25 Temmuz 2015 Cumartesi

TÜRKİYE, NEDEN BUĞDAY İTHAL ETME DURUMUNA GELDİ?


Cahit UYANIK


Ankara’nın en işlek caddelerinden Milli Müdafaa’nın tam köşesine kondurulmuş heykelde çiftçi, karısı ve çocuğu, sırtını koskoca "T", "M" ve "O" harflerine dayayarak hasat sonu keyfi sürer. Heykelin yer aldığı bahçenin içindeki bina ise 1938 yılında faaliyete geçen Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) aittir. TMO, "buğdayın anavatanı" olarak bilinen Anadolu yarımadasındaki 12 bin yıllık buğday macerasının son ve önemli aktörüdür. Ancak bu önem, sadece kendi ülke sınırları açısından geçerlidir. Zira buğdayın anavatanı üzerine kurulu Türkiye ve TMO, dünya buğday piyasaları açısından çok da önemli olmayan bir aktördür. Bu durum bizzat TMO’nun yayımladığı 2005 Yılı Buğday Raporu’nda şöyle dile getirilir:

"Türkiye 681 milyon hektar olan dünya hububat ekim alanlarının 13.5 milyon hektar alanla yaklaşık yüzde 2’sini, buğday üretiminin ise 21 milyon tonla yüzde 3’ünü karşılarken; verim ve kalite sebebiyle hububat ticaretinde etkin değildir".

Sadece bu cümle bile Türkiye’nin dünyada buğday üretimi, depolanması ve pazarlanması alanlarında, rakiplerine çok geride olduğunu göstermeye yetiyor.


Avustralya "Müşteri Odaklı" Üretimle Başardı

Türkiye, Avrupa Birliği-25 ülkelerinin toplam olarak gösterildiği dünyada en fazla buğday üreten ülkeler listesinde 21 milyon tonla (2005) sekizinci sırada bulunuyor ve az önceki olumsuz değerlendirmeye tabi tutulabiliyor. Oysa 24 milyon tonluk üretimle Türkiye’nin bir basamak üzerinde bulunan Avustralya, "dünyanın en etkin ve üretimine oranla en fazla buğday ihracatı yapan ülkesi" olarak değerlendiriliyor. Çünkü Avustralya, buğday üretimini tamamen "ihracat ve müşteri odaklı" hale getirmiş durumda. 24 milyon tonluk üretiminin yüzde 69’unu yani 16.5 milyon tonunu yurt dışına satabiliyor.

Geçen hafta sonu Un Sanayicileri Federasyonu (USF) tarafından düzenlenen "Global Buğday Ticareti ve Türkiye" toplantısına katılan Avustralya Buğday Kurumu’ndan Nick Potney, bu başarılarının sırrını iki cümleyle açıklıyor: "Başarımızda en önemli sebep kalitedir. Çiftçiye göre değil, tamamen müşteri tercihlerine göre üretim yapıyoruz". İşin ilginç yanı Avustralya, Türkiye’den 3 milyon ton daha fazla olan rekoltesini sadece 45.000 çiftçi ile yapabiliyor. 

Avustralya Buğday Kurumu, 1939 yılında kurulmuş. 50 yıl boyunca büyük bir kooperatif gibi çalışan ve devletin desteklediği Kurum, bu tarihten itibaren yeniden yapılandırma sürecine girmiş. Devlet, 10 yıllık bir geçiş süreci sonucunda desteğini sıfırlayacağını açıklamış. Çiftçilerden, bu yeniden yapılanmayı sağlayabilmek için, sattıkları buğdaydan yüzde 1-2 düzeyinde kesintiler yapılmış. Toplanan paralar büyük ve modern depolar kurmakta, Kurum’un geleceğini planlamakta kullanılmış. Çiftçiler, kesintileri karşılığında Kurum’dan hisse sahibi olmuşlar.

Şirket, en fazla hisseye sahip olan kişilerin toplandığı bir yönetim kurulunca yönetiliyor. Avustralya Buğday Kurumu, aynı zamanda borsaya kote edilmiş bir şirket. Devletin buğday ihraç tekeli hakkı tanıdığı şirket, toprak, tohumluk, sulama, üretim, ilaçlama, hasat ve pazarlamadan birebir sorumlu bulunuyor. Kurum, ağırlıklı olarak Asya ve Uzakdoğu ülkeleri olmak üzere toplam 40 ülkeye ihracatta bulunuyor. Üretim açısından Türkiye ile kıyaslanabilecek, TMO ile aynı yıllarda (1939) bir destekleme kurumu kurmuş ancak Türkiye’den yaklaşık 17-18 yıl önce bu kurumun yapısını değiştirmeye karar vermiş Avustralya’nın kısa başarı öyküsü böyle.

AB’ye Buğdaya Destek Verilmeyen Bir Ortamda Girebiliriz

Bu çarpıcı örnek, Türkiye için istenirse önemli dönüşümlerin başarılabileceğinin bir örneği olarak ortada duruyor. Ancak Türkiye’nin içine girdiği müzakere süreci, "122.5 milyon ton üretimle dünya buğday liginde ilk sırada bulunan AB-25’in önemli bir parçası olmak" sonucunu doğuracak. Türkiye’nin AB’nin buğday üretimi üzerinde yapacağı etkiler, şimdiden bu piyasayı yakından izleyen uzmanların ilgi alanına girmiş durumda. 

Tarım sektörüne yönelik uzmanlaşması ile tanınan Rabobank’tan Paul Braks, AB’nin yeni bütçe dönemi olan 2007-2013’ün sonuna gelindiğinde, bütçe üzerinde daha fazla baskı hissedileceğini ve AB’nin belki de fiyat ve destekleme politikasının bile olmayabileceğini anlatıyor. Bunun en önemli sebebi ise Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuralları gereği, tarıma ve dolayısıyla buğdaya verilecek desteklerin kalkması. AB’de giderek artış gösterecek bio-yakıt kullanımının çiftçilerin bir kısmını buğday üretiminden vazgeçirebileceğini de anlatan Braks, "AB, Türkiye ve diğer adayların katılımı ile 0.6 milyar kişilik nüfusa çıkacak. Bu, önemli bir tüketim potansiyeli demek. Ayrıca Türkiye gibi büyük bir üreticinin girmesiyle AB’nin ihracatı da artış gösterecek. AB’nin ihracatta daha rekabetçi hale gelmesinde Türkiye’nin çok ciddi bir potansiyeli var. Ama Türkiye’de gelecek dönemde çiftlik ölçekleri büyümeli" şeklinde konuşuyor.

Hollanda Büyükelçiliği Tarım Müşaviri Carla Consten de, Türkiye’nin genelde tarım, özelde ise buğday üretiminin geleceğinde var olabilmesi için çiftlik ölçeklerinin büyümesi, girdi kullanımının çoğalması ve buna bağlı olarak verimlilik artışı sağlaması gerektiğine dikkat çekiyor. Devletin piyasadaki "baskın" pozisyonunun azalmasının önemini vurgulayan Consten, "Bence en büyük zorluk da buradan çıkacak. Türkiye’nin bu dönüşümleri sağlamak için zamana ihtiyacı var" şeklinde konuşuyor.

Türkiye’nin 2013’e Kadar Yapması Gerekenler

Bu kısa değerlendirmelerden çıkan sonuca göre; Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda başlayacak tarım başlığı müzakerelerinde buğdaya özel önem vermesi ve kendisinin tam üyeliğinin gerçekleşeceği yıllardaki (2013 sonrası) köklü dönüşüme hazırlıklı olması gerekecek. Bu hazırlıkların odağında ise "verimli ve kaliteli üretime geçiş" bulunacak. Bu temel şartları yerine getirmeden, Türkiye’nin kendi buğdayını AB’nin iç piyasasında dolaştırması ve dışarıya ihraç etmesi pek mümkün görünmüyor. Pazarlama çabalarının verimli ve kaliteli buğday rekoltesinin üzerine inşa edilmesi, Türkiye’yi AB içinde ve dünya buğday piyasasında önemli bir aktör haline getirebilecek. Türkiye’nin bu konularda elini çabuk tutması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin çevresinde yer alan Rusya, Ukrayna ve Kazakistan bu piyasadaki paylarını giderek artırıyor.

Yöntem Değişikliği Başarı Getirdi

Peki Türkiye bu konuda bir şeyler yapıyor mu? Türkiye’de özellikle mevcut üretimin kalitesi ve verimini artırmak için son 2 yıldır oldukça bilinçli çabalar yürütülüyor. Bunlardan birincisi, çiftçinin kaliteli tohumluk kullanımına teşvik edilmesi. Normalde Türk çiftçisi, yıllık üretiminin bir bölümünü tohumluğa ayırıyor ve ertesi yıl onu ekiyor. Ancak bu, buğdayın kalitesini ve verimini azaltıyor. Çiftçinin bu tavrı benimsemesinde en önemli neden, tohumluk fiyatının buğday fiyatının 2.5 katı olması. 2 yıldır sürdürülen "Mahsul fiyatına tohumluk" projesi ile çiftçinin bu temel itiraz noktası aşılarak kaliteli tohumluk kullanması sağlandı. Geçen yıl çiftçilere 300.000 tonu aşkın tohumluk dağıtıldı. Bu yıl, bu rakamın 600.000 tonu geçmesi bekleniyor.

Türk buğdayının kalitesini artırmak için yapılan ikinci politika değişikliği ise süne zararlısı mücadelesinin, havadan ilaçlama yoluyla değil, yerden yapılmaya başlanması. Daha etkinleşen bu mücadele sayesinde buğdaydaki kayıp yüzde 8’den yüzde 2’ye kadar inmiş durumda. Bu rakamın önümüzdeki dönemde daha azalacağı bekleniyor. Alınan bu bilinçli iki önlem bile, Türk un sanayicilerinin "Türkiye’de kaliteli buğday bulamıyoruz. İhraç ürünleri kaliteli buğdaydan yapılıyor. Bu nedenle ithalata yöneliyoruz" şikayetini bitirmiş. 2005 yılında Türkiye neredeyse hiç buğday ithal etmemiş. TMO, un sanayicilerinin kaliteli buğday talebine dahilde işleme rejimi kapsamında cevap verebilmiş.

TMO, Lisanslı Depoculuk İçin Eylem Planı Açıklayacak

Türkiye’de buğday ve hububat üretimi kadar, bunların depolanması da ciddi bir problem olarak ortada duruyor. Türkiye’de yıllık hububat üretimi 21 milyon tonu buğday olmak üzere, toplam 31 milyon tonu geçiyor. Ancak Türkiye’de depolama kapasitesi 13 milyon tonu geçmiyor. TMO’nun 5 milyon tona yaklaşan kapasitesi de, zaman zaman kendisine yetmiyor ve 2-3 milyon tonluk ürün toprak altına gömülüyor. Bu soruna çözüm için geliştirilen lisanslı depoculuk formülü ise henüz Türkiye’de uygulamaya geçemedi. Lisanslı depoculuk, aynı zamanda buğdayın spot ve vadeli işlem borsalarında kağıt üzerinde işlem görebilmesi açısından önemli. Ancak lisanslı depoculukta, ürünlerin kalitesinin doğru tespit edilmesi, buğdayın kağıda dönüşmesi için temel şart.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, bu alanda gelecekte asgari 50 yıl ömürlü çelik silo yapımının yaygınlaşması bekleniyor. Türkiye’de halen 10’a yakın firma çelik silo inşa ediyor. Her birinde 10 bin ton ürün depolanabilen 100 bin tonluk 10 deponun tüm maliyeti ise arsa maliyetlerinin farklılığı ve istenen aksesuarlara göre değişebildiği için 3.5-5.5 milyon dolar arasında değişiyor. Özel sektör, maliyetini yüksek olarak gördüğü lisanslı depoculuk işletmesi kurabilmek için devletin 5 yıllık kira garantisi vermesini istiyor.

TMO ise Türkiye’de kaliteli buğday üretilse bile bunun sağlıklı biçimde depolanabilmesi için lisanslı depoculuğun şart olduğunu belirtiyor. TMO yetkilileri, bu konuya yatırımcıların ilgisini çekmek için bir eylem planı hazırladıklarını ve önümüzdeki dönemde açıklanacağını ifade ediyorlar.

AB’li Buğday Üreticisine Borsa Fiyatından 50 Euro Daha Fazla Ödeme Yapılıyor

AB’de tarım politikaları AB Konseyi, AB Komisyonu ve Tarım Komitesi tarafından belirleniyor. AB’nin müdahalesi makarnalık buğday, ekmeklik buğday, arpa, mısır, sorgum ve çeltiği kapsıyor. Bu ürünlerin müdahale kurumlarınca alımlarında ekmeklik buğday, arpa, mısır ve sorgum için 80, makarnalık buğday için 10, çeltik için 20 ton asgari alım sınırı uygulanıyor. Müdahale alım fiyatı ton başına hububatta 101.31, çeltikte ise 150 euro.

Ancak üreticinin eline 101.31’lik müdahale fiyatının yanı sıra ödenen 63 euro’luk telafi edici ödeme (Bir tür doğrudan gelir desteği ödemesi) nedeniyle 164.31 euro geçiyor. Türkiye’de ise buğdayın tonuna geçen yıl yaklaşık 250 dolar yani 209 euro ödendi. Bu rakama doğrudan gelir desteği, mazot desteği gibi destekler ise dahil edilmedi.  

Ancak piyasalarda AB buğdayının fiyatına esas oluşturan Fransız buğdayının fiyatı 136.44 dolar yani 114 euro civarında bulunuyor. Bu durumda AB’li üreticiye borsa fiyatının yaklaşık 50 euro üzerinde ödeme yapılıyor. AB tarım politikasında anahtar rolü ödeme kurumları oynuyor. Bu kuruluşlar müdahale alımı, depolama, iç ve dış satışlar gibi tüm faaliyetlerin yerine getirilmesinden sorumlu. AB’de çok yaygın ve gelişmiş bir özel sektör depoculuğu olduğundan, müdahale alımlarından sorumlu ödeme kurumlarının depoları bulunmuyor. Stoklama, sözleşmeli özel depolarla yapılıyor. Depolar, ödeme kurumunca sürekli denetleniyor.
(Bu haber-analiz, Referans Gazetesinin 20 Mart 2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder