Cahit UYANIK
Türkiye'nin 1996 yılından itibaren gündeminde bulunan stand by anlaşması, 4 yıllık bekleyiş ve pazarlıktan sonra nihayet imzalandı. Türkiye, bu anlaşma ile ekonomisini düze çıkarıp Avrupa Birliği (AB) Maastricht Kriterlerine uydurmak için önemli ve son bir fırsat yakalamış oldu. Eğer bu fırsat da harcanırsa Türkiye, 2000'li yılların ilk yüzyılını yeni maceralar peşinde koşarak geçirebilir. Belki de bunun için stand by anlaşmasında performans kriterleri kadar, yapısal kriterleri tutturmak büyük önem taşıyor.
Yapısal kriterleri tartışırken şeffaflık ve açıklık şart. Bu reformlardan olumsuz yönde etkilenebilecek kesimlerin sabırla, bıkmadan, usanmadan dinlenebilmesi devletin öncelikli görevi olmalı. Sadece dinlemek yetmez. Haklı taleplerin ve geleceğe ilişkin kaygıların giderilmesi burada ön koşul olmalı. Türkiye'nin kendine özgü koşulları ile uluslararası standartlara ulaşmaya çalıştığı unutulmamalı. Klasik "Ben yaptım oldu" veya "Devletin ali çıkarları" mantığı ile gidilirse büyük hatalar yapılabilir.
Bu girişi neden yaptım? Geçen Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 1999'u değerlendirdiği basın toplantısına katıldım. Demirel, 40 yılın tecrübesi ve sırf 6,5 yılda 1 milyon kilometrelik bir seyahat programını geride bırakmış devlet adamı olarak görüşlerini samimiyetle açıkladı.