19 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SİYASET ESNAFININ SON ÇIRPINIŞLARI

Cahit UYANIK 

Liderler yapamayınca hayat yapıyor. Kabine, kendi kendisini revize edip duruyor. Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova bunun son örneği idi. Yalova, devleti ekonomik hayattan çekme konusunda bugüne kadar gelmiş geçmiş en iddialı bakanlardan biriydi. Ama Yalova da çelişkiye düştü. 

Hem devletçilik hem özelleştirme yapmaya çalışınca koltuğu altından kayıverdi. Yalova'nın 2 aydır Tütün Yasasını sümenaltı ettiği biliniyordu. Yalova siyasi kulislerde koltuğu tehlikedeki bakanlardan sayılıyordu. Liderler, revizyon söylentileriyle kabine üyelerine iş yaptırmaya çalışınca blöfleri tutmadı. Yılmaz'ın 'has adamı' olarak bilinen Yalova bile resti gördü.

Tütün üretiminin yoğunlaştığı Aydın ve İzmir yöresindeki seçmene selam çakmaya çabalayan Yalova, aslında amacına ulaştı. Bazı iddialara göre Yalova, bu açıklamaları bilerek, isteyerek ve planlayarak yaptı. Genel Kuruldan daha yeni vize alarak çıkan ve muhalefet partisi DYP'ye yakınlığı ile bilinen TZOB Başkanı Erol Yücel'i ziyaret ederek gelecek seçimler için kendisine sağlam bir liste başı yer de edindi. Zaten Yalova, istifa ettiğinin ertesi günü seçim bölgesinde tütün üreticileri tarafından davul-zurna ile karşılandı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / FİNANSÇILAR LOBİ YAPMAYI ÖĞRENMELİ

Cahit UYANIK 

Başbakan Mesut Yılmaz'ın geçen Cuma günü açıkladığı 4 ekonomik tedbir, finansçıların yaklaşık 1 aydır çığırtkanları andıran bir çabayla sürdürdüğü çalışmaların amacına tam anlamıyla ulaşamadığını gösterdi. Koparılabilen tek ciddi taviz, Haziran başında yasaklanan forward işlemlerine yeniden izin verilmesi oldu. 

Finansçılar yılbaşında müşteri repolarına yüzde 6 vergi konulmasından sonra mal bulmuş magribi gibi forward işlemlerine yeniden sarılmışlardı. Amaç, eski deyimle vergiden içtinap (kaçınmak) imkanı yaratıp müşterilerini rahatlatmaktı. Bu tavır erken fark edildi ve cezalandırıldı. Forward cazibesini yitirdi.

Ama olay bununla da bitmedi: Vergi Yasası'yla bankaların kendi aralarındaki repo işlemlerine de vergi getirilince vavela koptu. Cuma günü açıklanan mini paket sonrasında forward tavizi alındı ama bankalar arası repoya verginin devam etmesi bunun önemini azalttı. 

Bundan sonra bankalar, kendi aralarındaki repoya konulan vergiyi yansıtmak için normal müşteri repolarına daha fazla asılacaklar. Böylece forward işlemleri de gerçek seyrini bulabilecek. Hükümetin açıkladığı bankalar arası mevduat faiz vergisinin sıfırlanması ise bir süredir durgunlaşan mevduat toplama yarışını yeniden canlandırabilir. Bu gelişmeleri bekleyip hep birlikte göreceğiz. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / SEÇİM İSTEMEYENLERİN HESABI NE?

Cahit UYANIK 

Başbakan Mesut Yılmaz'ın Bankalar Birliğindeki açıklamaları sırasında en kritik soru şuydu: Eğer Rusya Krizi olmasaydı, yine bu tedbirleri alır mıydınız? Yılmaz'ın soruya verdiği 'hayır' cevabı, bir pişmanlığın ve mecburiyetin açık ifadesi gibiydi. Toptan eşya fiyat artış hızının yüzde 70'lerin altına doğru iniş gösterdiği bir ekonomide, yüzde 150'leri yani yüzde 80'e yakın reel getiriyi kendine reva gören bir finans sisteminiz varsa başbakanların bile eli kolu bağlanır elbette...

Başbakan Mesut Yılmaz'ın bundan sonra dikkat etmesi gereken noktalar açıkça ortaya çıktı. Finansçılar, istedikleri parasal tavizi koparır koparmaz reel siyasete de müdahale etmeye başladılar. "Seçim istemezük" diye bağıranların arasına katıldılar. Bu grup daha seçim kararının verildiği 1 ay öncesine kadar "Rahat nefes aldık. En azından önümüzdeki 9 ayı şimdiden görebiliyoruz" demiyor muydu? Neden seçim istemeyenlerin sesi daha çok çıkmaya başladı ve bu koroya finansçılar da katıldı? 

Bunun siyasetin üst yapı ilişkileri ile yakın bağları var. Yani siyasetin ekonomideki 'bölüşüm' fonksiyonundan söz ediyorum. Yılmaz, milli iradenin her türlü çıkar ve çıkar grubunun üzerinde olduğunu düşünerek adımlarını ayarlamalı. 

18 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DERVİŞ GÜNAH KEÇİSİ OLDU

Cahit UYANIK 

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, hükümetin günah keçisi oldu. Henüz resmi kayıtlara geçmiş siyasi bir kimliği bulunmayan Derviş yüzünden hükümet bozulursa, sanırım Türkiye dünya siyaset tarihine geçer. 

Yıllardır Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı görevini yürütürken 'Türkiye'nin yüz akı', 'Uluslararası kuruluşlarda çalışan gurur duyduğumuz Türklerden biri', 'Dünyada yoksulluğu bitirecek adam bir Türk' gibi payelerle onurlandırdığımız Derviş, şimdi neredeyse 'ajan' ilan edilecek. Derviş ne kadar şark tipi siyasi kurnazlık varsa hepsinin içine 'cup' diye düştü. Kapalı kapılar ardında 'canım-cicim' konuşmaları, gazetelere sızdırılan bilgilerde ise riyakarlığın bini bir para...

Hadi Derviş'in yarın açıklanacak olan Niyet Mektubunun tam metnini liderlere veya koalisyonun MHP kanadına göstermediğini kabul edelim. O zaman insana sormazlar mı, IMF'ye daha önce verilen biri ana 4 niyet mektubunun altında kimin imzası vardı? Yine koalisyonu oluşturan 3 partinin liderinin bakanları ve Merkez Bankası başkanının imzaları değil mi? 

1999 Aralık ayındaki ilk niyet mektubu öncesinde 5 bankaya el koymadık mı? El konulacak bankaların isimlerinin IMF'ye verilen gizli belgelerde açıkça bildirildiği kulislerde konuşulmadı mı? O zaman şeffaflık denince aklınız neredeydi? IMF'ye verilen 4 niyet mektubunda da şeffaflık nutukları atılırken, gönderilen ek belgelerde daha başka hangi sözler bulunuyordu, bilmiyoruz. Eğer ortada bir şeffaflık ve bilgi netliği arayışı varsa, o zaman bu arşivleri de tek tek incelemeye açalım.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / IMF VE SİYASETİN SİNİR KATSAYISI

Cahit UYANIK 

IMF Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen bugün temaslarına başlayacak. Kahkonen'in ziyareti ilginç bir politik ortama denk geldi. Koalisyon hükümetindeki MHP-Kemal Derviş gerginliği artık iyice su yüzüne çıktı. Bu gerginliği Başbakan Bülent Ecevit ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da açıkça telaffuz ediyor. 

Kahkonen'in bu seferki temaslarının siyasi ortamı koklamaya dönük olacağını söylemek mümkün. Çünkü siyaset kurumu -IMF'nin de kabul ettiği gibi- çok hızlı bir şekilde reformları yaparken yıprandı. Durum öylesine bir noktaya geldi ki IMF Başkanı Horst Köhler bile Türkiye'deki hükümete birlik çağrısı yaptı. Hükümetteki sarsıntıların sonucu oluşan tatsız görünüm basit sıva çatlakları ise sorun yok. Ama henüz ortaya saçılıp dökülmemiş derin anlaşmazlıklar varsa sarsıntıların devam edeceğini kolayca söyleyebiliriz.

IMF ve DB'nin taahhüt ettiği 3,2 milyar dolarlık kaynak Pazartesiden itibaren peyderpey  birkaç gün içinde Hazine'ye giriş yapacak. Bu para  cari kurdan yaklaşık 5 katrilyon liraya karşılık geliyor ve bu yılki bütçe açığının 30 katrilyon lira civarında planlandığı düşünüldüğünde ekonomide ciddi bir kan tazelemesi etkisi yapacağını söyleyebiliriz. Tabii Hazine'nin kullanacağı paradan 600 milyon dolarlık Tarım Reformu Kredisini düşmek zorundayız. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EKONOMİK HEDEFLER SAMİMİ DEĞİL

Cahit UYANIK 

Hükümetin 1999 ekonomik hedefleri belli oldu. Ekonomik hedefler 'kağıt üzerinde' olumlu bir tablo çiziyor. Ekonomi yönetimi, önümüzdeki yıl kemer sıkılacağı konusunda açıklama üstüne açıklama yayınlıyor. Gerek kamu gerekse özel sektörün tüketim hızının düşürülmesi; kemer sıkma yönündeki niyet beyanının en açık belirtisi... Ancak 1999 ekonomik hedeflerini 1998 hedefleri kadar samimi bulmak mümkün değil. Bunun çeşitli sebepleri var.

En önemli samimiyetsizlik göstergesi enflasyon hedefine ilişkin... Hükümet kendi açıkladığı 1998 enflasyon hedefini bile 8 puan revize etti. Bu revizenin ne kadar başarılı olduğu 2 aya kadar belli olacak. Birçok ekonomist, bu rakamın yüzde 62 ile 64 arasında gerçekleşeceğini hesaplıyor. Eğer enflasyon yüzde 60'ın üzerinde kapanırsa çiçeği burnunda yüzde 35'lik 1999 hedefi, daha başta kendi kendini revize edecek.

Yüzde 35 rakamının tutturulamayacağının bir başka belirtisi de ekonomik dengeler içerisinde ulaşılması öngörülen 4 milyar dolarlık dış borç hedefiyle ilgili... Türkiye, son 3 yıldır tahvil ihracı yoluyla en fazla 2,7 milyar dolarlık dış borç rakamına ulaşabildi. Bu yıl ise 1,8 milyar dolarda kalması bekleniyor. 1999 için öngörülen 3 milyar doları tahvil, 1 milyar doları proje kredisi şeklindeki borçlanma hedefinin realize edilmesi çok zor görünüyor. 

Bunun sebebini de aslında yaşanan gelişmeler ve bizzat ekonomi yönetiminde bulunanların kendi ağızlarıyla yaptıkları açıklamalarda izlemek mümkün. Dünya ekonomisinin yaşadığı olumsuz konjonktür ortada durur ve dış piyasalardaki borçlanma maliyetleri ateş pahasına ulaşırken, 4 milyar dolarlık dış kaynak sağlama hedefini samimi bulmak mümkün değildir. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BAYKAL'IN YAPMASI GEREKEN...

Cahit UYANIK 

Geçen Cumartesi günü CHP Kurultayını izlerken bir nokta dikkatimi çekti. Baykal'ın salona iddialı girişinin ardından yaptığı konuşmada önceliği ekonomiye vermesi, salonda en ufak bir heyecan dalgası yaratmadı. Baykal, konuşmasının neredeyse yarısını Türkiye'nin içler acısı ekonomik gerçeklerine sahip çıkmaya ve bunlara getirecekleri çözüm önerilerini anlatmaya ayırdı. 

Baykal, teşhislerinin önemli bir bölümünde büyük isabet gösterdi. Çözüm önerilerinin bazıları tartışma götürse de genelde Türkiye'deki sosyal demokrat ekonomi kültürü birikiminden beklenmeyecek kadar pratiğe dönüktü. Baykal, uzun yılların getirdiği hatiplik tecrübesini ne kadar iyi kullandıysa da salonu ekonomi konuşarak bir türlü canlandıramadı.

Baykal ne zaman ki Başbakan Mesut Yılmaz'a ve hükümete saldırmaya başladı; işte salon o zaman aşka geldi. Alkışlar, bravolar, 'Başbakan Baykal' sloganları gırla gitti. Anlayacağınız CHP'de gündelik siyaset, hala köklü ve kalıcı çözüm önerilerinin beslediği akla dayalı siyasete baskındı.

Bu satırları yazarken halen CHP Genel Başkanı resmen seçilmemişti. Ama ortada Baykal'ın karşısına çıkacak ciddi bir aday da görünmüyordu. Baykal, bu kurultay sonrasında üstleneceği genel başkanlık göreviyle belki de siyasi yaşamının en kritik ve güç dönemine girecek. Bu Kurultay, -kendi ifadesine göre- Baykal'ın 1970'lerden beri savunduğu 'ekonomiye dayalı sosyal demokrasi'nin ilk kez güç kazandığı bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 'VERGİ REFORMU'NUN SONRASI...

Cahit UYANIK 

Yaklaşık 10 aydır gündemde bulunan 'Vergi Reformu'nun nasıl ve neden yasalaştığının gözle görülür vaziyeti, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler bittikten sonra Meclis Genel Kurul Salonunda rahatlıkla gözlenebildi. Görevlilerin dolaştırdığı kupalara oyunu atan tüm milletvekilleri bir anda ortadan toz oldu. Sanki suçluymuş, sanki istemeden birşeyler yapmaya zorlanmış gibiydiler. 

Bunun tek istisnası DSP Grubunun milletvekilleriydi. Onlar oylamanın sonuna kadar salonda beklediler ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in konuşmasına alkışlarla destek verdiler. Yasanın çıkarılma sürecinde büyük dirayet gösterdiği için Maliye Bakanı Temizel ve ekibini kutlamak gerekiyor. Temizel, tasarıya bir siyasetçiden çok Maliye teknokratı gibi baktığı içindir ki başarılı olabildi. 

Elbette partisinin lideri ve grubunun da desteğini eksiksiz hissedince Temizel, Türk vergicilik tarihine 'ikinci büyük reformu yapan kişi' olarak geçti. İki seçimin aynı anda yapılacağının kesinleştiği şu günlerde, böyle bir tasarının yasalaşması toplumsal konsensüsü sağladığını gösterir.

17 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇETE YASASINDAKİ 'BUDAMA' AKILCI MI?

Cahit UYANIK 

Organize Suçlarla Mücadele Yasa Tasarısının Meclis'teki budanma süreci 'ilginç' bir değişiklikle başladı. Eğer tasarı bu şekilde yasalaşırsa organize suç işleyenler DGM'lerde değil ağır ceza mahkemelerinde yargılanacak. Bu değişikliği savunan DSP'li Adalet Komisyonu Başkanı "Avrupa'nın DGM'leri bu kadar sert eleştirdiği bir ortamda, bu mahkemelere yeni yetkiler tanıyamazdık" dedi.

Türkiye'de sapla samanın sık sık birbirine karıştığını bu köşede yineleyip duruyoruz. Yaşamının baharında, kanının fıkır fıkır kaynadığı bir zamanda  "Duvara afiş yapıştırdı" diye DGM'lerde yargılanıp 15-20 yıl hapis cezasına çarptırılan gençlerin dramı bile sayın milletvekillerimize ders olamıyor. Uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı. fuhuş, kumar, kalpazanlık gibi işleri organize edip (yani örgütleyip) kazandığı parayla legal ekonominin dibine dinamit koyan adamlar ağır cezalık; zavallı üniversiteliler DGM'lik!

Yasa dışı kazançlarıyla siyasi partilere bağış üstüne bağış yapan, bürokrasinin kilit noktalarında adamlar satın alan, istihbarat örgütlerindeki üst düzey atamalara bile müdahil olanlar ağır cezalık; duvarlara artık anlamı bile kalmamış birkaç slogan karalayan çocuklar DGM'lik! El insaf. Ya DGM'leri lağvedip tüm suçları ağır cezaya gönderin ya da organize suç çetelerine bu kıyağı çekmeyin...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YİĞİT OLAYI'NDAN ÇIKARILACAK DERSLER

Cahit UYANIK 

İş dünyası-mafya-siyaset ilişkileri Apo'nun yakalanmasıyla birdenbire gündemin ikinci sırasına düştü. Ama bu, gündemden çıktığı anlamına gelmiyor. Ekim ayı ortasında Fikri Sağlar'ın açıkladığı Korkmaz Yiğit-Alaattin Çakıcı kasetiyle başlayan süreç, Türkiye'nin geleceği için ders alınması gereken birçok sonucu ortaya çıkardı. Karışık kafalara faydası olur diye bunları alt alta yazmakta fayda var:

● Türkiye'de 'ihale süreci' diye bir kavramı siyasetçiler bile önemsemiyor. Çiller ihale zarfını açıyor; Yılmaz ihaleye 7-8 saat kala koyun pazarlığı gibi banka pazarlığı yapıyor. Başbakan bile ihaleye fesat karıştırma suçlaması ile karşı karşıya kalabiliyor. Devletin her yıl çok çeşitli konularda 20 ila 30 bin arasında ihale açtığı tahmin ediliyor. Bu ihalelerin çok önemli bir bölümünün sağlıksız olduğu artık ortaya çıktı. Yapılması gereken şey 2886 sayılı İhale Yasasını değiştirmeyi hedefleyen önerileri dikkatle dinlemektir. Bu çerçevede Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in önerdiği harcama reformu en derli toplu çalışma gibidir. 

● Türkiye'de özel sektör henüz sanıldığı kadar gelişkin değildir. Etiketinde 'özel sektör' yazan birçok kuruluş devlet ihaleleri sayesinde palazlanmış ve sermaye birikimi sağlamıştır. Kamuran Çörtük'ün sürekli siyasetçilerle içli dışlı olması; bu ilişkiyi kopartamadığının ve kopartmak istemediğinin en açık göstergesidir. Siyasetçiler bu tür iş adamlarının yatlarında, tatil köylerinde yatıp kalkmak gibi huylarından vazgeçmelidir. Hele hele devletin 5 yıldızlı otelleri kıskandıracak dinlenme tesisleri mevcutken...

16 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANA 'ATILIM' DEMEYİN...

Cahit UYANIK 

Bazı sözcükler vardır ki talihsizdir. Kapsadığı içerik ne kadar güzel olursa olsun, insanlarla yıldızı bir türlü barışmaz. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin 'uzlaşma ve atılım hükümeti' olarak tanımlandığını duyduğumda özellikle 'atılım' sözcüğüne takılıp kaldım. 

Benim gözümde bu sözcüğün talihsiz serüveni 1992 yılının soğuk bir Ocak sabahında başladı. Dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller, Yeni Başbakanlık Binasında lazer uçlu kalemiyle biz gazetecilere 'Ekonomide Dengeleme, Üretim ve Atılım Programı'nı anlatırken, zavallı 'atılım' sözcüğünün kaderiyle oynadığını bilmiyordu. 

En son 1988 yılında eli yüzü düzgün bir ekonomik paket gören biz ekonomi gazetecileri dengeleme ve üretim gibi iki mütevazı sözcüğün arkasına eklenen 'atılım' kelimesini duyunca umutlanmadık değil. Çünkü Tansu Çiller'in 1991 seçim kampanyası boyunca ağzına sakız ettiği 'Ulusal Dinamik Denge Modeli'ni (UDİDEM) pek gözümüz tutmamış, 'aşırı akademik ve ülke gerçeklerinden uzak' bulmuştuk.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / GAZETECİLER KURTULDU; BANKACI KIYIMI SIRADA

Cahit UYANIK 

Bu hafta affınıza sığınarak Bankacılık Yasa Tasarısı konusunda birkaç şey yazmak istiyorum. Çünkü bu tasarı tartışıldığı dönemde değil, yumurta kapıya dayandığı zaman yasalaşma yoluna girdi. Hal böyle olunca bundan 7-8 ay önce yapılan tartışmalar unutuldu gitti. Bu nedenle tasarının kritik bir maddesine dikkatlerinize çekeceğim. 

Ama önce mesleğimizi ilgilendiren sansürcü zihniyetin bu tasarıya nasıl sızabildiğıni değerlendirmek istiyorum. İzlediniz; tasarıya gazete veya yayın organı kapatma cezası eklenecekti ki, top direkten döndü. Kendisi de bir zamanlar çeşitli gazetelerde köşe veya araştırma yazıları yazan Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, hangi akla hizmet olduğunu anlayamadığımız 30 günlük kapatma cezasına önayak oldu. Sayın Uluğbay'ın zamanında Milli Eğitim Bakanı olarak özgür düşünce ve modern eğitimi yaygınlaştırmak için Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği büyük uğraşla, sansürcü zihniyet hiç bağdaşmadı.

Hele hele genel başkanı gazeteci kökenli bir partinin RTÜK'e bile rahmet okutacak cezaları içeren bir maddeyi Özalvari gece yarısı yöntemleriyle tasarıya koydurması ayıbı daha büyüttü. Acaba Sayın Uluğbay basın veya medya ekonomisi ile yakından hiç ilgilendi mi? 30 gün kapatılan bir gazetenin veya televizyonun iflas etme noktasına geleceğini biliyor mu? Acaba basın sektöründe zaten çok sınırlı olan istihdam olanaklarının böylece daralması, sol bir partiyi ne kadar ilgilendiriyor? 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BANKALAR NASIL KURTULACAK?

Cahit UYANIK 

Türkiye, geçen hafta uzun zamandır üstüne koskoca bir şal örtülmeye çalışılan sorununu tartışarak geçirdi. Kısaca '64'lük banka' denilen sorunlu mali kurumlardan bazılarının, 11 Haziran öncesinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredildiğine ilişkin haberler ortalığı karıştırdı. 

Hazine elinde 64 ve 65'inci maddeler silahı varken bile bir türlü söz geçiremediği haylaz çocuklarının hukuksuzlaşan ortamda iyice gemi azıya alabileceklerinin korkusuyla açıklama üstüne açıklama yaptı. Hazineden Sorumlu Devlet Bakanımız Hikmet Uluğbay ise eğer bu maddeler iptal edilirse ellerinde başka başka önlemler alma yetkisinin bulunduğunu söyledi. Acaba Uluğbay bununla neyi kastetti? Bazı bankaların faaliyetine devam etmesine izin verilmesine rağmen, mevduat toplama yetkilerinin kaldırılabileceğini mi söylemek istedi? Yani 'örtülü iflas' yoluna gidilebileceğini mi kastetti?

Doğrusu bu açıklamalar bir yandan içimizi ferahlattı ama bir yandan da endişeye sevk etti. Çünkü Uluğbay'ın açıklamalarını yaptığı aynı günlerde, son yılların en büyük banka hortumculuğunun odaklandığı tekstil kenti Bursa'da haciz memurları harıl harıl çalışıyordu. Ancak; 1,5 milyar dolardan dem vurulan zararın binde birinin bile kurtarıldığına inanmıyorum. Bu haciz çalışmaları olsa olsa göz boyamaktan ibaretti. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KARA PARANIN KAĞITTAN İMPARATORLARI

Cahit UYANIK 

Aslında bu çok eski bir hikaye. Türkiye'nin 1970'li yıllarda tanıştığı dövize çevrilebilir mevduat (DÇM), 1980'de halvet olduğu mevduat sertifikası, 1990'larda ise çivisini çıkardığı döviz büfeleri ve iyice azgınlaşan finans sektörü ile özdeşleşen 'kara para sektörü'nden bahsediyorum.

Türkiye ekonomisine her yıl sırf uyuşturucu ticaretinden alınan komisyon nedeniyle enjekte olan kara paranın büyüklüğü 3-4 milyar doları buluyor. Buna silah kaçakçılığı, fuhuş, sahtecilik gibi suçlar nedeniyle sağlanan diğer yasa dışı gelirler de eklendiğinde, rakam 5 milyar doları geçiyor. Yani bugünün dolar kuru ile yaklaşık 1,5 katrilyon liradan bahsediyorum.

Bu çark her yıl birkaç dişli daha artarak büyüyor. Yüksek enflasyonla serseme dönmüş olan bürokrat, siyasetçi, iş adamı, sokaktaki işsiz-güçsüz takımı, köylü, gümrükçü, polis, müfettiş; herkesi ucundan kıyısından bu kirli ticarete bulaştırıyor. Kara para ve onu aklama çabası artık Türkiye'de sektörleşti. Türkiye'nin 1998 GSMH'sı 200 milyar dolar. Kara paranın bu rakama oranı ise yüzde 2,5 ila 3 arasında değişiyor.

Türkiye'deki birçok şey gibi kara para aklama işlemleri de kendine özgü yöntemlerle yapılıyor. Mesela tefeciler kralının biri, kendisine kimbilir kim tarafından teslim edilen parayı iş adamlarına borç para olarak dağıtıp pirüpak hale getiriyor. Bankacılık sektöründen beslenmesi gereken yatırımlarımız, tefecinin kir bulaşmış parasıyla yükseliyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PAKET Mİ? VERGİ TAVİZ PAKETİ Mİ?

Cahit UYANIK 

Başbakan Bülent Ecevit iş dünyasının uzun zamandır büyük merakla beklediği ekonomik paketi nihayet açtı. Aslında buna ekonomik paket demek haksızlık. Çünkü paket denilen şey, vergi konusundaki tavizlere yamanmış üç-beş kredi düzenlemesinden ibaret. Vergi hariç tutulduğunda diğer önlemler öylesine bir basın bülteniyle de ilan edilebilirdi. Buna 'vergi tavizi paketi' demek daha doğru. Ama vergi konusunda o kadar büyük gürültü kopartıldı ki, bunların değiştirildiğinin veya ertelendiğinin açıklanması da bağıra çağıra oldu. 

Böylece seçimler öncesinden beri Maliye Bakanlığı koltuğu üzerinde döndürülen büyük oyun da başarıya ulaşmış oldu. Ağızlara sakız ettiğimiz enflasyon lobisinin en önemli ayağını oluşturan kayıt dışı ve kara para lobisi, istediğini elde etti. Bu noktada Başbakan Bülent Ecevit ve hükümete sorulması gereken soru, özellikle 'mali milat' ve 'nereden buldun' uygulamalarının neden 1 veya 2 değil de 3 yıl ertelendiğidir.

Belki ilk bakışta bu erteleme ekonomik krizin ancak 3 yılda geçebileceği savına dayandırılabilir. Ama bu savın doğru olmadığı, açtığı paketle ekonominin canlanacağını iddia eden hükümetin en yetkili ağızlarından zaten yalanlanmaktadır. İş dünyasının önemli bir bölümü de canlanmanın en geç birkaç ay içinde başlayacağını belirtmektedir. Zaten okulların açılması ve kış aylarının gelmesiyle ekonominin canlanması beklenen bir olgudur. Hükümetin yetkili ağızlarının mali milat ve nereden buldun uygulamalarının neden 3 yıl ertelendiğini mantıklı şekilde açıklamaları gereklidir. 3 yıllık ertelemeyi aslında 2005 yılı ötesine uzatmak da mümkündür. Çünkü Türkiye 3 yıl sonra bir seçim ortamına girmiş olacaktır ki bu ertelemenin uzatılacağı şimdiden kesin gibidir.

15 Haziran 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ZAMANIN GÖRELİLIĞİ VE SOSYAL GÜVENLİK REFORMU

Cahit UYANIK 

Ünlü düşünür Einstein zamanın göreli (rölatif) olduğunu söylediğinde bazı insanlar ne demek istediğini anlamamışlardı. Çünkü insanoğlu çok uzun yüzyıllardan bu yana zamanı ölçüyor, biçiyor ve bölüyordu. Bu kavram üzerine daha fazla eklenecek ne vardı ki? Einstein, söylemek istediği şeyi verdiği bir örnekle süsleyince, insanların önünde yeni bir ufuk açıldı. 

Einstein sıkışan bir insanın dolu bir tuvaletin kapısında geçirdiği 5 dakika ile güzel bir hanımın yanında geçirdiği sürenin görünürde aynı olduğunu söylüyor; ancak ilk durumdaki 5 dakikanın yıllar gibi geldiğini, ikinci durumdaki aynı sürenin ise birkaç saniye gibi geçtiğini anlatıyordu. Einstein uzun yıllar kafa patlattığı bu teoriyi en cahil insanın bile anlayabileceği kadar basite indirgiyordu ama zamanın göreliliği,  insanlık tarihinin en önemli teorilerinden biri olmaya hak kazanıyordu.

Türkiye tüm bilimsel çevrelerce 'kıt kaynak' olarak nitelenen 'zaman' konusunu çok nadiren tartışıyor. Tartıştığı zaman da yanlış tartışıyor. Zamanın tartışma konusu yapıldığı son konu sosyal güvenlik... Hükümet nasıl ve neden tespit ettiğini bir türlü izah edemediği 58-60 yaş meselesine takıldı kaldı. Türkiye'deki tüm işçi ve işveren kesimleri, artık hiç bir işyerinde 58 yaşında kadın veya 60 yaşında erkek işçi çalıştırılmadığını ağız birliği etmişçesine teyit ederken, hükümet kararında ısrarcı... Anlaşılan hükümet SSK ve Bağ-Kurluları gözden çıkardı; sadece Emekli Sandığından insan emekli etmek istiyor. Çünkü devlet kapısı hariç, günümüzde ne SSK'lı için iş garantisi ne de Bağ-Kurlu için ekonomik istikrar garantisi var.