Cahit UYANIK
Türkiye Mayıs ayı içinde enflasyonla mücadelede yeni bir evreye 'resmen' girdi. IMF ile taze bir stand by imzalandı ve daha geniş yapısal reformlar gerçekleştirme sözü verildi. Bu konudaki bilgiler boy boy yayınlandığı için tekrarlamaya gerek yok. Ama açıklanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) hala tartışılıyor. Ben de bu tartışmalara bazı katkılarda bulunmak istiyorum.
GEGP'in en önemli özelliği şu: Program, arkasında büyük dış mali destek barındırıyor. Yıl sonuna kadar dilimler halinde Türkiye'ye verilecek dış kredinin büyüklüğü 14 milyar 494 milyon dolar. Bunun 2 milyar 450 milyon dolarlık kısmı Dünya Bankası (DB) tarafından sağlanacak. Geri kalan kısım ise IMF'den gelecek. Türkiye'nin bu kredileri alırken pazarlık gücünü iyi kullandığını da söyleyebiliriz. Çünkü kredilerin faizi LIBOR+2... LIBOR, Londra'da bankalar arasındaki para alışverişinde kullanılan faiz anlamına geliyor.
IMF'nin sağlayacağı kaynağın yaklaşık 6,4 milyar dolarlık bölümü eski anlaşmalar üzerinden kullandırılacak. Yani imzalanan ilk stand by ve 2000-Aralık ayındaki Ek Rezerv Kolaylığı anlaşmaları iptal edilmiş değil, devam ediyor. Geri kalan 5,6 milyar dolar ise Mayıs ayında GEGP kapsamındaki yeni imzalanan stand by için verildi. IMF böylece geçmişteki iki anlaşmaya da sahip çıktığını, GEGP öncesi ve sonrasının birbirini izleyen süreçler olduğunu kabul ediyor.
Yaşanan süreç, 2000 yılı başında bazı iktisatçıların dile getirdiği 'ekonomik programa dış desteğin yetersizliği' konusundaki endişeleri de haklı çıkardı. Sonunda Türkiye'ye büyük bir mali destek verilmek durumunda kalındı. Hazine Müsteşarlığının resmi rakamlarına göre, IMF ve DB'nin 2000-2002 döneminde kullandıracağı kaynağın brütü 26 milyar 104 milyon dolar düzeyinde. Bu rakam brüt dedim çünkü Türkiye bir yandan bu krediler kapsamında geri ödemeler de yapacak. 2001 yılında 1,2 ve 2002 yılında 9 milyar dolar geri ödeme var. 2003 geri ödemeleri ise henüz net değil.
Programa verilen dış desteğin önemini anlatan bir başka veri daha var. Türkiye 2001 yılında toplam 79 milyar dolarlık iç ve dış borç geri ödemesi gerçekleştirecek. Bunun 67,4 milyar dolarını iç, 11,7 milyar dolarını dış borçlar oluşturuyor. Toplam geri ödemeler GSYİH'nın yüzde 47,2'sine denk gelirken, bu durum birim üretimin neredeyse yarısının borç ödemesine gitmesi anlamını taşıyor.
Borç geri ödemesinin 9,5 milyar dolarlık bölümü faiz dışı fazla, 2,3 milyar doları özelleştirme, 51,4 milyar doları yeniden iç borçlanma, 15,8 milyar doları da dış borçlanmayla karşılanacak. Dış borçlanma çerçevesinde hükümet yabancı tahvil piyasalarında toplam 2,5 milyar dolarlık satış gerçekleştirmeyi planlarken; DB'den 3,2 milyar dolar, proje kredilerinden 0,5 milyar dolar ve IMF kaynaklı dış krediden 9,6 milyar dolar gelecek. Dış desteğin ne kadar yaşamsal olduğu, toplam dış borç geri ödeme hanesinde 79 milyar dolar yazan bu operasyondan da iyice anlaşılabiliyor.
Bu noktada bir parantez açıp Türkiye'nin neden bu kadar büyük bir borç girdabına girdiğini resmi ağızlardan anlatalım. Hazine Müsteşarlığının resmi açıklamasına göre bu durumun 5 sebebi var:
1) TL reel olarak değer kaybedince yani dalgalı kura geçilince, dış borç stokunun GSYİH'ye oranı arttı.
2) Dalgalı kur sonucu GSYİH'nın reel olarak düşmesiyle borç stoku/GSYİH oranı yükseldi.
3) 2001'in ilk çeyreğindeki krizde, iç borçlanma faiz oranları çok yükselip vadeler kısalınca iç borç stoku büyüdü.
4) Kamu bankaları ve Fon bankalarıyla ilgili oluşan borç stokunun GSYİH'ye oranı 12,5 puan artarak yüzde 30'a ulaştı.
5) Kamu ve Fon bankalarına verilen devlet kağıtlarının niteliği önemli ölçüde değişti. Eskiden uzun vadeli ve düşük faizli kağıtlar verilirken şimdi piyasa şartlarında ve 3 ayda bir faiz ödemeli kağıtlar sağlandı. Bu kağıtlara yılda 4 defa verilecek faizin GSYİH'ye oranı yüzde 8'e ulaşıyor. Bu faiz ödemelerini finanse etmek için yapılan borçlanmalar da borç stokunu yükseltiyor.
Aslında bu 5 sebebin kısa özeti şu: Döviz kuru belirleme sistemini değiştirince yaşanan fiili devalüasyon süreci, döviz cinsinden borçların TL karşılıklarını şişirdi. Ayrıca devletin borcu olsa da resmi rakamlarda görünmeyen, bunun yerine kamu ve Fon bankaları bilançolarına gömülmüş borçlar da şeffaflık ve Hazine'nin kontrolü altına alınmak adına borç stokuna eklendi. Hal böyle olunca borç stoku bir anda büyüdü.
Bu ayrıntılı analizden çıkarılacak sonuç şu: Borçlar denilince Türkiye'nin bu yılki önceliği toplam borç stokunu 'çevirmek' yani kontrol altına alarak geri ödemelerini gerçekleştirebilmek olacak. Peki bu nasıl sağlanabilir? Programda ilan edilen yüzde 52'lik enflasyon hedefi, izafi... Eğer iç borç stoku yüzde 81 düzeyinde ortalama faizle çevrilebilirse bu hedefe ulaşmanın kolay olacağı düşünülüyor. Ancak daha yüksek iç borç faiz oranı oluşursa bu, 'herhangi bir üretim sürecini desteklemeyen daha fazla bütçe gideri yapılması anlamına geleceği için' yüzde 52'lik enflasyon hedefini tutturmak zor olabilecek.
Yazının başından beri anlattığım tablo ekonomideki işsizlik dalgasının önünü kesmek ve enflasyonu kabul edilebilir seviyeye indirmeyi hedefliyor. Ama bunun için öncelikle ekonominin finans cephesinin dengelenmesi zorunlu görünüyor. Çok uzun yıllardır finans sektörü devletin kontrolünde... Bu, 'kamu bankaları' ve 'ağırlıklı olarak iç borç ihalelerine dayalı faaliyet gösteren özel bankalar' şeklinde tezahür ediyor. Ancak GEGP ile bu yapı, üretim ekonomisini destekleyecek şekilde yeniden yapılandırılmak isteniyor. Bu konudaki ciddiyet, IMF ve DB'den sağlanacak kaynakların finans sektörünün yeniden yapılandırılmasına aktarılacağını söylersek iyice anlaşılabilir. Ekonomi yönetimi reel sektörün destekleneceği bu yapıyı oluşturarak, enflasyona kalıcı çözüm niteliğindeki 'güçlü üretim artışı'nı sağlamayı amaçlıyor.
Türkiye Mayıs ayı ortasından itibaren ekonomisinde yeni bir sürece başladı. Uzun yıllardır döviz kazanma amaçlı uygulanan; bazen serbest bazen müdahale de içeren kur modeli, dalgalı kur modeline dönüştürülerek enflasyonla mücadele amaçlı da kullanılacak. Ama bunun koşulları var. Yüksek enflasyon ortamındaki dalgalı kur sistemi, enflasyonu körükleyen bir rol üstleniyor. Oysa düşük enflasyon ortamındaki dalgalı kur, tıpkı bir otomobilin süspansiyonu gibi şoklara ve ani darbelere dayanan bir yapıya yardımcı oluyor. Yani enflasyonu düşürdükçe dalgalı kur, giderek daha fazla lehimize çalışacak. Öte yandan yeni döviz kuru rejiminin yanı sıra enflasyonla mücadelede örtük de olsa 'enflasyon hedeflemesi' modeline geçildi. Merkez Bankası özerkliği ile yakın ilgisi bulunan enflasyon hedeflemesinin açık, tam ve etkin olarak uygulanması için ise yüzde 20'nin altına düşmüş yıllık enflasyon gerekiyor.
Sonuçta Türkiye'nin yeni ekonomik programda başarılı olup nihai hedefi yani 'düşük enflasyon ortamında dengelenmiş bir üretim ekonomisi'ne mutlaka ulaşması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder