeterli olduğu söylenemez. Hala bankaya yönelik, içi boş faiz eleştirileri ve bankanın öncelikli görevinin en fakirinden en zenginine herkesin cebine giren TL'nin itibarını korumak olduğu anlaşılabilmiş değil. Bu nedenle siyasetin, ekonomi üzerindeki olumsuz etkisini asgariye indirmek için yapılan bu reform henüz emekleme sürecini yaşıyor. Oysa sabırla, özenle ve kıskançlıkla korunması gereken bir Merkez Bankası bağımsızlığı tüm Türkiye'nin işine yarayacaktır. 

Siyasetin ekonomi yönetimindeki etkisini azaltmak ve sınırlamak için yapılan ikinci reform ise birçok sektörü düzenlemek ve denetlemek üzere üst kurullar kurulmasıydı. Aslında Türkiye'de üst kurullaşma süreci 1982'de oluşturulan Sermaye Piyasası Kurulu ile başlamış, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Rekabet Kurulu ile devam etmişti. Ancak 2001 krizinden sonra tamamıyla siyasetin etkisi altındaki bazı alanlara da el atıldı. Kamu İhale Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturuldu. Bu kurullara mali ve idari özerklikler verildi. Söz gelimi siyasetçiler, bankacılık sektörünün geleceğinin belirlenmesi (düzenlenmesi) ve faaliyetlerinin izlenmesinde (denetlenmesi) eskiden birebir söz sahibi idi. Çünkü bankalara yönelik bu çalışmalar Hazine Müsteşarlığı bünyesinde yürütülüyordu. Banka kuruluş izinleri, bir bankanın devletin gözetimi altına girip girmemesi gibi konular tamamen siyasi etkilere açıktı. Yine benzeri şekilde, kamudaki ihale sistemi iyice sorunlu hale gelmişti. İhaleler çok eski usullerle yapılıyor ve siyasi etkilere açık olabiliyordu. Üstelik sorunlu ihalelerin denetlemesi de zayıftı. Kamu İhale Kurulu da, yasayla kendine verilen yetkiye dayanarak bu alanı düzenlemeye başladı. Böylece kamu harcamalarının etkinliği artacaktı. Enerji sektöründe kurulan üst kurul da benzeri fonksiyonları üstlenecekti.

Peki üst kurulların özerkliğinde son durum ne? Geniş anlamda 1982 yılı, dar anlamda ise 2001 yılı milat kabul edildiğinde üst kurullar, aradan geçen sürede başlangıçtaki özerkliklerinden uzaklaşan bir görünüm sergiliyorlar. Gerek üye ve başkanlık seçimleri, gerekse kurullara yönelik küçük küçük yasal değişiklikler özerkliği zedeliyor. Yani siyasetin bu kanal üzerinden ekonomiye yaptığı olumsuz etki günbegün, giderek artış gösteriyor. Tüm dünya, krizden çıkış önerileri arasında düzenleyici ve denetleyici üst kurulların daha güçlendirilmesini tartışıyor. Önümüzdeki aylarda tüm dünyada üst kurulların daha güç kazandığını göreceğiz.
Bizde ise üst kurullar giderek zayıflatılmaya çalışılıyor. "Krizi fırsata çevireceğiz" söylemi yerine, "Kazanılmış fırsatları krize kurban etmemek" gerektiğini birilerinin anlaması gerekiyor.  
(Bu yazı, Türkiye İnşaat Sanayicileri İşverenler Sendikası-İNTES'in Genç Yöneticiler Grubu'nun yayın organı Genç Yönetici Gazetesinde Nisan-2009 tarihinde yayınlanmıştır.) 

EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA VE KRİZ KORKUSU HAD SAFHADA; FATURAYI TOPLUM ÜSTLENECEK

DÜNYADAKİ KRİZ TÜRKİYE İÇİN 'HENÜZ' FIRSAT YARATMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder