Cahit UYANIK
Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) Çin’den ithalatına ek gümrük vergileri koyarak ticaret savaşını
hızlandırdığı geçtiğimiz Haziran ayı başında, uluslararası kredi derecelendirme
firması Fitch Ratings CNBC’ye ilginç bir açıklama yaptı. Fitch Ratings analisti
James MacCormack, doların zamanla ‘rezerv para’ statüsünü kaybetmesine neden
olabilecek faktörler bulunduğunu ifade etti ve bunları “ABD’nin uyguladığı ekonomik
yaptırımlar” ile “ticarette korumacı politikalar” olarak açıkladı.
Analist, korumacı politikaların
ticaretin Amerika'dan uzaklaşmasına ve ticaret ortaklarının dolar yerine kendi
para birimlerini kullanmasına neden olduğunu vurguladı. ABD politikalarının
İran ve Rusya gibi ülkeleri dolardan uzaklaştırdığını belirten uzman, Çinli ve
Avrupalı politika yapıcıların kendi para birimlerinin rolünü genişletmek için
fırsatlar aradığını dile getirdi.
Donald Trump’ın 2017 yılında
başkan olmasıyla dünya ekonomisinde hızlanan bu etki-tepki mekanizmasını çok
güzel açıklayan MacCormack, sözünü hiç sakınmadan “Doların küresel konumunu
kaybetmesi yavaş da olsa gerçekleşiyor. IMF verilerine göre ülkelerin
döviz rezervleri içerisinde doların payı 2001'de yüzde 73 düzeyindeyken, 2018
sonunda yüzde 62´ye düştü. Bunun yanı sıra Dünya Altın Konseyi, merkez bankalarının
2018'de 1971´den beri en yüksek yıllık altın alımını gerçekleştiğini açıkladı. Eğer
dolardan diğer para birimlerine ve para birimlerinden altına geçiş trendi devam
ederse, dolar rezerv statüsünü kaybedecek ancak bu kademeli biçimde
gerçekleşecek. Hala küresel merkez bankalarının değer biriktirmede ilk
tercihleri dolar. Paradoksal bir şekilde doların küresel rolünün kaybolmasında
asıl neden, ABD'nin kendisinin uyguladığı politikalardır” şeklinde ifadeler
kullandı.
Bu dürüst açıklamanın yapıldığı
günlerde ABD yönetimi ise İran’a uyguladığı ambargoyu derinleştirmek, ağır
finansal ve ekonomik yaptırımların anlatıldığı bir mektup yoluyla Rusya’dan
S-400 füze sistemleri satın alan Türkiye’yi hizaya getirmeye çalışmak, yine
aynı füzelerden edinmek isteyen Hindistan’ın da gözünü korkutmakla (basın
açıklamaları yoluyla) meşguldü. Oysa ABD
bu ve buna benzer tavırlarıyla, 1944’ten bu yana ‘küresel rezerv para’ olarak
kabul edilen doların bu statüsünün temel şartlarından birini daha ihlal
ediyordu. Siyaset, Ekonomi ve Toplum
Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından yeni yayınlanan “Çok Kutuplu Dünyada
Doların Yerini Ne Alacak?” başlıklı araştırma raporunda; bu ihlal konusunda
“Uluslararası (rezerv) para birimine sahip ülkenin söz konusu konumunu
sürdürebilmesi ve koruyabilmesi noktasında şu beş faktör kritik öneme sahiptir:
• Yüksek cari açığa sahip
olmaması
• Yüksek bütçe açığı bulunmaması
• Yüksek enflasyona sahip
olmaması
• Finansal istikrarı
sağlayabilmesi
• Siyasi gerekçelerle diğer
ülkelere ekonomik/finansal yaptırımlarda bulunmaması ve/veya ekonomik/finansal
saldırı yapmaması gerekir” deniliyordu.
SETA Araştırmacısı Mevlüt
Tatlıyer tarafından gerçekleştirilen araştırmada Amerikan dolarının günümüzde
bu beş şarttan sadece birini karşılayabildiği anlatılarak “Bugün ABD sadece
üçüncü şartı (yüksek enflasyona sahip olmaması) sağlayabilmektedir. Öte yandan
doların mevcut konumunu sürdürebilmesi için gerekli olan ‘ABD hegemonyası’
dünyada ekonomik eksenin hızla Asya’ya kaymasının doğal bir sonucu olarak hızla
aşınmaktadır. Bu açıdan doların eksende olduğu mevcut küresel finansal/ticari
sisteme alternatif arayışlarının bundan sonraki süreçte giderek artacağı ve
uzun vadede yeni bir finansal/ticari sisteme geçileceği rahatlıkla
söylenebilir. ABD’nin mevcut ‘hırçın’ tutumunun bir taraftan dünya ekonomisine
belirli ölçüde zarar vereceği, diğer taraftan da söz konusu geçiş sürecini daha
da hızlandıracağı öngörülebilir” deniliyordu. Böylece Fitch Analisti
MacCormack’a benzer düşünceler, bir başka bağımsız uzman tarafından da dile
getirilmiş oluyordu.
ABD’ye nispet yaparcasına Avrupa
Birliği’nin (AB) en ağır başlı kurumlarından “Euro’nun patronu” Avrupa Merkez
Bankası (ECB) ise geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız bir açıklama yayınlıyordu.
ECB, euro’nun uluslararası rezervlerdeki payının 2017 yılında yüzde 19,5 iken,
geçen yıl sonu itibarıyla yüzde 20,7’ye yükseldiğini duyuruyordu. Bunun açık
anlamı şuydu:
Dünyadaki ekonomi yönetimleri ve merkez
bankaları, uluslararası rezerv oluştururken geçen yıl euro’ya daha fazla
teveccüh göstermişti.
Doların ‘küresel rezerv para’
statüsünün zayıflamaya başlamasında önemli payı olduğu kabul edilen Trump, oysa
“ABD’yi Yeniden Güçlü Yap” sloganı ile iktidara gelmişti. Aradan geçen 2.5
yılda dolar diğer para birimlerine karşı gücünü parite anlamında korudu ve daha
da yükseldi. Ancak Trump, ekonomik faktörlerin yanı sıra birçok siyasi faktörün
de içinde bulunduğu doların rezerv para statüsünü zayıflattı. Peki dolar, yakın
bir gelecekte küresel rezerv para statüsünü kaybedebilir mi?
Dolar şu anda tüm dünyada gücünü
koruyor ki, bu AB ve Çin gibi rakiplerinin işine geliyor. ‘Kur savaşı’
yaşandığını düşünen ve doların değerinin ne olması gerektiği konusunda kafası
karışık olan Trump, 2018 yılı başında “Güçlü dolar iyidir” derken, bir yıl
sonra "Güçlü
bir dolar istiyorum ama ülkem için iyi bir dolar istiyorum. Diğer ülkelerle iş
yapmak için zorlandığımız kadar güçlü bir dolar değil" diyebiliyordu. Trump
rakip paraların orijin ülkelerini ise “Kasıtlı olarak paralarının
değerini düşük tutup bizi zayıflatıyorlar. FED de faizleri düşürmeyerek güçlü
dolara yol veriyor” şeklinde eleştiriyordu.
Yani Trump’ın tutarsız
açıklamaları finansal istikrarı bozuyor ve doların rezerv para olma
şartlarından birini daha iyice zayıflatıyor. Aslında ABD büyük oranda ithalat yaparak
önemli düzeyde cari açık veren bir ülke olmasına rağmen, doların rezerv para
statüsünün sürmesi sebebiyle ekonomisinde büyük dalgalanmalar yaşanmıyor. ABD,
parasının bu statüsü dolayısıyla düzenli şekilde borçlanıp harcamalarını
finanse etmeyi sürdürebiliyor.
Ancak “senyoraj hakkı” da denen
bu özellikler sebebiyle ABD, zaman zaman kendi ekonomisinde yaşanan olumsuz
gelişmeleri doğru tespit etmekte zorlanabiliyor. Öyle ki hakkında “Maestro”
adlı kitaplar yazılan FED başkanları, birkaç yıl sonra yaşanan dev bir finansal
ve ekonomik kriz sebebiyle tarihin çöplüğüne atılabiliyor. Amerikan dolarının bu
önemli zafiyetine çözüm arayan FED, son zamanlarda faiz artışlarında ‘şahin’ bir
pozisyon takınıyor ve ekonominin siyasetçilerin baskısıyla düşük faizde tutulup
aşırı ısınmasını engellemeye çalışıyor. Trump ve benzeri siyasetçiler de
enflasyonun düşük olduğunu, faizlerin de düşük olması gerektiğini; faizlerin
yüksek tutulmasının işsizliği artıracağını ileri sürüyor. Trump’ın özerk merkez
bankası statüsündeki FED’e bu eleştirileri, rezerv para olarak kalabilmek için
doların finansal istikrarı sağlaması gerektiği şartını bir başka açıdan
aşındırıyor.
Güncel değeriyle ilgili böyle bir
tartışma sürerken; ABD’nin dünya ekonomisinden alacağı payın yüzde 20’lerin
altına inerek liderlik koltuğunu kaybedeceği önümüzdeki yıllarda, doların
gücünü korumakta zorlanacağı herkesin kabulü olmaya başladı. Trump’ın Çin,
Rusya, Türkiye, İran, Hindistan gibi ülkelere karşı doları “Ekonomik bir silah
gibi kullanması” da doların güç kaybetme sürecini iyice hızlandırıyor.
Başta bu ülkeler ve dünya
ekonomisinin diğer önemli aktörleri “Dolardan kaçış” politikaları kapsamında;
Bitcoin türü kripto paraların kullanımının artacağı, ülkeler arası ikili takas
anlaşmalarının canlanarak doların daha az talep edileceği, yerel paralarla
ticaretin doların yerine geçeceği, bilinçli tercihlerle Euro ve Çin Yuanı’nın en
az dolar kadar rezervlerde güç kazanacağı, bölgesel takas birlikleri kurularak
rezerv para kullanmamanın getireceği daraltıcı etkilerin asgariye indirileceği,
altına dayalı yeni bir para sistemi tasarlanacağı gibi senaryoları hayata
geçirmek için çalışıyorlar.
Söz gelimi bu senaryolardan ‘hemen
ve en uygulanabilir olanı’ şeklinde tanımlanan yerel paralarla ticaret
konusunda Türkiye önemli mesafe kat etmiş durumda. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, geçen sene sonunda yaptığı bir açıklamada
küresel ticaret savaşlarında Türkiye’nin elini güçlendirmek için yerel paralar
ile ticareti artırdıklarını bildirdi ve “2000’li yıllarda yüzde 1 düzeylerinde
olan TL ile dış ticaret, her geçen yıl artış göstererek 2016 yılında yüzde 6,5
ve 2017 yılında yüzde 8,1 seviyelerine kadar yükseldi” dedi. Ülke merkez
bankalarının swap (yerel paraların karşılıklı takası) anlaşmaları yoluyla
işleyen bu süreç, doların tamamen dışlanması anlamına geliyor.
Bütün
bu anlatılanlar ve önde gelen ülkelerin yaptığı çalışmalar; dolara giderek daha
az ihtiyaç duyulacağı ve dünyada ‘dolarla hesaplanan’ ve ‘dolar dışı yöntem ve
paralarla hesaplanan’ bir ekonomik yapılanmanın önümüzdeki yıllarda hayata
geçirilebileceğini bize gösteriyor. Bu sürecin ne kadar uzun veya kısa
olacağını ise büyük olasılıkla ABD’nin kendi izlediği politikalar belirleyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder