17 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇETE YASASINDAKİ 'BUDAMA' AKILCI MI?

Cahit UYANIK 

Organize Suçlarla Mücadele Yasa Tasarısının Meclis'teki budanma süreci 'ilginç' bir değişiklikle başladı. Eğer tasarı bu şekilde yasalaşırsa organize suç işleyenler DGM'lerde değil ağır ceza mahkemelerinde yargılanacak. Bu değişikliği savunan DSP'li Adalet Komisyonu Başkanı "Avrupa'nın DGM'leri bu kadar sert eleştirdiği bir ortamda, bu mahkemelere yeni yetkiler tanıyamazdık" dedi.

Türkiye'de sapla samanın sık sık birbirine karıştığını bu köşede yineleyip duruyoruz. Yaşamının baharında, kanının fıkır fıkır kaynadığı bir zamanda  "Duvara afiş yapıştırdı" diye DGM'lerde yargılanıp 15-20 yıl hapis cezasına çarptırılan gençlerin dramı bile sayın milletvekillerimize ders olamıyor. Uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı. fuhuş, kumar, kalpazanlık gibi işleri organize edip (yani örgütleyip) kazandığı parayla legal ekonominin dibine dinamit koyan adamlar ağır cezalık; zavallı üniversiteliler DGM'lik!

Yasa dışı kazançlarıyla siyasi partilere bağış üstüne bağış yapan, bürokrasinin kilit noktalarında adamlar satın alan, istihbarat örgütlerindeki üst düzey atamalara bile müdahil olanlar ağır cezalık; duvarlara artık anlamı bile kalmamış birkaç slogan karalayan çocuklar DGM'lik! El insaf. Ya DGM'leri lağvedip tüm suçları ağır cezaya gönderin ya da organize suç çetelerine bu kıyağı çekmeyin...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YİĞİT OLAYI'NDAN ÇIKARILACAK DERSLER

Cahit UYANIK 

İş dünyası-mafya-siyaset ilişkileri Apo'nun yakalanmasıyla birdenbire gündemin ikinci sırasına düştü. Ama bu, gündemden çıktığı anlamına gelmiyor. Ekim ayı ortasında Fikri Sağlar'ın açıkladığı Korkmaz Yiğit-Alaattin Çakıcı kasetiyle başlayan süreç, Türkiye'nin geleceği için ders alınması gereken birçok sonucu ortaya çıkardı. Karışık kafalara faydası olur diye bunları alt alta yazmakta fayda var:

● Türkiye'de 'ihale süreci' diye bir kavramı siyasetçiler bile önemsemiyor. Çiller ihale zarfını açıyor; Yılmaz ihaleye 7-8 saat kala koyun pazarlığı gibi banka pazarlığı yapıyor. Başbakan bile ihaleye fesat karıştırma suçlaması ile karşı karşıya kalabiliyor. Devletin her yıl çok çeşitli konularda 20 ila 30 bin arasında ihale açtığı tahmin ediliyor. Bu ihalelerin çok önemli bir bölümünün sağlıksız olduğu artık ortaya çıktı. Yapılması gereken şey 2886 sayılı İhale Yasasını değiştirmeyi hedefleyen önerileri dikkatle dinlemektir. Bu çerçevede Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in önerdiği harcama reformu en derli toplu çalışma gibidir. 

● Türkiye'de özel sektör henüz sanıldığı kadar gelişkin değildir. Etiketinde 'özel sektör' yazan birçok kuruluş devlet ihaleleri sayesinde palazlanmış ve sermaye birikimi sağlamıştır. Kamuran Çörtük'ün sürekli siyasetçilerle içli dışlı olması; bu ilişkiyi kopartamadığının ve kopartmak istemediğinin en açık göstergesidir. Siyasetçiler bu tür iş adamlarının yatlarında, tatil köylerinde yatıp kalkmak gibi huylarından vazgeçmelidir. Hele hele devletin 5 yıldızlı otelleri kıskandıracak dinlenme tesisleri mevcutken...

16 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANA 'ATILIM' DEMEYİN...

Cahit UYANIK 

Bazı sözcükler vardır ki talihsizdir. Kapsadığı içerik ne kadar güzel olursa olsun, insanlarla yıldızı bir türlü barışmaz. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin 'uzlaşma ve atılım hükümeti' olarak tanımlandığını duyduğumda özellikle 'atılım' sözcüğüne takılıp kaldım. 

Benim gözümde bu sözcüğün talihsiz serüveni 1992 yılının soğuk bir Ocak sabahında başladı. Dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller, Yeni Başbakanlık Binasında lazer uçlu kalemiyle biz gazetecilere 'Ekonomide Dengeleme, Üretim ve Atılım Programı'nı anlatırken, zavallı 'atılım' sözcüğünün kaderiyle oynadığını bilmiyordu. 

En son 1988 yılında eli yüzü düzgün bir ekonomik paket gören biz ekonomi gazetecileri dengeleme ve üretim gibi iki mütevazı sözcüğün arkasına eklenen 'atılım' kelimesini duyunca umutlanmadık değil. Çünkü Tansu Çiller'in 1991 seçim kampanyası boyunca ağzına sakız ettiği 'Ulusal Dinamik Denge Modeli'ni (UDİDEM) pek gözümüz tutmamış, 'aşırı akademik ve ülke gerçeklerinden uzak' bulmuştuk.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / GAZETECİLER KURTULDU; BANKACI KIYIMI SIRADA

Cahit UYANIK 

Bu hafta affınıza sığınarak Bankacılık Yasa Tasarısı konusunda birkaç şey yazmak istiyorum. Çünkü bu tasarı tartışıldığı dönemde değil, yumurta kapıya dayandığı zaman yasalaşma yoluna girdi. Hal böyle olunca bundan 7-8 ay önce yapılan tartışmalar unutuldu gitti. Bu nedenle tasarının kritik bir maddesine dikkatlerinize çekeceğim. 

Ama önce mesleğimizi ilgilendiren sansürcü zihniyetin bu tasarıya nasıl sızabildiğıni değerlendirmek istiyorum. İzlediniz; tasarıya gazete veya yayın organı kapatma cezası eklenecekti ki, top direkten döndü. Kendisi de bir zamanlar çeşitli gazetelerde köşe veya araştırma yazıları yazan Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, hangi akla hizmet olduğunu anlayamadığımız 30 günlük kapatma cezasına önayak oldu. Sayın Uluğbay'ın zamanında Milli Eğitim Bakanı olarak özgür düşünce ve modern eğitimi yaygınlaştırmak için Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği büyük uğraşla, sansürcü zihniyet hiç bağdaşmadı.

Hele hele genel başkanı gazeteci kökenli bir partinin RTÜK'e bile rahmet okutacak cezaları içeren bir maddeyi Özalvari gece yarısı yöntemleriyle tasarıya koydurması ayıbı daha büyüttü. Acaba Sayın Uluğbay basın veya medya ekonomisi ile yakından hiç ilgilendi mi? 30 gün kapatılan bir gazetenin veya televizyonun iflas etme noktasına geleceğini biliyor mu? Acaba basın sektöründe zaten çok sınırlı olan istihdam olanaklarının böylece daralması, sol bir partiyi ne kadar ilgilendiriyor? 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANKALAR NASIL KURTULACAK?

Cahit UYANIK 

Türkiye, geçen hafta uzun zamandır üstüne koskoca bir şal örtülmeye çalışılan sorununu tartışarak geçirdi. Kısaca '64'lük banka' denilen sorunlu mali kurumlardan bazılarının, 11 Haziran öncesinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredildiğine ilişkin haberler ortalığı karıştırdı. 

Hazine elinde 64 ve 65'inci maddeler silahı varken bile bir türlü söz geçiremediği haylaz çocuklarının hukuksuzlaşan ortamda iyice gemi azıya alabileceklerinin korkusuyla açıklama üstüne açıklama yaptı. Hazineden Sorumlu Devlet Bakanımız Hikmet Uluğbay ise eğer bu maddeler iptal edilirse ellerinde başka başka önlemler alma yetkisinin bulunduğunu söyledi. Acaba Uluğbay bununla neyi kastetti? Bazı bankaların faaliyetine devam etmesine izin verilmesine rağmen, mevduat toplama yetkilerinin kaldırılabileceğini mi söylemek istedi? Yani 'örtülü iflas' yoluna gidilebileceğini mi kastetti?

Doğrusu bu açıklamalar bir yandan içimizi ferahlattı ama bir yandan da endişeye sevk etti. Çünkü Uluğbay'ın açıklamalarını yaptığı aynı günlerde, son yılların en büyük banka hortumculuğunun odaklandığı tekstil kenti Bursa'da haciz memurları harıl harıl çalışıyordu. Ancak; 1,5 milyar dolardan dem vurulan zararın binde birinin bile kurtarıldığına inanmıyorum. Bu haciz çalışmaları olsa olsa göz boyamaktan ibaretti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KARA PARANIN KAĞITTAN İMPARATORLARI

Cahit UYANIK 

Aslında bu çok eski bir hikaye. Türkiye'nin 1970'li yıllarda tanıştığı dövize çevrilebilir mevduat (DÇM), 1980'de halvet olduğu mevduat sertifikası, 1990'larda ise çivisini çıkardığı döviz büfeleri ve iyice azgınlaşan finans sektörü ile özdeşleşen 'kara para sektörü'nden bahsediyorum.

Türkiye ekonomisine her yıl sırf uyuşturucu ticaretinden alınan komisyon nedeniyle enjekte olan kara paranın büyüklüğü 3-4 milyar doları buluyor. Buna silah kaçakçılığı, fuhuş, sahtecilik gibi suçlar nedeniyle sağlanan diğer yasa dışı gelirler de eklendiğinde, rakam 5 milyar doları geçiyor. Yani bugünün dolar kuru ile yaklaşık 1,5 katrilyon liradan bahsediyorum.

Bu çark her yıl birkaç dişli daha artarak büyüyor. Yüksek enflasyonla serseme dönmüş olan bürokrat, siyasetçi, iş adamı, sokaktaki işsiz-güçsüz takımı, köylü, gümrükçü, polis, müfettiş; herkesi ucundan kıyısından bu kirli ticarete bulaştırıyor. Kara para ve onu aklama çabası artık Türkiye'de sektörleşti. Türkiye'nin 1998 GSMH'sı 200 milyar dolar. Kara paranın bu rakama oranı ise yüzde 2,5 ila 3 arasında değişiyor.

Türkiye'deki birçok şey gibi kara para aklama işlemleri de kendine özgü yöntemlerle yapılıyor. Mesela tefeciler kralının biri, kendisine kimbilir kim tarafından teslim edilen parayı iş adamlarına borç para olarak dağıtıp pirüpak hale getiriyor. Bankacılık sektöründen beslenmesi gereken yatırımlarımız, tefecinin kir bulaşmış parasıyla yükseliyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PAKET Mİ? VERGİ TAVİZ PAKETİ Mİ?

Cahit UYANIK 

Başbakan Bülent Ecevit iş dünyasının uzun zamandır büyük merakla beklediği ekonomik paketi nihayet açtı. Aslında buna ekonomik paket demek haksızlık. Çünkü paket denilen şey, vergi konusundaki tavizlere yamanmış üç-beş kredi düzenlemesinden ibaret. Vergi hariç tutulduğunda diğer önlemler öylesine bir basın bülteniyle de ilan edilebilirdi. Buna 'vergi tavizi paketi' demek daha doğru. Ama vergi konusunda o kadar büyük gürültü kopartıldı ki, bunların değiştirildiğinin veya ertelendiğinin açıklanması da bağıra çağıra oldu. 

Böylece seçimler öncesinden beri Maliye Bakanlığı koltuğu üzerinde döndürülen büyük oyun da başarıya ulaşmış oldu. Ağızlara sakız ettiğimiz enflasyon lobisinin en önemli ayağını oluşturan kayıt dışı ve kara para lobisi, istediğini elde etti. Bu noktada Başbakan Bülent Ecevit ve hükümete sorulması gereken soru, özellikle 'mali milat' ve 'nereden buldun' uygulamalarının neden 1 veya 2 değil de 3 yıl ertelendiğidir.

Belki ilk bakışta bu erteleme ekonomik krizin ancak 3 yılda geçebileceği savına dayandırılabilir. Ama bu savın doğru olmadığı, açtığı paketle ekonominin canlanacağını iddia eden hükümetin en yetkili ağızlarından zaten yalanlanmaktadır. İş dünyasının önemli bir bölümü de canlanmanın en geç birkaç ay içinde başlayacağını belirtmektedir. Zaten okulların açılması ve kış aylarının gelmesiyle ekonominin canlanması beklenen bir olgudur. Hükümetin yetkili ağızlarının mali milat ve nereden buldun uygulamalarının neden 3 yıl ertelendiğini mantıklı şekilde açıklamaları gereklidir. 3 yıllık ertelemeyi aslında 2005 yılı ötesine uzatmak da mümkündür. Çünkü Türkiye 3 yıl sonra bir seçim ortamına girmiş olacaktır ki bu ertelemenin uzatılacağı şimdiden kesin gibidir.

15 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ZAMANIN GÖRELİLIĞİ VE SOSYAL GÜVENLİK REFORMU

Cahit UYANIK 

Ünlü düşünür Einstein zamanın göreli (rölatif) olduğunu söylediğinde bazı insanlar ne demek istediğini anlamamışlardı. Çünkü insanoğlu çok uzun yüzyıllardan bu yana zamanı ölçüyor, biçiyor ve bölüyordu. Bu kavram üzerine daha fazla eklenecek ne vardı ki? Einstein, söylemek istediği şeyi verdiği bir örnekle süsleyince, insanların önünde yeni bir ufuk açıldı. 

Einstein sıkışan bir insanın dolu bir tuvaletin kapısında geçirdiği 5 dakika ile güzel bir hanımın yanında geçirdiği sürenin görünürde aynı olduğunu söylüyor; ancak ilk durumdaki 5 dakikanın yıllar gibi geldiğini, ikinci durumdaki aynı sürenin ise birkaç saniye gibi geçtiğini anlatıyordu. Einstein uzun yıllar kafa patlattığı bu teoriyi en cahil insanın bile anlayabileceği kadar basite indirgiyordu ama zamanın göreliliği,  insanlık tarihinin en önemli teorilerinden biri olmaya hak kazanıyordu.

Türkiye tüm bilimsel çevrelerce 'kıt kaynak' olarak nitelenen 'zaman' konusunu çok nadiren tartışıyor. Tartıştığı zaman da yanlış tartışıyor. Zamanın tartışma konusu yapıldığı son konu sosyal güvenlik... Hükümet nasıl ve neden tespit ettiğini bir türlü izah edemediği 58-60 yaş meselesine takıldı kaldı. Türkiye'deki tüm işçi ve işveren kesimleri, artık hiç bir işyerinde 58 yaşında kadın veya 60 yaşında erkek işçi çalıştırılmadığını ağız birliği etmişçesine teyit ederken, hükümet kararında ısrarcı... Anlaşılan hükümet SSK ve Bağ-Kurluları gözden çıkardı; sadece Emekli Sandığından insan emekli etmek istiyor. Çünkü devlet kapısı hariç, günümüzde ne SSK'lı için iş garantisi ne de Bağ-Kurlu için ekonomik istikrar garantisi var. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SOSYAL GÜVENLİKTEN ÇIKAN 4 DERS

Cahit UYANIK 

Yaklaşık 1 aydır gündemi meşgul eden sosyal güvenlik reformu konusunda geçen hafta önemli gelişmeler yaşandı. Bu konuda yazılıp çizilmedik bir şey kalmadı. Bu nedenle geçen haftanın hızlı trafiği sırasında ortaya çıkan ama gözlerden kaçan bazı sonuçları derleyip toparlamakta fayda var: 

1- Yıllardır siyasetçilerin oy zaafiyetini değerlendirerek ve kapalı kapılar ardında yaptığı pazarlıklarla kendisine yaşam alanı bulan bazı sivil toplum örgütü temsilcilerinin, geniş kitlelerin çıkarı söz konusu olduğunda ne kadar beceriksiz davrandıkları gözler önüne serildi. Emek Platformu, daha ciddi ilk eyleminde çatladı. Eyleme katılanlar da katılmayanlar da geniş kitleler gözünde etkisiz kaldı. Oysa geçen Perşembe günkü 1 saatlik sembolik iş bırakma eylemi tam katılımla gerçekleşseydi, hükümet emeklilik yaşında geri adım atacaktı. Mevcut örgütlerin sosyal güvenlik reformunda tavizler isterken sadece kendi üyelerini koruma güdüsü ile davrandıkları gözlemlendi. Oysa yapılmak istenen düzenlemeler, arkasında sendika güvencesi olmayan milyonları tehlikeye atıyordu.

2- Önüne gelen her talebi kabul eden hükümet, işçi ve memurlardan bu cömertliği sakındı. Hükümetin IMF'ye verdiği taahhütlerin kendisini bağladığı açıkça ortaya çıktı. IMF Türkiye Masası Şefi Cottarelli, geçtiğimiz haftalarda parasını yatıran herkesin katılabileceği bir tele-konferansta açık açık "Biz 62-62 istiyorduk ama 58-60 da kabulümüz" dedi. Hükümet geniş kitlelerin her zaman antipati ile baktığı IMF reçetelerine boyun eğerken, iş dünyasına hayalinden geçmediği kadar büyük vergi tavizleri vererek kamuoyundaki güvenilirliğini sıfırın altına düşürdü. IMF ile ilişkilerin sonbahara doğru sıcaklaşacağı kesin ama bu şekilde yasalaşan bir sosyal güvenlik reformunun "Daha fazla kemer sıkın" diyecek bir hükümeti ayakta tutup tutamayacağı ise tartışmalı.

14 Haziran 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 'ÖZELLEŞTİRME ŞURASI'NIN TAM ZAMANI

Cahit UYANIK 

Çiçeği burnunda Meclis, büyük bir gayret içinde yasalar çıkarıyor, anayasa değiştiriyor. Geçen Cuma günü kritik bir anayasa değişikliği 'mutlu son'la nihayetlendi. 1982 Anayasasına özelleştirme kavramı ilk kez girdi. Uluslararası tahkime olanak tanındı. Anayasal bir kurum olan, Türk Milleti adına karar vererek onun çıkarlarını koruyan Danıştay, kamu hizmetlerinin gördürülmesinden kaynaklanan imtiyaz sözleşmelerinde 'danışman' statüsüne indirgendi. 

Bu üç önemli değişikliğin neler getireceğini ve neler götüreceğini önümüzdeki yıllarda hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Herşeyde olduğu gibi hayat hükmünü koyacak ve tarih önünde 'mahçup' olanlarla 'muzaffer' olanlar belirginleşecek. Atatürk'ün de dediği gibi, olmuşla ölmüşe çare yok. Bundan sonra yapılacak şey beklemek. 

Yapılan anayasa değişikliklerinin, 1980 sonrasında kabullendiğimiz yeni düzen açısından ilginç bir özelliği var. Özelleştirme, 16 yıllık rötardan sonra anayasaya giren gecikmiş bir düzenleme özelliğini taşıyor. Tahkim ise tartışmaların başlamasından birkaç yıl sonra kendisine anayasal bir dayanak bulma şansına kavuştu. Bu noktada özelleştirmenin neden 16 yıl sonra hüsnükabul görüp anayasaya girdiğini tartışmakta fayda var. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAĞITLAR DAĞITILMAYA BAŞLANDI

Cahit UYANIK 

Ankara'da Mayıs ve Haziran ayı boyunca karılan kağıtlar nihayet dağıtılmaya başlandı, Kağıt dağıtan isim ise Başbakan Bülent Ecevit. Siyasi pokerin ilk kurbanı ise Ecevitler'in manevi oğlu ve yıllardır yanlarından ayırmadıkları sır çantası, dert ortağı Hüsamettin Özkan.

Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle iyice duygusallaşan Ecevit, Özkan'ın koalisyon içinde dönen oyunlardan kendisini haberdar etmemesine çok kızdı. Ecevit'in duygusallaşması, bazı kişiler için hayra alamet değildir. Ecevit duygusallaşınca gerçekleri daha iyi görür ve hep köklü kararlar alır.

Özkan'ın koalisyonun ANAP kanadı ile muhalefetteki DYP'ye yanaşıp yeni hükümet formülleri içine girmesi ya da en azından bu konuda yapılan spekülasyonları kesinlikle yalanlamaya gitmemesi Ecevit'i haklı olarak kızdırdı. Ecevit; bilindiği kadarıyla son yıllarda yatağa düşmesine neden olan tek süreğen rahatsızlığını geçirirken, ortalığın boş bulunup senaryo üstüne senaryo yazılmasını, üstelik bir de sahneye konulmaya çalışılmasını affetmedi. Başrolde de manevi evladının bulunması Ecevit'i küplere bindirdi.

Dünkü televizyon programında Ecevit'in elinde tuttuğu not kağıdının tepesinde 'Hüsamettin Özkan' yazıyordu. Ne ilginçtir ki 'Hüsamettin Özkan' isminin altı da çizilmişti. Ecevit, Özkan konusunda kağıda aldığı notlar haricinde en ufak bilgi vermedi. Övgü dolu birkaç cümlenin ardından DSP'li 5 yöneticinin yaptığı açıklamaya hak verir havada konuşması, Özkan isminin altının çizilmesinin boş bir davranış olmadığını gösteriyordu. Ecevit övgü dolu şeyler söyledi, çünkü manevi evladına kırgındı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAHKONEN YALANCI DEĞİLMİŞ

Cahit UYANIK 

IMF'nin sinir uçları cımbızla temizlenmiş görüntüsü veren Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen geçen ay sonunda Türkiye'den ayrılırken, bankaların yeniden sermayelendirme operasyonunda tahminleri ve beklentilerinin tuttuğunu söylemişti. Yani Kahkonen'e göre Türk bankacılık sektörünün sermaye açığı 3-4 milyar dolar düzeyindeydi. 

Oysa aynı günlerde, şimdi maksatlı olduğu anlaşılan bazı kişiler gazetecilere telefon üstüne telefon açıp "Bankaların sermaye açığı beklendiği gibi değil. IMF de BDDK da hata yaptı" diyorlardı. Bu tezvirata açıklık getirmek isteyen muhabir arkadaşlarımızın yönelttiği sorulara karşılık Kahkonen, hiç istifini bozmadan, gerçekleri saklama ihtiyacı hissetmeden kendi bildiğini söylemişti. 

Meğerse Kahkonen 7-8 sözcükten oluşan cümleyle 2 milyar dolarlık bir gerçeği özetlemiş. Ancak BDDK açıklama yaptığında ortada 1 milyar dolar düzeyinde sermaye ihtiyacı ile 2 bankanın "Haydaaa, nereden çıktı şimdi bu?" dedirtecek birleşme kararına soğuk ve mesafeli bakış cümleleri vardı. Bir yanda Kahkonen'in 3-4 milyar doları, öbür yanda BDDK'nın 1 milyar doları... 

Acaba kim yalan söylüyor veya bir şeylerden çekindiği için tam şeffaf davranmıyordu? Olayları dikkatlice takip edenler bütün bu gelişmeler sonucunda ya Kahkonen'in yalancı olduğunu ya da BDDK'nın işini tam yapamadığını düşünmeye başladılar. 10 gün aradan sonra Pamukbank'a el konulması, Yapı Kredi Bankasının da rehin edilmesi Kahkonen'in yalancı olmadığını, BDDK'nın işini tam yaptığını gösterdi. 

13 Haziran 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EHVEN-İ ŞER ÇÖZÜM VE BDDK

Cahit UYANIK 

Geçen hafta Başbakan Bülent Ecevit'in ABD gezisinin tozu dumanı arasında Türkiye'nin yakın geleceğini ilgilendiren çok önemli bir haber gerektiği gibi tartışılmadı. Moody's adlı kredi derecelendirme kuruluşu 4 Türk bankasının puanlarını düşürmüştü. Hükümetin tam da sektöre 4-5 milyar dolar aktarmak için kolları sıvadığı bir ortamda yapılan bu not düşüşü acaba nasıl yorumlanmalı? 

Dünyadaki 3 büyük rating kuruluşu arasında Türkiye'ye en fazla sempati ile bakan Moody's'in açıkladığı gerekçeler aslında Türk bankacılık sektörünün çok ciddi hastalıkların pençesinde kıvrandığını gösteriyor. Hastalığın ismi zaman zaman açık pozisyon oluyor, zaman zaman da grup şirketlerine riskli miktarda kredi aktarımı... Ancak bankacılık sektörünün şu anda içinde bulunduğu durumu genel ekonomik ortamdan soyutlarsak hata etmiş oluruz.

Bankalar geçmişte hükümetin 18 aylık kur taahhütüne kanarak dövizle borçlanma, TL ile borç verme oyununa düşmüşlerdi. Şimdi de ellerindeki kaynakları sağlamlığından emin oldukları kendi grup şirketlerine aktararak aktif-pasif dengesini tutturmaya çalışıyorlar. Ancak bu durum yabancı uzmanların pek hoşuna gitmiyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BİLANÇO GÜNÜ

Cahit UYANIK 

Bugün bilanço günü: 31 Aralık 2001. Hiç de hoş bir sene geçirmedik. Olup biteni şöyle bir zihninizde akıtın, ne demek istediğimi anlarsınız. Türkiye olağan dışı bir ülke. Koşulları da yaşadıkları da öyle. Çoğu toplumun uzun yıllarda içine sığdırıp sindirebileceği gelişmeleri birkaç ayda eskitiyoruz. 

Ama Türkiye'de bazı gelişmelerin mayalanma süreci çok uzun. Zaten olağan dışı gelişmelerin yaşanabildiği bir ülkede, yılların mayalana mayalana iyice ağırlaşmış sorunları da patlak verince 2001 gibi seneler yaşayabiliyoruz. Yakın geçmişimizde 1980, 1988, 1994'ü de tıpkı 2001'e benzetebiliriz. 

Hızla değişen toplumdaki bazı gelişmelerin önüne set çekilmeye çalışıldığı ancak bazı ekonomik gerçeklerin her türlü şeyi altüst ettiği zaman dilimleri, hep ekonomik kriz şeklinde karşımıza çıkıyor. Peki 2001'e bu çerçeveden baktığımızda neleri görebiliriz? 

Bilançonun en önemli maddesinde karşımıza IMF çıkıyor. IMF ile ilişkilerde yıllardır mayalanan problemler, 2001 başında su yüzüne çıktı. IMF reçete zihniyetinden kurtulamamanın faturasını öderken, siyasetçilerimiz ve bürokratlarımız ise inanmadıkları bu reçeteye uyarmış gibi yapıp yine kendi bildiğini okumalarının ceremesini  2001'i altüst ederek çektiler. Sonuçta hem IMF'nin reçeteleri yırtılıp atıldı hem de köhnemiş siyasi yapı ve onu ayakta tutmaya çalışan bürokrat kesimi, halkı derin bir yoksulluğa sürükledi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KÜÇÜK BİR ÖNERİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de yoksulluğun boyutları artık iyice büyüdü. Devletin resmi rakamlarına göre 25 milyonu aşkın kişi günlük yiyecek ihtiyacını bile karşılayabilecek gelir düzeyine sahip değil. Son yılların en ağır kış koşulları acı gerçekleri suratımıza şamar gibi indirdi. Merdiven altları, kapı girişleri, dükkan depoları, kömürlükler, kuytu köprü altlarına sığınarak eksi 15-20 derece soğukla mücadele etmeye çabalayan insanların ölüleri, önce çapalı sonra dalgalı kura geçişin zayiat defterine yazıldı.

Türkiye'de deprem, yangın, su baskını gibi afetler sonrası halkın yerleştirildiği spor salonları, ilk kez evsiz-barksız insanlara açıldı. İçişleri Bakanı bile genelge yayınlayarak başını sokacak bir çatı altı bulamayan insanlara polisin sahip çıkmasını istedi. Anlaşıldı ki ekonomideki kötü yönetimin sonuçları önce toplumsallaşmış, şimdi de polisiye hale dönüşmüştü. 

İstanbul'daki Alibeyköy Kapalı Spor Salonu, Türkiye'nin Arjantin olmadıysa bile onun kıyısında dolaştığının canlı bir fotoğrafı olarak karşımızda duruyor. Devletin 'bir yatak-bir battaniye' vererek çatı altına topladığı evsiz-barksızlar nedense televoleci medyanın ilgisini fazla çekmedi. Alibeyköy'den birkaç kilometre uzaklıktaki süper lüks eğlence mekanlarındaki çıtır mankenlerin aşk oyunları daha önemli idi çünkü...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 3 İTİRAZ VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Cumhurbaşkanı Sezer, Bankacılık Yasasının 3 maddesini iade ederek çok basit sorulara cevap arıyor: Acaba birileri kamu parasını kullanırken, özel sektör yöneticisi gibi davranabilir mi? 

Kamu parası, kamusal çıkarlar için kullanılmalı. Bu imkanı kullandıranlar da kullananlar da kamu hukuku ile başbaşa kalmalı.  Yıllardır birileri yani çoğu zaman siyasetçiler, kamu bankalarını popülizm aracı olarak kullandılar. Kamu parasını siyasete alet ettiler. Sonuç ortada. Acaba özel sektör mantığı ile kullanılan kamu parasında da birkaç yıl sonra benzer sorunlar yaşar mıyız? Bu sorunun cevabı net değil. 

Üstelik Sezer'in bu maddenin yeniden yazılmasını istemesi, şu anda 'kral hayatı' süren kamu bankası yöneticilerinin geleceğini de kurtardı. Kendilerini kamusal sorumluluklardan vareste kılan bir Meclis'in, gün gelip seçimle değiştiğinde bu sorumluluğu yeniden sırtlarına yükleyebileceğini bilmeleri gerek. AB tam üyeliği yolunda, 12 Eylül Darbesini yapanlara verilen anayasal koruma zırhının kalkmasının tartışıldığı bir ortamda iki satırlık yasa maddesinin gelecekte ne hükmü olabilir ki?

Sezer'in itiraz ettiği kamu bankaları personeline ilişkin düzenleme ise yöneticilerin 18 yıllık özelleştirme geçmişimizden zerre kadar ders almadığını gösteriyor. Düşünün yüzde 50'den fazlası kamuya ait bir bankada, özel sektör statüsü ile çalışacaksınız.