30 Ağustos 2020 Pazar

DÜNYANIN SAĞLIĞI VE DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN (DSÖ) NASIL BİR GELECEĞİ OLABİLİR?

Cahit UYANIK

Bazen çok satan bir roman okur ve ayrıntılarını birkaç hafta içinde unutursunuz. Henüz 56 yaşındaki ABD’li yazar Dan Brown, günümüzde bu tip romanları yazan en ünlü isim olarak biliniyor. Brown kıvrak kalemi, gizemli ve sürükleyici anlatımıyla, televizyon ve internet üzerinden yayın yapan platformların heyecanlı dizi filmleriyle rekabet ediyor.

Geçen yıl sonunda Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya birkaç ay içinde yayılan, Temmuz ayı ortası itibarıyla tüm dünyadan 600 bin kişinin hayatını kaybettiği COVID-19 Pandemisi başladığında acaba kaç kişinin aklına Brown’un 7 yıl önce yayınladığı Cehennem (Inferno) adlı romanı gelmiştir ki? ‘Cehennem’de artan dünya nüfusunun insanlığı yok olmaya götüreceği ön kabulüyle, nüfusu azaltmak için gizli bir konsorsiyumun (şirketler birliği) tüm dünyaya ‘kısırlık virüsü’ yayma planı, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon tarafından kahramanca önlenmişti.

Langdon, virüsün dünyaya nereden yayılmaya başlayacağını ise Ayasofya Müzesindeki (Ne ilginçtir ki, müze, romandan 7 yıl sonra Türkiye tarafından camiye dönüştürüldü) simgelerden yola çıkarak bulmuş; dünya nüfusunu 1/3 oranında azaltacak hain virüs planını Yerebatan Sarayındaki mücadelesi sonrasında önlemişti. (İstanbul’un görkemli tarihsel yapılarından, Ayasofya’nın güneybatısındaki Bazilika Sarnıcı; Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından yaptırıldı. Suyun içinde yükselen ve sayısız gibi görünen sütunları sebebiyle halk arasında Yerebatan Sarayı olarak isimlendiriliyor. Bizanslılar ise sarnıcın bulunduğu yerde eskiden bir bazilika olduğu için, buraya Bazilika Sarnıcı demişti. İmparatorun, 100 bin ton su kapasiteli bu sarnıcı hem kentin su ihtiyacı için, hem de aylar sürebilecek askeri ablukalara karşı önlem olarak yaptırdığı düşünülmektedir.)

Aynı anda 12 dilde yayınlanma özelliği bulunan ‘Cehennem’de; Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) de ağır eleştiriler yöneltilmesi; birçok öngörüyü (İnsanlığa yönelik virüs tehdidi, Ayasofya’nın Hristiyan dünyası için simgesel önemi vb.) içinde barındıran bu romanı daha ilginç hale getirdi. Çünkü COVID-19 salgını başladıktan birkaç hafta sonra, başta ABD Başkanı Donald Trump olmak üzere, birçok önemli isim DSÖ’yü hedef tahtasına oturttu.

ABD Başkanı Trump, 500 milyon dolar aidat ödemelerine rağmen DSÖ’nün Çin’e yakın durduğunu, Çin’in baskısıyla COVID-19’u pandemi olarak ilan etmeyi geciktirerek tüm dünya ülkelerini ve ekonomilerini zarara soktuğunu, can kaybının artmasına sebebiyet verdiğini ileri sürerek bu Temmuz ayında üyelikten çekildi. ABD’nin üyelikten çekilme kararının 1 yıl sonra uygulamaya gireceği Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ifade edilirken; Demokrat Parti’nin başkan adayı Joe Biden seçimi kazanması halinde DSÖ’ye dönüş yapacakları sözünü verdi. Böylece ABD-DSÖ ilişkilerinin kaderi de, diğer birçok konu gibi ABD başkanlık seçimlerine bağlanmış oldu.

ABD Başkanı Trump, üyelikten ayrılmazdan birkaç ay önce DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’a gönderdiği mektupta, örgütte reforma gitmelerini şart koşmuş ancak bunların neler olduğunu açıklamamıştı. Ancak Trump’ın istediği reformların; ‘Parayı veren düdüğü çalsın’ misali, DSÖ’nün ortaklık ve yönetim yapısının ABD Hükümetinin kontrolüne girmesine yönelik olduğu tahmin ediliyor.

Peki önümüzdeki yıllarda dünyanın sağlığı ve DSÖ’nün geleceği nasıl şekillenebilir? 7 Nisan 1948 tarihinde BM’ye bağlı olarak kurulan DSÖ’nün, aradan geçen 72 yılda önemli başarı ve başarısızlıklara imza attığı artık herkesin kabulü. Çiçek hastalığının kökünün etkili bir aşı programı ile 1979’da (Dünyada bloklaşma eğilimi çok yaygınken bile) yeryüzünden kazınması DSÖ’nün başarısı olarak gösterilirken; COVID-19’u ancak 11 Mart 2020 yani salgın başladıktan asgari 3 ay sonra pandemi olarak ilan etmesi en yeni başarısızlığı olarak kabul ediliyor.

150 ülke, 6 bölge ofisinde 7 bini aşkın kişinin görev aldığı, iki yıllık (2018-2019) bütçesi 5,6 milyar dolara yaklaşan DSÖ’nün gelecekte nasıl bir örgüte dönüşmesi gerektiğini şu anda kimse bilmiyor. DSÖ’nün kaderini, dünyada sürüp giden küreselleşme karşıtı (ABD’nin başı çektiği) ve küreselleşme yanlısı (Çin’in başı çektiği) akımlardan hangisinin kazanacağı belirleyecek gibi duruyor. Yani “DSÖ’nün nasıl değişeceğini, kesinlikle dünya ekonomisinin nereye doğru evrileceği belirleyecektir” diyebiliriz.

Özellikle COVID-19 Pandemisinin önümüzdeki yıllardaki ‘Pandemiler Çağı’nın başlangıcı olduğu, burada takınılacak tavırların ve alınacak önlemlerin insanlığın ve insan sağlığının geleceğini belirleyeceğine dair distopik düşünceler, DSÖ’de acilen reform yapılması ihtiyacının bir başka göstergesi. Endişeleri olan DSÖ üyesi 194 ülke, zaten geçen Mayıs ayında COVID-19 salgınının küresel çapta ele alınışı hakkında bağımsız bir soruşturma başlatılmasını kararlaştırmıştı. DSÖ’nün izlediği politikaların inceleneceği soruşturma, DSÖ’nün geleceğinin ne olacağı açısından kritik önemde bulunuyor. Nitekim Avrupa Birliği (AB) Sözcüsü Virginie Battu-Henriksson, soruşturmada birçok önemli sorunun yanıt beklediğini belirterek, "Bu pandemi nasıl yayıldı? Ardındaki epidemiyoloji nedir? Tüm bunlar bu tür başka bir pandemiden kaçınmamız için kesinlikle hayati önemde" diyerek nihai beklentiyi dile getirmişti.

DSÖ’nün finansmanında 300 milyon doları gönüllü, geri kalanı zorunlu olmak üzere yaklaşık 500 milyon dolarlık ödeme ile ABD başı çekiyor. BBC Türkçe’nin haberine göre DSÖ’nün ikinci ve üçüncü en büyük finansörü ise bir devlet değil, bir vakıf ve ‘vakıflar birliği’. İkinci en büyük finansör olarak Bill ve Melinda Gates Vakfı DSÖ’ye 250 milyon dolara yakın yardımda bulunuyor. Üçüncü en büyük finansör olan ‘vakıflar birliği’nin de başını Bill ve Melinda Gates Vakfı çekiyor. DSÖ’nün resmi internet sitesinde, devletlerin yanı sıra ‘Sağlık ortaklıkları, vakıflar, hükümetler arası ve sivil toplum örgütleri, sivil toplum, medya, mesleki dernekler ve DSÖ işbirliği merkezleri’ ile beraber çalışıldığı belirtiliyor.

Eğer ABD seçimini Trump kazanır da, gelecek yıl Temmuz ayında DSÖ’den resmen ayrılırsa; DSÖ Bill Gates’in eline kalmış olacak. Bill Gates ve önemli bilişim teknoloji firmalarının 2016 seçimlerinde Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’ı destekledikleri; buna karşılık petrol ve kömür üreticisi firmaların da kartlarını Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’a oynadıkları belirlenmişti. Birkaç ay sonra yapılacak 2020 ABD başkanlık seçimi, bu cephelerin yeniden keskinleşmesine sebep olacak. Trump ve onu destekleyenler, bir anlamda DSÖ üzerinden de Gates ve Çin’le hesaplaşmaya devam edecekler. Seçimi Trump kazanıp kaynak vermeyi keserse; başta Çin olmak üzere birçok ülke, belki de DSÖ’nün bir vakıf ve ‘vakıflar birliği’ tarafından finanse edilir olmaması için bir şeyler yapmak zorunda kalacaklar. Bu analiz ışığında; DSÖ’nün geleceği hakkında sürdürülen mevcut soruşturmanın, ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarından doğrudan etkilenebileceğini söylemek kahinlik olmaz.

DSÖ’nün geleceğinde Bill Gates’in ve ‘vakıflar birliği’nin rol oynayıp oynamayacağını bugünden görebilmek mümkün değil. Ancak Gates, yıllar önce ünlü İngiliz gazetesi The Times’a verdiği demeçte; “Gece uykumu kaçıran tek şey bir salgın düşüncesi. Dev grip salgınının üzerinden 100 yıl geçti. İnsanlar bugün daha sık seyahat ediyor. Bu nedenle bir salgın çok daha hızlı yayılabilir. Eğer solunum yoluyla bulaşan bir hastalık olursa, can kaybı sayısı korkunç olabilir" demişti. 

Bu öngörüsüyle parmak ısırtan Gates, pandemi ilan edildikten 1 ay sonra yaptığı açıklamada ise COVID-19 salgınını ‘dünya savaşı’na benzetmiş ve "En büyük kabusum gerçek oldu. Salgının dünya savaşından tek farkı, hepimizin aynı cephede olması" demişti. Gates, bulunacak aşının fabrikalarda milyarlarca dozda üretilmesi için fon sağlayacağını, salgının gelişmekte olan ülkelerde daha ağır sonuçları olacağından çekindiğini ve salgınla yeryüzünde görülen eşitsizliğin daha çok perçinlendiğini söylemekten geri durmamıştı. Ne ilginçtir ki; Gates’in gelişmekte olan ülkelerle ilgili düşünceleri, benzer cümleler kurularak DSÖ Genel Direktörü Tedros tarafından da bir basın toplantısında dile getirilmişti.

Yeniden Dan Brown’a dönersek… Brown kitabına, ünlü İtalyan yazar Dante Allegrieri’nin İlahi Komedya adlı eserinde geçen ‘Cehennem’den esinlenerek bu ismi vermiş ve kitabının birçok yerinde İlahi Komedya’nın bu kısmına atıfta bulunmuştu. Dante Allegrieri, kitabında yüzlerce yıl önce "Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır" diye yazmıştı. 2020 dünyası için bu cümleyi “Mevcut durumun sürdürülmeye çalışılması tarafsızlıkla eşdeğerdir. Dünyanın sağlığı için DSÖ’nün bir şekilde değişmesi gerekiyor. Aksi taktirde cehennemin en karanlık yerleri bizi bekliyor olacaktır” şeklinde de yorumlayabiliriz.

(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ağustos-2020 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder