12 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÖZGÜRLÜKLER VE EKONOMİK KRİZ

Cahit UYANIK 

Bugün Meclis olağanüstü toplanıyor. Amaç 37 maddelik anayasa değişiklik paketini hayata geçirmek. Meclis'in bunu başarabilmek için önünde 14 günü var. Çünkü Meclis, 1 Ekim'de kendiliğinden normal toplantısını yapmaya başlayacak. 

Anayasa değişikliği Türkiye'de ve dünyada ilginç bir konjonktüre denk geldi. Bütün dünyada kişi hak ve özgürlüklerinin terör korkusuyla kısıtlanması tartışılıyor. Türkiye'de ise anayasa daha özgürlükçü bir yapıya kavuşturulmaya çalışılıyor. İlk bakışta bu bir çelişki gibi görünebilir. Ancak Türkiye'deki kişi hak ve özgürlüklerinin sınırı o kadar kısıtlı ki, bu paket bile Batı'nın terör korkusuyla rötuşlanmış hak ve özgürlüklerinin yanına yaklaşamaz.

Türkiye'deki durumun gerçek manzarasını geçen hafta TÜSİAD ortaya koymuştu. Düşünceye Avrupa standartı talep eden TÜSİAD, 1982 Anayasasının Başlangıç bölümü ile 5 maddesinin yanı sıra 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 maddesi ile TCK'nın 6 maddesinde değişiklikler istedi. Ayrıca bu listeye 15 ayrı kanundaki düşünce özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemeler de eklendi. 

Listede Basın Kanunu, Dernekler Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu, Radyo ve Televizyon Kanunu, Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da var. Anlayacağınız sadece 37 maddelik değişiklik paketini yasalaştırmakla Türkiye'ye düşünce özgürlüğü gelmiyor. Mevcut anayasaya dayanılarak çıkarılmış bazı anti demokratik yasaların da yeniden düzenlenmesi zorunlu. 

11 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / REFORMLARIN REFORME EDİLME SÜRECİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de 5 yıllık kalkınma planı ve yıllık ekonomik programın kıymet-i harbiyesi kalmadı. Önümüzdeki günlerde Türkiye'de neler olup biteceğini merak edenlerin Avrupa Birliğinin (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasına (DB) sunduğu mektuplara bakması gerekiyor.

Türkiye'nin AB'nin KOB'una karşılık kabul ettiği Ulusal Program mı? Onu boş verin gitsin. İhale Yasası Meclis'ten geçip Cumhurbaşkanının onayında olduğu günlerde bile, eşik değerlerin bir defa daha değiştirilmesi için AB yetkilileri bürokraside ve ilgili bakanlar nezdinde kulis yapabildiler. Üstelik de arkalarına  DB ve IMF'nin desteğini alarak...

Merak etmeyin Türkiye, en geç Mart ayı sonuna kadar Ulusal Programını revize etmek zorunda. Yeni Ulusal Programımız büyük ihtimalle AB'nin istekleri doğrultusunda şekillenecek. 2002'nin takvimi, bir ay daha dişinizi sıkarsanız iyice netleşecek demektir. 

Türkiye'de olup biteceklerin gün gün sayıldığı bir başka doküman ise yeni stand by karşılığı IMF'ye sunduğumuz Niyet Mektubu... Mektup o kadar detaylı ki masanızdaki ajandanızı açıp tek tek tarihleri ve yapılacakları not etme hissi uyandırıyor. Bunu yapmazsanız sanki çok önemli gelişmeleri kaçıracaksınız da büyük kayıplara uğrayacakmış gibi oluyorsunuz. Kredi portföyünün üçte birini Türkiye'ye kullandırdığını her açıklamasında dikte ettiren IMF'nin, bundan sonra kendisine başvuracak ülkelere bu dokümanları 'Model mektup' olarak sunması beklenebilir.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / NEREDE BU DEVLET?

Cahit UYANIK 

Geçmiş zamanda bir tv haber bülteninin girişinde her gün kulağımızı tırmalayan ama şimdilerde unuttuğumuz 'Nerede bu devlet?' narasının cevabı iyice anlaşıldı: Devlet faiz, maaş ve savurganca yapılan kamu harcamalarını finanse etmek için, vergi veya aslında vergi niteliğindeki birçok ödemeyi toplama peşinde. 

Depoya benzin doldururken, sayısal loto oynarken, sigara tüttürürken, adliyeden temiz kağıdı alırken, cenazenizi toprağa verirken, pasaport alırken, pasaportun süresini uzatırken, yurt dışına çıkmanıza yarım saat kala... Hep devlete birşeyler ödüyorsunuz. Evinizde oturmak bile yüksek emlak ve çöp vergileri nedeniyle devlete birşey ödemekle mümkün. 

Geçenlerde bir arkadaşım "Her akşam evin anahtarını çevirirken 25 milyonun buharlaştiğını hissedebiliyorum" dedi. Dile kolay anahtarı çevirip elinizi elektrik düğmesine atar atmaz devlet vergi veya benzeri bir kesintisi toplamaya başlıyor. Mutfağa giriyorsunuz, -LPG veya doğal gaz fark etmez- çay suyu kaynatmak bile devletin vergi toplaması anlamına geliyor. Duş alacaksınız, akıttığın su vergiyle... 

Bir kadeh birşeyler içip gevşeyeceksiniz, içinde vergi veya benzeri birşey var. Varsa eğer, internete girecekseniz vergiyi gözden çıkaracaksınız. Dostunuz arkadaşınızla telefonla konuşacaksanız KDV üzerinize binip size evde cirit attırıyor. Geçenlerde ATO Başkanı Sinan Aygün, devletin kan satışından bile yüzde 18 KDV kestiğini söyledi. Anlaşılan damarlarımızdaki kanda bile akyuvar, alyuvar ve antikorların yanı sıra vergi parçacıkları da yüzüyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YAVAŞ YAVAŞ SEÇİME DOĞRU...

Cahit UYANIK 

Ankara'ya bahar havası gelmeden seçim havası geldi. Herkes şimdi en geç 1,5 yıl içinde yapılacak bir seçimi konuşmaya başladı. Başbakan Ecevit, partisinin seçim hazırlıklarına başladığını anlatıyor. Başbakan Yardımcısı Yılmaz, 2003 sonbaharını tarih gösteriyor. Bir diğer Başbakan Yardımcısı Bahçeli de koalisyonun yapısı veya koalisyon protokolünün yeniden görüşülebileceğini belirten cümleler sarf ediyor. Ve bütün bunların hepsi de ekonominin henüz sıfır büyüme bile yakalayamadığı bir ortamda olup bitiyor. Koalisyon liderlerinin umudu, ekonominin yaz aylarından itibaren yükselişe geçmesi. 

Halkın hükümeti oluşturan üç partiye henüz hiç güven duymadığı ortada. Hemen hiç bir ankette koalisyon partileri baraj üstü değil. Onun içindir ki MHP, geleneksel tabanını ve son seçimlerde kendisine ekonomik sebepler dışında oy atanları küstürmemek için idam tartışmasında manevra arayışına girdi. Eskiden 'Meclis'teki gücüm kadar konuşurum' diyen MHP, işi hükümet meselesi haline getirebileceğinin sinyallerini veriyor. 

ANAP ise yıllarca alttan alta istemediği AB tam üyeliği konusunda aniden şahin kesildi. Tam üyelik müzakeresi başlatılırsa, bunu oya tahvil etmek istiyor. ANAP bu tavrın, geçmişten bu yana dayandığı kentli oyları cezbedeceğini düşünüyor. 

DSP ise iki arada bir derede kaldı. Dürüstlük tekeli kaptırıldı. Halk başta Cumhurbaşkanı Sezer ve henüz hareket statüsündeki birçok siyasi oluşumun liderinin de dürüstlük karnesinin parlaklığını gözleriyle ve uygulamalarıyla gördü. Onun için DSP'nin artık dürüstlüğün yanı sıra farklı politikalara yelken açması gerek. DSP, geniş halk kitlelerinin hiç sevmediği IMF ve Dünya Bankasının Türkiye'deki 'sol payandası' olarak görülüyor. DSP'nin bu politikasını acilen halka izah etmesi gerek.

10 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KEMAL DERVİŞ'İN DEVLET MODELİ

Cahit UYANIK 

Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleri geçen hafta Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve Hazine yetkileri ile yakından temas imkanı buldu. Derviş, EMD üyeleriyle sohbet toplantısında kafasındaki devlet modeline ilişkin bazı açıklamalar yaptı. Ancak bu açıklamalar Temmuz ayı enflasyonu ve 1,5 milyar dolarlık kredi dilimi ile çakıştığı için yeterince tartışılmadı. 

Herşeyden önce Derviş siyasetteki çok parçalı yapının kısa vadede düzeleceğine pek inanmıyor. Hatta bunu "Türkiye'de siyasetin yumuşaması beklenmemeli. Siyasi tartışmalar daha bir süre herkesi meşgul edecek gibi görünüyor" şeklinde dillendiriyor. 

Türkiye'de insanları refaha ulaştırmak için 90'lı yılların ortalama yüzde 3,5'luk büyümesinin yeterli olmadığının altını çizen Derviş, bunun hızla yüzde 7'ye oturtulması gerektiğini anlatıyor. Derviş bu ütopyanın mevcut siyasi sistemle kurulamayacağını iyice algılamış. Bu nedenle Türkiye'nin İtalya tipi bir kalkınma modeli benimseyebileceğini ileri sürüyor. Yani güçlü özel sektör ve güçlü bürokrasinin siyasetteki dalgalanmaların olumsuz etkisini azaltabileceğini belirten Derviş, "Bu şekilde İtalya'nin ortalama büyüme hızı yüzde 5 oldu. Nüfus da hızlı artmayınca refah çabuk çoğaldı" şeklinde konuşuyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DENGE TAŞI YERİNDEN OYNARSA...

Cahit UYANIK 

Yaklaşık bir yıldır görev başında bulunan koalisyon hükümeti, tarım alanında önemli bir reform yaptı. Buğday fiyatları, ilk kez dünya fiyatları ile ilişkilendirildi. Bunun anlamı Türk çiftçisinin uluslararası rekabete açılmasıdır. Ama girişilen her reform gibi tarım reformunun da akılcı temellere oturtulması gerekir. Buğday fiyatlarının yüzde 27,5 oranında artırılması, bu reformun yapılması için alınan ilk karar niteliğindedir. Bu kararın acilen çiftçiyi destekleyici önlemlerle yaşama şansının artırılması zorunludur. Aksi taktirde fiyat da reform da ölü doğmuş olacaktır. 

Buğday, Türkiye'deki ekonomik ve sosyal olayların denge taşı gibidir. Köyden kente göçün büyük ve başıboş kalabalıklar değil de yavaş bir trend halinde yaşanmasının en önemli sebeplerinden birisi buğdaydır. Köylerdeki küçük aile işletmelerinin içine hapsettiğimiz gizli işsizleri besleyen unsur da buğdaydır. Geçen hafta sonunda açıklanan buğday fiyatı ortalama bir tarım işletmesinin kendi yağıyla kavrularak ayakta durmasını imkansız kılmaktadır. 102 bin liralık fiyat, önümüzdeki 4-5 ay içinde, 2001 yılında ne hasat edeceğine karar verecek çiftçiler için hiç de cazip bir fiyat değildir. 

Çünkü niyet mektubunda önümüzdeki hasat döneminde dünya borsa fiyatları ile daha fazla entegrasyon sağlanması istenmektedir. Bütün bunlar çiftçilerin buğday ekiminden uzaklaşmasına neden olabilir. Türk çiftçisinin buğday ekmekten vazgeçmesi demek, şehir nüfuslarınin aşırı düzeyde şişmeye başlaması ve işsizliğin yükselmesi anlamına gelir. Bu gelişmenin yaratacağı sosyal patlama tehlikesinden bahsetmeye hiç gerek yok.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇİFTE MEKTUPLU TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Uluslararası Para Fonundan (IMF) sonra Dünya Bankası (DB) da Türkiye için külliyatlı miktarda bir krediyi onayladı. DB'ye, IMF'ye verilen Niyet Mektubuna çok benzeyen 'Kalkınma Politikası Mektubu' sunuldu. Bu iki mektup, ileride sırf iktisat tarihçilerinin değil sosyal ve siyasal tarih yazarlarının da 'çıkış noktası' kabul edeceği temel metinlerden olacak. Umarız bu çıkış noktasının 'varış noktası' Türkiye'nin bir refah toplumuna dönüşmesi olur.

Bu iki mektubun verildiği ortam, kıyaslamak gerekirse 24 Ocak Kararları ile aynı kefeye konulabilir. Çünkü 24 Ocak 1980 Kararları da ülkedeki temel yapısal problemleri çözmeye yönelik köklü önlemleri içeriyordu. Ülke ekonomisini ithal ikamesine dayalı bir yapıdan, rekabetçi ve dışa açık bir ihracat ülkesine dönüştürmeye talipti. 24 Ocak'ta konulan hedeflerin bazılarına ulaşıldı bazılarına ulaşılamadı. Askeri darbe ile siyasetin parçalı bir yapıya dönüşmesi başta avantaj gibi göründü. Ama 8-10 yıllık nispi bir istikrar döneminin ardından parçalı siyaset yapısı sistemi içten içe kemirmeye başladı.

Ekonomide ise başlangıçta büyük teşviklerle patlayan ihracat 1989'dan sonra durakladı. Çünkü nakit teşviklere son verilmişti. Türkiye'deki güçlü iç pazar yapısı, sanayinin ihracata dönük yapılanmasını hep engelledi. Popülist siyaset anlayışı ise nispeten düşük olan satın alma gücünün açığını kapattı ve iç pazara üretimi ödüllendirdi. Ekonominin üçer aylık dilimler halinde çizdiği cennet-cehennem tablolarının geri planında hep ekonomiye pompalanan karşılıksız kaynaklar mevcut.

9 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EYLÜL GÜNDEMİNE AKL-I EVVELLİK

Cahit UYANIK 

Biraz akl-ı evvellik olacak biliyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri önümüzdeki aydan itibaren büyük bir ivme kazanacak. Bu ivme bizden değil, yine onlardan kaynaklanacak. Çünkü AB Eylül'de Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) açıklayacak. Belge açıklandığında göreceğiz ki AB, önümüze uzun bir 'ev ödevi' listesi koymuş.

Aslında bu listenin nelerden oluştuğunu Türkiye çok iyi biliyor. 1996 yılında uygulamaya giren Gümrük Birliği (GB) Kararı öncesinde 'müktesebat' dediğimiz sözcüğün içinde binlerce sayfalık bir uyum şablonu olduğunu keşfeden ilk ülke sayılırız. Ama buna rağmen sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi davranıldı. Peki niye böyle oldu? 

Türkiye Ankara Anlaşmasının imzalandığı 1963 yılından bu yana AB macerasının peşinde. Bu süreçte Türkiye için hep ekonomi ön plandaydı. Ta ki tam üyeliğimizin tescillendiği 1999 yılına kadar... Aslında Soğuk Savaş şartları devam etseydi, bu trendde bir değişiklik olmayacaktı. Doğu Bloku'nun yıkılarak yeniden yapılanmasıyla çok şey değişti. Bağımsızlaşan Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri AB'ye tam üyelik için başvurdular. Bu aşamada AB'nin tam üyelik koşullarını çeşitlendirip genişletmesi gündeme geldi. İşte Türkiye de bu rüzgardan etkilendi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇELEBİ YÖNETİCİLER DÖNEMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye geçen haftayı ibret manzaraları içinde ve soluk soluğa geçirdi. Yıllarını adalete adamış dürüst bir yargıç, Cumhurbaşkanlığı Köşküne çıktı. O yargıç ki mal varlığında '1 ev, 1 Uno model otomobil' yazıyordu ve "Çok benzin harcıyor. Devletin parasına yazık" diye zırhlı makam otomobiline binmeye kıyamıyordu. 

Bir başka hukuk adamı ise Çankaya Köşküne 8-10 km. ötedeki otoyolun kenarında, bir trafik kazası sonrası mafya şefinin lüks otomobilinden çıktı. Hemen geçmiş defterler karıştırıldı. 80'li yılların sonuna kadar giden karmaşık ve pis kokulu ilişkiler ortaya saçılıp döküldü. Bu manzaraya karışan hukuk adamının ilk savunması ise "Devletin benzin parası boşa gitmesin diye o arabadaydım" şeklinde oldu. Odağında 'benzin parası' bulunan bu iki sözü ve bunları sarf eden iki yargı adamına ilişkin yargıyı size bırakıyorum. 

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, daha ilk açıklamasıyla Korutürk tipi bir cumhurbaşkanı olmayacağının sinyallerini verdi. Sezer'in enflasyonla mücadele ve kamu harcamalarında tasarrufa dikkat edilmesi yönündeki sözleri, filanca ilçenin mal müdüründen devletin en güçlü müsteşarına kadar herkesin kulaklarında yankılandı. Cumhurbaşkanlığına Sezer'in seçilmesiyle devletin tepesinde 'çelebi yöneticiler'in ağırlığı arttı. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / WOLFENSOHN NE DEMEK İSTEDİ?

Cahit UYANIK 

Dünya Bankası (DB) Başkanı James Wolfensohn karizmatik kişiliğiyle Türkiye'den adeta rüzgar gibi geçip gitti. Avustralya'da doğan, Amerika'da büyüyen, güzel sanatlar eğitimi almış, çello ustası Wolfensohn; Malatya sarı sıcağında yaşam savaşı veren köylülerle ılımlı diyaloglar kurabildi. Anlayacağınız Wolfensohn tam bir 'dünya vatandaşı' gibi davrandı. Wolfensohn'un sıcak ve dostça tavırları, son 10 yıldır dünyaya pompalanan küreselleşmenin nasıl bir insan tipi yaratması gerektiğine iyi bir örnekti. 

Ancak küreselleşmenin geride bıraktığı deneyim, hiç de Wolfensohn'un şahsında somutlaşan insan tipini ortaya koyamadı. Uzak Doğu'da başlayan, Rusya'da çöreklenen, esintileri bile Türkiye'yi yatağa düşüren global kriz; intiharlar, iflaslar, işsizlik dalgası, rüşvet ve yolsuzluğun kurumsallaşması, yasa dışı göçün hızlanması, insan ticaretinin patlaması, uyuşturucu ticaretinin zirveye çıkması gibi yan etkiler yarattı. Yani insanlık küreselleşmeden yarar değil zarar gördü.

Wolfensohn, İstanbul'daki ilk gününde küreselleşmenin önündeki sorunları bildiğini belirten çok net mesajlar verdi. Dünya nüfusundaki hızlı artışın iş bulmayı giderek zorlaştıracağını, insanların hoşnutsuzluğunun dini düşüncelerle desteklenmiş siyasi akımları iyice güçlendireceğini anlattı. Wolfensohn, verdiği bu iki mesajı Türkiye'ye bağlamayı çok iyi başardı. Çünkü Türkiye önünde 100 milyonluk nüfus projeksiyonu olan bir ülke. Bu, önümüzdeki yıllarda işsizlik sorununun giderek ağırlaşacağının işareti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SAMİMİYETSİZ MÜCADELE

Cahit UYANIK 

Geride bıraktığımız hafta, Türkiye'nin geleceği açısından ibret verici derslerle doluydu. Siyasetçilerin soruşturulması ve Yüce Divan'a gönderilme sürecinin 'tarafsız ve ehil' ellere bırakılmamasının gelecekte yaratabileceği sakıncaları gözlerimizle gördük. MHP'nin hızla ortalama seçmene doğru yol almaya başlamasıyla merkez sağda yaşanacak kıran kırana savaşta, Meclis soruşturması silahına sık sık başvurulacağı aşikar. Onun için Meclis soruşturmalarının vakit geçirilmeden objektif kurallara göre yürütüleceği bir sistem bulunmak zorunda.

Bu konu bol bol işlendi ama siyasi tartışmaların gölgesinde kalan bir başka gelişme iş dünyasını çok yakından ilgilendiriyordu. TOBB Başkanı Fuat Miras, Gaziantep'te yaptığı bir konuşmada 'Enflasyonla Mücadele Bildirgesi'ni sadece 221 milletvekilinin imzaladığını açıkladı. Miras, bu rakamı gerekçe göstererek siyasetçilere -haksız biçimde- yüklendikçe yüklendi. 

Oysa aynı Miras, daha birkaç gün önce Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'i ziyaretinde Bildirge'ye 100 bin imza toplanabileceğini söylemişti. Her fırsatta 1 milyona yakın üyesi bulunduğunu belirterek övünen Miras'ın 'Türkiye Enflasyonu Yeniyor Kampanyası'nın üzerinden geçen 2,5 ayda, en az 400-500 bin imzaya ulaşması gerekmez miydi? Kim bilir belki Miras da kıran kırana geçen bir TOBB seçiminden sonra kendi seçmen kitlesini üzmek istememiştir.

8 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / COTTARELLİ NİYE BÖYLE YAPTI?

Cahit UYANIK 

Hasbelkader yıllardır IMF ilişkileri ve IMF ile ortaklaşa basın toplantıları izliyorum. Doğrusu bir IMF Masası Şefinin geçen Cuma günkü kadar sert konuştuğuna şahit olmadım. Cottarelli haftalardır Türk kamuoyunda tartışılan "Bu programın sahibi IMF mi?" sorusuna doğrudan doğruya "Evet sahibi biziz" cevabını verdi ve gitti. 

Cottarelli'nin doğru şeyler söyleyip söylemediğini tartışmıyorum; söyleniş tarzı ve söyleyen kişinin kartvizitinde ne yazdığını önemsiyorum. Bence Cottarelli Türkiye'deki siyasi yapılanmayı hedef aldı. Dolayısıyla Türkiye'yi 3 yıllık Enflasyonla Mücadele Programında destekleyen uluslararası kuruluşlar, Türk siyasi hayatının kötü huylarından çok memnun değiller diyebiliriz. Yani Türk siyasetçileri, IMF ve Dünya Bankasında somutlaşan 'dış dünyanın merceği' altına alındılar. Hiç kimse itiraz etmesin, ne yazık ki öyle...

Cottarelli "ESK'yı bir an önce toplayın" diyor. Ama Hükümet ESK Yasa Tasarısı konusunda kaplumbağa misali hareket ediyor. Çünkü hükümet ESK'yı oluşturacak ekonomik ve toplumsal kesimlerin kimler olacağı konusunda baskı görmekten korkuyor. Ya TÜSİAD girer de TOBB girmezse? Ya Türk-İş üye olur da Hak-İş veya DİSK olmazsa? Milyonlarca insanın ekmek yediği memur kesimi ne olacak? Rekabeti doğru dürüst öğretmeden dünya piyasalarına açılmaya zorladığımız çiftçilerimiz bu işe ne der?

7 Haziran 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / FP DAVASI VE EKONOMİNİN KADERİ

Cahit UYANIK 

1999 yılı sonundan bu yana Enflasyonla Mücadele Programını tehdit edebilecek 3 önemli gelişmeye dikkat çekiyorduk. Bunlardan ilki olan Abdullah Öcalan'ın idamı konusu zamanlama itibarıyla Ocak ayı başında tartışılıp bittiği için programa olumsuz bir etki yapmadı. İdam meselesinin 2002 yılından önce yeniden Türkiye'nin önüne gelme ihtimali zayıf. 

O zamana kadar Türkiye'nin 'ağırlaştırılmış müebbet hapis' kavramını bir şekilde Ceza Yasasına yerleştirmesi gerekiyor. Aynı yıl AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlama ihtimali de mevcut. AB ile; 'ceza hukukunda idam cezasını korumakta ısrar eden bir ülke' olarak masaya oturmamız zor görünüyor. Ancak bu konu her halükarda orta vadeli bir özellik arz ediyor.

Programı tehdit eden ikinci unsur cumhurbaşkanlığı seçimi, üçüncü unsur ise Fazilet Partisinin (FP) kapatılarak Türkiye'nin bir ara seçim yapmak zorunda kalmasıydı. Başbakan Bülent Ecevit, tek vuruşta bu iki can alıcı sorundan kurtulmak için anayasa değişikliğine önayak oldu. Demirel'in görev süresini uzatmak bir yana siyasi partilerin kapatılmasını da zorlaştırmaya çalıştı. Ancak 3,5 ay süren bu uğraş boşa çıktı. Yaklaşık 1,5 ay ise üzerinde uzlaşma sağlanacak bir cumhurbaşkanı adayı bulmak ve yasal seçim süreci nedeniyle geçti. Türkiye yaklaşık 5 ay kaybetti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SUÇLULUK MU? SAMİMİYET Mİ?

Cahit UYANIK 

Devlet Bakanı Recep Önal, geçen hafta bir basın toplantısı düzenleyerek enflasyonla mücadelenin ilk 6 aylık sonuçlarını değerlendirdi. Önal'ın sözleri gösterdi ki hükümet hedeflerin gerisine düşülmesi konusunda 'suçlu' arayışı içinde. Bu basın toplantısında kabak, IMF Türkiye Masası Şefi Cottarelli, Hazine Müsteşarı Demiralp ve Merkez Bankası Başkanı Erçel'in başına patladı. 

Birisinin Türkiye'ye gelmek üzere bavul topladığı, ötekilerinin ise tatilde olduğu sırada yapılan açıklamada 'Kimse vazgeçilmez değildir' sözü zihinlerde birçok soru işareti bıraktı. Çünkü dağıtılan yazılı metinde bu cümlenin sarf edildiği bölümün ara başlığı 'Programın sahibi kim?' ibaresinden oluşuyordu. Önal'ın yazılı metnin birkaç yerinde Başbakan Ecevit'in yanı sıra koalisyonun diğer liderlerine atıfta bulunması, sözlerinin 'blöf' olarak alınmaması gerektiği yönünde bir mesajdı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EKONOMİDE ÜÇÜNCÜ BİLGİLENME DEVRİMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye, yaz aylarının boğucu sıcağında gayet teknik konuları tartışmaya devam ediyor. Ekonomide artık her ayın 3'ü büyük teorik tartışmaların çıkmaya aday olduğu bir gün. Fiyat endekslerinin birbirini nasıl etkilediği, enflasyonda kamu ve özel sektör paylarının önemi, endeksin yapısının değiştirilip değiştirilmemesi gibi çok teknik konular kamuoyu önünde tartışılıyor. 

Bu tartışmanın daha dumanı üzerinde tüterken cari açık, dış denge, dış dengenin iç dengeye olası etkileri gibi çok ağır teorik problemler gazete sayfalarında boy boy yer alıyor. Geçenlerde eski bürokrat bir köşe yazarı bu konuları hap haline getirilmiş şekilde okuyucusuna sundu bile... 

6 Haziran 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ANKARA'DAN BAKILINCA İMKB...

Cahit UYANIK 

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) şu günlerde pek keyifsiz. Endeks, 13-14 bin arasında dalgalanıp duruyor. Yılbaşındaki 'füze gibi' çıkışa aldanıp da 26-27, hatta hızını alamayıp 29 bin endeks tahmini yapanlar bile "Yahu niye böyle oldu?" demekten kendilerini alamıyorlar.

Gerçekten borsayla ilgili beklentiler neden altüst oldu? Cevabı basit: Türkiye tüm 'özel sektörleşme' ve 'özelleştirme' çabalarına rağmen, ülke 'devletlu' bir görüntü arz ediyor. Hal böyle olunca borsanın kaderi de çoğu zaman Ankara'da çiziliyor. 

Borsada işlem hacmine hükmeden bazı güçler, aslında hükümetin (Ankara'nın)  Enflasyonla Mücadele Programına başlangıçta inanmamışlardı. Ocak ve Şubat aylarında belirlenen yüksek enflasyon oranları da onların ekmeğine yağ sürdü. Bu güçler "Ekonomik program birkaç ay içinde delinir, biz de endekste 5-6 biner puanlık dalgalanmalarla günümüzü gün ederiz" diyorlardı. 

Ancak hükümetin bu konuda ciddi olduğu, cumhurbaşkanı seçimi gibi zorlu bir süreci bile atlatmasıyla iyice belirginleşti. Yıllardır siyasi istikrarsızlığı risk primi olarak Hazineye ve enflasyon olarak ekonomiye yükleyen politikacılar, yavaş yavaş bundan vazgeçmeye başladılar.