Cahit UYANIK
ABD'de 1929'da başlayan 'Büyük Ekonomik Bunalım'dan kurtulmak çok zor olmuştu. ABD ekonomisi bunalıma birkaç günde girmemişti kuşkusuz... Krizden çıkmak için de uzun yıllar çaba sarf edilmesi gerekiyordu. New York'taki gökdelenlerden atlayarak intihar eden iş adamları ve borsa simsarları, bu krizin başladığının en belirgin simgeleri arasında yer alır.
Çok fazla bilinmese de 'elma sandığı' ise bu bunalımdan çıkışın görsel simgesidir. ABD krizi atlatmak için, insanların gelir düzeylerindeki müthiş gerileme nedeniyle 'talepsiz', bunun ardından 'üretimsiz' kalan ekonomiyi yeniden canlandırmaya çok uğraştı ve büyük kaynakları doğrudan topluma enjekte etti. İşte 'elma sandığı' bu uğraşta küçük gibi görünse de önemli bir rol oynadı. Nasıl mı?
ABD Hükümeti, fakir güney ve orta bölge eyaletlerinden trenlere doldurup getirdiği elmaları, kuzeydeki büyük kentlere çalışmaya gelen işçilere neredeyse yok fiyatından sandık sandık dağıttı. Büyük kentlerin caddeleri, gündüz inşaatlarda çalışıp akşam saatlerinde sandıklarda sergilediği elmaları çok ucuz fiyattan satmaya çalışan işçilerle doldu. Hükümet böylece tarım sektörüne, dalında çürüyen ürünlerini doğrudan kendisi satın alarak destek verirken, bunları ek iş olarak sandıklarda satan işçilere de ilave gelir kaynaği ve satın alma gücü yaratıyordu. Soğuk iklimlerde yaşayan kent sakinleri de bu hoş kokulu ve besleyici meyveye ucuz fiyattan ulaşabiliyordu.
Sonunda ABD kendisini büyük şoka uğratan bu bunalımdan, devletin ekonomiyi canlandıran harcamaları sayesinde sıyrıldı. Hemen ardından 1941'de İkinci Dünya Savaşına girdi ve kazandı. Bugün ABD'nin dünyaya hükmeden ekonomik gücünün geri planında, o pas tutmuş çivileriyle çarpık çurpuk elma sandıklarının da payı vardır.
Türkiye ise halen İkinci Dünya Savaşı yıllarından bu yana gördüğü en ağır ekonomik bunalımlardan birini yaşıyor. Ancak ne yapılması gerektiği konusunda ortaya konulan çözüm önerilerinin hemen hepsi dış kaynaklı. Yabancı misyon şeflerinin sözleri, Türkiye'deki basiret sahibi insanlardan daha fazla dikkate alınıyor. Bir ata sözü tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söylüyor ama önümüze konulan çözümlerin tarihsel derinliği yok. İnsanlığın ekonomik krizlerden çıkışıyla ilgili ortak deneyimleri pek yansıtmıyor.
IMF'ye gün geliyor sıkı para politikasını savunan bir anlayış hakim oluyor; bizim gibi ülkeler deneme tahtasına çevriliyor. Bir başka zaman IMF'ye yapısal önlemleri savunan başka bir anlayış hükmediyor; yine bizim gibi ülkeler farklı bir maceraya sürükleniyor. IMF yetkilileri nedense en denenmemiş ve başarı şansı bilinmeyen formüllerini, parlamentoda sayısal üstünlüğü olan ancak halkın gözünden düşmüş iktidarlara uygulatıyor. Karşılığında da 3-5 milyar dolar kredi verip kendilerini rahat hissediyorlar.
Türkiye önümüzdeki günlerde IMF ile yeni bir stand by imzalayacak. Karşılığında verilecek 10 milyar doların ise Türkiye'nin dış borç yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde kullanılacağını artık sokaktaki vatandaş da biliyor. Yani bu kredinin ülkedeki işsizlik, talepsizlik, üretimsizlikle mücadele için verilmediği aşikar. Günü kurtarmak için verilen bu kredi için ise Türkiye'ye kendi yapısı ve gerçekleri ile bağdaşmayan birçok reform dayatılacak.
Bu aslında daha önceden aşina olduğumuz bir manzara. 1980, 1994 ve 1999'da da bunları yaşamıştık. Sonuçta Türkiye bir 'serbest piyasa ekonomisi' olması gerekirken 'serbest piyasa garabeti'ne dönüştü. Devlet küçüleceğine daha büyüdü ve moda deyimle obezleşti. Bu kısır döngüyü nasıl kıracağımız belli aslında... Türkiye'nin de paslı çivileriyle çarpık çurpuk elma sandıklarının simgelediği gibi bir çözümün modern versiyonuna ihtiyacı var. Türkiye öz çabasıyla bunu başarabilecek bir irade ve inisiyatifi ortaya koyabilmeli.
(Bu yazı, Ankara Ticaret Odası-ATO'nun aylık gazetesi 'Atohaber'in Aralık-2001 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder