22 Ocak 2015 Perşembe

AZ BİLİNEN IMF-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN GEÇMİŞİ...

Cahit UYANIK

Türkiye, Hazine Müsteşarlığı'nın 9 Mart 2010 tarihli resmi  açıklamasına göre Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 20. stand by görüşmelerini anlaşma olmadan bitirdi. Bu görüşmeler, 19. stand by'ın 2008 mayıs ayı sonunda bitmesinden bu yana sürüp gidiyordu. Yani 21 ay boyunca süren görüşmeler bir anlaşma olmadan sona erdi. Bu durum Türkiye'de günlerce tartışıldı. IMF'siz dönemin neler getirip neler götüreceği üzerinde duruldu. Ben de burada uzun uzadıya IMF olmadan Türkiye ekonomisinin performansının nasıl seyredeceği konusunda niyet okuyuculuğuna soyunmayacağım. Bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz. Sadece şu söylenebilir: Türkiye'de IMF olmadan, kendi kendine yeten bir akış halinde, ekonomisini yürütmesi için yeterli altyapılar kurulmuş gibi görünüyor. Ancak bu altyapıların korunup, zamana ve şartlara göre geliştirilmeye gereksinimi var. Türkiye, gerek devlet ve hükümetler olarak, gerek özel sektör olarak bu konuda duyarlılık gösterirse IMF ile ilişkiler bundan sonra, 'borçlu-alacaklı' değil 'diplomatik’ düzeyde kalabilir. Aksi taktirde yine zorlu bir viraj sırasında IMF'ye muhtaç duruma düşebiliriz.


Benim asıl bu yazıda dikkat çekmek istediğim şey, Türkiye'de ekonomi tarihi araştırmalarının çok az sayıda olması. Tabii ki son yarım yüzyılın değişmez trendlerinden biri olan Türkiye-IMF ilişkileri de, bu yetersizlikten nasibini almış durumda. Yazının başında belirttiğimiz Hazine açıklamasının yapıldığının ertesi günü, gazetelerde IMF ile anlaşma mazimizin ne zaman başladığına ilişkin çok değişik bilgilere yer verildi. Kimilerine göre IMF ile ilk anlaşma çalışmaları, Demokrat Parti döneminde yani 1957-1958 yıllarında başlamıştı. Kimilerine göre ise IMF ile ilk anlaşma 27 Mayıs İhtilali sonrasında dönemin Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından imzalanmıştı. Oysa DP'nin 1958'de açıkladığı, büyük bir devalüasyon da içeren ekonomik önlemlerin IMF'nin telkini ile yaşama geçirildiği biliniyor. Konuyu biraz daha geriye götürürsek; Türkiye'nin 1947'de IMF'ye üye olarak girmesinin ayrıntıları da çok bariz değil. IMF'nin doğmasına sebep olan 1944 yılındaki Bretton Woods görüşmeleri sırasında Türkiye'nin pozisyonu neydi? Bütün bunlar çok net değil ve tarih araştırmaları yapılmasını gerektiriyor.

Türkiye'de kamuoyunun IMF'ye yakın ilgisi ve takibi, aslında 1980 sonrasına rastlıyor. 24 Ocak 1980 Kararları ile ekonomi dış dünyaya açılmış, döviz alım-satımı serbest bırakılmıştı. Sermaye ve para piyasalarındaki liberalizasyon politikaları, ihracat teşvikleri gibi birçok yeni karar Türkiye'de ekonomi gazeteciliğini geliştirdi ve gazete-ajans yapılanmaları içinde ekonomi muhabirlerinin önemini artırdı. Türkiye, 1980 yılında uyguladığı bu programa destek için IMF ile bir kez daha masaya oturduğunda, gerisinde 19 yılda 12 anlaşmayı bırakmıştı. Hepsi yarıda kalmış bu programların son ikisi 1978 ve 1979 yıllarında imzalanmıştı. Türkiye'nin içine düştüğü döviz bunalımı nedeniyle oluşan yağ, tüp, benzin kuyrukları ve Türkiye'ye kredi vermeye istekli tek kurum olan IMF, kamuoyunun ilgisini zaten çekmeye başlamıştı. 1980'de imzalanan 36 aylık stand by anlaşması, başarısız ve iki yılda iki programın ardından devreye alınmıştı. Türkiye'den birçok yapısal reform isteyen IMF ve yurt içinde gelişen ekonomi haberciliği üst üste gelince, kamuoyunun projektörleri, o zamana kadar sadece ekonomi bürokratlarının  bildiği bu kuruma dönüverdi.

Türkiye ekonomisi, 1950'den sonra girdiği dönüşüm sürecinde hep 'dış kaynak bulma' sorunu ile boğuştu durdu. Çünkü dış kaynak, hem döviz sıkıntısına çözüm hem de tasarruf açığına çare anlamına geliyordu. Henüz tam olarak, sağlıklı bir çözüm yarattığımızı söyleyemeyeceğimiz dış kaynak bulma sorununda, IMF'nin olumlu-olumsuz rolü 1980 sonrasında kamuoyunca basın sayesinde anlaşılmaya başlandı. Bu anlaşılma sürecinde isimli-isimsiz birçok ekonomi muhabirinin kritik rol oynadığını söyleyebiliriz. Yani 1980 ve sonrasının IMF-Türkiye ilişkilerinin izdüşümlerini gazete sayfalarındaki haberlerden izleyerek bir sonuç çıkarmak mümkün olabilir. Oysa 1947 ile 1980 arasındaki 33 yıllık dönem çok iyi anlaşılabilmiş, aydınlatılabilmiş değil. Türkiye-IMF ilişkilerinde anlaşma yapılma noktaları öncesinde durumumuz neydi? Neden IMF ile anlaşma yapma yoluna başvuruyorduk? Bu anlaşmalar sırasında ne gibi tavizler verip, ne gibi yardımlar alıyorduk? Niye IMF ile sık sık anlaşma imzalayıp sonra masadan kalkıyorduk? Çok fazla ayrıntısına girilmiş değil.

Belki de araştırmalara IMF ile ortak imza altına alınmış metinlerden başlamak mümkündür. Bunun için sözgelimi; Hazine Müsteşarlığı, 19 stand by anlaşması ve varsa diğer anlaşmaları, Türkçe çevirileri ile birlikte toplu bir kitap halinde yayınlayamaz mı acaba? Bundan 8-10 yıl önce önemli bir siyasetçinin Türkiye'de geçmişten bu yana açılmış önemli ekonomik paketler ve bunların akibetleri, bu paketler içerisinde IMF'nin durumu konusunda kapsamlı bir araştırma bulamamaktan yakındığını çok iyi hatırlıyorum. Bu siyasetçi ki, o dönemde hükümette önemli bir bakanlık görevinde bulunuyordu. Yani ekonomi tarihi konusundaki eksikliğimiz, ekonomi tarihini yapmakta olan aktörler tarafından bile yakınma konusu yapılabiliyordu. Hazine'nin böyle bir yayını, araştırmalara ciddi bir baz teşkil edebilir. 

Türkiye-IMF ilişkilerinin geçmişini araştırmakta 'sözlü tarih' dediğimiz, o dönemi yaşamış kişilerle ayrıntılı görüşmeler yapılması yöntemine de başvurulmalı belki de... Çünkü Türkiye'de geçmişte etkili ve yetkili görevlerde bulunmuş kişilerin günlük tutmak ve bunları yayınlamak gibi alışkanlıkları pek yok. Görevden alınıp, ayrılıp veya emekliye çıkıp küskün küskün köşede oturmak çok revaçta. Kimse anıları için elini kalem-kağıda sürmüyor. Bu belki de, bizim sözlü kültüre dayanan bir toplum olmamızdan kaynaklanıyor olabilir. Ancak bir araştırmacının veya araştırmacı grubunun yapacağı sözlü tarih çalışması, bu görüşmelerde, anlaşmalarda kritik roller oynamış kişileri ortaya çıkarabilir. Doğanın kanunu gereği insan ömrünün sınırları, bizim gibi sözlü kültüre dayanan toplumlarda gerçeklerin, ayrıntıların ortaya çıkmasının önündeki en büyük engel. İnsanların ömrü sonlanınca, gerçekler ve çok kıymetli ayrıntılar da öbür dünyaya göç ediyor. 

Acaba siyasi, askeri, sosyal tarihimiz konusunda çok ayrıntılı çalışmalara destek veren Türk Tarih Kurumu ekonomi tarihçiliğine ve IMF ile geçmişimize el atamaz mı? Ellerinde çok ciddi kaynakların bulunduğunu bildiğimiz özel sektörün, sendikaların çatı örgütleri TOBB, TÜSİAD, TİSK, TÜRK-İŞ, DİSK bu konulara neden ilgi duymaz dersiniz? Yoksa sözlü kültürün üzerimizdeki tortusunun, bu büyük organizasyonları da olumsuz biçimde etkilediğini kabul mu etmeliyiz? Bence böyle bir kabul olmamalı. Acaba pıtırak gibi çoğalan vakıf üniversitelerinde ekonomi tarihçiliği üzerinde çalışanlara destek verilemez mi? ‘Ekonomi Tarihi Enstitüsü’ kuracak bir kamu veya özel üniversite, "Ben buradayım" demek için IMF ile geçmişimizi masaya yatırıp tarih biliminin süzgecinden geçiremez mi?

Böyle bir araştırmanın elbette IMF'nin merkezinde de sürdürülmesi gerekiyor. Belki de hayatta olan Türkiye masa şefleri, başkan yardımcıları, başkanlarla görüşmeler de yapılması zorunlu. Araştırmacılar çok iyi yabancı dil bilmeli. IMF'nin tüm arşivlerine ulaşmak ne kadar mümkün? Bu ayrıntılar bilinmeli. Bu soruları daha böylesine uzatıp gitmek mümkün. Sorular bir yana, yarım yüzyıllık bir sürede 19 defa anlaşma yaptığımız bir uluslararası kuruluşla geçmişimizin ayrıntılarını bilmeye hakkımız var. IMF’nin Türk toplumu, ekonomisi, siyaseti, dış ticareti, dış politikası üzerinde etkili bir kurum olduğu anlatılır durulur. Tarih süzgecinden geçecek bir araştırma, çoğu zaman tahmine dayanan bu analizlerin ne kadar doğru olduğunu veya olmadığını da bize gösterecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder