Cahit UYANIK
Kurban Bayramının hemen ertesi günü Türkiye-ABD Ortak Ekonomik Komisyonu toplandı. Nitelikli Endüstri Bölgeleri (NEB) kurulması konusundaki karar, toplantının belki de Türkiye açısından en somut kazanımıydı. Ancak öyle bir ortam oluştu ki, toplantılarda hep Türkiye'nin ABD'den istekleri konuşulduğu havası yayıldı. Oysa gerçekler bunun tam tersiydi.
ABD tarafı özellikle Türkiye'deki tarım sektörüne ilişkin eleştirilerini sıraladı. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) dışındaki ülkelerin (ABD dahil) tarım ürünlerine uyguladığı gümrük tarifesinin yüzde 56 düzeyinde bulunduğunu belirten ABD tarafı, bunun genel dünya ortalamasının 15 puan üzerinde olduğunu savundu.
ABD tarafı, tarımsal ürün ithalatı izin prosedürünün uzunluğu ve ithalatta tarife dışı engellerin (toplum sağlığı ve standartlarından dolayı çıkarılan güçlükler) varlığını da masaya koydu. ABD'liler Türkiye'den önümüzdeki günlerde tarım ürünleri gümrük tarifelerini düşürmesini ve tarife dışı engellerin yumuşatılmasını açıkça istedi. Bu konunun nasıl bir yöne doğru gideceği büyük ihtimalle sonbaharda ABD'de yapılacak olan 2'inci Ortak Ekonomik Komisyon toplantısında netleşecek.
Peki ABD neden böyle bir tavır sergiledi ve bu tavrın sonuçları neler olabilir? Herşeyden önce şunu söylemekte fayda var: Bugün G-8 olarak bildiğimiz dünyanın ekonomik açıdan en gelişmiş ülkelerinin bulunduğu grubun 1 yılda tarım sektörlerine verdikleri toplam destek 350 milyar dolar düzeyinde. Yani bu ülkelerde her gün tarım sektörlerine 1 milyar dolar aktarılıyor. Hal böyle olunca bu ülkelerde önemli düzeyde bir tarımsal ürün fazlalığı oluşuyor. Türkiye gibi orta gelir düzeyinde bulunan ve geniş nüfusu barındıran ülkelere bu fazlalığı satmak, az önce sözünü ettiğimiz günlük 1 milyar dolarlık desteğin bir bölümünün geri alınabilmesi anlamına gelecek.
Ancak Türkiye gibi tarımdan sanayiye doğru evrilen ve henüz nüfus hareketleri süren bir ülkede, tarım sektörünün korunması önemli bir amaç olarak ortaya çıkıyor. Üstelik nüfusu 70 milyona doğru giden bir ülke tarıma sadece ekonomik değil stratejik açıdan da yaklaşmak zorunda. Türkiye şimdiye kadar tarım sektörünü iyi-kötü koruyabildi. Ancak son 7-8 yılda içine girilen ekonomik bunalımlar süreci, bu korumanın giderek azalmasını gündeme getirdi. Tarım sektörüne parasal destek verilemeyince ilk olarak tarife dışı engeller devreye girdi. Bu da tıpkı ABD'nin yaptığı gibi şikayetlere neden oldu.
Ancak Türkiye'nin bazı baskılara boyun eğerek bu politikasından vazgeçmesi hatalı olur. Bugün ABD ile aralarında bir centilmenlik anlaşması bulunan AB dahi tarife dışı engelleri bir silah olarak kullanıyor. Bu da yetmiyor, tek pazara geçen AB ülkeleri kendi aralarında tarımsal ürün ithalatını bile tarife dışı engellerle azaltmaya çalışıyor. Burada amaç, kendi tarımsal sektörlerini korumak...
Türkiye'de tarımın klasik destekleme alımları politikası ile korunması yöntemi, bir yandan verimsizliği körüklerken öte yandan toplumsal gelir transferleri arasında adaletsizliğe yol açması yönünden eleştiri konusu yapılınca, çözüm doğrudan gelir desteği ile bulundu. Ancak bu yöntem Türkiye'de yeni devreye girdi ve başarılı olup olmadığını gelecekte göreceğiz. Bu yöntemin verimsizlik hastalığını bir türlü yenemeyen Türk tarımının sorunlarına ne kadar çare olacağı ise tartışmalı. Türk çiftçisinin doğrudan gelir ödemesini, toprağının verimini artırmak veya pazara yönelik malların üretimini yapmaya harcayacağına inanan kimse pek yok.
Sonuç olarak Türk tarımının geleceği için AB'deki verimli tarım sektörü zaten ciddi bir tehlike oluşturuyordu. Türkiye'nin AB tarım sektörü ile başa baş rekabet edebilmesi için 15-20 milyar dolarlık bilinçli bir yeniden yapılandırma programı uygulaması gerekiyordu. ABD ile giderek sıcaklaşan ekonomik ilişkilerde de karşı pozisyon olarak tarım sektörüne yönelik taleplerin dile getirilmesi, önümüzdeki dönemde Türk tarım sektörüne yönelik yoğun bir rekabet ortamının oluşacağının habercisi. Türkiye'nin tarımda; Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaması için, artık atacağı adımlara daha dikkat etmesi gerekecek.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Mart-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder