30 Mayıs 2018 Çarşamba

‘OLAĞAN ŞÜPHELİ’ KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARININ ÖNEMLERİ GİDEREK AZALIYOR



Cahit UYANIK

“Dünyada son 20 yıldır en ağır şekilde eleştirilen ancak yine de faaliyetlerinden vazgeçilemeyen kurumlar hangisidir?” sorusunun cevabı, bence “Kredi derecelendirme kuruluşları” olmalı. Gerçekten de dünyada borç alsın veya almasın, artık hemen hemen tüm ülkelerin bir kredi notu var. Ancak başta Türkiye olmak üzere, hemen hemen hiçbir ülke kredi derecelendirme kuruluşlarından memnun değil.

Bu kuruluşlardan neden vazgeçilemediğinin sorusu ise basit: Dış piyasalara çıkıp da borçlanmak isteyen ülkeler veya ekonomisini libere ederek dış finansal akımlarına açan ülkelerin mutlaka iki önemli kredi derecelendirme kurumu tarafından notlandırılması gerekiyor. Çünkü bu ülkenin kağıtlarını satın alacak veya para sokacak yatırımcıların baktığı ilk göstergelerden birisi kredi notları… Türkiye de bundan 25 yıl kadar önce, bu şartı yerine getirebilmek için kredi derecelendirme kuruluşlarına kapılarını ve ekonomik verilerini sonuna kadar açmıştı. 

Şikayetler mevzusuna yeniden dönelim. Ülkelerin kredi derecelendirme kuruluşlarından şikayetleri;

·        - not azaltımının haksız ve zamansız yere yapıldığı,
·        - mevcut not durumunun gerçek ekonomik gücü yansıtmadığı,
·        - not artırımının hak edilen kadar ve zamanında yapılmadığı

üzerinde yoğunlaşıyor. Ekonomi gazetelerinin arşivleri, bu tip haberlerle dolu. Söz gelimi bundan 7 yıl önce üç büyük önemli kredi derecelendirme kuruluşunun (S & P, Moody’s ve Fitch) merkezinin bulunduğu ABD bile, kredi derecelendirme kuruluşları ile not azaltımı konusunda sert bir tartışmaya tutuştu. S & P, ABD’nin AAA olan (en üst düzey) kredi notunu AA+’ya indirdi. Sebep olarak ise ABD’nin borçlanmalarda kullandığı tavan hakkında yaşadığı belirsizlik ve kamu harcamalarını disipline edememesini gösterdi. ABD Hazinesi yetkilileri ise S & P’yi çok ağır bir şekilde, hatta hesap-kitap bilmemekle eleştirerek, “Borç tavanımızı 2 trilyon dolar yanlış hesaplayıp, ona göre not düşürmüşler. Hatalılar” şeklinde konuştular. Görüyorsunuz ki eleştiriler sırf finansman ihtiyacı içinde kıvranan gelişmekte olan ülkelerin idarecileri tarafından değil, dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinin üst düzey görevlileri tarafından dile getiriliyor.

Yazının başında kredi derecelendirme kuruluşlarının 20 yıldır ağır şekilde eleştirildiğini yazmıştım. Şimdi neden 20 yıl dediğimi anlatayım. 1990’lı yıllardaki “Asya Kaplanları” deyimini anımsayın… O yıllarda çok popüler olan ancak şimdilerde iktisat tarihi kitaplarına girmeye hazırlanan Asya Kaplanları kavramı, Uzak Doğu’nun 4 ülkesinin ortak ismiydi: Tayvan, Singapur, Hong Kong ve Güney Kore. Asya Kaplanları, küçük topraklara sahip olmalarına rağmen, büyük üretim ve ihracat kapasitesi yaratmalarıyla dünyada hayranlık uyandırmış ülkelerdi. 1960’lardan başlayan bu başarılı çizgi, 1997 yılındaki bulaşıcı bir ekonomik kriz sonucu yerle yeksan oldu. Aynı bölgedeki Tayland’da başlayan kriz, ülkeden ülkeye atlayarak Asya Kaplanları ve Güney Doğu Asya’yı kasıp kavurdu.

Bu ekonomik krizin sebepleri üzerinde durmayacağım. Ama bu kriz öncesinde ekonomi karnelerine ‘yıldızlı pekiyi’ veren kredi derecelendirme kuruluşları, Asya Kaplanlarına yem olmaktan kurtulamayan ilk kurumlar arasındaydı. Kriz uyarısı yapamayan Uluslararası Para Fonu (IMF) başta olmak üzere, bir çok sanayi ve finans kuruluşu gibi…

Elbette bu olay sonrasında kredi derecelendirme kuruluşları bütün dünyada çok ağır eleştirilere uğradılar. Eleştiriler “Bu ekonomileri inceden inceye değerlendirdiğiniz halde, böylesi ülkelerüstü, bulaşıcı bir ekonomik krizi neden öngörüp, borç verenleri ikaz etmediniz? Verdiğimiz borçların geri ödenmesi tehlikeye girdi. Size, borçların geri ödenmeme riskini tespit etmeniz için para ödüyoruz. Ama işinizi yapamadınız. Kredi notlarınıza güvenimiz iyice azaldı” şeklindeydi. Eleştirilerin ardından ne mi oldu? Kredi derecelendirme kuruluşlarının öngöremediği ekonomik kriz, kıtalar arası bir karaktere bürünüp 2 yıl içinde Rusya ve Brezilya’ya bulaştı ve bu iki büyük ekonomiyi de krizin kucağına attı. Ancak kredi derecelendirme kuruluşları, merkezlerinin bulunduğu ABD’nin de gücünü arkalarına alarak, bu eleştiri sağanağından bir nebze olsun kurtulabildiler.

Kredi derecelendirme kuruluşlarına çeki-düzen verme konusunda ancak 10 yıl sonra 2008-2009 yıllarında harekete geçilebildi. ABD’de yaşanan ‘subprime mortgage’ krizinin en önemli müsebbiplerinden biri kredi derecelendirme kuruluşları idi çünkü… Olay basit şekilde şöyleydi: Bankalar ve bazı finans kuruluşları, gelir düzeyi düşük ve sağlam işlerde çalışmayan kişilere kılıfına uydurarak (teamüllere aykırı şekilde)  konut kredisi kullandırmıştı. Üstelik ‘subprime’ konut kredilerine dayalı kağıtlar çıkararak, bunu türev piyasalarda ikincil yatırımcılara pazarlayıp nakde dönmüşlerdi ve yeniden kredi vermişlerdi. Bu türev kağıtlar, sırf ABD’de değil tüm dünyada pazarlanmış, hatta bu sistem bazı ülkeler tarafından kopya edilerek (İspanya örneği) kullanılmıştı. Ancak konut kredisi kullanıcıları taksitlerini ödemeyi başaramayınca, buna dayalı kağıtların değeri düşmüş ve bilançolar zarar yazmıştı. Bu da, omurgası 1930’lardan beri konut kredisine dayalı bir finans sistemi olan ABD ekonomisini ve dolayısıyla tüm dünyayı krize sokmuştu. Sorunlu türev  kağıtlara yüksek düzeyde “yatırım yapılabilir”  notu verenler ise faaliyetleri denetimsiz ve kontrol edilemeyen ‘olağan şüpheliler’; yani kredi derecelendirme kuruluşlarıydı.  

(Tıklayınız) 3,15 MİLYAR TL'LİK VDMK İHRACINDA ALMAN KONUT FİNANSMAN MODELİ 'PFANDBRIEF'TEN ESİNLENİLDİ

2008 Küresel Finans ve Ekonomi Krizi sonrası gücü ve önemi artan, üyeleri arasında Türkiye’nin de bulunduğu G-20 ülkelerinin, finans piyasalarını düzenlerken baktıkları ilk şeylerden biri bu nedenle kredi derecelendirme kuruluşları oldu. Çünkü G20 liderleri hiçbir kuruluş, ürün ya da piyasanın hem AB düzeyinde, hem de uluslararası düzeyde düzenleme dışında kalmamasını kararlaştırdı.

Türkiye Hazine Müsteşarlığının bir çalışmasına göre kredi derecelendirme kuruluşları hem yöntemsel hataları, hem de çıkar çatışması nedeniyle suçlandılar ve onlara güven büyük ölçüde sarsıldı. Kriz ile beraber bu kuruluşların erken uyarı işlevinin aksadığı görüldü ve not indirimleri sonrasında piyasaların daha da bozulduğu tespiti yapıldı. Bu sebeple kredi derecelendirme kuruluşlarının derecelendirdikleri borçlanıcılardan kaynak sağlamaları ve derecelendirdikleri kuruluşlara aynı zamanda danışmanlık hizmeti vermelerinin çıkar çatışmasına neden olduğu, uzun yıllardır aynı metodolojiyi kullandıklarından dolayı değişen konjonktürel ortama uyum sağlayamadıkları ve not verme süreçlerine ilişkin yayımladıkları raporların süreci aydınlatmada yetersiz kaldığı kesinleştirildi.

Sonuçta AB, 2013 yılında yaptığı düzenleme ile yatırımcıların kredi notlarına aşırı bağımlılığını ve kredi derecelendirme faaliyetlerinde çıkar çatışmalarından doğacak riskleri azaltmak, sektördeki şeffaflığı ve rekabeti artırmak amaçlı düzenlemeler yaptı. Düzenlemeler şöyleydi:

·         - Bir kredi derecelendirme kuruluşu kredi notu verdiği bir ülkeye ilişkin olarak, her yılın Aralık ayında bir sonraki yıl vereceği kararların (not veya görünüm) zamanlamasını içeren bir takvim yayımlayacak ve bunu resmi makamlara (AB’de ESMA adlı kuruluş) bildirecekler.
·         - Bu kuruluşlar ülkelere verdikleri kredi notlarını, uygulamanın eski halindeki gibi 12 ayda bir değil, 6 ayda bir gözden geçirecekler.
·         - Kredi notları ya da görünümündeki değişikliklere ilişkin piyasa duyuruları ancak Cuma günleri yapılabilecek. Tarihten sapma ancak belli durumlarda olabilecek, ancak kredi derecelendirme kuruluşu bunun sebebine ilişkin ayrıntılı rapor yayımlayacak.
·         - Bu kuruluşlar ülkelere ilişkin not kararlarını en az 24 saat önce ve iş saatleri içerisinde ülke yetkililerine bildirecekler.
·     - Bilerek ya da ihmal sonucunda düzenlemelere uymayan eylemlerde bulunmaları ve yatırımcıları veya kağıt ihraç edenleri zarara uğratmaları durumunda, eylemlerinden sorumlu tutulabilecekler.

Türkiye’nin de kendi iç mevzuatına monte ettiği bu düzenlemeler halen AB’de uygulanıyor. Zaman zaman gazete sayfalarında okuduğunuz not açıklama takvimleri bunun eseri… Ancak yine de bu kuruluşlar, AB’nin oldukça sert düzenlemelerinden kaçış yolları bulabiliyor. Söz gelimi  Türkiye’nin resmi sözleşme ile hizmet satın aldığı  Moody’s, bundan iki yıl önce  Türkiye analistinin artık AB dışından raporlama yapacağını gerekçe göstererek 2017 yılına ilişkin kredi derecelendirme takviminde Türkiye’ye yer vermedi. Yani Moody’s’in Londra’da yaşayan Türkiye analisti değişmiş ve görevi New York’taki bir başka isim üstlenmişti. Böylece Moody’s, tereyağdan kıl çeker gibi, AB’nin not açıklamaya yönelik önemli yükümlülüğünden kurtulabilmişti.

Türkiye’nin yaşadığı sırf bu örnek bile kredi derecelendirme kuruluşlarının henüz tam olarak kontrol edilemediğinin kanıtı… Faaliyetleri AB’de oldukça ayrıntılı şartlara bağlanmış olan bu kuruluşlar için ABD’de henüz tüm düzenlemeler yapılmış değil. Bu da az önce anlattığımıza benzer sistemsel sızıntılara sebep oluyor ve ‘olağan şüpheliler’in üzerlerindeki soru işaretlerinin sürmesi sonucunu doğuruyor.

Bu kuruluşlar, daha fazla düzenlemeye tabi olarak güven sağlamak yerine, ülkelerin notunu düşürme yönündeki eğilimlerini ön plana çıkarıyorlar. En küçük sorunda not düşürme tehdidinde bulunan ve zaman zaman takvim dışına çıkarak not düşüren kredi derecelendirme kuruluşları, ağır eleştiriler almaya devam ediyor. Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminden birkaç hafta sonra apar topar yapılan not indirimi bunun en güzel örneği olarak finans tarihine geçti. Not indirimi Türkiye’de “Darbe Girişimi zaten başlı başına ülkeyi ve ekonomiyi istikrarsızlaştırma çabasıydı. Yaptığınız not indirimi, ateşin üzerine benzin atmaktır” haklı eleştirilerine sebep oldu. 

Bu kuruluşların dengesiz davranışları, ülkeler değil dünya finans piyasalarında da huzursuzluk yaratıyor. Finans kuruluşları artık müşterilerine “Bir ülkenin kağıdını satın alma veya bir ülkeye para sokma kararı verirken, sadece kredi notuna bakmayın” tavsiyesinde bulunuyor.  Nota ek olarak, ‘kredi iflas takası primi (CDS)’ oranlarının zamana yayılan trendleri, VIX Korku Endeksinin durumu gibi yeni ve daha yatırımcı dostu göstergelere bakılmasını öneriyorlar. Yatırımcılar da bu tavsiyelere kulak veriyorlar ki, eskiden olduğu gibi not düşüşlerinin ardından, ilgili ülkeden panik halde büyük kaynak çıkışları görülmüyor.  

Nihayetinde 20 yıllık eleştirel süreç gösterdi ki, kredi derecelendirme kuruluşlarının notlandırma yaparken yerel koşulları daha fazla dikkate almaları gerekiyor. Ancak bunu yapmaya -en azından şimdilik- pek niyetli görünmüyorlar. Yapmadıkça da giderek daha az ciddiye alınacaklar… 
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Mayıs 2018 sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder