16 Kasım 2024 Cumartesi

MAYIS VE HAZİRAN'A DİKKAT

Cahit UYANIK 

Türkiye ekonomisi geçen yıl yüzde 9,4 küçüldü. Bu oran, devletin resmi rakamı... Oysa iş adamları gerçek küçülmenin 'daha büyük' olduğunu düşünüyor. İflaslar, tasfiyeler, toplu işten çıkarmalar, siftahsız kapanan kasalar, patlama yapan karşılıksız çek ve protestolu senetler iş adamlarının bu tespitinin şahitleri... Belki de geçen yılın son üç ayında yaşanan yüzde 12,1'lik ekonomik gerileme, 'küçülmenin olduğundan büyük' görünmesine sebeptir, bilinmez. Ama görünen köy de kılavuz istemez. Türkiye her geçen gün 'sorunlar yumağı' içinde boğulup gitmeme mücadelesi veriyor. Ama geçmişte çözüm diye ortaya konulan çoğu  politika, meğer bu yumağa yeni düğümler atmış. Bunları şimdilerde anlayabiliyoruz. 

Söz gelimi; hükümetin kur politikasını ele alalım. Yüzde 9,4'lük küçülmeye karşın krizin kişiler üzerindeki etkisi, oransal olarak daha fazla. Hemen her ülkenin gelişmişlik düzeyinde ilk göz atılan üç-dört göstergeden biri olan kişi başına düşen gelir, 2000 yılına göre yüzde 27,2 azalarak 2 bin 967 dolardan 2 bin 160 dolara indi. Yani kişi başına ortalama yoksullaşma 807 dolar oldu. Türkiye 13,5 ay boyunca (Aralık-1999 ve Şubat-2001 arası) uyguladığı 'kur çapası modeli'nin faturasını da böylece görmüş oldu. Yani toplumun önüne 'ulusal gelir kaybı' olarak konulan toplam rakam 50 milyar doları geçiyor. Türkiye'nin 1999 yılında yaşadığı büyük depremin faturasının 10-12 milyar dolar olduğu düşünülürse, tahribatın boyutları iyice anlaşılabilir. 

Oysa Türkiye kur çapasını topluma daha fazla refah getirmesi için uygulamaya başlamıştı. Türkiye'nin 50 milyar dolarlık bu milli gelir kaybının üzerine IMF ve Dünya Bankasından alınan 40 milyar dolarlık borç da eklendiğinde, toplam fatura aslında 100 milyar dolara çok yaklaştı. Yani Türkiye 1999 yılındaki konumunu aynen koruyabilseydi; ne dış borç stoku büyüyecek ne de Türk insanı kişi başı gelirde dörtte bir oranında fakirleşecekti. Türkiye 1999 yılında bir erken genel seçim yapmıştı. Bu seçimi izleyen aylarda, dış dünya ve onların içerideki bir avuç destekçisinin uygulattığı ekonomik programla maalesef bu hale gelindi. Oysa Türkiye 2001-Şubat ayında geçtiği dalgalı kura; kur çapasının başlatıldığı 1999-Aralık ayında geçseydi herşey daha kolay olabilirdi.

Ekonomik kriz başladığından bu yana ekonomik büyüme de sağlanamadı. Oysa krizin ilk günlerinde '5-6 ay sonra büyüme sürecine dönüleceği' söylenmişti. Gelin görün ki aradan 13-14 ay geçmesine rağmen henüz hiç kimse, büyüme umudunu yüksek sesle dile getiremiyor. Bazı cılız sesler, ancak temenniden ibaret... Ekonomik kriz çanlarının ilk kez Kasım-2000 tarihinde çaldığını düşünürsek; 2002-Nisan ayı itibarıyla sürekli ekonomik olumsuzluklar içinde yaşanılan 1,5 yılı geride bırakacağız. Şimdilerde ekonomist duayenler, tecrübeli iş adamları Temmuz-Ağustos aylarını büyümeye geçmek için hedef gösteriyor. Ancak bunu umutsuzca dile getiriyorlar.

'Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) geçen yılın son çeyreğinde yüzde 12,1'lik ekonomik küçülme açıkladı' demiştik. Bu dönem aynı zamanda doların TL karşısında değer kaybetmeye başladığı zaman dilimine rast geliyor. Oysa 2001'in ilk 6-7 ayında döviz, sürekli yükselmişti. Demek ki iş adamlarının hükümet ve Merkez Bankası'nın izlediği döviz politikasına güveni henüz tam değil ve bu kur hareketleriyle yatırım ve üretim yapılamıyor. Çünkü ithalat ve ihracat bağlantıları, iş insanını bir anda zarara uğratıp iflas veya tasfiyeye bile sürükleyebilir. Dövizdeki bu belirsiz gidişat, iki ucu keskin bıçak gibi... Düşüşe veya yükselişe geçen kurlar; sırasıyla ihracatta 'zararına mal satma', ithalatta da 'zararına mal satın alma' riskini taşıyor. Bu iki cephe, aslında ekonomik büyümeyi ve hepimizi ilgilendiriyor.

Peki bundan sonra neler olabilir? DİE, 2002 yılı ilk çeyreğine ilişkin büyüme verisini Haziran ayının son günü açıklayacak. Yani önümüzde 2 aydan fazla bir zaman var. Hükümet, bu yıl yüzde 35 enflasyonla yüzde 3 büyüme sağlanabileceğini düşünüyor ve hedefliyor. Ancak bu hedefin tutma ihtimalini  Nisan, Mayıs ve Haziran ayı enflasyon gerçekleşmeleri gösterecek. Haziran sonundaki ilk çeyrek büyüme rakamı kadar, Temmuz başında açıklanacak ilk 6 aya ait enflasyon verisi de ekonominin geleceğini belirleyebilir. 

Bu arada IMF'nin Mayıs ayı sonunda Türkiye'ye gelerek İkinci Gözden Geçirmeyi yapacağını da unutmayalım. IMF, ilk gözden geçirme sırasında 'karışık sinyaller alıyoruz' dediği büyüme konusunu, Mayıs ayında net bir şekilde değerlendirebilir halde olacak. Bütün bunlara bakılarak; Türkiye'nin yılın ikinci yarısına mevcut politikalarla girmeyeceği hakkında bir ortak düşüncenin oluşmaya başladığı söylenebilir. Ancak ne olursa olsun IMF dahil herkesin, 2002'de küçülme veya sıfır civarlarında bir ekonomik büyümeye tahammül edemeyeceği aşikar. Yılın ikinci yarısı enflasyon hedefinden bir miktar fedakarlık edilerek, IMF gözetiminde canlanma politikalarının izlendiği günler olarak tarihe geçebilir. 

Muhtemel canlanma politikalarının ise siyasetçilerin seçim iştahını kabartacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. İşte bu sebepledir ki 'Mayıs ayı ortasından itibaren ekonomi yönetiminde kritik olaylar yaşanabilir' diyorum. Meraklılarına duyurulur.

(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Nisan-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder