Cahit UYANIK
Türkiye'de bazı kurumlar vardır ki ulvi amaçlar için kurulur. Ama gelin görün ki ortaya koydukları işler, hiç de beklendiği gibi çıkmaz. Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulan Vergi Konseyi de bunlardan birisi olmalı. Özel sektör, bürokrasi ve akademisyen kökenli üyelerden oluşan bu Konsey, danışma amaçlı çalışıyor. Siyasi otorite üzerinde bir yaptırım gücü yok. Ama bu Konsey'in geçtiğimiz günlerde ortaya koyduğu öneriler uzun uzun tartışıldı.
Vergi Konseyi öz itibarıyla, büyük şehirlerde yaşayanlardan daha fazla vergi alınması ve yol gibi kamu hizmetlerinden yararlananlardan özel vergiler toplanmasını içeren bir teklif paketi açtı. İlk bakışta insanın gözüne hoş görünen bu öneriler aklın, maliye bilgisinin ve Türkiye'deki vergi gerçeklerinin süzgecinden geçirildiğinde aynı neticeyi vermiyor. Neden mi?
Konsey'in önerileri herşeyden önce Türkiye'de 1990'dan sonra gelişen çok tehlikeli bir vergicilik eğilimine prim sağlamaya devam ediyor. Türkiye'de son 15 yıldır vergilerin büyük çoğunluğu beyana dayanmıyor. Teknik deyimle 'vasıtasız vergiler'in toplam gelirler içindeki payı giderek azalıyor. Öte yandan 'vasıtalı vergi' dediğimiz vergilerin payı ise giderek artıyor. Vasıtalı vergilerin oranının bu yıl sonunda dünya rekoru kırarak yüzde 70'i geçmesi bekleniyor.
Yani Türkiye'de giderek, sokakta adım atmak bile vergi içermeye başlıyor. Zeytine çatal batırırken, sigara yakarken, sigara içerken, buzdolabının kapısını açarken, dolmuşa otobüse binerken, işyerine girerken, çalışırken hep vergi ödüyoruz. Ayrıca vergi dolu hayatımız, içinde oturduğumuz eve Çevre, Emlak, Ek Emlak, tapu harcı, evi krediyle aldıysak Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi de ödenerek iyice şenleniyor.
İşte bu noktada Vergi Konseyi'nin doğru vergi beyanını, etkili vergi denetimini ve rahatlatıcı yeni mükellef hizmetlerini içeren öneriler yapması gerekmez miydi? Hayır öyle olmadı; aksine Konsey yeni vasıtalı vergi önerileri konusundaki becerisini ortaya koydu. 'Zihni Sinir Proceleri'ni andıran türden tekliflerle Türkiye'de zaten hiç bir zaman etkin biçimde uygulanamayan beyan sisteminden uzaklaşılmasına yardımcı oldu. Oysa Türkiye'de vergicilik konusunda yeni cin fikirlere değil, mevcut köhnemiş sistemin nasıl reforme edileceğine ilişkin önerilere ihtiyaç var.
Konsey bu önerilerini ortaya koyarken dünyanın en önemli vergi toplama organizasyonlarından biri olan Amerikan İç Gelirler Servisinden (IRS) bir uzman da Ankara'da çalışmalarını sürdürüyordu. IRS, tüm dünyaya yayılan ününü, meşhur gangster Al Capone'u vergi kaçakçılığından yıllarca hapiste tutmasıyla kazanmıştı. 1930'ların anarşik düzene yatkın ABD'sinde devletin gücü ve etkisi, vergi kanunları üzerinden topluma gösterilmişti. Günümüzde de IRS ABD'de en fazla çekinilen kamu güçlerinin başında geliyor. Bazı vergi uzmanlarının silah taşıma ve kullanma yetkisi bulunan IRS, ülkedeki ekonomi politikalarının sıkı hale getirilmesi veya gevşetilmesinde de önemli role sahip.
Türkiye'nin IRS'ten yardım istemesinin esas amacı ise Gelir İdaresi'ni etkinleştirmek... Bazı yeni rakamlara göre yüzde 60'a ulaşan kayıt dışı ekonomi ile nasıl mücadele edileceğini öğretecek olan IRS, herşeyden önce mevcut teşkilatlanmanın değiştirilerek daha özerk bir yapıya dönüştürülmesini istiyor. Yani IRS, Gelir İdaresi'nde çalışacak uzmanların vergi alacağını tıpkı bir ticari alacakta olduğu gibi tespit ve takip etmesini istiyor. Hal böyle olunca devleti devlet yapan en önemli fonksiyonlardan biri olan vergi toplama görevinin bir çeşit 'kutsanmışlık' içermesi gerekiyor. Tıpkı savunma ve güvenlik hizmetlerinde çalışan asker ve polislerde olduğu gibi...
Türkiye'de artık ekonomik hayatla ilgili birçok yeni düzenleme gibi, vergiciliğe de yeni bir yaklaşım gerekiyor. Gelir İdaresi'ni etkinleştirmek kadar vergi ödeyenleri de rahatlatmak zorunlu. Vergi dairelerindeki eziyet manzaralarına, vergi mevzuatının yılan hikayesini andırmasına, toplanan vergilerin nereye gittiğinin bilinmemesine son vermeliyiz. Bütün bunlar 'mükellef odaklı' bir vergicilik için olmazsa olmaz şartlar... Peki çizdiğim bu manzara gerçek olursa, Vergi Konseyi ne mi olacak? Onu da kendileri düşünsün.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Ağustos-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder