Cahit UYANIK
Türkiye'deki yersiz ve zamansız tartışma konularından birisi de "IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) gönderilmesi"... Herşeyden önce şunu bilelim ki Türkiye, bir banka olan IMF'nin ortağı. Türkiye ekonomisi güllük gülistanlık hale gelse de, yılda bir defa IMF'nin ziyaretine açık olmak zorundayız. Üstelik IMF, bu rutin ziyaretleri sonrasında ekonomi politikalarına ağır eleştiriler yöneltebiliyor. Bu eleştiriler IMF'nın Yıllık Ekonomik Görünüm raporlarında 'diplomatik bir dil' ile kendine yer buluyor.
Ancak resmi yetkililere bırakılan çalışma raporlarında, eğer ihtimal dahilinde ise ekonomik kriz tehlikesine bile işaret edilebiliyor. "Bir daha görmemek üzere IMF'nin gönderilmesi"nin mümkün olmadığını anladığımıza göre, kullanılan uslübu değiştirip "IMF ile bir daha stand by veya benzeri bir anlaşma imzalayacak hale düşmemek için yapılması gereken şeyler neler olmalı?" sorusunu cevaplamalıyız.
Bir ülke nasıl IMF'lik olur? Nasıl IMF'ye muhtaçlık halden kurtulur? Bu kısa soruların karmaşık cevapları var. Bir ülkenin IMF'lik olması döviz, teknik deyimle ödemeler dengesi krizine girmesinin ardından yaşanıyor. Bir ülkeyi döviz krizine düşüren en önemli sebep ise ithalatın aşırı artması ve ihracatın azalmasıyla gerçekleşiyor. Eğer buna devletin finansman krizi de eşlik ederse önlemler daha sertleşebiliyor.
Türkiye, IMF ile mazisine bakıldığında 2001 yılına kadar hep ödemeler dengesi bazlı krizler sonucunda yardım talep etmişti. Çünkü ülkede kamunun finansman ihtiyacı büyük boyutlarda değildi. Ancak 2001 yılında yolsuzluklar ve bankacılık sektöründeki büyük hatalar ile görev zararları nedeniyle dövizin yanı sıra kamu finansman krizinin eşlik ettiği büyük bir ekonomik krize girildi. Elbette kriz kadar, önlemler de sert oldu. Demek ki Türkiye, 'IMF ile yılda bir defa rutin ziyaret yapacağı bir ilişki modeline geçmek istiyorsa', mevcut krizin etkilerini tamamen ortadan kaldırmalı.
Türkiye'nin bunu gerçekleştirebilmek için kendisine bazı hedefler belirlediği biliniyor. Bu hedefler aynı zamanda AB tam üyeliği için istenen Maastricht Ekonomik Kriterleri ile de ilişkili... Buna göre bir AB ülkesinin borçları ile milli geliri arasındaki oran en fazla yüzde 60 olmalı. Türkiye'de halen bu oran yüzde 80'ler düzeyinde... Bu yüksek oranın içinde IMF'den alınan yaklaşık 30 milyar dolarlık borç da var.
Türkiye'nin IMF'ye borç geri ödemeleri ise 2004'te başlayıp 2008'e kadar sürecek. Türkiye belki 'daha iyi vergi toplamak' ve 'kamu harcamalarını disipline etmek' şeklinde özetlenebilecek kendi iç finansal dengelerini kurup bu borcunu erken ödemeye başlarsa IMF'yi daha az görmek gibi bir şansı olabilir. Böylece bir an önce hem IMF vesayetinden kurtulup hem de AB kriterlerinden birisini yerine getirilebilir. Ancak bazen konuşulduğu gibi tam tersi yapılırsa, yani ilk borç geri ödemesini 2004'ten 2005'e ertelemek istersek, bu IMF ile yeniden masaya oturmak anlamına gelir.
'IMF'siz günler' için yapılması gereken iki şey daha var. Bunlardan ilki reel faizleri 'kabul edilebilir' düzeylere çekmek. Türkiye için yapılan araştırmalar kabul edilebilir reel faiz oranının en fazla yüzde 10 olması gerektiğini gösteriyor. Ama bu oran halen yüzde 25'lerde... Reel faiz yüksekliğinin en önemli sebebi ise ilan edilmiş ekonomi politikalarından sapmalar, ekonomiye popülist müdahaleler ve yapısal refomlar konusundaki isteksizliğimiz...
IMFyi daha az görmek için yapılması gereken diğer şey ise faiz dışı fazlanın aynı düzeyde sürdürüleceğine yani bütçede disiplini koruyacağımıza herkesi ikna etmekten geçiyor. Faiz dışı fazla aslında diğer ülkeler, hatta zengin AB ülkelerinde de kamu harcamalarını kontrol altında tutmak için dikkatli bir şekilde takip ediliyor. Bizde yüzde 6,5 olması istenen bu oran İtalya'da yüzde 4,5, Yunanistan'da yüzde 5,5 düzeyinde tutuluyor.
Sosyolojik yapıları bize çok benzer, çalışmayı pek sevmeyen, bir sorunla karşılaştığında çözümü devlete kapılanmakta gören bu iki Akdeniz ülkesinde de faiz dışı fazla ekonomiyi izleyen herkes için önemli bir gösterge. Türkiye diyelim ki 2004'ten sonra IMF ile yeni bir ekonomik program yapmadı. Bu defa da AB ile tam üyelik müzakerelerinde en az yüzde 6,5'luk faiz dışı fazla talebi ile karşılaşacak. Çünkü bize çok benzeyen bu iki ülkede de hayli yüksek faiz dışı fazla oranları tutturulmaya uğraşılıyor.
İşin ve sözün özü şu: Yapısal ekonomik hastalıklarımızdan kurtulmayı şiar edinebilirsek, zaten otomatik olarak IMF ile zaman zaman masaya oturmaktan kurtulabiliriz. Ancak bunun için ekonomik problemlerin çözümünde sonuçlar değil sebeplerle uğraşma aşamasına geçmeliyiz.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Temmuz-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder