Cahit UYANIK
Ankara’nın en işlek caddelerinden Milli Müdafaa’nın tam
köşesine kondurulmuş heykelde çiftçi, karısı ve çocuğu, sırtını koskoca
"T", "M" ve "O" harflerine dayayarak hasat sonu
keyfi sürer. Heykelin yer aldığı bahçenin içindeki bina ise 1938 yılında
faaliyete geçen Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) aittir. TMO, "buğdayın
anavatanı" olarak bilinen Anadolu yarımadasındaki 12 bin yıllık buğday
macerasının son ve önemli aktörüdür. Ancak bu önem, sadece kendi ülke sınırları
açısından geçerlidir. Zira buğdayın anavatanı üzerine kurulu Türkiye ve TMO,
dünya buğday piyasaları açısından çok da önemli olmayan bir aktördür. Bu durum
bizzat TMO’nun yayımladığı 2005 Yılı Buğday Raporu’nda şöyle dile getirilir:
"Türkiye 681 milyon hektar olan dünya hububat ekim alanlarının 13.5 milyon hektar alanla yaklaşık yüzde 2’sini, buğday üretiminin ise 21 milyon tonla yüzde 3’ünü karşılarken; verim ve kalite sebebiyle hububat ticaretinde etkin değildir".
Sadece bu cümle bile Türkiye’nin dünyada buğday üretimi, depolanması ve pazarlanması alanlarında, rakiplerine çok geride olduğunu göstermeye yetiyor.
Avustralya "Müşteri Odaklı" Üretimle Başardı
Türkiye, Avrupa Birliği-25 ülkelerinin toplam olarak
gösterildiği dünyada en fazla buğday üreten ülkeler listesinde 21 milyon tonla
(2005) sekizinci sırada bulunuyor ve az önceki olumsuz değerlendirmeye tabi
tutulabiliyor. Oysa 24 milyon tonluk üretimle Türkiye’nin bir basamak üzerinde
bulunan Avustralya, "dünyanın en etkin ve üretimine oranla en fazla buğday
ihracatı yapan ülkesi" olarak değerlendiriliyor. Çünkü Avustralya, buğday
üretimini tamamen "ihracat ve müşteri odaklı" hale getirmiş durumda.
24 milyon tonluk üretiminin yüzde 69’unu yani 16.5 milyon tonunu yurt dışına
satabiliyor.
Geçen hafta sonu Un Sanayicileri Federasyonu (USF)
tarafından düzenlenen "Global Buğday Ticareti ve Türkiye"
toplantısına katılan Avustralya Buğday Kurumu’ndan Nick Potney, bu
başarılarının sırrını iki cümleyle açıklıyor: "Başarımızda en önemli sebep
kalitedir. Çiftçiye göre değil, tamamen müşteri tercihlerine göre üretim
yapıyoruz". İşin ilginç yanı Avustralya, Türkiye’den 3 milyon ton daha
fazla olan rekoltesini sadece 45.000 çiftçi ile yapabiliyor.
Avustralya Buğday Kurumu, 1939 yılında kurulmuş. 50 yıl
boyunca büyük bir kooperatif gibi çalışan ve devletin desteklediği Kurum, bu
tarihten itibaren yeniden yapılandırma sürecine girmiş. Devlet, 10 yıllık bir
geçiş süreci sonucunda desteğini sıfırlayacağını açıklamış. Çiftçilerden, bu
yeniden yapılanmayı sağlayabilmek için, sattıkları buğdaydan yüzde 1-2
düzeyinde kesintiler yapılmış. Toplanan paralar büyük ve modern depolar
kurmakta, Kurum’un geleceğini planlamakta kullanılmış. Çiftçiler, kesintileri
karşılığında Kurum’dan hisse sahibi olmuşlar.
Şirket, en fazla hisseye sahip olan kişilerin toplandığı bir
yönetim kurulunca yönetiliyor. Avustralya Buğday Kurumu, aynı zamanda borsaya
kote edilmiş bir şirket. Devletin buğday ihraç tekeli hakkı tanıdığı şirket,
toprak, tohumluk, sulama, üretim, ilaçlama, hasat ve pazarlamadan birebir
sorumlu bulunuyor. Kurum, ağırlıklı olarak Asya ve Uzakdoğu ülkeleri olmak
üzere toplam 40 ülkeye ihracatta bulunuyor. Üretim açısından Türkiye ile
kıyaslanabilecek, TMO ile aynı yıllarda (1939) bir destekleme kurumu kurmuş
ancak Türkiye’den yaklaşık 17-18 yıl önce bu kurumun yapısını değiştirmeye
karar vermiş Avustralya’nın kısa başarı öyküsü böyle.
AB’ye Buğdaya Destek Verilmeyen Bir Ortamda Girebiliriz
Bu çarpıcı örnek, Türkiye için istenirse önemli
dönüşümlerin başarılabileceğinin bir örneği olarak ortada duruyor. Ancak Türkiye’nin içine
girdiği müzakere süreci, "122.5 milyon ton üretimle dünya buğday liginde
ilk sırada bulunan AB-25’in önemli bir parçası olmak" sonucunu doğuracak.
Türkiye’nin AB’nin buğday üretimi üzerinde yapacağı etkiler, şimdiden bu
piyasayı yakından izleyen uzmanların ilgi alanına girmiş durumda.
Tarım sektörüne yönelik uzmanlaşması ile tanınan
Rabobank’tan Paul Braks, AB’nin yeni bütçe dönemi olan 2007-2013’ün sonuna
gelindiğinde, bütçe üzerinde daha fazla baskı hissedileceğini ve AB’nin belki
de fiyat ve destekleme politikasının bile olmayabileceğini anlatıyor. Bunun en
önemli sebebi ise Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuralları gereği, tarıma ve
dolayısıyla buğdaya verilecek desteklerin kalkması. AB’de giderek artış
gösterecek bio-yakıt kullanımının çiftçilerin bir kısmını buğday üretiminden
vazgeçirebileceğini de anlatan Braks, "AB, Türkiye ve diğer adayların
katılımı ile 0.6 milyar kişilik nüfusa çıkacak. Bu, önemli bir tüketim
potansiyeli demek. Ayrıca Türkiye gibi büyük bir üreticinin girmesiyle AB’nin
ihracatı da artış gösterecek. AB’nin ihracatta daha rekabetçi hale gelmesinde
Türkiye’nin çok ciddi bir potansiyeli var. Ama Türkiye’de gelecek dönemde
çiftlik ölçekleri büyümeli" şeklinde konuşuyor.
Hollanda Büyükelçiliği Tarım Müşaviri Carla Consten de,
Türkiye’nin genelde tarım, özelde ise buğday üretiminin geleceğinde var
olabilmesi için çiftlik ölçeklerinin büyümesi, girdi kullanımının çoğalması ve
buna bağlı olarak verimlilik artışı sağlaması gerektiğine dikkat çekiyor.
Devletin piyasadaki "baskın" pozisyonunun azalmasının önemini
vurgulayan Consten, "Bence en büyük zorluk da buradan çıkacak. Türkiye’nin
bu dönüşümleri sağlamak için zamana ihtiyacı var" şeklinde konuşuyor.
Türkiye’nin 2013’e Kadar Yapması Gerekenler
Bu kısa değerlendirmelerden çıkan sonuca göre;
Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda başlayacak tarım başlığı müzakerelerinde
buğdaya özel önem vermesi ve kendisinin tam üyeliğinin gerçekleşeceği
yıllardaki (2013 sonrası) köklü dönüşüme hazırlıklı olması gerekecek. Bu
hazırlıkların odağında ise "verimli ve kaliteli üretime geçiş"
bulunacak. Bu temel şartları yerine getirmeden, Türkiye’nin kendi buğdayını
AB’nin iç piyasasında dolaştırması ve dışarıya ihraç etmesi pek mümkün
görünmüyor. Pazarlama çabalarının verimli ve kaliteli buğday rekoltesinin
üzerine inşa edilmesi, Türkiye’yi AB içinde ve dünya buğday piyasasında önemli
bir aktör haline getirebilecek. Türkiye’nin bu konularda elini çabuk tutması
gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin çevresinde yer alan Rusya, Ukrayna ve Kazakistan
bu piyasadaki paylarını giderek artırıyor.
Yöntem Değişikliği Başarı Getirdi
Peki Türkiye bu konuda bir şeyler yapıyor mu? Türkiye’de
özellikle mevcut üretimin kalitesi ve verimini artırmak için son 2 yıldır
oldukça bilinçli çabalar yürütülüyor. Bunlardan birincisi, çiftçinin kaliteli
tohumluk kullanımına teşvik edilmesi. Normalde Türk çiftçisi, yıllık üretiminin
bir bölümünü tohumluğa ayırıyor ve ertesi yıl onu ekiyor. Ancak bu, buğdayın
kalitesini ve verimini azaltıyor. Çiftçinin bu tavrı benimsemesinde en önemli
neden, tohumluk fiyatının buğday fiyatının 2.5 katı olması. 2 yıldır sürdürülen
"Mahsul fiyatına tohumluk" projesi ile çiftçinin bu temel itiraz
noktası aşılarak kaliteli tohumluk kullanması sağlandı. Geçen yıl çiftçilere
300.000 tonu aşkın tohumluk dağıtıldı. Bu yıl, bu rakamın 600.000 tonu geçmesi
bekleniyor.
Türk buğdayının kalitesini artırmak için yapılan ikinci
politika değişikliği ise süne zararlısı mücadelesinin, havadan ilaçlama yoluyla
değil, yerden yapılmaya başlanması. Daha etkinleşen bu mücadele sayesinde
buğdaydaki kayıp yüzde 8’den yüzde 2’ye kadar inmiş durumda. Bu rakamın
önümüzdeki dönemde daha azalacağı bekleniyor. Alınan bu bilinçli iki önlem
bile, Türk un sanayicilerinin "Türkiye’de kaliteli buğday bulamıyoruz.
İhraç ürünleri kaliteli buğdaydan yapılıyor. Bu nedenle ithalata
yöneliyoruz" şikayetini bitirmiş. 2005 yılında Türkiye neredeyse hiç
buğday ithal etmemiş. TMO, un sanayicilerinin kaliteli buğday talebine dahilde
işleme rejimi kapsamında cevap verebilmiş.
TMO, Lisanslı Depoculuk İçin Eylem Planı Açıklayacak
Türkiye’de buğday ve hububat üretimi kadar, bunların
depolanması da ciddi bir problem olarak ortada duruyor. Türkiye’de yıllık
hububat üretimi 21 milyon tonu buğday olmak üzere, toplam 31 milyon tonu
geçiyor. Ancak Türkiye’de depolama kapasitesi 13 milyon tonu geçmiyor. TMO’nun
5 milyon tona yaklaşan kapasitesi de, zaman zaman kendisine yetmiyor ve 2-3
milyon tonluk ürün toprak altına gömülüyor. Bu soruna çözüm için geliştirilen
lisanslı depoculuk formülü ise henüz Türkiye’de uygulamaya geçemedi. Lisanslı
depoculuk, aynı zamanda buğdayın spot ve vadeli işlem borsalarında kağıt
üzerinde işlem görebilmesi açısından önemli. Ancak lisanslı depoculukta,
ürünlerin kalitesinin doğru tespit edilmesi, buğdayın kağıda dönüşmesi için
temel şart.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, bu alanda
gelecekte asgari 50 yıl ömürlü çelik silo yapımının yaygınlaşması bekleniyor.
Türkiye’de halen 10’a yakın firma çelik silo inşa ediyor. Her birinde 10 bin
ton ürün depolanabilen 100 bin tonluk 10 deponun tüm maliyeti ise arsa
maliyetlerinin farklılığı ve istenen aksesuarlara göre değişebildiği için
3.5-5.5 milyon dolar arasında değişiyor. Özel sektör, maliyetini yüksek olarak
gördüğü lisanslı depoculuk işletmesi kurabilmek için devletin 5 yıllık kira
garantisi vermesini istiyor.
TMO ise Türkiye’de kaliteli buğday üretilse bile bunun
sağlıklı biçimde depolanabilmesi için lisanslı depoculuğun şart olduğunu
belirtiyor. TMO yetkilileri, bu konuya yatırımcıların ilgisini çekmek için bir
eylem planı hazırladıklarını ve önümüzdeki dönemde açıklanacağını ifade
ediyorlar.
AB’li Buğday Üreticisine Borsa Fiyatından 50 Euro Daha
Fazla Ödeme Yapılıyor
AB’de tarım politikaları AB Konseyi, AB Komisyonu ve
Tarım Komitesi tarafından belirleniyor. AB’nin müdahalesi makarnalık buğday,
ekmeklik buğday, arpa, mısır, sorgum ve çeltiği kapsıyor. Bu ürünlerin müdahale
kurumlarınca alımlarında ekmeklik buğday, arpa, mısır ve sorgum için 80,
makarnalık buğday için 10, çeltik için 20 ton asgari alım sınırı uygulanıyor.
Müdahale alım fiyatı ton başına hububatta 101.31, çeltikte ise 150 euro.
Ancak üreticinin eline 101.31’lik müdahale fiyatının yanı
sıra ödenen 63 euro’luk telafi edici ödeme (Bir tür doğrudan gelir desteği
ödemesi) nedeniyle 164.31 euro geçiyor. Türkiye’de ise buğdayın tonuna geçen
yıl yaklaşık 250 dolar yani 209 euro ödendi. Bu rakama doğrudan gelir desteği,
mazot desteği gibi destekler ise dahil edilmedi.
Ancak piyasalarda AB buğdayının fiyatına esas oluşturan
Fransız buğdayının fiyatı 136.44 dolar yani 114 euro civarında bulunuyor. Bu
durumda AB’li üreticiye borsa fiyatının yaklaşık 50 euro üzerinde ödeme
yapılıyor. AB tarım politikasında anahtar rolü ödeme kurumları oynuyor. Bu
kuruluşlar müdahale alımı, depolama, iç ve dış satışlar gibi tüm faaliyetlerin
yerine getirilmesinden sorumlu. AB’de çok yaygın ve gelişmiş bir özel sektör
depoculuğu olduğundan, müdahale alımlarından sorumlu ödeme kurumlarının depoları
bulunmuyor. Stoklama, sözleşmeli özel depolarla yapılıyor. Depolar, ödeme
kurumunca sürekli denetleniyor.
(Bu haber-analiz, Referans Gazetesinin 20 Mart 2006
tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder