27 Haziran 2018 Çarşamba

KAPAK HABERİ / ABD, DIŞ POLİTİKADA EKONOMİYE ODAKLANIYOR: ‘TRUMP DOKTRİNİ’NE GEÇİŞ Mİ YAŞANIYOR?



Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın, dış politik açılımlarının temelinde tamamen ekonomik çıkarlar bulunduğu artık neredeyse kesinleşti. ABD’nin diğer ülkelerle ilişki kurma biçimini değiştirebileceği için, yaşananların belki de ileride “Trump Doktrininin Oluşma Süreci” şeklinde adlandırılma ihtimali bile var.


Doktrin (öğreti); hükümet politikalarının veya uygulamalarının dayandığı beyan edilmiş değerler bütünü anlamına geliyor. Hafızalarımızı yokladığımızda 1947 yılında kabul edilen ve ‘Sovyet Tehdidi’ne karşı yapılacakları içeren ‘Truman Doktrini’ni anımsamak mümkün. “Güvenlik” odaklı bu doktrinin etkileri halen -Soğuk Savaş yıllarındaki kadar olmasa da- ABD ve tüm dünyada görülebiliyor. İşte Trump; adını koymadan, çerçevesini çok net çizmeden, el yordamıyla yürüttüğü ekonomik boyutu hayli güçlü dış politik açılımlarında, ardı ardına başarılar kazanırsa “Trump Doktrini” kavramsal ve hukuksal bir çerçeveye oturabilir. Bu da önümüzdeki onlarca yıl tüm dünyayı etkileyebilir.



Trump’ın dış politik açılımlarını yürütmek için kullandığı iki araç var: Ham petrol ve ekonomik korumacılık… Bu iki aracın üzerlerinde denendiği iki önemli ve büyük ülke ise İran ve Çin… Trump İran’a karşı ham petrol, Çin’e karşı ise ekonomik korumacılığı yoğun biçimde, neredeyse göze göz dişe diş şeklinde kullanıyor. ABD’nin bu iki önemli ülkeyle son dönemdeki ilişkilerine ayrıntısıyla değineceğiz ama Trump’ın bu politikalarının ilk denemesini Kuzey Kore üzerinde gerçekleştirdiğini kolayca söyleyebiliriz.

Nükleer denemelere karşılık, Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünde bir başka devletin başkanını açıktan hedef alıp “Roket Adam” şeklinde küçümsemekle ilerleyen Kuzey Kore-ABD kapışması; aslında gizli Çin-ABD çekişmesiydi. Çünkü, Kuzey Kore dış ticaretinin neredeyse tamamını Çin ile yapıyordu. Trump, 2017 yılında Kuzey Kore ile iş yapan herkesle ekonomik ilişkilerini kesebileceği tehdidini savurup, BM’den bu yöne doğru giden ekonomik yaptırım kararları çıkarttırarak; aslında Çin’in bütün ekonomisini hedef alıyordu. Nitekim Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un’un 2018 başındaki Çin’in başkenti Pekin’i ziyaretinin ardından, hızla Güney Kore’ye barış mesajları yolladığı görüldü. Bunu ise Kim’in Trump ile buluşma randevusu izledi.

Görülüyor ki; ABD’nin geçiş yaptığı bu yeni politikada aslında kimse kalıcı bir düşman değil. Öyle ki Trump, 12 Haziran 2018’de Singapur’da Kim Jong Un’la yapacağı görüşmenin anısına bir hatıra parası bile bastırdı ve bu paranın üzerinde Kim’den “Yüce Lider” diye söz edildi… Ancak aynı günlerde ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un'un Başkan Trump'ı "oyalamaması" gerektiğini belirterek, “Bu, büyük bir hata olur. Anlaşma olmazsa, Kuzey Kore'nin akıbeti Libya gibi olabilir” uyarısında da bulunmayı ihmal etmedi.

Kuzey Kore örneğini bir tarafa bırakırsak… ABD Başkanı Trump’ın İran’la 2015 yılında imzalanan Nükleer Anlaşma’dan ayrılması ise ekonomik temelli dış politika açılımlarının yeni bir örneğini oluşturdu. Trump, anlaşmadan ayrıldığını açıkladığı aynı dakikalarda, kısa süre içinde bu ülkeye yönelik yeni ve güçlü ekonomik yaptırımlar uygulayacağını da bildirdi. ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise birkaç hafta sonra İran’a ekonomik yaptırımların kalkmasını 12 şarta bağladı. Bu şartlar, İran’ın Orta Doğu’daki etkinliğini neredeyse sıfıra indirecek bir listeydi.  Pompeo  şartları sıralarken “Tarihteki en güçlü baskı ve yaptırımla İran’ı ezeceğiz. Yaptırımların yeniden uygulanmasının ve İran rejimi üzerindeki baskının devam etmesinin, bazı ortaklarımız için mali ve ekonomik zorluklar yaratacağının farkındayız. Doğrusu aynı ekonomik zorluklar Amerika için de geçerli. Bazı piyasalar var ki bizim iş dünyamız da bu pazarlarda olmak istiyor. Onların endişelerini dinlemek istiyoruz ancak biliyorsunuz ki İran'da yasaklı iş yapanları sorumlu tutacağız" diyerek herkese göz dağı vermeyi de ihmal etmedi.

1980 yılından bu yana kanlı-bıçaklı bir görünüm veren ABD-İran ilişkilerinde, ekonomik yaptırım dozunun artırılması ve genişletilmesi nasıl bir sonuç verecek, şu anda bilinmiyor. Çünkü diğer ülkelerin ABD yaptırımlarını delmek için çeşitli yollar denedikleri geçmişte görüldü. Yeni gelinen aşamada da, Avrupa Birliği dahil bu arayışlar başladı. Ancak ABD ekonomisinin tüm dünyayla yakın ilişki içinde bulunması, dünya finans sisteminin odağının ABD’de bulunması ve rezerv para durumundaki doların gücü sebebiyle yaptırımların kolayca aşılamayacağı düşünülüyor.

İran’a yönelik yaptırımların ilk aşaması 6 Ağustos 2018’de devreye girecek. Dolarla, altın ve değerli maden-metallerle ticaret ile otomotiv sektörüne yönelik kısıtlamalar başlayacak. Yaptırımlarda ikinci aşama ise 4 Kasım 2018’de devreye girecek. Gemicilik, sigorta ve diğer sektörlerdeki yaptırımlar uygulamaya alınacak. Ancak; 2015’te İran ile imzalanan nükleer anlaşmanın Obama yönetimindeki mimarlarından olan ve halen Brookings Enstitüsünde çalışan Richard Nephew, Türk medyasına verdiği bir demeçte ilginç bir ayrıntıyı paylaştı.

Nephew ABD’nin halen, ambargo döneminde diğer ülkelerin “İran petrolünden ne kadar daha az alması gerektiği üzerinde çalıştığını” söyledi. Buna göre ABD Dışişleri Bakanlığı 4 Kasım 2018’de, her ülkenin İran’dan alabileceği azaltılmış petrol miktarlarını ilan edecek. Bu da ABD ekonomik yaptırımlarının yeni, nasıl uygulanacağı bilinemez ve delindiğinde ne gibi sonuçlarla karşılaşılacak bir boyuta geçtiğini ima ediyor. Nephew’in açıkladığı bu yeni modelin en çok etkileyeceği ülkelerden biri Türkiye olacak. Çünkü Türkiye’nin ham petrol alımlarında İran’ın payı 2015 yılında yüzde 22 iken, nükleer anlaşmanın ardından 2016’da yüzde 28’e ve geçen yıl ise yüzde 44’e kadar yükseldi. Şimdi ABD’nin İran’dan ham petrol alımı için, Türkiye’ye getireceği kota merakla bekleniyor. Ancak bu kotanın çok az olacağı tahmin ediliyor.

ABD’nin kendi ekonomik çıkarlarını ön planda tutan yeni dış politikasının en çarpıcı boyutlarından biri ise Çin’le sürdürdüğü ticaret müzakerelerinde düğümleniyor. ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Çin ile ticaret anlaşmazlıklarının çözülmesi için yürütülen müzakerelerin sonuç vermeye başladığını kaydederek "Anlamlı bir ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum. Şimdi işler iki tarafın müzakerelerde alınan kararları uygulamasına bağlı. Çin, müzakerelerde verdiği taahhütleri tutmazsa, önerdiğimiz gümrük tarifelerini uygulamaya başlarız. Eğer sorunlar çözülmezse ve istediklerimizi alamazsak, Başkan Trump tarifeleri her zaman geri getirebilir" diye konuştu.

Mnuchin, önümüzdeki yıllarda tarımsal ürünlerin yanı sıra Çin’e yıllık 50-60 milyar dolarlık enerji (petrol, doğal gaz) satabileceklerini de söylemekten kaçınmadı. Böylece ABD’nin; Rusya ve İran gibi ülkelerin yanı sıra (veya bunların yerine) Çin’in en önemli gıda ve enerji tedarikçilerinden biri olmaya hazırlandığı da anlaşılmış oldu. Bu yolla Çin’in ABD’ye verdiği 300 milyar dolarlık dış ticaret fazlasının önemli kısmı kolayca kapatılabilecek. ABD, 2015 yılında yurt dışına ham petrol ihracatı yasağını kaldırmış ve artırdığı üretimiyle 2018’de dünyanın en büyük petrol üreticisi olacağı anlaşılmıştı. Zaten ABD’nin petrol ithalatı son 10 yılda yüzde 25 azalırken, son 1 yıldaki ihracatı üç kat arttı. ABD aynı zamanda büyük bir ham petrol ithalatçısı… Ama giderek ithalat-ihracat farkını azaltıyor.

ABD öte yandan dünyanın en büyük sıkıştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatçısı ülkelerinden biri olmaya da hazırlanıyor. ABD’nin 2020 yılında Avustralya ve Katar’ın ardından üçüncü büyük LNG ihracatçısı olması bekleniyor. Nitekim Türkiye de, 2016 yılında ilk kez ABD’den LNG ithal etmişti. İzlediği dünyadaki petrol arzını azaltıcı politikalarla petrol ve doğal gaz fiyatlarını yukarı iten ABD’nin, bu yeni dış ticaret ve dış ekonomi politikasıyla pek yakında Türkiye’ye ham petrol satması sürpriz olmayacak gibi görünüyor.

ABD Başkanı Trump’ın son bir yılda, ekonomik temelli dış politika açılımlarıyla sağladığı ilerleme böyle… ABD’nin, basketboldaki “tam saha baskı” taktiğine benzeyen bu dış politikalarının genel bir başarı kazanmasının küçük, orta ölçekli veya büyük boyutlu tüm ülkeleri etkilemesi kaçınılmaz. ABD halkının refahını artırmaya odaklı başarı ve başarısızlığın Trump’ın 2020 yılı başkanlık seçimlerindeki kaderini yakından ilgilendirdiği ise ‘herkesin bildiği bir sır’… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder