Cahit UYANIK
“Dünyada son 20 yıldır
en ağır şekilde eleştirilen ancak yine de faaliyetlerinden vazgeçilemeyen kurumlar hangisidir?” sorusunun
cevabı, bence “Kredi derecelendirme kuruluşları” olmalı. Gerçekten de dünyada
borç alsın veya almasın, artık hemen hemen tüm ülkelerin bir kredi notu var.
Ancak başta Türkiye olmak üzere, hemen hemen hiçbir ülke kredi derecelendirme
kuruluşlarından memnun değil.
Bu kuruluşlardan neden vazgeçilemediğinin sorusu ise basit:
Dış piyasalara çıkıp da borçlanmak isteyen ülkeler veya ekonomisini libere
ederek dış finansal akımlarına açan ülkelerin mutlaka iki önemli kredi
derecelendirme kurumu tarafından notlandırılması gerekiyor. Çünkü bu ülkenin
kağıtlarını satın alacak veya para sokacak yatırımcıların baktığı ilk
göstergelerden birisi kredi notları… Türkiye de bundan 25 yıl kadar önce, bu
şartı yerine getirebilmek için kredi derecelendirme kuruluşlarına kapılarını ve
ekonomik verilerini sonuna kadar açmıştı.
Şikayetler mevzusuna yeniden dönelim. Ülkelerin kredi
derecelendirme kuruluşlarından şikayetleri;
· - not
azaltımının haksız ve zamansız yere yapıldığı,
· - mevcut
not durumunun gerçek ekonomik gücü yansıtmadığı,
· - not
artırımının hak edilen kadar ve zamanında yapılmadığı
üzerinde yoğunlaşıyor.
Ekonomi gazetelerinin arşivleri, bu tip haberlerle dolu. Söz gelimi bundan 7
yıl önce üç büyük önemli kredi derecelendirme kuruluşunun (S & P, Moody’s
ve Fitch) merkezinin bulunduğu ABD bile, kredi derecelendirme kuruluşları ile
not azaltımı konusunda sert bir tartışmaya tutuştu. S & P, ABD’nin AAA olan
(en üst düzey) kredi notunu AA+’ya indirdi. Sebep olarak ise ABD’nin
borçlanmalarda kullandığı tavan hakkında yaşadığı belirsizlik ve kamu
harcamalarını disipline edememesini gösterdi. ABD Hazinesi yetkilileri ise S
& P’yi çok ağır bir şekilde, hatta hesap-kitap bilmemekle eleştirerek,
“Borç tavanımızı 2 trilyon dolar yanlış hesaplayıp, ona göre not düşürmüşler.
Hatalılar” şeklinde konuştular. Görüyorsunuz ki eleştiriler sırf finansman
ihtiyacı içinde kıvranan gelişmekte olan ülkelerin idarecileri tarafından
değil, dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinin üst düzey görevlileri tarafından
dile getiriliyor.