SUUDİ ARABİSTAN: SAHTE CENNET BİTTİ, GERÇEKLERLE YÜZLEŞME ZAMANI GELDİ
Cahit UYANIK
Suudi Arabistan, toprakları üzerindeki ilk petrol imtiyazı
anlaşmasını bir Amerikan şirketi olan Standard
Oil of California (SOCAL) ile 29
Mayıs 1933 yılında imzalamıştı. 60 yıl için geçerli olan anlaşmadaki ilk
rakamlar, günümüzde petrol sektörünün ulaştığı boyutla kıyaslandığında gülünç
kalıyordu. Ancak Suudi Arabistan o kadar ciddi bir mali kriz içindeydi ki, o küçük rakamlar bile kendisine
büyük bir nimet gibi görünüyordu.
Rakamlar şöyleydi: 35 bin pound
(175 bin dolar) hemen; 20 bin pound (100 bin dolar) ise 18 ay sonra ikinci
ödeme olarak gerçekleşecekti. SOCAL ayrıca petrol bulduğunda 100 bin poundluk
(500 bin dolar) bir ödeme daha yapacaktı.
O günlerde dünyada altın para sistemi vardı. SOCAL, Suudi
Arabistan’a ödeme yapmak için bir anda 35 bin adet altın sikke isteyince, ABD
Hükümeti altın para standartı limitleri dolu olduğundan bu talebi reddetti.
SOCAL de İngiltere’deki uzantısı üzerinden 35 bin adet altın sikkeyi temin
etti. Yalnız bu tedarik yapılırken altın sikkelerin üzerinde ‘Kraliçe
Viktorya’nın portresi bulunmayanlar’ tercih edildi. Çünkü SOCAL; kadınların
hiçbir şekilde hükmünün bulunmadığı Suudi Arabistan’da, üzerinde kadın portresi olursa altın sikkenin değerinden daha düşük bir oranda işlem göreceğinden
(devalüe olacağından) ve kendisinden daha fazla para istenebileceğinden endişe
ediyordu!
Evet bu ilginç
anekdot uluslararası politika, ekonomi
ve enerji konularında çok önemli bir yazar ve otorite olan Daniel Yergin’in
“Petrol: Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü” adlı kitapta yer alıyor. (ABD’li
yazar Yergin, bu kitabıyla “Kurgusal Olmayan Düz Yazı” alanında 1991 yılında
Pulitzer Ödülüne de layık bulunmuştu.) Bu ilginç anekdot aslında, 1933’ten
2018’e, aradan geçen 85 senede Suudi Arabistan’da pek fazla bir şeyin
değişmediğinin bir örneği olması açısından çok önemli.
Suudi Arabistan
bugünlerde, Washington Post Gazetesi Yazarı Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul
Başkonsolosluğunda katledilmesi ile bir kez daha dünyanın gündeminde… Aynı
ülke, geçen yıl bugünlerde de onlarca iş adamı ve prensin gözaltına alınıp
Riyad’daki Ritz Carlton Otelinde gözaltında tutulmasıyla dünya gazetelerine
manşet olmuştu.
Oysa Suudi
Arabistan 2,5 yıl önce, Nisan 2016’da “Vizyon 2030” belgesini açıklayarak,
ekonomisini petrole bağımlılıktan kurtarmak için harekete geçtiğini tüm dünyaya
ilan etmişti. Suudi Arabistan o güne kadar hep taht hesapları, petrol fiyatları,
kadınların toplumsal hayattan soyutlandığı uygulamalar ve elbette ABD ile
ilişkileri bağlamında ele alınıyordu. Vizyon 2030 ile dünyanın gözleri belki de
ilk defa, farklı bir konu için bu ülkenin üzerine çevrilmişti. Vizyon 2030’u hazırlayan
ekibin başında oldukça genç İkinci Veliaht Muhammed Bin Salman’ın (Batı basınının kısaltmasıyla MbS) olması ve bu plan açıklandıktan kısa süre sonra MbS’nin
birinci veliahtlığa yükseltilmesi, planı uygulama iradesindeki ciddiyet olarak
algılandı. Geçen yılki gözaltıların birkaç ay öncesinde ABD Başkanı Donald
Trump’la imzalanan eşi benzeri görülmemiş 110 milyar dolarlık silah alımı ve
170 milyar dolarlık ekonomik ve ticari alanları kapsayan anlaşmalar, MbS’nin
ilerideki muhtemel krallığını sağlama alma ve destek bulma yatırımı olarak
değerlendirildi.
02 Ekim 2018’de
İstanbul’da yaşanan Cemal Kaşıkçı vakasından sonra ise olayda Suudi
Arabistan’daki fiili güç sahibi MbS’nin rolü bulunabileceği yönündeki
değerlendirmeler gazete sayfalarına saçıldı. Bu iddialara göre Kaşıkçı, MbS’nin
Vizyon 2030 Planı ve toplumsal hayatta yapmaya çalıştığı reformların “sanal”
olduğunu söyleyerek, Batı’da onu zor duruma düşürüyordu. Kaşıkçı, MbS’nin
şahsında somutlaşan Suudi Arabistan’daki reform çabalarının, ifade özgürlüğü sağlanmadığı
müddetçe başarılı olamayacağını savunuyordu. Nitekim Kaşıkçı’nın geçmişte ABD
Başkanı Nixon’u istifa ettiren Watergate Skandalı haberine imza atmış Washington
Post gibi etkili bir gazetede yazarlık yapıyor olması, bu düşüncelerinin
Batı’da ve özellikle Suudi Hanedanının can dostu ABD’de muteber bulunduğunun
kanıtıydı.
Peki Suudi
Arabistan Vizyon 2030 Belgesi ile gerçekten dev ekonomik reformlar dizisini
hayata geçirip, toplumsal hayatını dünyanın diğer ülkelerine benzer hale
getirebilir mi? Bu sorunun cevabına ancak “belki” denilebilir. Çünkü Suudi
Arabistan dünyanın en modern arabaları ve otoyollarını kullanıp, en modern
silahlarla ordusunu teçhiz edip, ultra lüks konutlarda yüzlerce yıl öncekine
benzer toplumsal koşullarda yaşıyor. Böyle davranabilmesinin geri planında
bulunan şeyin, yani son 80-90 yılda toplumsal değişim ve dönüşümü durdurabilmesini
sağlayan en önemli unsurun, kolay ve zahmetsizce kazanılan petrol geliri olduğu
biliniyor.
Son dönemde petrol
fiyatlarında yaşanan düşüşler, Suudi Arabistan’ı her yönden çok zorladı.
Bütçesi 2015 yılında yaklaşık 100 milyar dolar açık verdi ki, bu o günkü
kurlarla 280 milyar TL’lik bir rakama karşılık geliyordu. Suudi Arabistan’dan yaklaşık 2,5 kat fazla
nüfusu barındıran Türkiye bütçesi ise aynı yıl sadece 23 milyar TL açık
vermişti. Aynı yıl IMF, Suudi Arabistan’ın nakit varlığının kendisini 5 yıl daha
götürebileceğini, bunun ardından iflas edeceğini tüm dünyaya ilan etmişti. Yine
aynı yıl Kral Abdullah’ın vefat etmesi ve yerine Selman bin Abdülaziz’in
geçmesi “ilginç bir tevafuk” olarak tarih sayfalarına not edildi. Selman’ın
veliaht oğlu Muhammed yani MbS, işte bu ortamda Vizyon 2030’u hazırladı.
Suudi Arabistan’ı alelacele
Vizyon 2030’u hazırlamaya iten en önemli etmenlerden biri de dünyada petrol devrinin
bitebileceğine yönelik tahmin, değerlendirme ve beklentiler… Yeni rezervlerin
keşfedilmesi, doğal gazın gündelik yaşamın birçok alanında petrolün yerine
geçmesi gibi gelişmeler, dünyada 100-120 yıllık “Ya petrol biterse?” korkusunu
ikinci plana itmiş durumda… Bu endişenin yerini ise özellikle petrol üreticisi
ve ihracatçısı ülkelerle sınırlı olan “Ya Petrol Devri biterse?” endişesi aldı.
Nitekim Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatının (OPEC) kurucusu ve 24 yıl Suudi
Arabistan Petrol Bakanlığı görevini yürüten Zeki Yamani, 2000 yılında "Taş Devri
dünyada taş kalmadığı için bitmedi. Petrol Devri de dünyada petrol kalmadığı
için bitmeyecek" demişti. Yamani, tüm dünyada teknolojik gelişmeler ve alternatif
enerji kaynaklarının kullanımındaki artışla, 2020 yılından itibaren dünya
petrol talebinde azalma beklediğini bildirmişti. Son 10 yılda elektrikli
arabalar ile kamyonlara yapılan büyük yatırımlar ve sağlanan hızlı gelişmeler, nükleer
enerji yatırımlarının artması, rüzgar ve güneş enerjisine yönelik devasa
yatırımlar, birkaç yıl gecikmeyle de olsa Zeki Yamani’nin tahmininde haklı
çıkacağının işareti gibi görünüyor. Nitekim Veliaht MbS de, Vizyon 2030
belgesini açıklarken, plan uygulandıkça Suudi Arabistan’ın petrole
bağımlılığının 2020 yılından itibaren azalmaya başlayacağını ve petrol dışı
gelirlerin artacağını ileri sürmüştü.
Elbette bütçesi her
yıl 70-100 milyar dolar açık veren bir ülkede Vizyon 2030 gibi iddialı bir
projeyi yaşama geçirmek için ‘maliyeti olmayan bir kaynak’ gerekiyordu. Suudi
Arabistan, bu kaynağın Suudi Aramco Petrol Şirketinin yüzde 5’inin halka
açılmasıyla yaratılacağını belirtmişti. Suudi Aramco’nun 2 trilyon dolar değeri
olduğu öne sürüldü ve halka arzla 100 milyar dolar gelir yaratılacağı kamuoyuna
açıklandı. Ancak aradan geçen 2,5 yıl Aramco’nun bilançosunun şeffaf
olmamasının, Batılı borsalarda hisselerini satmaya uygun olmadığı gerçeğini
ortaya çıkarttı. Yani Vizyon 2030’un en önemi finans kaynağı sayılan Suudi
Aramco’nun halka arzı, şu anda belirsizlik içinde bulunuyor. Kimisi tarihi
belli olmayan bir ertelemeden bahsederken, kimisi de Aramco’nun Suudi Arabistan
Borsası ‘Tedavül’de halka açılacağını ileri sürüyor.
İşte bu nedenler ve
oluşan yeni şartlar sebebiyle, bazılarına göre Suudi Arabistan Hanedanı ve
halkı için petrolün yarattığı 70-80 yıllık ‘sahte cennet’ artık bitti ve gerçeklerle
yüzleşme zamanı geldi. Gazeteci Kaşıkçı, Suudi Arabistan’ın yaşamaya başladığı
bu keskin yüzleşmenin belki de ilk önemli kurbanı oldu.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Kasım-2018 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder