Cahit UYANIK
Türkiye'yi 2001 Krizine götüren en önemli sebeplerden birisi kurun aşırı değerlenmesi, ithalatın artması ve ihracatın yerinde saymasıydı. Sonuçta ülkenin döviz dengesi öylesine bozuldu ki, Türkiye işleri yoluna koymak için devalüasyon yapmak zorunda kaldı. Ancak Türkiye yaklaşık 2 yıllık aradan sonra yine döviz kuru bağlamında benzer tartışmaların içine girdi. Çünkü TL değer kazanıyor, döviz kuru yerinde sayıyor. Cari açık ise son 8 ayda iki defa revize edildi ve yeni tahmin yılbaşındakinin iki katını geçti.
Bu ortamda kurun yerinde saymasından en fazla ihracatçılar rahatsız. Aylardır bu soruna dikkat çekmeye çalışıyorlar. Ancak öylesine bir çelişki yaşıyorlar ki bunu topluma bir türlü izah edemiyorlar. İhracatta aylık bazda rekor üstüne rekor kırılırken, neden bu kadar yaygara kopardıklarını tam olarak açıklayamıyorlar. İhracatçılar bir yandan dalgalı kurdan vazgeçilmesi konusunda üstü kapalı mesajlar verirken, tepkileri yumuşatmak için ihracatçıya girdi, enerji, kredi desteği talep ettiklerini de belirtiyorlar. İşte bu ortamda açıklanan Ağustos ayı ihracat verileri, ihracatçıların ekmeğine yağ sürdü. Ağustos ayı ihracat artış hızı, bir önceki aya göre düştü. Bu durumu 'önümüzdeki aylarda yaşanabilecek negatif olayların ilk belirtisi' şeklinde ileri süren ihracatçılar, yine dalgalı kura yüklenmekten kendilerini alamadılar.
Bu noktada durup düşünmekte fayda var. Acaba Ağustos ayında ihracatta neden küçük bir gerileme yaşandı? Bu sorunun birkaç cevabı olabilir. Bunlardan ilki tıpkı ihracatçıların söylediği gibi 'kur avantajı kaybediliyor ve soruna köklü çözüm getirecek birşey yapılmadığı için hız kaybı yaşandığı' olabilir. Ancak olay bu kadar basit değil. Çünkü Türkiye'de 'ihracatçı' homojen bir kavramı içermiyor. Türkiye'de ihracatçıların hemen hepsi iç piyasaya da üretim yapmaya alışkın...
Türkiye'de Temmuz ayından bu yana talep göstergelerinin canlanmaya başladığı biliniyor. Üstelik kurun artmaması bireylerin dolar cinsinden gelirlerini sabit tutmaya ve hatta yükselmesine yani satın alma güçlerinin azalmadığına işaret ediyor. Bu, mali cephede ise birey ve şirketlerin dolar cinsinden borçlarını ödemesini de kolaylaştırıyor. Öyleyse Ağustos'ta ihracattaki hız kesilmesinin suçunu sadece kura yüklemek mümkün değil. Bazı ihracatçılar yüzünü iç pazara dönmüş yani ihracatlarını azaltmış olabilir.
İhracatçıların bir başka eleştirisi de düşük kurun ithalatı cazip hale getirdiği yönünde... Doğrudur, böyle bir durum yaşanıyor. Ancak ithalat artışı, daha çok ham madde ve ara mamül kalemlerinde yoğunlaşıyor. Birçok firma birkaç ay sonraki siparişlerini düşünerek ucuz dövizle önemli miktarda ithalat yapıp stokluyor. Yani ciddi imalatçı-ihracatçı firmalarda dövize dayalı stok yönetimi yeniden revaçta...
İhracatçıların toplumun dikkatine sunmadıkları bir başka konu ise Türkiye'nin son iki yıldaki atakla pazarlarını genişletmekte olması... Oysa dünya ekonomisi son 2 yıldır ciddi bir durgunluk yaşıyor. Türkiye bu durgunluk ortamında ihracat rakamını 28 milyar dolardan 42'ye çıkarttı. Dolar bazında 2 yılda yüzde 50'lik bu artış, mal almaya isteksiz ve durgunluk içindeki Avrupa ile Amerikan pazarı sayesinde yapıldı. Türkiye'nin rakiplerinin de fiyat kırarak bu ülkelere mal satmaya çalıştığını düşünürsek, sağlanan başarıyı küçümsememek gerekir.
Aynı zamanda ithalat kaynağımız olan bu ülkelerdeki ekonomik durgunluk şartları, yine Türkiye'nin lehine... Türkiye'nin ithal mallarda fiyat indirimi isteme şansı, durgunlukla birlikte arttı. Yani ithalatçı-imalatçı-ihracatçılarımız düşük fiyattan ithalat, iç piyasada düşük işgücü ücretleri, kaçak işçilere müsamahalı yönetim, artmayan elektrik fiyatları zincirinden istifade edip dışarıya kolayca mal satabiliyorlar.
Elbette ticaretin en temel kurallarından birisi, ilk defa girilen bir pazarda fiyat avantajının kullanılmasıdır. Pazar ele geçirildikten sonra fiyatların kalite ile desteklenip yavaş yavaş artırılması ikinci aşamadır. İhracatçıların kamuoyuna verdiği demeçler ve siyasi iktidar üzerindeki baskılarını, genişlettikleri pazarlarını koruyacak taleplere yoğunlaştırması gerekirken, büyük bedeller ödenen dalgalı kura yüklenmesi pek hoş kaçmıyor.
Bu noktada bir bilgi daha vermekte fayda bulunuyor. Türkiye, Dünya Ticaret Örgütü üyesi bir ülke. 2005 yılından itibaren tüm dünyada kota vb. kısıtlamalar kalkıyor. İsteyen, istediği pazara, belli kalitede mal ürettiği taktirde girebilecek ve rekabet edecek. Türkiye'nin şu anki endüstriyel yapılanma itibarıyla en büyük rakipleri Çin, Hindistan, Pakistan gibi ülkeler olacak. Yani 2-3 yıl sonra rekabet daha sertleşecek. Halen yüzde 4'lük kar marjından şikayet eden Türk ihracatçısının bu rekabet ortamında kar oranının düşmesi sürpriz olmamalı.
Türkiye, ekonomisindeki genel dengeyi sağlayıp bunu kalıcı hale getirene kadar dalgalı kura muhtaç. Ondan sonraki aşama Avrupa Para Sistemine yani euro'ya geçmeye hazırlık yapmak olmalı. Bu aşamada ihracatçının ülkenin genel borç rasyolarını aşağıya çeken, dolarizasyonu frenleyen, fiyat artışlarına ciddi bir gem vuran dalgalı kurla uğraşmayı sürdürmesi, orta vadede kendi faydalarına değil. İhracatçılar bir an önce döviz kuru risk yönetimi, dövize dayalı stok yönetimi, yabancı pazarlarda tutunma şartlarının geliştirilmesi, 2005 sonrasının dünyasında ticaret imkanlarının ne yönde seyredeceği gibi konuları konuşup tartışırsa daha hayırlı bir iş yapmış olacak.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Eylül-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder