20 Ekim 2024 Pazar

VERGİ POLİTİKASI ENFLASYONU KÖRÜKLÜYOR

Cahit UYANIK 

Hükümet 2002 senesine hayli iddialı ekonomik hedeflerle girdi. Bu yıl enflasyonun toptan eşya fiyatları endeksinde yüzde 31, tüketici eşya fiyatları endeksinde ise yüzde 35 düzeyinde gerçekleşeceği  iddia ediliyor. Bu hedefler geçen yılın Ekim ayı başında hükümetle Merkez Bankası arasında ortaklaşa belirlenerek ilan edildi. O andan itibaren de 'kimsenin inanmadığı ve itibar etmediği tahminler' olarak ekonomi tarihindeki yerini aldı. 

Çoğu özel sektör kuruluşu geçen yılın son çeyreğindeki gelişmeleri ve diğer ekonomik hedefleri dikkate alarak bu rakamları en az 10-15 puan revize etti. Herkes hesaplarını bu yıl fiyatların yüzde 50 düzeyinde artacağına göre yaptı. Kimin doğru söylediği veya söylemediği konusunda bir fikir sahibi olmak için ilk belirti yani Ocak ayı enflasyonu merakla beklenmeye başladı. 

Ve olan oldu: Ocak ayı enflasyonu toptan fiyatlarda yüzde 4,2 tüketici fiyatlarında ise yüzde 5,3 artış gösterdi. Böylece yüzde 31 ve yüzde 35'lik yıllık hedeflerin önemli bir kısmı daha Ocak ayında harcanıp gitti. Geride daha koskoca bir 11 ay var. Önümüzdeki birkaç ayda büyük ihtimalle bu hedeflerin yarısından fazlasının harcanıp eridiğini göreceğiz. Yılın ortası yaklaştığında ise iddialı hedeflerin resmi ağızlar tarafından revize edilmesi gerekliliği dile getirilecek. Sayfa sayfa raporlar hazırlanarak enflasyon hedefinin neden tutmadığı anlatılmaya çalışılacak.

Elbette bu rakamların neden hedeflenen gibi gitmediği konusunun tartışmaya açılması zorunlu. Ancak bu noktada sık sık suçlanan özel sektör kadar devletin aldığı kararların da dikkatle irdelenmesi gerekiyor. Özellikle devletin izlediği vergi ve kamu finansman politikalarının enflasyon üzerinde olumsuz etkide bulunmaya başladığını söyleyebiliriz. Nasıl mı? 

Mesela Ocak ayı tüketici enflasyonunun 0,6 puanlık bölümü sırf devletin topladığı dolaylı vergileri artırmasından kaynaklanmış. Yani devlet motorlu taşıt, ek taşıt alım gibi vergilere yeniden değerleme oranında zam yaptığı için firmalar bunu Ocak ayında fiyatlarına hemen yansıtmışlar. Eğer böyle bir artış olmasaydı Ocak ayı tüketici fiyatları yüzde 4,7 düzeyinde gerçekleşecekti. 

Bir başka taze örnek de elektrikle ilgili... Ülkede geçen yıl yüzde 90'a yakın enflasyon gerçekleşmişken, elektrik fiyatlarına yüzde 122 zam yapılmış. Aradaki 32 puanlık fark, özel sektör işletmeleri ve sokaktaki vatandaş için gizli bir vergi niteliğinde... Bu para devletin yıllardır yüzüne gözüne bulaştırdığı ve üç parça haline getirip kötürümleştirdiği eski Türkiye Elektrik Kurumunu (TEK) finanse etmekte kullanılmış. 

Benzer bir örnek ise akaryakıtta yaşanıyor. Devlet, toplam vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 20'sini akaryakıt tüketim vergisinin üzerine yığmış durumda... Mesela IMF'ye akaryakıt tüketim vergisinin Şubat ayında reel olarak yüzde 1 artırılacağı sözü verildi. Yani Şubat enflasyonun birkaç puan üzerinde benzin zammı artık kaçınılmaz oldu. Dolar düşerken, petrol fiyatları gerilerken akaryakıtta otomatik fiyatlandırma sistemi kamuyu finanse etme aracı haline getirildi. Bu durumda ekonomideki en önemli katma değer sağlayıcı iki mal veya hizmet yani enerji ve ulaşıma zam yapılarak; diğer sektörlerdeki zincirleme fiyat artışları daha baştan kabul ediliyor. Ardından da bu ülkede enflasyonun düşmeyeceği nutukları atılıp özel sektör suçlanıyor. 

Türkiye'de bir tahmine göre dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 60 düzeyini geçti. Bu durum hem toplumdaki vergi adaletsizliklerini körüklüyor hem de özel sektörün maliyet yapısını bozuyor. IMF'ye sunulan 2002-2004 dönemini kapsayan yeni vergi stratejisinde de devletin izlediği bu politikaya, tabiri caizse 'kulp uydurulmaya' çalışılıyor. Tüm dünyada tüketim vergilerine yöneliş olduğu belirtilerek, Türkiye'deki vergi yapılanmasının doğru yönde gittiği ispat edilmeye çalışılıyor. Oysa yanlış yapılıyor. 

Bu yanlışı IMF'nin paylaşıp paylaşmayacağını bilmiyoruz. Ama tüketici kadar üreticiyi de vurmaya başlayan Türkiye'deki çarpık vergi tablosundan olumlu bir sonuç çıkmasını beklemek hayalcilik olur. Türk vergi sisteminde yapılması gereken şey, kayıtlılığı teşvik edecek mekanizmalar kurmak olmalı. Beyana dayalı vergilerin ağırlığının artması için, vergiden düşülebilecek masrafların yeniden tanımlanması gerekli. Bu değişiklikler yapılamadığı taktirde; devlete üç-beş kuruş hasılat sağlayabilen ancak enflasyonu körükleyen vergi sistemi, bir gün mevcut işlevlerini de tam yerine getiremez hale gelebilir.

(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Şubat-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder