17 Mayıs 2025 Cumartesi

AVRUPA BİRLİĞI (AB) İLE İMZALANAN ANKARA ANLAŞMASINDAN GÜMRÜK BİRLİĞİ KARARINA: KİM, NASIL BİR ROL OYNADI?

Gümrük Birliği/

ÇORBADA HERKESİN TUZU VAR

250-300 yıllık Batılılaşma çabası, 21. Yüzyılın ilk yıllarında nihayet bulacağa benziyor.

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin Gümrük Birliği konusundaki kaderi önümüzdeki günlerde netleşecek. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, hukuksal boyutlarıyla bir serbest ticaret anlaşmasından öte, 'bir entegrasyon modeli' konumundaki Gümrük Birliği uzun yılların mücadelesini yansıtıyor. Bu konuda ilk ateşi yakan isim ise Atatürk... Türk insanına 'muasır medeniyetler'i hedef gösteren Atatürk, o zaman için muğlak olan bu kavramın zaman ilerledikçe kanlanıp canlanacağını tahayyül ediyordu. Aslında Atatürk 1700'lü yılların sonunda başlayan Batılılaşma hareketlerinin en yeni sözcüsüydü.

Yunanistan belirleyici...

Gümrük Birliğine doğru yol alan Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki resmi ilişkilerin kökeni 1959'a yani Adnan Menderes’in başbakanlığına kadar uzanıyor. Türk dış politikasındaki en belirleyici unsurlardan biri olan Yunanistan, -o zamanki ismiyle- Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerde de benzeri bir rol üstlendi. Yunanistan'ın AET'ye başvurmasının hemen iki hafta peşinden Türkiye de onu izledi. Menderes, ta o yıllarda şimdikine benzer endişeleri dile getiren siyasetçilere şu kesin cevabı vermişti: 'Yunanistan'ın altından kalkıp da bizim başarılı olamayacağımız ne olabilir ki?'. Bu cümle, tartışmalara noktayı koydu. 

Ancak 3,5 yıl süren görüşmeler sonrasında AET ile Türkiye arasında Ankara Anlaşmasına imza koymak o zamanki başbakan, İsmet İnönü'ye nasip oldu. İnönü, 1946'da çok partili rejime geçişle Batılılaşma'nın siyasal alt yapısını kurmuştu. Batılı ekonomik alt yapının ilk resmi belgesi olan Ankara Anlaşmasına da böylece 'İnönü damgası' vurulmuş oldu. İnönü 1963'te AET ile ilişkiler konusunda bazı endişeler dile getirilince şu soruyu sordu: 'İstediğim zaman çıkabilecek miyim?". İnönü 'Evet' cevabını alınca imzayı bastı. Türkiye, AET'ye 'ortak üye' olmuştu. Türkiye-AET ilişkilerinde ilk zorlu dönemeç denilen 'Hazırlık Dönemi'ni başlatmak İnönü'ye düşmüştü. 

Askerler ve Demirel 

İkinci zorlu dönemeç ise 'Geçiş Dönemi'ne start vermekti. Geçiş Dönemi'ni isimlendiren belgenin resmi adı 'Katma Protokol'du. Bu belgeyi savunmak ve Meclis'ten geçirmek 12 Mart Ara Rejimi Başbakanı, eski CHP'li Nihat Erim'in işiydi. Katma Protokol, 1973'te uygulamaya girmiş ve 22 yıllık bir geçiş dönemi sonrasında 1995 bitiminde yeni bir aşamaya ulaşılacağını bildirmişti. O dönemki Meclis görüşmelerinde Katma Protokol'den pek memnun kalmayan Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) mensup isimler yoğun salvo ateşine başlamıştı. Başında Süleyman Demirel'in bulunduğu Adalet Partisi (AP) ise askerlerin kendisini devirmesini bir psikolojik kompleks konusu yapmadan Katma Protokolü destekledi.

Türkiye daha sonraki 7 yıl boyunca Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Demirel arasındaki siyası çekişmelere sahne oldu. 1974'te kurulan CHP-Milli Selamet Partisi (MSP) Hükümeti AET ile 'Ne şiş yansın ne kebap" politikası izledi. Kıbrıs Harekatı ile de ilişkiler buzluğa kaldırıldı. Daha sonraki Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri ve Ecevit'in başka partilerdem milletvekili transfer ederek kurduğu  hükümette AET ile ilişkiler bir boşlukta sallanıp durdu. Ama bağımsızlık düşüncesine önem verdiğini diline pelesenk etmiş olan Ecevit, ekonomik krizden çıkmak için her seferinde yabancıların desteğini istiyordu.

Bağımsızlık, dış yardım ve Ecevit 

Bu ortamda cunta rejiminden kurtulup demokrasiden yana tercih koymuş bulunan Yunanistan, AET'ye tam üyelik başvurusu yaptı. Her zaman için Türkiye ve Yunanistan arasında denge politikası gütmeye alışmış olan Batılılar, Türkiye'den de benzer bir girişim bekledi. El altından haberler yolladı. Türk dostu Avrupalılar gazetelere imalı demeçler verdi. Ama Ecevit tam üyelik başvurusu için Avrupalılardan o kadar büyük bir mali yardım talep ediyordu ki, daha yeni yeni genişlemeye çabalayan AET'nin gözü korktu. Daha sonra bazı yorumcular Ecevit'in özellikle tam üyelik başvurusu yapmamak için bu kadar büyük bir mali yardım talebinde bulunduğunu bile yazdı.

Erbakan da aslında Avrupalı

Türkiye-AET ilişkilerinin canlanması için çaba sarf etmek ise 1980'den önceki AP Azınlık Hükümetine kaldı. Demirel'in kurduğu hükümet Erbakan'ın MSP'si ve Türkeş'in Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından dışarıdan destekleniyordu. Erbakan'ın güven oylamasında hükümete 'kerhen' yani 'istemeye istemeye' evet demesi günlerce alay konusu olmuştu. Erbakan böylece, 'AET ile ilişkilerin canlandırılacağını ifade eden' hükümet programına kerhen de olsa 'evet' demiş oluyordu. Yani Erbakan da Avrupalılığa olumlu bakmıştı.

24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları ise azınlık hükümetinin adeta 'bomba' icraatı  oldu. Ne acıdır ki Türkiye'nin ekonomik yapısını değiştiren bu kararları alarak Batı’ya bir adım daha yaklaştıran hükümet, azınlıktaydı. Kararlar için talimat veren Demirel, hazırlayan ve pratiğe döken de Turgut Özal'dı. Dönemin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, ilk kez AET'ye tam üyelik başvurusunu telaffuz eden isimdi. Fakat Erkmen, bu davranışının bedelini Erbakan ve Türkeş'in ortaklaşa gensorusuyla 'düşürülerek' ödedi.

Aşık Veysel ve Turgut Özal 

12 Eylül İhtilali ile Türkiye-AET ilişkileri bir kez daha buzluğa kondu. Türkiye, üzerine düşen tarife indirimlerini yapmadı. AET de mali protokolü yürürlüğe sokmadı ve söz verdiği Türk işçilerine serbest dolaşım hakkı veren kararı reddetti. Ayrıca 1985-1986'lara kadar Türkiye'yi önüne gelen insan hakları kuruluşuna şikayet etti. Bir keresinde hızını alamayıp mahkemeye bile verdi. 

Özal'ın 1985'ten sonra ekonomik dengeleri oturtmasıyla AET ile ilişkiler sıcaklaştı. 1987'de Türkiye nihayet AET'ye tam üyelik başvurusunu yaptı. Başbakan Özal, başvuruyu Aşık Veysel'in bir şiirindeki gibi değerlendirdi: 'Uzun ince bir yola çıktık'. Dönemin Devlet Bakanı Ali Bozer'in yaptığı başvuru, görüşüldükten sonra komisyona havale edilmeden reddedildi. Daha yolun başında şevkimiz kırılmıştı.

Ama AET Türkiye'den vazgeçmeye niyetli görünmüyordu. Ne de olsa Katma Protokol yürürlükteydi. Bu konuda görevlendirilen Matutes ve Delors isimli AET yetkilileri hazırladıkları raporlarda Türkiye ile öncelikle Gümrük Birliğine gitmeyi önerdiler. Ancak tam üyelik hakkına da her seferinde atıfta bulundular.

Bu sırada yıkılan Doğu Bloku, başlangıçta TTürkiye'nin stratejik önemini azaltacak sanıldı. Türkiye bu değerlendirmelerle alay edercesine önce döviz rejiminde konvertibiliteye geçti. Ardından ekonomideki koruma oranlarını ciddi şekilde düşürdü. Zaten ardı ardına bağımsızlıklarını ilan eden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Körfez Krizi, İran'daki 'dirayetli' molla rejimi de Türkiye'nin Avrupa için öneminin azaldığı değerlendirmelerini boşa çıkarttı.

Çiller'in 'en kararlı' kararı

1991'deki seçimlerden sonra kurulan Doğru Yol Partisi (DYP)-Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Hükümeti, o zamanki ismiyle Avrupa Topluluğu (AT) ile ilişkilerde köklü bir değişikliğe gitmedi. Oysa bazı çevreler bozulan iç ve dış ekonomik dengeler sebebiyle tarife indirimlerinin ertelenmesi konusunda hükümete baskı yapıyordu. Özellikle otomotivciler ve beyaz eşyacılar erteleme amacıyla ilk kez bilinçli lobi faaliyetlerine bu dönemde girişti. 

1992'den itibaren ekonominin sorumluluğunu üstlenen Tansu Çiller'i de aynı yılın sonunda tarife indirimleriyle ilgili zor bir karar bekliyordu. Ancak Çiller, katıldığı bir Ankara Sanayi Odası Meclis Toplantısında eteğindeki taşları döktü. Çiller hiç kimsenin tarife indirimi ertelemesi konusunda umuda kapılmaması gerektiğini, daha sonraki yıllarda da AT ile ilişkilerin 'doğal seyrinde' gideceğini söyledi. Çiller, bakanlığı ve başbakanlığı döneminde birçok konuda çark etti veya başarısız oldu ama AB ile ilişkilerde cetvel gibi dümdüz bir politika izledi. Son birkaç yılda yoğunlaşan Gümrük Birliğinin Türkiye ekonomisine yapabileceği etki araştırmaları ve özel sektörün bu konu çerçevesindeki hazırlık yatırımları Çiller'in kararlı politikasının sonuçlarıydı.

Çorbanın tuzu ve CHP 

90'lı yılların ilk yarısındaki koalisyon hükümetleri döneminde Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen sosyal demokrat kanat da hiçbir komplekse kapılmadan Gümrük Birliği için elinden geleni yaptı. Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Erdal İnönü ve en son Deniz Baykal Avrupa ile ilişkilerde anahtar rol üstlendiler. Özellikle Avrupa Parlamentosundaki oylamada Sosyalist Grubun fikrini değiştirmesinde Atatürk’ün CHP'si önemli işlevler üstlendi. Ve sonunda Gümrük Birliğine girildi. Evet bir çorba pişirilip ortaya konulmuştu ve bu çorbada kimisinin az kimisinin çok ama 'herkesin tuzu vardı'.

Peki bundan sonra ne olacak? Yeni oluşacak hükümetin AB ile ilişkilerde izleyeceği politikalarda ilk hedef Gümrük Birliğinin sağlıklı işlemesini temin etmek olacak. AB, 1996 ve 1997'yi 'Nasıl genişleyeceğim?' sorusuna cevap vermek için ayırdı. Hükümetler Arası Konferans, 1996 ortasından başlayarak seri toplantılar yapacak. Türkiye Gümrük Birliğini iyi işleterek bu soru denkleminde sabit verilerden biri olmayı deneyecek. AB, 1998 başından önce kimseyle tam üyelik görüşmelerine başlamayacağını ifade ediyor. Bu durumda Türkiye'ye Kıbrıs Sorununu çözmek için 2 yıllık bir süre de tanınmış oluyor. Çünkü tam üyelik başvurusu komisyona havale edilen Kıbrıs Rum Kesimi 1998'den önce bir daha gündeme gelmeyecek.

Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliğini engellemek isteyen tek Avrupa ülkesi ise Yunanistan. Bu ülke son zamanlarda çok daha yoğun şekilde Türk fobisi yaşıyor. Çünkü Türkiye, AB'ye tam üye kabul edildiğinde Yunanistan iyice 'ikincil' konuma düşecek. Türkiye bu durumda Avrupa Parlamentosunda 80'i aşkın üye ile temsil edilirken Yunanistan 16 üyede kalacak. Türkiye'nin sandalye sayısı Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelere çok yakın olacak. Yani Türkiye Avrupa'da 'belirleyici güçlerden biri konumuna gelebilecek.

Yunanistan öbür yandan sınırlarını Türkiye'ye açtığında güçlü Türk kültürünün istilasından çekiniyor. Çünkü bu ülkede 300-400 yıllık Osmanlı egemenliğinin ve Kurtuluş Savaşı sonrası yaşanan göçlerle taşınan Anadolu kültürünün izleri çok yoğun. Bütün bunlar Yunanistan'da neden Türk düşmanlığının körüklendiğini gösteren etkenlerin başında geliyor. 

Ancak Avrupalılar, sırf Yunanistan'ın tarihsel kaprisleri sebebiyle 80 milyonluk bir nüfus ufku olan Türkiye'yi göz ardı etmek istemiyor. Üstelik zengin yeraltı kaynaklarına sahip ve kişi başına gelir düzeyi yükselen Türki cumhuriyetlerle tüm ekonomik bloklar gibi AB de sıcak ilişkiler kurmak istiyor ki Türkiye bu aşamada önemli bir rol üstlenebilir. Bütun bunlar, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik konusunda 'son tren'i mutlaka yakalamak zorunda olduğuna işaret ediyor. 

(Bu analiz-haber haftalık İntermedya Ekonomi dergisinin 24 Aralık 1995 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder