Cahit UYANIK
Hepimizin kafasını kurcalayan bir soru var: Acaba ABD, Türkiye'nin IMF ile ilişkisini kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilir mi? Yani ABD, mevcut Irak politikasını Türkiye'ye kabul ettirmek için IMF'yi bir baskı unsuru olarak kullanabilir mi? Türkiye, ekonomik alandaki sorunları sebebiyle yakın geleceğini tehlikeye atmaya zorlanabilir mi?
Türkiye, bir banka niteliğindeki IMF'nin ortağı; ama küçük ve etkisiz bir ortak. Türkiye'nin IMF'deki kotası 1 milyar dolar düzeyinde. Buna karşılık Türkiye'ye açılan kredi 30 milyar dolara yaklaşıyor. Bu bile 'ortak' ve 'borçlu' olduğumuz bankanın bizim üzerimizdeki etkisini göstermeye yeter. Ancak Türkiye, hakkında bir askeri operasyon planlanan Irak'la komşu... Bu, Türkiye'yi askeri açıdan çok önemli kılıyor.
O zaman baştaki soruları cevaplandırmaya 'IMF'yi kimler yönetiyor?' sorusunu sorarak başlamalıyız. IMF kuruluşundan bu yana Avrupa kökenli başkanlara sahip. Buna karşılık önemli yetkililerle donatılmış ABD'li bir başkan yardımcısı IMF'nin diğer önemli ismi... Son durumda IMF Başkanı Almanya kökenli Horst Kohler, Başkan Yardımcısı da ABD kökenli Anne Krueger. Yani IMF'nin icrai işleyişinde Amerikan-Avrupalı dengesi kurulmuş.
Buna karşılık 24 kişilik İcra Direktörleri Kurulunun büyük kısmı G-7 ülkelerinin elinde. Yani dünyanın en gelişmiş 7 ülkesi bu kritik kurulu yönlendiriyor. Bu açıdan bakıldığında savaş konusunda ABD ile Avrupa'nın farklı düşündüğü bilinirken veya ABD'nin G-7 ülkelerini aşarak, IMF üzerinden Türkiye'ye bir dayatmada bulunması pek mümkün görünmüyor.
Geçmişte dünya iki blok halinde iken Batı tamamen ABD'nin kontrolündeydi. Bu sebeple ABD'nin IMF tipi uluslararası kuruluşlarda gizli bir hükümranlığı vardı. Ama bu artık değişti. Söz gelimi Bush yönetiminin aşırı liberal ilk Hazine Bakanı, bu kuruluşları sertlik yanlısı politikalara ikna etmeye çalıştı. Yani IMFnin yardımları sert sosyal tedbirlere bağlanmalıydı. İşsizlik, açlık, sefalet onun için önemli değildi. ABD'li Hazine Bakanı, bu düşüncesini savunurken 'kendi vergi mükelleflerini korumak' gibi yerel yani ABD'nin çıkarlarını dikkate aldığını söylüyordu.
Ama bu politika kısa süreliğine etkili olsa da ters teptiği sonradan anlaşıldı. Arjantin'deki yağma manzaraları ve Türkiye'nin adeta uçurumun kıyısından dönmesi IMF'ye çok ciddi birer ders oldu. IMF bir anlamda ABD'ye karşı rüştünü ispatlama uğraşısına girdi. Seçimlere birkaç hafta kala sol partinin kazanacağını bile bile Brezilya'ya 30 milyar dolar kredi açtı. Arjantin'le de uzun süren bir pazarlık döneminin ardından yeniden anlaştı.
Türkiye'ye ise yeni hükümet kurulur kurulmaz geldi ve olumlu mesajlar verdi. Bir bankacı gibi davranarak sadece verilen teminatları kontrol etti, projenin yürütülmesini borçluya bıraktı. Çok partili koalisyon hükümetinde olduğu kadar baskıcı olmayacağını gösterdi. IMF'nin ABD'den iyice bağımsızlaşmaya başlamasının bir göstergesi de Irak Operasyonu oldu. Son iki ayda Türkiye'ye üç kez gelen IMF, Irak Operasyonundan duyduğu endişeyi belirterek oluşabilecek zararın ABD yönetimi tarafından telafi edilmesi gerektiğini söyledi. Böylece ABD'ye karşı Türkiye'nin elini güçlendirdi. Gerek kendi gerekse hükümetin yazılı dokümanlarına bu konuda değerlendirmeler konuldu. Neticede Irak konusunda ABD yönetiminin IMF'yi Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmak istediğine dair bir belirti şimdilik yok. Üstelik bu konuda spekülasyonlar yapılan IMF ise gayet gerçekçi davranıyor.
Türkiye'yi ve IMF'yi rahatlatan unsurlardan birisi de bu yılki mali desteğin boyutunun 2,5 milyar dolar olması... IMF'ye ciddi geri ödemeler ise 2004 yılında başlıyor. Önümüzdeki yıl IMF'ye 9-10 milyar dolar düzeyinde geri ödememiz var. Yani bu yıl Türkiye'nin IMF'ye ihtiyacı az iken, IMF'nin de Türkiye'den alacağı geri ödemeye pek baktığı yok.
Şu anda dünyada savaşın bayraktarlığını yapan iki ülke ABD ve İngiltere'nin IMF, G-7 ve Birleşmiş Milletler'deki etkisi de sınırlı. Söz gelimi BM Güvenlik Konseyinin dönem başkanlığına 6 aylığına Almanya geçti. Fransa ise Konseyin veto hakkına sahip daimi üyesi. Öte taraftan IMF'nin Başkanı bir Avrupalı; Başkan Yardımcısı ABD'li olsa da Türkiye'de yaşamış bir Türk dostu. G-7 konusunda da saflar net. Bu grup, savaş konusunda ortak bir görüşe sahip değil.
Sonuçta şunu söylemek mümkün: Türkiye'nin savaşa zorlanması konusunda uluslararası bir konjonktür de mevcut değil. Hatta, gelişmeler savaş yönüne kaysa bile, Türkiye'nin uğrayacağı ekonomik zararın telafisi net bir şekilde isteniyor. Çünkü Türkiye'nin yaşadığı 1994 ve 2001 Ekonomik Krizlerinde, 1990'ların başındaki Körfez Harekatı sonrasında uğradığı toplam 100 milyar dolarlık kaybın rolü büyük. Bu kayıp şimdilerde uluslararası bankaların Türkiye'ye verdiği borçların geri ödenememe riski olarak da değerlendirilebilir. Ancak kimse yeni bir savaş sonrasında, bu riskin ikiye katlanmasını da hiç istemiyor.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Şubat-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder