30 Mart 2018 Cuma

MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI



Cahit UYANIK

1970 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü de kazanan ünlü Amerikalı iktisatçı Paul Samuelson’un, kendisi kadar ünlü sözlerinden biri şöyledir: “Tarihte üç önemli keşif vardır: Ateş, tekerlek ve merkez bankası”. Gerçekten günümüzde önemleri giderek artan merkez bankaları ve onların başına atanacak isimlerin yıllar önce (Dikkatinizi çekerim, aylar değil…) tartışılıp konuşulmaya başlandığını, ince siyasi hesaplara konu edildiğini gördükçe Paul Samuelson’a hak vermemek mümkün değil.

Bunun en yeni örneği Avrupa Merkez Bankasında (ECB) yaşanıyor. 2011 yılı Kasım ayında 8 yıllığına ECB Başkanı olan ‘Süper Mario’ lakaplı İtalyan vatandaşı Mario Draghi’nin yerine getirilecek veya getirilmesi gereken isim, görevinde son 2 seneye girdiği 2017 yılı Kasım ayından itibaren tartışılmaya başlandı.  Draghi’nin odağında olduğu tartışmalara birazdan yeniden döneceğiz ama aynı şeyin Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) de yaşandığını söylemeliyiz. Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) başındaki Janet Yellen’ın da 2018 yılı başında dolacak 4 yıllık görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı, 2015 sonundan itibaren (Başkanlık seçimi kampanyalarının başlamasıyla)  gündeme geldi. Ve yine 2 yıl sonra yani 2017 yılı sonunda ABD Başkanı Donald Trump, Yellen ile 4 yıl daha çalışmayacağını resmen açıkladı. Oysa Yellen FED’in 100 yılı aşan tarihindeki ilk kadın başkandı ve herkes tarafından başarılı bulunuyordu.  

Trump, Yellen’ın yerine başkan yardımcılarından Jerome Powell’ı guvernör yani başkan olarak atadı. Trump ile Powell’ın en önemli ortak yönü, ikisinin de çok zengin olmaları. İki isim arasındaki tek ortak nokta bu değil elbette… Trump, ABD başkanlığına hiçbir kamu hizmetinde çalışmadan seçilen ilk başkan olmuştu. Hukuk eğitimi alan Powell ise bir ekonomist olmamasına ve ekonomi doktorası yapmamasına rağmen FED Başkanlığına atandı. Oysa son iki FED başkanının doktora derecesi vardı.

Bir başka ortak nokta: Trump ve Powell’ın da çok güçlü birer piyasa geçmişleri var. Trump’ın küresel çapta bir iş insanı olduğunu herkes biliyor; piyasa tecrübesini anlatmaya gerek yok. Powell ise uzun yıllar Wall Street’te çalıştı. Zaten servetini de bu sırada yaptı. Trump’ın düşük işsizlik ortamında, FED’in mevcut para politikasından ve faizlerde enflasyona bağlı olarak yavaş bir hızla kademeli artış yapılmasından şikayetçi olmadığı biliniyor. Powell da bu politikayı destekliyor. İşte Trump’ın uzmanlık ve akademisyenlik tecrübesi geniş Yellen değil de; piyasa tecrübesi yüksek (kendisi gibi) bir isimle çalışmak için, 38 yıl aradan sonra bir FED Başkanının görev süresini ikinci defa uzatmadığı ve Powell’ı tercih ettiği tahmin ediliyor.

Dünya piyasalarında Yellen’ın görev süresinin uzatılmayarak Powell’ın atanması kadar büyük gürültü koparmasa da, Japonya’da merkez bankasının mevcut başkanı Haruhiko Kuroda’nın yeniden atanıp atanmayacağı kısa süreliğine tartışıldı. 73 yaşındaki Kuroda, Japonya Merkez Bankası (BOJ) başkanlığına 5 yıllığına yeniden atanırken, son 50 yıldır en uzun süre başkanlık yapmış isim olarak tarihe ismini yazdırdı. Japonya’da ve önemli uluslararası görevlerdeki (Asya Kalkınma Bankası başkanlığı gibi) çalışmaları sebebiyle dünya para piyasalarının 1990’ların başından itibaren çok yakından tanıdığı ve Japon para birimine atıfla “Bay Yen” lakabını taktığı Kuroda, 5 yıl sonra koltuğunu bırakma ihtimali çok yüksek olan  Maszumi Wakatebe’yi de başkan yardımcılığına atadı. Huroda ve Wakatebe, Japonya’yı resesyondan çıkarmak için ultra gevşek para politikalarını savunuyorlar. İktidardaki Şinzo Abe’nin izlediği ve “Abenomics” olarak bilinen ekonomik durgunlukla mücadele politikaları ile uyumlu bu iki isim, bir anlamda Japon ekonomisinin parasal boyutunun geçmiş ve gelecekteki en az 15 yıllık istikrarlı ve tutarlı duruşunu temsil ediyorlar.

ABD ve Japonya’daki merkez bankası başkanı atamalarından sonra, yeniden Avrupa Merkez Bankasına (ECB) dönersek… Draghi’nin görev süresinin 2019 sonunda dolacak olmasına rağmen kulislerin şimdiden hareketlendiğini söylemiştik. Nitekim Euro Bölgesi maliye bakanları geçtiğimiz günlerde Brüksel’de toplanarak Vitor Constancio'dan mayıs ayında boşalacak Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkan Yardımcılığı görevi için İspanya Ekonomi Bakanı Luis de Guindos'u seçtiler. İlk bakışta basit bir bürokratik işlem gibi görünen bu atama çok önemliydi ve tüm dünya ekonomi medyası tarafından dikkatle izlendi. Çünkü Guindos'un seçilmesi 2019 yılında görev süresi dolacak olan Mario Draghi'nin yerine ECB Başkanlığı koltuğuna bir Alman vatandaşının  oturması şansını da yükseltti.

Neden mi? ECB Başkan Yardımcılığı görevinin bir Güney Avrupa ülkesinde olması, başkanlık görevinin de bir Kuzey Avrupa ülkesine gitmesi olasılığını artıran bir durum... Eğer gelecek yıl ECB’nin başına bir Alman atanırsa, 16 yıl aradan sonra koltuk Güney’den Kuzey’e taşınmış olacak. Çünkü ECB’de 2003-2011 yılları arasında da bir Güney ülkesi olan Fransa vatandaşı Jean-Claude Trichet başkanlık vazifesini yürütmüştü. (Trichet, bu görevi bir Kuzey ülkesi olan Hollanda’nın vatandaşı Wim Duisenberg’den devralmıştı.)

Bu kişiler aslında, bir yönüyle gevşek veya sıkı para politikası yanlısı olmaları sebebiyle çok önemli. Draghi, görev süresi boyunca Euro Bölgesinin durgunluğa sürüklenmemesi için düşük faiz politikası ve piyasaları bol paraya boğma yönünde politikalar takip etmişti. Draghi’nin görev süresinin son yılının ise bu politikadan çıkış tartışmaları ile geçmesi bekleniyor ki; Almanlar’ın geleneksel olarak faizlerin artırılmaya başlanması ve bol para politikasından vazgeçilerek muslukların sıkılmasından yana olduğu biliniyor. İşte bu pratik sebeplerden dolayı da ECB’nin başına bir Alman’ın seçilme ihtimali yüksek görülüyor. Ancak henüz ortada bir isim yok ama Almanya’da yeni koalisyon hükümeti kurulduktan sonra bakacağı ilk konulardan birinin bu olması bekleniyor.

Peki neden merkez bankası başkanlığı koltuğu bu kadar önemli hale geldi? Bu sorunun cevabını para birimlerinin ardından altın stoklarının desteğinin çekildiği ve itibari değere sahip kağıt para sistemine geçildiği 1970’lere kadar götürmek mümkün. Çünkü daha öncesindeki yıllarda; merkez bankaları para basmak ve basılan bu paranın değerini garanti edecek altın stoklarını yönetmek, bankaları denetlemek, mali sistemi çekip çevirmek gibi görevlere sahipti. Ancak 1970’lerde paranın üzerindeki değerin ülkenin ve merkez bankasının izlediği, başta para politikası olmak üzere birçok konuyla ilişkilendirildiği ‘itibari para’ dönemine girildi.

1980’lerden sonra da tüm dünyada küreselleşme süreci başlayınca, uluslararası finans akımları rekor düzeyde arttı. Finansal mühendislik harikası türev ürünler de para piyasalarından çok büyük paylar almaya başladı. Boyutları çok büyüyen ve çeşitlenen finans piyasalarını kontrol etmek için; Türkiye’deki Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) benzeri bağımsız, denetleyici ve özerk kurul olarak örgütlenmiş yeni devlet otoriteleri oluşturuldu. Ancak para politikasını (faiz silahı) elinde tutması sebebiyle, bu devasa hale gelen piyasalar için merkez bankalarının önemi azalmadı, aksine arttı.

Nihayetinde, son 50 yılın merkez bankası başkanları bir tür ‘para devletinin devlet başkanları’ muamelesi görmeye başladılar. Kimse de bu sebeple bir merkez bankası başkanının atanması mevzusunun 2 yıl önceden tartışılmaya başlanmasını garipsemiyor. Çünkü dünya piyasalarında artık 2-3 yıllık tahviller neredeyse kısa vadeli bir enstrüman gibi değerlendiriliyor. 5, 10, 20, 30 yıllık tahvillerin derin bir piyasası bulunuyor. Faize duyarlı bu piyasalar için de 4, 5 veya 8 yıllık görev süresine sahip merkez bankası başkanları ve görev sürelerinin uzayıp uzamayacağı çok önem taşıyor. Artık finans piyasalarının çok boyutlu, çok ülkeli, hem uzun vadeli hem anlık kararların etkili olduğu, belki de bu sebeple finansal krizlerden en az 10-15 yılda çıkılabildiği kompleks bir yapısı bulunuyor. Merkez bankası başkanları da ellerindeki faiz silahı ile “modern çağın yeni, az tartışılabilen ve gizli hüküm sahipleri” olarak, hepimizin hayatını doğrudan etkileyebiliyorlar. 
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin  Mart 2018 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder