21 Aralık 2024 Cumartesi

EKONOMİ PENCERESİ / SEÇİME GİDERKEN EKONOMİK GERÇEKLERİMİZ

Cahit UYANIK 

Siz bu satırları okurken Türkiye bir-iki hafta içinde yapacağı erken genel seçimlerin havasına iyice girmiş olacak. Mitingler, kapalı salon toplantıları, televizyon tartışmaları, propaganda konuşmaları ile Türkiye şenlenecek. Hep hissettiğimiz 'gelecek korkusu'na çözüm arayışları siyasi partilerin ağzından duyulacak. Herkes kendi düşüncesine ve etkilenme durumuna göre bir partiye oy verecek. Sonuçta hangi parti birinci gelirse gelsin, Türkiye ve demokrasi kazanacak. 

Bu ortamda tarafsız kişilerin sözleri daha önem kazanıyor. Türkiye'de sayıları giderek azalsa da gazeteciler, hala 'tarafsızlık şapkası'nı taşıyan nadir meslek gruplarından biri. Ben de bu yazıda izninizle size Türkiye'nin ekonomik gerçeklerini anlatmak istiyorum ki, yapacağınız tercihlerde size yol göstersin. Ağırlıklı olarak ekonomiyle ilgili bir bakış açısını gösteren bu yazdıklarımdan lütfen kimse bir siyasi mesaj çıkarmaya kalkmasın. Çünkü ilk bakışta siyaset ekonomiyi etkiler gibi görünse de uzun vadede tam tersi geçerlidir.

Kendimizi kandırmayalım; Türkiye ekonomik açıdan 'gelişmekte olan' bir ülke. Türkiye, milli gelir açısından bakıldığında dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri. Ama işin içine 'gelişmişlik' denilen kriter girince Türkiyemiz dünya liginde maalesef 80'li sıralara doğru geriliyor. Çünkü ekonomik gelişme, son 20-30 yıldır sadece milli gelirin büyüklüğü ile ölçülmüyor; yaşamla ilgili başka kriterler de kullanılıyor.  Çünkü okullaşma oranından hastane sayısına, barınma olanaklarından modern ekonomik kurumların varlığına kadar geniş bir yelpaze, insanların yaşam standartlarını etkiliyor. 

Ortalama seçmen olarak buradan çıkaracağımız soru ile karışık sonuç şu olmalı: Acaba Türkiye'deki hangi siyasi parti 'ekonomik büyüklük' ile 'ekonomik gelişmişlik' arasındaki bu uçuruma benzer farkı, nasıl kapatmayı planlıyor? Kritik olan bu sorunun cevabı kendi içinde daha fazla okul, daha iyi eğitilmiş öğretmenler, bilgisayarla donatılmış sınıflar, güler yüzlü hemşire ve doktorlar, kuyruksuz hastaneler, çukursuz yollar, sık sık kesilmeyen elektrik, kaliteli içme suyu gibi günlük yaşam konforunu ilgilendiren konuları barındırıyor. Seçimde bu günlük yaşam meselelerine akılcı ve kalıcı çözümler öneren ve önermeyen siyasileri dikkatle birbirinden ayırt etmeliyiz.

Türkiye 1994 yılından bu yana irili-ufaklı 4-5 tane ekonomik kriz atlattı. Bu krizler sonucunda kişi başına gelirimiz 3 bin dolar sınırına takıldı kaldı. Üstüne üstlük son krizle birlikte 2 bin dolar düzeyine kadar indi. Çalışıp çabaladık ama zenginleşemedik. Krizlerimizde bazen iç bazen dış faktörlerin rolü büyüktü. Ancak ekonominin kötü yönetilmesi en önemli sebeplerden birisiydi. Bunda olsa gerek; Türkiye ekonomisinin iyi yönetilmesi için pek çok siyasi partinin birbirinden farklı önerileri mevcut. Ancak bu konuda Türkiye'deki devlet yapılanmasının ortaya koyduğu vizyonla örtüşenlerin geleceğimizde bir şansı olabilir.

Türkiye önümüzdeki 1-2 yıl için kendisine Avrupa Birliği (AB) ile uzun vadeli bir gelecek belirleyecek gibi duruyor. Eğer bu süreçte ekonomi yönetimimizi AB'nin ilkelerine göre yapılandırırsak boşuna vakit kaybetmeyiz. Bu ilkeler kapsamında bağımsız merkez bankacılığı, güçlü para birimi, düşük enflasyona göre yapılanmış bir sanayi ile kamunun borç yapısının genel ekonomik dengeleri bozmayacak bir düzeyde olması önem taşıyor. Öyleyse önümüzdeki seçimde Türkiye'de ekonomik kurumların bağımsızlığına önem veren, borçların milli gelire oranını düşürmeye yönelen, sanayiyi rekabetçi ve verimli bir yapıya büründürecek bir politikayı ortaya koyacak olanları dikkatle belirlemek elzem.

Bu muğlak cümlelerin sokaktaki vatandaş açısından anlamını şöyle açıklayabiliriz: Türkiye'de hiç bir seçim öncesinde bu kadar büyük bir işsiz kitlesi olmadı. İşsizlerin büyük çoğunluğu bu sonbahar veya kış aylarında yeni bir işe başlamayı umut ediyor. Çünkü artık dayanacak güçleri kalmadı. 

Bunun yanı sıra geçtiğimiz 10 yılda sayısı 50'yi geçen üniversitelerden yüzbinlerce genç de mezun oldu. Üstelik yurt dışı eğitim imkanları arttığı için okuyup Türkiye'ye dönenler var. Sorun bununla bitmiyor. Daha geçen ay ortasında 17 milyon çocuk okula başladı. Bu sayı 5-6 yıl önce 12 milyondu. Yani önümüzdeki 10 yılda Türkiye hem mevcut işsizlerine hem de sürekli olarak çalışma çağına giren gençlerine istihdam imkanı yaratmalı. Şu anda yapılan hesaplamalar her yıl 800 bin kişiye yeni iş yaratıĺması gerektiğini gösteriyor.  Bu sorunun çözümü o kadar kolay değil ama ekonomik bir akıl ile önerilecek kısa ve orta vadeli çözümler şunlar olabilir:

● Bir an önce AB'ye tam üye olunursa; sektörel destek fonlarının ve yabancı sermaye akışının hızlanmasıyla ülkede bir yatırım patlaması ve ciddi istihdam artışı yaşanabilir.

● Mevcut sanayi yapılanması rehabilite edilerek istihdamı ve yatırımı özendiren mali desteklerle işsizlik sorunu çözüm yoluna konulabilir. 

● Türkiye işsizliği azaltmak için yatırımlarını ağırlıklı olarak turizm gibi emek yoğun hizmet sektörlerine yönlendirebilir. 

● Türkiye 1960'lı yıllarda eğitimsiz olan nüfusun bir bölümünü Batı Avrupa'ya gönderdiği gibi, şimdi de eğitimli nüfusunu reform sürecindeki Orta Asya ülkelerine çalışmaya yönlendirebilir.

● Ücret düzeyini aşağılarda tutarak fason ihracata dönük bir yapılanmayla az eğitimli geniş kitlelere iş bulunabilir.

● Türkiye bir 'alt yapı ve eğitimi geliştirme seferberliği' ilan ederek devlet öncülüğünde büyük bir ekonomik gelişme ve kalkınma hamlesi başlatabilir. Böylece kısa vadede yeni iş alanları yaratılırken, uzun vadede geniş kitleler daha kalifiye hale getirilerek istihdam sorunumuz çözülebilir.

Bu listeye birkaç öneri daha eklenebilir. Ama istihdamı geliştirmek için en akılcı çözüm bileşimini yaratan siyasi partilerin seçimde kazanma şansı olacağını rahatça söyleyebiliriz. 

Peki mevcut ekonomik durum süremez mi? Yani dış parasal destekle ayakta duran, verimsiz sanayi yapılanması, obezleşmiş bir devlet, değişime ayak uyduramamış tarım sektörü vs. Türkiye'yi daha ne kadar zaman götürebilir? Bu yapı  bu şekilde belki birkaç yıl daha sürer ama sonrasında daha büyük bir ekonomik kriz yaşanabilir. Türkiye'nin illaki bu erken genel seçimin ardından ekonomik yönden bir yeniden yapılanma sürecine girmesi kaçınılmaz görünüyor. İhtimal dahilinde olduğunu belirttiğimiz Türkiye'de yakın gelecekte yaşanabilecek daha büyük bir ekonomik krizin önüne geçmek için, enflasyonu aşağıya indirip orada sabit tutmamız gerekli. Bu, ateşi yüksek bir hasta için  'önce rahatlatma sonra esas tedaviye geçme'ye benziyor.

Son iki yıldaki çabalarla ortaya çıktı ki Türkiye'de enflasyon; kamunun mali disiplini, akılcı bir kur politikası eşliğindeki ihracata yönelik üretim, siyasetin ekonomi üzerindeki olumsuz yükünün azaltılması ile kolayca aşağıya düşürülebilir. Seçimlerde kim ki bunlardan bahsetmiyor, Türkiye'nin geçen 2-3 yıldaki acı tecrübelerini göz ardı ediyordur. Fakat oy isteyen her partinin 'vatandaşı enflasyondan korumak değil temelli kurtarmak için' ciddi bir planının olması gerekiyor. 

Bazı siyasetçiler bu seçimin Türkiye'nin geleceği açısından çok kritik olduğunu söylüyor ve doğru diyor. Bu seçim ekonomik sorunlarımıza çözüm arayışının ne yönde gelişebileceğine vatandaşın karar vereceği 'çok özel bir seçim' olacak. Şimdiden vatandaşa ve ülkesini gerçekten seven  siyasetçilere bu seçimde bol şans ve başarılar diliyorum.

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Ekim-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder