27 Ekim 2024 Pazar

BANKALAR KURTARILMAYI HAK EDİYOR MU?

Cahit UYANIK 

Türkiye ekonomisi 2002 yılına çok ciddi bir  'kurtarma' tartışması ile girdi. Böylece hükümetin halka yeni yıl için yayımladığı 'mutluluk mesajları'nın sebebi ve faturası da belli oldu. Bankalara yaklaşık 10 aydır harcanan onlarca milyar dolardan sonra, şimdi yeni bir 4-5 milyar dolarlık paket gündemde...

Bu kurtarma operasyonunun da faili meçhul. Kim gündeme getirdi, IMF ve Dünya Bankası bu operasyonun ne kadar arkasında; belli değil. Herşey yine bir sis perdesinin gerisinde olup bitiyor. Son iki ekonomik krizle Türkiye'de yaklaşık 1,5 milyon kişi işini kaybetti, onbinlerce işletme kepenk indirdi. Bu gelişmelerin yaşanmasında en önemli sebeplerden birisi de yıllardır başına buyruk davranan bankacılık sektörüydü.

Şimdi nedense problemlerde baş rolü oynayan sektör için ortaya içi yeşil dolarla dolu yeni bir can simidi atılıyor. Üreten, satan ve tüketen kesimler için ise hükümetten tek bir hareket yok. Hiç bir derde deva olamayacağı söylense de ufak umut kırıntıları beslenen Varlık Yönetim Şirketi ve İstanbul Yaklaşımının esamesi bile okunmuyor.

Bundan bir süre önce reel sektörce 500 milyon dolarlık kaynak talep edildiğinde IMF, Dünya Bankası,  bankacılık kuralları, faiz dışı fazla hedefi, mali disiplin, iç borç stokunun şişmesi, dış borç stokunun tavana vurma tehlikesi gibi binbir türlü ret gerekçesini ileri süren hükümet, şimdi nereden ve nasıl sağlanacağını sır gibi sakladığı 5 milyar dolarlık kurtarma paketini ortaya atıyor. Gerekçe ise bankacılık sektörünün adam edilmesi ve bunun ardından reel sektöre kredi açabilir hale getirilmesi... Ama burada göz ardı edilen nokta şu: Bankacılık sektörü şimdiye kadar reel sektöre elinde kaynak olduğu halde bile kredi vermiyordu. Ne yapıyordu peki? Hazine ihalelerine girip sıfır risk ile yüksek karlar elde ediyordu. 

26 Ekim 2024 Cumartesi

MAZERET DEĞİL İŞ ZAMANI

Cahit UYANIK 

Belki dikkatlerden kaçmıştır, Devlet Bakanı Ali Babacan geçen haftalarda verdiği bir demeçte Türkiye'nin bu yıl ödemesi gereken borç miktarını 93,4 milyar dolar olarak açıkladı. Bir an için durup düşünelim; bu para neredeyse 100 milyar dolara ulaşmış ve ödeyeceğimiz borcu TL'ye çevirirsek ortaya çıkan rakam korkunç: TL bazında 200 katrilyon lira. Elbette bu borç ödenip bitmiyor, tekrarlanıyor. Borcu borçla ödediğimiz için azalmıyor, azalsa da hissetmiyoruz.

Peki Türkiye bu hale nasıl geldi? Elbette tek sebebi yok ama en önemlilerinden birisi Türkiye'deki siyasi dağınıklık tablosu ile sıcak para akımlarının aynı döneme rast gelmesi... Sıcak para 1989 yılından itibaren belirtileri görülmeye başlanan siyasi bölünmelerde ve koalisyon hükümetleri döneminde işleri rahatlattı. Her abuk subuk harcama ve ekonomik karar, sayıları 1.000'i geçen kamu borçlanma ihalelerinin içine gömüldü. 

Yine aynı dönemde Körfez Savaşı sonrasında zararların tazmin edilmemesi, bölücü terörle mücadelede büyük harcamalar yapılması, ülkede tecrübesiz politikacıların doğrudan Başbakanlık yapmaya başlaması, seçim kararlarının iyice tartışılmadan verilmesi, yolsuzlukların alıp başını gitmesi borç yükünü iyice ağırlaştırdı. 

25 Ekim 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAMU BANKALARI NİYE KOBİ'Cİ KESİLDİ?

Cahit UYANIK 

Doğru Yol Partisi (DYP) belli ki kesin kararını verdi; 'KOBİ Partisi' olacak. 1946'dan beri geleneksel oy tabanı köylülere ve kırsal kesime dayanan DYP'deki bu yapısal dönüşümün ne kadar isabetli olduğunu zaman gösterecek. Yükselen değer KOBİ'ler olunca siyasi rüzgara göre sağa veya sola yatmakta mahir kamu bankaları da fırsatı değerlendirdi. Bu rüzgara önce Vakıfbank karşılık verdi. Oysa KOBİ'leri destekleme görevi öncelikli olarak Halk Bankasına aitti. Şimdi ise Emlakbank benzeri bir yolda ilerliyor. 

Dikkat edilirse Vakıfbank da Emlakbank da özelleştirme kapsamında veya yolundaki bankalar. Başkent kulislerinde ileri sürülen bazı değerlendirmelere göre aslında bu bankaların özelleştirilmesini ne bürokratlar ne de siyasiler istiyor. Aksine bu bankalar devlet sistemine daha sıkı sıkıya yapışmak için KOBİ'leri desteklemek yoluna gidiyorlar. Yani özelleştirilmeleri bir illüzyon!

Bu aslında akıllıca seçilmiş bir strateji. Çünkü günümüzde kimse Halk Bankasının doğrudan doğruya özelleştirilmesini savunmuyor. Bunun yerine mevcut görev tanımının korunarak 'yönetim özelleştirmesi'ne geçiş modeli öneriliyor. Bu yolda son adım, TESK temsilcisinin yanı sıra  TOBB temsilcisi de yönetim kuruluna alınarak atıldı. Hesap basit; kim, hangi siyasi, hızlı bir KOBİ'ci bankayı satmayı göze alabilir ki? Böyle bir işe kalkışırsa milyonlarca kişi karşısına dikilebilir. 

Emlakbank'ın da konut finansmanı işinden tamamen çıkıp KOBİ'ciliğe soyunmasının geri planındaki gerçeğe eminim hiç bu gözle bakmamıştınız. Üstelik ülkemizde 'Başımı sokabileceğim bir evim olsun' diye inim inim inleyen milyonların bu sorunu çözülememişken...

MUHARREM KARSLI ERBAKAN'A DANIŞMAN OLDU

İMKB'nin ilk başkanı Muharrem Karslı bugünlerde bir süredir ara verdiği kamuda görev yapma heyecanını yeniden yaşamaya başladı. Aynı zamanda Altın Menkul Kıymetler adlı aracı kurumun çoğunluk hissesini de elinde tutan Karslı, zaman zaman Ankara'daki Eski Başbakanlık binasında görülebiliyor. Merak edip araştırdığımızda öğrendik ki Karslı, Başbakan Erbakan'a bir nevi 'fahri danışmanlık' yapıyormuş. 

24 Ekim 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / TÜRK TELEKOM'DA KISASA KISAS...

Cahit UYANIK

Geçen hafta Türk Telekom özelleştirmesinde danışmanlık hizmeti verecek kuruluş olarak Goldman Sachs belirlendi. Deutsche Telecom'u başarılı bir şekilde özelleştirerek haklı bir ün kazanan Goldman Sachs, beraberinde 10'u aşkın küçük firmanın bulunduğu konsorsiyumla hizmet verecek. Sachs'ın önerdiği danışmanlık hizmetinin niteliği ve fiyatı konusunda net bir açıklama yapılmadı. Ama gelin görün ki ihale komisyonunun planlanandan yaklaşık 10 gün önce 'siyasi iradenin isteği ile' toplanarak teklif zarflarını açtığı kulislerde konuşuldu. Oysa hedeflenen tarih Ocak'ın ilk haftasıydı. Zaten açıklamalarda Goldman Sachs'ın Dünya Bankasının onayından sonra 'resmi danışman' statüsüne hak kazanacağı özellikle vurgulandı.

Bu acelenin nedenini araştırdığımda altından o ünlü 'Anayasa Mahkemesi korkusu' çıktı. Çünkü Telekom özelleştirmesiyle uğraşan bürokratların hemen hepsi kapalı toplantılarda fikirleri sorulduğunda "Bu özelleştirmeye yüzde 99 iptal gelir" değerlendirmesini yapmışlardı. Ardından mahkeme raportörünün de olumsuz görüş sunduğu yolunda duyumlar gelince, danışmanlık ihalesi sonucu hiç beklenmeden ilan edildi. 

Aslında bu kararın geri planında kısasa kısas anlamında tam bir 'psikolojik savaş' yaşanıyor. Hükümet danışman firmayı ilan etmekle özelleştirmede bir adım öne geçtiğine inanıyor. Anayasa Mahkemesinden iptal kararı çıkarsa "Biz özelleştirmede kararlı adımlar atıyoruz. Ama önümüze engeller çıkarıyorlar" denilecek. Şimdi herkes yılbaşından sonra açıklanacak Telekom kararını bekliyor. O zaman takke düşecek, kel görünecek.

KARADAŞ'IN İLK İCRAATI NE OLACAK?

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) başkanlığına nihayet Hamdi Karadaş atandı. Karadaş, Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy'un Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı 1984-1989 döneminde yakın çalışma arkadaşıydı. Karadaş, söylenenlere bakılırsa Ankara'nın yıldızı parlayan semtlerinden Çayyolu'nun planlayıcıları arasında bulunuyordu.

23 Ekim 2024 Çarşamba

'ZİHNİ SİNİR' VERGİCİLİĞİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de bazı kurumlar vardır; ulvi amaçlar için kurulur. Ama gelin görün ki ortaya koydukları işler, hiç de beklendiği gibi çıkmaz. Maliye Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Vergi Konseyi de bunlardan birisi olmalı. Özel sektör, bürokrasi ve akademisyen kökenli üyelerin bulunduğu bu Konsey, danışma amaçlı çalışıyor. Siyasi otorite üzerinde bir yaptırım gücü yok. Ama bu Konsey'in geçtiğimiz günlerde ortaya koyduğu öneriler uzun uzun tartışıldı. 

Vergi Konseyi öz itibarıyla, büyük şehirlerde yaşayanlardan daha fazla vergi alınması ve yol gibi kamu hizmetlerinden yararlananlardan özel vergiler toplanmasını içeren bir teklif paketi açtı. İlk bakışta insanın gözüne hoş görünen bu öneriler aklın, maliye bilgisinin ve Türkiye'deki vergi gerçeklerinin süzgecinden geçirildiğinde aynı neticeyi vermiyor. Neden mi?

Konsey'in önerileri herşeyden önce Türkiye'de 1990'dan sonra gelişen çok tehlikeli bir vergicilik eğilimine prim sağlamaya devam ediyor. Türkiye'de son 15 yıldır vergilerin büyük çoğunluğu beyana dayanmıyor. Teknik deyimle 'vasıtasız vergiler'in toplam gelirler içindeki payı giderek azalıyor. Öte yandan 'vasıtalı vergi' dediğimiz vergilerin payı ise giderek artıyor. Vasıtalı vergilerin oranının bu yıl sonunda dünya rekoru kırarak yüzde 70'i geçmesi bekleniyor. 

Yani Türkiye'de giderek, sokakta adım atmak bile vergi içermeye başlıyor. Zeytine çatal batırırken, sigara yakarken, sigara içerken, buzdolabının kapısını açarken, dolmuşa otobüse binerken, işyerine girerken, çalışırken hep vergi ödüyoruz. Ayrıca vergi dolu hayatımız, içinde oturduğumuz eve Çevre, Emlak, Ek Emlak, tapu harcı, evi krediyle aldıysak Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi de ödenerek iyice şenleniyor. 

İşte bu noktada Vergi Konseyi'nin doğru vergi beyanını, etkili vergi denetimini ve rahatlatıcı yeni mükellef hizmetlerini içeren öneriler yapması gerekmez miydi? Hayır öyle olmadı; aksine Konsey yeni vasıtalı vergi önerileri konusundaki becerisini ortaya koydu. 'Zihni Sinir Proceleri'ni andıran türden tekliflerle Türkiye'de zaten hiç bir zaman etkin biçimde uygulanamayan beyan sisteminden uzaklaşılmasına yardımcı oldu. Oysa Türkiye'de vergicilik konusunda yeni cin fikirlere değil, mevcut köhnemiş sistemin nasıl reforme edileceğine ilişkin önerilere ihtiyaç var.

22 Ekim 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BİR EVLİLİĞİN GELECEĞİ...

Cahit UYANIK 

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin Türkiye ziyaretinin en önemli sonucu, iki GSM operatörü Aycell ve Aria'nın 'evlilik kararı' idi. Alınan bu karar, ilk bakışta çok iyiydi. Çünkü son yıllarda Türkiye'ye gelen en büyük yabancı sermaye yatırımının korunup kollanması gerekiyordu. Adı üstünde, bir iletişim kuruluşu olan Telecom Italia, zaten berbat olan yabancı yatırımcı sicilimizi bilmeyenlere de anlatıp Türkiye'yi tüm dünyada çok zor durumlara düşürebilirdi. 

Üstelik devlet Aycell işini de pek kıvıramamış, 1980'lerin başında Türk Telekom'da gösterdiği beceriyi -nedense- 2000'li yıllarda ortaya koyamamıştı. İkisi çok diri, birisi oldukça dişli 3 rakibin bulunduğu piyasada 'devletçi kafa'yla tutunmak zordu. Elbette her konuda olduğu gibi madalyonun bir de öteki yüzü var. Akla gelen şey şu: Acaba Türk Telekom'a ait bir cep telefonu operatörü olan Aycell'in böylesi bir ortaklık yapısına bürünmesi, ana şirketin özelleştirmesini etkiler mi? 

Bunun uzun bir cevabı var. Hafızasını zorlayanlar 1994'te Türk Telekom'un 20 milyar dolar ettiğini ancak 1995-96 döneminde değerinin yerlerde sürünmeye başladığını çok iyi hatırlar. Bunun en önemli sebebi sabit hatlara dayalı çalışan telekom şirketlerinin içerisinde bir tane de mobil şebeke bulunması gereğinin ortaya çıkmasıydı. Yani Türk Telekom 1990'lı yılların başında cep telefonu işine girmemiş, 1995'e gelindiğinde tüm dünyada cep telefonu salgını başlayınca ortada dımdızlak kalakalmıştı. Daha ilk olarak eline tanıtım kitapçığını alan yabancılar, mobil şebekesi olmayan Türk Telekom'a burun kıvırmaya başlamışlardı.

İHALE YASASI DEĞİŞSİN Mİ?

Cahit UYANIK 

Bu yazıyı kaleme almazdan bir gün önce Japonya'da 7 şiddetinde deprem meydana geldi. Toplam 2 dakika (yanlış okumadınız tam 120 saniye) süren depremde insanların burnu bile kanamadı. Birçok binadaki güvenlik kameraları yardımıyla kayıt altına alınan bu depremde dolaplar bile dimdikti. Çünkü binalar çok sağlam yapıldığı gibi, devrilebilecek tüm eşyalar da bir yerlere sabitlenmişti. 

Allah beterinden saklasın ama büyüklük ve süre itibarıyla böyle bir deprem Türkiye'de, yerini şaşırıp İstanbul'da olsaydı acaba kaç kişi tatlı canından olurdu? 1999'daki 45 saniyelik Marmara Depreminin baz alındığı senaryolarda alt sınır 30-40 bin kişiden başlıyor çünkü... Gerisini siz düşünün.

Diyelim ki siz depremi çok önemseyen, komşularınızı da buna ikna eden, apartmanınızda veya mahallenizde her türlü önlemi alan birisiniz. Geceleri gayet rahat uyuyorsunuz ve depremden korkmuyorsunuz. Peki bu kurtuluş mu? Ne yazık ki değil. Çünkü deprem olduğu anda bir geceliğine hastaneye yatmış veya evinize hırsız girmiş de karakolda zabıt tutturuyor yani bir kamu binasında bulunuyor olabilirsiniz. Bunlar da yetmiyor. Evinizde güvenli ortamda rahat rahat çayınızı içerken; sabah öpüp koklayıp okula gönderdiğiniz yavrunuz, ciddi şekilde depremden zarar görme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Çünkü artık kimse kamu binalarının, özellikle de 1980'den sonra inşa edilenlerin sağlamlığından emin değil. Acaba neden böyle?

Bunun geri planına baktığımızda arkasından 2886 Sayılı eski İhale Kanunu çıkıyor. Hemen hemen tüm iş adamları bu kanunu yakından tanıyor. Çünkü nazını ve cilvesini çok çekmişler. Özellikle müteahhitlik hizmeti veren dürüst iş adamları, 'kırım' yani 'indirim' denilen sözcüğü çok iyi biliyorlar. 10 lira muammen bedelle açık eksiltmeye çıkılan kamuya ait bir inşaat işinin yüzde 60'ı geçen 'kırım' ile maceracı müteahhitlere verildiğini gözleriyle görmüş ve buna anlam verememişler. 10 liralık iş 3-4 liraya yapılmaya çalışılırsa rüşvet ve yolsuzluğun, hemen ardından da ilk depremde 'kırım'dan dolayı 'yıkım'ın geleceğini bu iş adamları çok iyi biliyorlar. Peki bütün bunlar biliniyor olsa da şimdiye kadar önlem olarak ne yapıldı? Koskoca bir hiç.

21 Ekim 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BAYRAM VE BİREYSEL TERÖR

Cahit UYANIK 

Dokuz günlük bayram tatilinin en ilgi çekici olayı sizce neydi? Apo'nun Rusya veya etki alanı içindeki bir ülkeye kaçması mı? Bir kez daha kan gölüne dönüşen kara yolları mı? Yoksa çiçeği burnunda başbakanımız Ecevit'in çifter çifter kullandığı yerli makam otomobilleri mi? Hiç birisi değil.

Mübarek Ramazan Bayramı boyunca adeta bir cinayet, cinnet ve intihar sağanağı yaşadık. Televizyon spikerleri artık klasikleşmiş "Bayram tüm yurtta huzur ve güven içinde geçiyor" klişe cümlesini hiç sarf etmediler. Ülkenin dört bir yanından gelen bireysel terör ve kıyım manzaraları, bayram sohbetlerinin içine haince sızdı. Bir yerde 'etek boyu' tartışması, öteki yanda 'paylaşılamayan çocuk' sorunu, beriki tarafta 'odunu kim kesecek?' bahanesi anlık öfkeleri cinayete veya toplu kıyıma havale etti.

Burada uzun uzun enflasyonun yıkıcı etkilerinin maneviyat dünyamızı altüst ettiğini, bayram günlerinin dahi 'cinayet günleri'ne dönüştüğünü anlatan cümleler yazmayacağım. Bu cümleleri siz, televizyonlardan odalarımıza doluşan  içler acısı görüntülerin gerçek nedenini araştırırken zaten kafanızda kuruyorsunuz. Bu noktadan sonra, 'böyle gitmeye devam ederse sonuçlarının  nereye varabileceği' üzerinde durmakta yarar var. Muhtemel sonuçlar, mevcut nedenleri yaratanları belki bir nebze olsun düşünmeye ve önlem almaya yönlendirebilir.

20 Ekim 2024 Pazar

VERGİ POLİTİKASI ENFLASYONU KÖRÜKLÜYOR

Cahit UYANIK 

Hükümet 2002 senesine hayli iddialı ekonomik hedeflerle girdi. Bu yıl enflasyonun toptan eşya fiyatları endeksinde yüzde 31, tüketici eşya fiyatları endeksinde ise yüzde 35 düzeyinde gerçekleşeceği  iddia ediliyor. Bu hedefler geçen yılın Ekim ayı başında hükümetle Merkez Bankası arasında ortaklaşa belirlenerek ilan edildi. O andan itibaren de 'kimsenin inanmadığı ve itibar etmediği tahminler' olarak ekonomi tarihindeki yerini aldı. 

Çoğu özel sektör kuruluşu geçen yılın son çeyreğindeki gelişmeleri ve diğer ekonomik hedefleri dikkate alarak bu rakamları en az 10-15 puan revize etti. Herkes hesaplarını bu yıl fiyatların yüzde 50 düzeyinde artacağına göre yaptı. Kimin doğru söylediği veya söylemediği konusunda bir fikir sahibi olmak için ilk belirti yani Ocak ayı enflasyonu merakla beklenmeye başladı. 

Ve olan oldu: Ocak ayı enflasyonu toptan fiyatlarda yüzde 4,2 tüketici fiyatlarında ise yüzde 5,3 artış gösterdi. Böylece yüzde 31 ve yüzde 35'lik yıllık hedeflerin önemli bir kısmı daha Ocak ayında harcanıp gitti. Geride daha koskoca bir 11 ay var. Önümüzdeki birkaç ayda büyük ihtimalle bu hedeflerin yarısından fazlasının harcanıp eridiğini göreceğiz. Yılın ortası yaklaştığında ise iddialı hedeflerin resmi ağızlar tarafından revize edilmesi gerekliliği dile getirilecek. Sayfa sayfa raporlar hazırlanarak enflasyon hedefinin neden tutmadığı anlatılmaya çalışılacak.

Elbette bu rakamların neden hedeflenen gibi gitmediği konusunun tartışmaya açılması zorunlu. Ancak bu noktada sık sık suçlanan özel sektör kadar devletin aldığı kararların da dikkatle irdelenmesi gerekiyor. Özellikle devletin izlediği vergi ve kamu finansman politikalarının enflasyon üzerinde olumsuz etkide bulunmaya başladığını söyleyebiliriz. Nasıl mı? 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 3 KASIM VE 730 GÜNLÜK KOŞU

Cahit UYANIK 

Kopenhag Zirvesi bitti ve nihayet iç meselelerimize döndük. Yayılmaya çalışılan olumsuz havaya rağmen Kopenhag Zirvesinden çıkan karar Türk halkının yararınadır. Çünkü Türkiye'deki mevcut siyasi iktidarlar ve önümüzdeki seçimlerde iktidara aday olacak tüm partiler, artık kendisini AB normlarıyla ifade etmek zorundadır. 

Bundan birkaç yıl öncesine kadar Türkiye'nin AB'ye alınmaması ağırlıkla dış değil iç etkenlerden kaynaklanıyordu. Belki de o süreç, Türkiye'nin kendisini tam olarak Batılılaşmaya hazırladığı bir mayalanma dönemiydi. Şartlar ve zaman 'tamam' olunca, ortaya olguna yakın bir 'ürün' çıktı. 

Halk, seçimlerden önce yapılan 'en geç 1 yıl içinde yeni bir seçime gidileceği' yönündeki tahminleri boşa çıkarırcasına, yüzünü gerçekten Batıya dönmüş partilere teveccüh etti. Seçimlerden paramparça olmuş bir siyasi tablo çıksaydı, emin olun ki AB Türkiye'ye net bir sinyal vermeye yanaşmayacaktı. Öyleyse 'Kopenhag'tan çıkan sonuç 3 Kasım günü atılan oyların hikmetinde gizlidir' diyebiliriz. 

19 Ekim 2024 Cumartesi

IMF, SİYASETİ NASIL ETKİLİYOR?

Cahit UYANIK 

Türkiye, adım adım seçime doğru gidiyor. Bu ortamda piyasalar ve dolar sakin bir görünüm veriyor. Nedeni ise basit. Çünkü uluslararası sermaye ile yakın ilişkileri olan piyasalar da aslında Türkiye'de bir seçim istiyordu. Temmuz ayı başında Başbakanlık Resmi Konutunda yapılan o meşhur Ekonomi Zirvesinde, dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş "Türkiye'ye yeni bir senaryo lazım" diyerek piyasaların ruh halini yansıtmıştı. O günlerde faizler yüzde 80'e çıkmış, dolar ise 1 milyon 700 bini deneyip duruyordu. 

Aslına bakılırsa Derviş, Nisan ayındaki 'mutat' ABD ziyareti dönüşünden itibaren kapalı kapılar ardında seçim yapılmasını istemeye, düşüncesini ise Mayıs ortasında yüksek sesle dillendirmeye başladı. Derviş'in her ABD ziyareti dönüşünde Türkiye'de siyasetin şeklinin değişmesine artık alıştık. Temmuz sonundaki ziyaretin ardından ise büyük bir gürültü ile kurdurulan Yeni Türkiye Partisine (YTP) tanıklık ettik.

Aslında bütün bunların geri planında neler var? Türk siyaseti neden para ve sermaye piyasalarına bağımlı bir görünüm vermeye başladı? Bunun için dönüp 1999 yılına bakmamız lazım. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) o yıl çok ilginç bir çalışma ilkesi kabul etmişti. 'Şartlılık' olarak açıklanan bu ilke, 1997 Uzak Doğu ve 1998 Rusya Ekonomik Krizlerinden çıkarılan dersler sebebiyle geliştirilmişti. 

'Şartlılık İlkesi' IMF kredilerinin belli koşullarının tam olarak yerine getirilmesini sağlamak için ortaya konulmuştu. Oysa eskiden IMF, hükümetlerin verdiği 'yapacağız-edeceğiz' şeklindeki sözleri senet kabul edip, irade beyanını yeterli sayıyordu. Ancak bu sözlerin tutulmaması, yapısal reformların çok çeşitli ülkelerde savsaklanması IMF'ye para, güç ve itibar kaybettirdi. IMF, 1999 yılında neredeyse ABD Hazine Bakanlığından borç alacak duruma gelmişti. İşte bu nedenle 'Şartlıĺık İlkesi'ni kabul etti. Türkiye 2000 yılbaşından itibaren uyguladığı ekonomik programla IMF'nin 'Şartlılık İlkesi' ile ilk karşılaşan ülke oldu. 

18 Ekim 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / İLKBAHARDA SEÇİM VAR

Cahit UYANIK 

Geçen hafta çok yoğun siyasi tartışmalar sürerken Yüksek Seçim Kurulu ve Devlet İstatistik Enstitüsü arasında Türkiye'nin geleceğini çok yakından ilgilendiren bir protokol imzalandı. İmza sonrasında yapılan açıklamada Türkiye'nin Şubat ayından itibaren seçim yapabilir hale geleceği ifade edildi. Bu açıklama Refahyol Hükümeti devrilmezden önce muhalefet partilerinin üzerinde uzlaştıkları seçim takviminin bir unsurunun daha tamamlandığını gösteriyordu. Önce Nüfus Tespiti Yasası, şimdi de 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası çıkarıldı. Geride kala kala dokunulmazlıkların kaldırılması var ki, bu konuda yaşanan 'yol kazası'nın Ekim'de Meclis açılır açılmaz telafi edileceği anlaşıldı.

Bu noktada Türkiye'nin 24 Mart 1998'den sonraki 1 veya 1,5 ay içinde bir genel seçim yaşayacağını söylemek sanırım safdillik olmaz. Bu öngörüyü çeşitli gerekçelere dayanarak yapıyorum. İlk gerekçem 8 yıllık kesintisiz eğitimin hemen uygulamaya konulmasına ilişkin karardan kaynaklanıyor. Hatırlarsanız Anasol-D'nin ilk günlerinde 8 yıllık eğitimin gelecek yıl yani 1998-1999 yılı eğitim öğretim döneminde uygulanmaya başlanacağına ilişkin değerlendirmelerden hiç ses seda yok. Bu erteleme havası; hükümetin önümüzdeki ilkbaharda yapılacak bir seçimde 8 yıllık eğitim konusunu, RP'nin 'İmam hatipleri kapattılar' söylemine karşı ciddi bir seçim kozu olarak kullanmaya hazırlandığını gösteriyor. 

İkinci hareket noktam 24 Mart 1998'de yerel seçimlere 1 yıl kalacak olması... Bu tarihten sonra alınacak herhangi bir milletvekili seçimi kararı, anayasa gereğince iki seçimin birleştirilmesini zorunlu kılıyor. 

ABD VE TÜRK TARIMINA İLGİSİ

Cahit UYANIK 

Kurban Bayramının hemen ertesi günü Türkiye-ABD Ortak Ekonomik Komisyonu toplandı. Nitelikli Endüstri Bölgeleri (NEB) kurulması konusundaki karar, toplantının belki de  Türkiye açısından en somut kazanımıydı. Ancak öyle bir ortam oluştu ki, toplantılarda hep Türkiye'nin ABD'den istekleri konuşulduğu havası yayıldı. Oysa gerçekler bunun tam tersiydi. 

ABD tarafı özellikle Türkiye'deki tarım sektörüne ilişkin eleştirilerini sıraladı. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) dışındaki ülkelerin (ABD dahil) tarım ürünlerine uyguladığı gümrük tarifesinin yüzde 56 düzeyinde bulunduğunu belirten ABD tarafı, bunun genel dünya ortalamasının 15 puan üzerinde olduğunu savundu.

ABD tarafı, tarımsal ürün ithalatı izin prosedürünün uzunluğu ve ithalatta tarife dışı engellerin (toplum sağlığı ve standartlarından dolayı çıkarılan güçlükler) varlığını da masaya koydu. ABD'liler Türkiye'den önümüzdeki günlerde tarım ürünleri gümrük tarifelerini düşürmesini ve tarife dışı engellerin yumuşatılmasını açıkça istedi. Bu konunun nasıl bir yöne doğru gideceği büyük ihtimalle sonbaharda ABD'de yapılacak olan 2'inci Ortak Ekonomik Komisyon toplantısında netleşecek.

Peki ABD neden böyle bir tavır sergiledi ve bu tavrın sonuçları neler olabilir? Herşeyden önce şunu söylemekte fayda var: Bugün G-8 olarak bildiğimiz dünyanın ekonomik açıdan en gelişmiş ülkelerinin bulunduğu grubun 1 yılda tarım sektörlerine verdikleri toplam destek 350 milyar dolar düzeyinde. Yani bu ülkelerde her gün tarım sektörlerine 1 milyar dolar aktarılıyor. Hal böyle olunca bu ülkelerde önemli düzeyde bir tarımsal ürün fazlalığı oluşuyor. Türkiye gibi orta gelir düzeyinde bulunan ve geniş nüfusu barındıran ülkelere bu fazlalığı satmak, az önce sözünü ettiğimiz günlük 1 milyar dolarlık desteğin bir bölümünün geri alınabilmesi anlamına gelecek.

17 Ekim 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / HOŞ GELDİN IMF

Cahit UYANIK 

Yine, yeni, yeniden hoş geldin IMF... Gözlerimiz yollarda kalmıştı. Bay Kahkonen'in Ekim ayındaki müstehzi surat ifadesinden bu yana nasılsınız? Sağlık ve afiyettesinizdir inşallah? Bay Deppler'in gelişinden niyetiniz belli. Daha birkaç yıl bizim memlekette yatıya kalacaksınız anlaşılan... Kalın kalın, mühim değil. Nasıl olsa evde hırgür ve kavga azaldı. Evin idaresini 3 düşman kardeşten tek bir adama bıraktık. Huyuna suyuna giderseniz 3 düşman kardeşten daha munistir bunlar... İstediklerinizi yapmaya hazırlar alimallah...

Evin iktidarını ele geçirdiler ama bir tarafları zayıf. Yeni ev sahibimiz biraz mutaassıp. Birkaç takıntısı var. Mesela hanımların başının açık veya kapalı olmasını tartışmayın onlarla... Yoksa memleketi 21 Şubat 2001'den beter bir hale getirebilirler. Eğer böyle bir iş yaparsanız, dalgalı değil fırtınalı kura geçirseniz ekonomiyi kurtaramazsınız maazallah... Faize nasıl mı bakıyorlar? Bize pek renk vermediler ama yine de siz bir sorun... 

Eski dost Kemal Derviş'ten sonra rahat edip edemeyeceğinizi soruyorsanız, kendiniz bilirsiniz. Gelin kendiniz görün. Ama siz yokken evin sahibi, ekonomiyi bir 'trio'ya teslim etti. Orta hakemimizin, pardon bakanımızın Abdüllatif Şener Bey olduğu, yan bakanların da Ali Babacan ve Kürşad Tüzmen Bey olduğu belirtiliyor.

Dördüncü hakemimizin de -pardon dil alışkanlığı işte- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun olduğunu tahmin ediyoruz. Ali Bey, açık tribüne lüks koltuk koydurmak isterken yani bedelli askerlik konusunda dilini tutamazken görev alanını aştı ama olsun... Siz IMF'siniz, böyle şeylere alışıksınız. 

Para pul, kaynak gelsin de, yüzde 6,5 faiz dışı fazla tutsun da ne olursa olsun. Bedelli-bedelsiz dinlemezsiniz. Irak Harbi patlak verip de memleketin yüzde 15'inin açlık sınırındaki nüfusunun evlatları vatanı savunurken, varlıklı kesimin çocuklarının 'light askerlik' yapması yüzde 6,5 için mübahtır nasıl olsa...

16 Ekim 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 80 BİNİN ÖNÜ VE ARKASI

Cahit UYANIK 

Ankara'da bugünlerde hangi taşı kaldırsanız altından Amerikalılar ve Irak Operasyonu çıkıyor. Daha IMF ve Dünya Bankası heyetlerinin soluğu devlet koridorlarında hissedilirken, ABD Hazinesinin patronu ve Türkçeyi çok iyi konuşan eski büyükelçi apar topar semalarımızda görünüyor.

Hadi John Taylor (Ukalalık gibi olmasın ama Taylor, 'terzi' demek. Artık neyi kesip biçmeye geldiyse..?) tek başına gelse 'mevcut ekonomik programla ilgilidir' diyeceğiz. Ancak geçmişte Güneydoğu bölgemizi en fazla ziyaret eden büyükelçilerden olan Marc Grossman da aynı uçaktan çıkınca, işin rengi değişiyor. 'Türkler elbette misafirperver millettir, iki ABD'li mi ağır gelecek?' derseniz, benim cevabım 'Bir dakika durun' olur. Çünkü bu öncü heyet, 80 bin kişilik coni ordusunun ilk habercisi olacaksa, mesele farklı hale gelir.

Bizler ekonomi muhabiriyiz. Kuru gürültü ve laftan çok rakamları mukayese ederek sonuca varırız. Şimdi ele alalım bu 80 bin kişilik ABD Ordusu hikayesini... Türkiye'nin yaklaşık 15 yıl süren PKK mücadelesi sırasında Güneydoğu'da en fazla 125 bin civarında asker bulundurduğunu biliyor muydunuz? Öyleyse bu 80 bin coni ne ola ki? Sayı biraz abartılı ve gizli amaçları içinde barındırıyor olmasın? Peki '1991 yılındaki Körfez Harekatı sırasında Arabistan çöllerinde 500 bin ABD'li asker vardı' desem tepkiniz ne olur? Aklınıza 'Şimdi 80 bin, yarın 250 bin coni gelir'' şüphesi takılmaz mı? Nasıl olsa Kuzey Cephesi açılacak bir kere...

14 Ekim 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ANNE'NİN YAPABİLECEĞİ ANNELİKLER

Cahit UYANIK 

Bu hafta Türkiye'nin izlediği 'Enflasyonsuzlaştırma Programı' açısından hayli kritik. Çünkü IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger, hafta ortasında Türkiye'ye gelecek. Krueger'in önce İstanbul'da özel sektörle bir araya geleceği, daha sonra Ankara'ya geçerek hükümetle ve bürokrasiyle toplantılar yapacağı konuşuluyor. 

Türkiye. Krueger için yabancı değil. Daha önce Türkiye'deki bazı üniversitelerde bulunan Krueger'in geçmiş günlerini yad edeceği kesin. Ama Krueger'in üzerinde esas duracağı konu, AKP Hükümetinin verdiği sözler konusunda ne kadar ciddi olunduğunu anlamaya çalışmak... Malumunuz Krueger. Türkiye'yi dalgalı kura geçiren eski başkan yardımcısı Stanley Fischer ile halef-selef... Krueger bu göreve 2001 Eylül ayında getirilmişti. Ancak o zamandan bu yana Türkiye'yi hiç ziyaret etmeyen Krueger'in bir tıkanma havasının solunmaya başladığı günlerde arzı endam etmesi anlamlı bulunmalı.

Krueger'in ziyaretinin bir başka önemi de şuradan kaynaklanıyor: IMF geçen Ekim ayında başlayan 4'üncü Gözden Geçirmeyi bitirebilmiş değil. Bayan Krueger'in ziyareti ile bu kapsamda yapılacak dördüncü ziyarete tanık olacağız ki Başkan Yardımcısının ayrılmasından sonra Juha Kahkonen yeniden çantasını toplayıp Ankara'ya gelecek. Böylece ziyaret sayısı 5'e çıkacak.