Diplomatik Gözlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diplomatik Gözlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2019 Pazartesi

ABD-ÇİN EKONOMİ SAVAŞI, CEP TELEFONLARI ÜZERİNDEN TÜM DÜNYAYA YAYILDI

Cahit UYANIK

‘Android’ kelimesi ‘insansı, insana benzeyen’ anlamına geliyor. Kökeni Eski Yunan’a kadar giden bu sözcüğü ilk kez 1936 yılında ABD’li bilim kurgu yazarı Jack Williamson “The Cometeers” adlı hikayesinde kullandı. Bir başka iddiaya göre ise bu sözcük ilk kez Fransız yazar Auguste Villiers de l’Isle-Adam tarafından 19. Yüzyılda “Yarının Havva’sı” adlı bilim kurgu kitabında geçti.

‘İnsana yardım eden insansılar’ olarak da tanımlanabilecek ‘Android’ günümüzde, yaygın olarak kullanılan iki akıllı cep telefonu işletim sisteminden birine adını veriyor. Zaten Android İşletim Sistemi’nin simgesi de, başının iki yanından antenler çıkan insansı bir robot… (İşletim sistemini, dünyanın dört bir tarafındaki masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda yoğun olarak kullanılan Microsoft firmasının Windows programına benzetebiliriz. Telefonunuzu dikkatle incelediğinizde hangi işletim sisteminin, hangi sürümünü kullandığınızı rahatça bulabilirsiniz.) 

(Tıklayınız) TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZ DÖVİZ CEPHESİNDEN BAŞLAR

Dünyadaki pazarın yüzde 75’ini elinde tutan Android işletim sistemini yaratan Google, bu ürününü geçen mayıs ayına kadar istisnasız ‘Her tür cihaz için bir teknoloji platformu’ olarak tanımlıyordu. Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’in ünlü Huawei firması ile ABD’li firmaların iş yapmasını sınırlayan ve hatta yasaklayan kararına kadar… Google, Trump’ın ilan ettiği bu kararın üzerinden daha bir hafta geçmeden Çinli cep telefonu ve telekomünikasyon ekipmanı üreticisi Huawei ile ilişkisini ‘sınırlandırdığını’ açıkladı. Çünkü Huawei cep telefonu işletim sistemi olarak Google’ın Android işletim sistemini kullanıyordu. 

27 Mayıs 2019 Pazartesi

ILO: DÜNYA İŞGÜCÜ PİYASALARININ BİLGESİ VE HAMİSİ 100 YAŞINDA

                                                                                                                                                        Cahit UYANIK

“Si vis pacem, cole justiciam”… Bu Latince cümle, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) İsviçre-Cenevre’deki genel merkez binasının temel taşının üstünde yazıyor ve “Barış İstiyorsanız, Adaleti Gerçekleştirin” anlamına geliyor. ILO, Birinci Dünya Savaşının hemen ertesi yıl 1919’da kuruldu ve içinde bulunduğumuz günlerde 100’üncü yaşına girdi. ILO, 2019 yılının ilk iş gününde yaptığı açıklamada, işgücü piyasalarında geride kalan bir asırda yaşananları birkaç cümle ile şöyle özetledi:

“Hafta sonu tatili, günde sekiz saat çalışma, asgari çalışma yaşı, hamile veya yardıma muhtaç işçiler için hiç bir korumanın olmadığı bir dünya düşünün. İşte ILO olmasaydı, böyle bir yerde yaşıyor olurduk. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1919 yılında kurulan ILO, sosyal adalet mücadelesinde 100’üncü yılını kutluyor. ILO’nun görevinin altında yatan ve Anayasası’nın Başlangıç’ında özetlenen ‘Evrensel ve kalıcı bir barış ancak sosyal adalet temeline dayanır’ fikrinin ne derece radikal olduğunu unutmak çok kolay. ILO kurulurken yapısı da aynı derecede devrimciydi; çalışma standartlarını belirlemek için hükümet, işçi ve işverenleri bir araya getiriyordu. Bunu daha sonra ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt ‘rüya’ olarak nitelemişti.”

30 Nisan 2019 Salı

TÜRKİYE, DÜNYA OTOMOTİV DEVRİMİNİN KAPISINDAN BAĞIMSIZ BİR ÜRETİCİ OLARAK GİREBİLECEK Mİ?


Cahit UYANIK

“Dünyada köklü bir devrimin eşiğinde bulunan imalat sektörü hangisidir?” diye sorulsa; vereceğim ilk cevap tereddütsüz “Otomotiv sektörü” olur. Yıllardır sabırla hazırlanılan ve artık gerçekleşme sinyalleri veren otomotiv devriminin iki sürükleyicisi var: 1) Elektrikli araçlar, 2) Otonom (sürücüsüz) araçlar. Belki bundan 5-6 yıl sonra yollarda bol miktarda “egzozsuz”, “egzozsuz ve sürücüsüz” otomobil, otobüs ve TIR’la karşılaşabileceğiz.

Nitekim Türkiye’nin şu anda büyük gizlilik perdesi arkasındaki “yerli otomobil” çalışmalarının da, bu gidişata uygun olarak sürdürüldüğü ve ‘Türkiye’nin Otomobili’nin elektrikli ve otonom olarak tasarlandığı geçtiğimiz günlerde resmen açıklandı. Türkiye Otomobili Girişim Grubu (TOGG) Üst Yöneticisi (CEO) Mehmet Gürcan Karakaş, Türkiye'nin küresel anlamda rekabet edebilecek bir marka oluşturmayı hedeflediğini belirterek “Geldiğimiz noktada aracın üzerindeki teknik detayları birebir, -ki 900 bine yakın özellik var-  belirliyoruz, bunları tanımladık hatta Ve 2022'nin ortasında dış dünyadaki araçlar yavaş yavaş piyasaya girmeye başladığında biz de elektrikli aracımızı piyasaya sürmeye başlayacağız. Ve buradaki araç 3'üncü seviyeye hazır otonom bir araç olacak. Ve bir tane yetmez diyerek bir portföy oluşturmamız lazım dedik Seçim basketine (sepetine) girebilmemiz için hedef kitlelerimize göre yeni modeller üzerinden de çalışmamız lazım. Ve tabii ki sürdürülebilir bir başarı için ihracat yapacağız. Bu nedenle zaten küresel anlamda rekabet edebilen bir markadan bahsediyoruz" diye konuştu.

29 Mart 2019 Cuma

JAPONYA VE AVRUPA BİRLİĞİ (AB), TRUMP'A İNAT DEV BİR EKONOMİK ANLAŞMAYI UYGULAMAYA BAŞLADILAR

Cahit UYANIK

Geçen Şubat ayı başında dünya ekonomisinde gözler, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin arasındaki ticaret müzakerelerinin yanı sıra İngiliz Avam Kamarasındaki ‘meydan muharebelerine benzeyen’ Brexit Anlaşması onay tartışmalarına çevrilmişti. Her iki meselede de ufukta uzlaşma umudu pek görünmezken; sessiz sedasız önemli bir anlaşma yürürlüğe girdi: Avrupa Birliği (AB)-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması.

Anlaşmanın ayrıntılarına birazdan değineceğim ama hemen şunu söyleyelim ki; bu anlaşma dünyanın en büyük ekonomilerinden AB ve Japonya’nın kurallara dayanan, adil ticaret için atmış oldukları önemli bir adım niteliğinde değerlendiriliyor. Bu anlaşmanın korumacılık eğilimlerinin hız kazandığı ve serbest ticaretin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına aykırı ek vergiler ve korunma önlemleri ile tehdit edildiği bir dönemde gerçekleşmesi önemini bir kez daha artırıyor. Anlaşma, Türkiye açısından da (gerek Japonya gerekse AB ile ilişkilerde) ilginç ve önemli sonuçlara yol açabilir. Bir tesadüf müdür bilinmez; Türkiye de, Japonya ile serbest ticaret anlaşması imzalamak için adeta gün sayıyor.

28 Şubat 2019 Perşembe

DÜNYADAKİ "GOLDILOCKS GÜNLERİ" TÜRKİYE İÇİN YAPISAL REFORM FIRSATI SAĞLAYABİLİR


Cahit UYANIK

Ünlü İngiliz yazar Robert Southey, çocuklar için 1837 yılında yayınladığı “Goldilocks ve Üç Ayı (Goldilocks and The Three Bears)” adlı masal kitabının 160-170 yıl sonra, trilyonlarca dolarlık büyüklüğe sahip dünya para ve sermaye piyasalarının jargonuna gireceğini elbette bilemezdi.  1990’lı yıllardan sonra kullanılmaya başlanan “Goldilocks Ekonomisi” kavramı; piyasa yanlısı para politikasına izin veren; makul ekonomik büyüme ve düşük enflasyonu amaçlayan bir iktisadi ortamı tanımlıyor. 2018 yılını oldukça çalkantılı geçiren dünya para ve sermaye piyasalarının, 2019 yılı Ocak ayı itibarıyla Goldilocks senaryosunu devreye aldığı ifade ediliyor. Peki bu ne anlama geliyor, önümüzdeki günlerde dünya ve Türkiye ekonomisi için nasıl sonuçlar doğurabilir ve yıl boyunca bu senaryo geçerli olabilir mi?

Bu konulara geçmeden önce “Goldilocks ve Üç Ayı” masalından bahsedelim. Türkiye’nin en önemli para ve sermaye portföy yönetimi şirketlerinden İş Yatırım’ın Araştırma Direktörü Serhat Gürleyen, kaleme aldığı bir köşe yazısında “Goldilocks ve Üç Ayı” masalını bir piyasa uzmanı gözüyle şöyle özetlemişti:

Goldilocks, ormanda gezinirken kaybolan ve duyduğu güzel yemek kokusunu takip ederek girdiği üç ayının evinin altını üstüne getiren yaramaz bir kız çocuğu… Duyduğu güzel kokuyu takip ederek mutfağa giren Goldilocks; masada üç adet lapa kasesi görür. Önce baba ayının çok büyük kasesindeki lapayı dener; çok sıcak deyip beğenmez. Sonra anne ayının lapasını dener; çok soğuk der bırakır. Sonra bebek ayının lapasını dener; tam istediğim sıcaklıkta der ve götürür (midesine indirir)... Ortalığı karıştırırken bebek ayının sandalyesini kıran ve evin altını üstünü getiren Goldilocks, tatlı uykusundan üç ayının kızgın homurdanmaları ile uyanır. Masallarda kötü son olmayacağı için, ayılara yakalanmadan kaçarak evinin yolunu tutar.”

(Tıklayınız) TÜRKİYE'DE EKONOMİK KRİZ DÖVİZ CEPHESİNDEN BAŞLAR

31 Ocak 2019 Perşembe

TRUMP, ÇİN’DEN “MADE IN CHINA 2025” PLANINI DEĞİŞTİRMESİNİ İSTİYOR

Trump’ı telaşlandıran “Made in China 2025” Planı nedir? "Made in China 2025" Alman "Endüstri 4.0" Planının Çin versiyonu olarak kabul ediliyor. Trump, Şi’den “Made in China 2025” Planının uygulama şeklini değiştirmesini istedi. Trump, Çin’in bu proje ile önümüzdeki 8-10 yıl içinde özellikle ‘yapay zeka’ alanında önemli bir üstünlük kazanmasından endişe ediyor. 

Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, bu ay ikinci görev yılını doldurarak üçüncü yılına başlayacak. Trump’ın seçilir seçilmez hedefine aldığı ülke Çin olmuştu. Geride kalan sürede tehditlerle başlayan süreç, Çin’e yönelik gümrük vergilerinin yükseltilmesi ve ticari soruşturmalarla devam etti. ABD’nin Çin’e yeni gümrük vergileri uygulayıp uygulamayacağı, bu yıl Şubat ayı bittiğinde belli olacak. Çünkü Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 02 Aralık 2018 tarihindeki G-20 Zirvesi sırasında görüştü. Arjantin’de gerçekleştirilen görüşmeden ticaret savaşlarına ‘3 aylık ateşkes kararı’ çıktı.

Görüşme sonrası Beyaz Saray’dan yapılan yazılı açıklamada ABD ile Çin’in 90 gün boyunca bir anlaşmaya varabilmek amacıyla yeni ticaret müzakerelerinde bulunacağı ve bu süre içinde iki ülkenin de karşılıklı olarak herhangi bir yeni gümrük vergisi getirmeyeceği ifade edildi. Bu çerçevede Trump'ın, 01 Ocak 2019'da 200 milyar dolar değerindeki ürün için yüzde 25'e artırılacağı daha önce açıklanan gümrük vergisi oranının yüzde 10'da kalmasına onay verdiği belirtildi. Açıklamada, eğer 3 aylık müzakere sürecinin sonunda bir anlaşmaya varılamazsa yüzde 10'luk tarifenin yüzde 25'e yükseltileceğine vurgu yapıldı. Çin'in ABD'den hemen tarım ürünleri ihraç etmeye başlayacağına işaret edilen açıklamada, Çin'in ayrıca kayda değer bir miktarda enerji, endüstri ve diğer alanlarda üretilen ürünlerden alarak iki ülke arasındaki ticaret dengesizliğinin azaltılmasına katkı yapacağı belirtildi.

(Tıklayınız) ÇİN’İN YENİ “ORTA HALLİ REFAH TOPLUMU” HEDEFİ, DÜNYAYI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?

29 Aralık 2018 Cumartesi

2019’DA BORÇLAR 270 TRİLYON DOLARA ULAŞABİLİR VE “KÜRESEL TEMERRÜT” GÜNDEME GELEBİLİR


Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) önde gelen emlâkçılarından Seymour Durst, 1989 yılında New York’un ünlü Times Square Meydanına çok yakın bir yere 3,4 metreye 7,9 metre ebatında ışıklı bir pano astırdı. Dolarlarla süslü panonun üzerinde Ulusal Borç Saati (The National Debt Clock) yazıyordu. Panonun asıldığı anda ABD’nin borcu 2,7 trilyon dolardı ama rakam her an artış yönünde değişiyordu. Panonun “Ailenize Düşen Pay” bölümündeki rakam da sık sık yükseliyordu.

2008 yılı Eylül ayı ortasında, başta ABD olmak üzere neredeyse dünya ekonomisinin tamamı büyük bir finansal ve ekonomik krize sürüklendikten yaklaşık 3 hafta sonra, bu pano ışıklarını söndürdü. Çünkü ABD’nin borcu 10 trilyon doları geçmişti ve pano tek haneli rakamlara göre tasarlandığı için artık çalışmıyordu. Kısa sürede panoya, bir ışıklı rakam hanesi daha eklendi ve gösterge yeteneği 100 trilyon dolara kadar yükseltildi.

30 Kasım 2018 Cuma

KAŞIKÇI CİNAYETİ İLE MbS'NİN 'VİZYON 2030 PROJESİ' ARASINDA BAĞ VAR MI?


SUUDİ ARABİSTAN: SAHTE CENNET BİTTİ,  GERÇEKLERLE YÜZLEŞME ZAMANI GELDİ


Cahit UYANIK

Suudi Arabistan, toprakları üzerindeki ilk petrol imtiyazı anlaşmasını bir Amerikan şirketi olan Standard  Oil of California (SOCAL)  ile 29 Mayıs 1933 yılında imzalamıştı. 60 yıl için geçerli olan anlaşmadaki ilk rakamlar, günümüzde petrol sektörünün ulaştığı boyutla kıyaslandığında gülünç kalıyordu. Ancak Suudi Arabistan o kadar ciddi bir mali kriz içindeydi ki,  o küçük rakamlar bile kendisine büyük bir nimet gibi görünüyordu.  Rakamlar şöyleydi:  35 bin pound (175 bin dolar) hemen; 20 bin pound (100 bin dolar) ise 18 ay sonra ikinci ödeme olarak gerçekleşecekti. SOCAL ayrıca petrol bulduğunda 100 bin poundluk (500 bin dolar) bir ödeme daha yapacaktı.

O günlerde dünyada altın para sistemi vardı. SOCAL, Suudi Arabistan’a ödeme yapmak için bir anda 35 bin adet altın sikke isteyince, ABD Hükümeti altın para standartı limitleri dolu olduğundan bu talebi reddetti. SOCAL de İngiltere’deki uzantısı üzerinden 35 bin adet altın sikkeyi temin etti. Yalnız bu tedarik yapılırken altın sikkelerin üzerinde ‘Kraliçe Viktorya’nın portresi bulunmayanlar’ tercih edildi. Çünkü SOCAL; kadınların hiçbir şekilde hükmünün bulunmadığı Suudi Arabistan’da, üzerinde kadın portresi olursa altın sikkenin değerinden daha düşük bir oranda işlem göreceğinden (devalüe olacağından) ve kendisinden daha fazla para istenebileceğinden endişe ediyordu!

Evet bu ilginç anekdot  uluslararası politika, ekonomi ve enerji konularında çok önemli bir yazar ve otorite olan Daniel Yergin’in “Petrol: Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü” adlı kitapta yer alıyor. (ABD’li yazar Yergin, bu kitabıyla “Kurgusal Olmayan Düz Yazı” alanında 1991 yılında Pulitzer Ödülüne de layık bulunmuştu.) Bu ilginç anekdot aslında, 1933’ten 2018’e, aradan geçen 85 senede Suudi Arabistan’da pek fazla bir şeyin değişmediğinin bir örneği olması açısından çok önemli.

31 Ekim 2018 Çarşamba

EKONOMİK TETİKÇİLİK: TÜRKİYE VE DÜNYAYI AVUCUNUN İÇİNE ALMAYA ÇALIŞAN SİNSİ GÜÇ


 Cahit UYANIK 

John Perkins… Bu isim sokaktaki insanlar için pek bir şey ifade etmez. Ancak ekonomi, ekonomik politikalar ile istihbaratın bazen kesişen yollarını dikkatle takip edenler için oldukça önemli bir isimdir. Çünkü John Perkins, 2004 yılında “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı  kitabını yayınladı ve adeta “Pandora’nın Kutusu”nu açtı.

Çok uzun yıllar boyunca Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kökenli uluslararası firmalarda proje uzmanı ve üst düzey yönetici olarak çalışan Perkins kitabında, kendisinin aslında ABD’nin ünlü istihbarat teşkilatı Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) tarafından 1970’li yıllarda özel sektöre yerleştirilmiş bir ‘istihbarat ajanı’ olduğunu söyledi. Perkins, istihbarat dünyasında kendisi ve kendisi gibi pek çok sayıdaki kimseye ‘ekonomik tetikçi’ denildiğini samimiyetle itiraf etti. “Ekonomik Tetikçi” olabilmek için özel bir eğitimden geçirildiğini açıkça anlatan Perkins, çalıştığı uluslararası firmanın, (bir çok uluslararası firma gibi) devletin ekonomik istihbarat operasyonlarının bir aparatı haline geldiğini ifşa etti.

(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-1
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-2

29 Eylül 2018 Cumartesi

DÜNYADAKİ SERBEST TİCARETİN JANDARMASI DTÖ, BAŞKAN TRUMP’IN KISKACINA TAKILDI

Cahit UYANIK

“Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nedir?” diye bir soru sorsam… Çoğu kişinin bilmediği, ismini duysa bile ne iş yaptığı hakkında bir fikrinin olmadığı bir konu sorulduğu için yüzü asılacaktır. Oysa ‘Dünyadaki Serbest Ticaretin Jandarması’ diye tanımlayabileceğim DTÖ konusunu birazcık olsun öğrenmekte fayda var. Çünkü önümüzdeki aylarda, (son zamanlardaki her tartışmanın baş aktörü ABD Başkanı Donald Trump sebebiyle) DTÖ’nün ismini daha sık duyup, belki de bu önemli kuruluş hakkında fikir beyan etmek zorunda kalacaksınız. Öncelikle, “Trump, neden DTÖ ile ilgili?” sorusunun cevabını verelim…

Trump’ın fitilini ateşlediği ‘ticaret savaşları’yla ilgili her kafadan bir sesin çıktığı geçtiğimiz Mayıs ayında, dünyaca ünlü Reuters Haber Ajansı ilginç bir haber geçti. Emekli olan Meksika vatandaşı DTÖ Temyiz Mahkemesi Yargıcı Ricardo Ramirez-Hernandez, Reuters’a “DTÖ’nün boğazının sıkıldığını ve havasızlıktan ölmekte olduğunu" söyledi! Yargıç bu ifadelerle (adını vermese de) kendi yerine DTÖ’deki boş kalan bu göreve atama yapılmasını engelleyen Trump yönetimini eleştiriyordu. Gerçekten de ülkeler arasındaki ticaret anlaşmazlıklarında son karar mercii olan DTÖ Temyiz Mahkemesi Üyesi Ramirez-Hernandez'in geçen yıl sonbaharda ayrılmasından bu yana, ABD yönetimi bu mahkemeye yeni atama yapılmasını engelliyordu. Bu durum DTÖ’yü tam bir karmaşa içine sokmuş bulunuyordu.

28 Ağustos 2018 Salı

HAM PETROL 100 DOLAR OLURSA... FATURAMIZ 19 MİLYAR DOLARA ÇIKABİLİR


DÜNYA, HAM PETROL FİYATLARINDA İSTİKRARLI  BİR DÖNEME GİRMEYE HAZIRLANIYOR  

Cahit UYANIK

Ham petrol fiyatları 1970’li yıllardan bu yana daima yakından izlenen bir ekonomik gösterge.  Yaklaşık 50 yıldır değişik evrelerden geçen ham petrol fiyatlarının istikrarlı bir düzey tutturması, hem üretici ülkeler hem de Türkiye gibi ithalatçı ülkeler için çok elzem. Fiyatlar; aşırı düştüğünde üretici, aşırı yükseldiğinde ithalatçı ülkeleri mağdur ederek ekonomik ve siyasi dengeleri bile bozabilecek olaylara sebep oluyor. Ham petrol fiyatlarında son 7-8 yılda 147 dolar ile 29 dolar arasında yaşanan dalgalanmalar, bunun en güzel örneğini oluşturuyor.    

159 litreden oluşan varil başına ham petrol fiyatı, 2012 yılında ortalama 111,63 dolar olarak gerçekleşip son 5 yılın zirvesine çıkmıştı. Bunun üzerine bazı analistler, Avrupa’daki 5 ülkeyi etkileyen dış borçları geri ödeyememe krizi ve küresel ekonomideki zayıf büyümenin bu fiyatları taşıyamayacağını ve fiyat düşüşünün yakın olduğunu söyledi. Daha iyimser olanlar ise ham petrol fiyatlarının 2008 yılında 150 dolara kadar yaklaştığını hatırlatıp, para bolluğu bulunduğunu ve yatırımcıların ilgisiyle de tırmanışın süreceğini ifade ettiler. 

(Tıklayınız) DÜNYA PETROL PİYASASI NEDİR VE NASIL İŞLİYOR?

Bütün bu tartışmalar sürerken Amerikan Merkez Bankası (FED), 2013 yılı Mayıs ayında bir açıklama yaptı ve 2008 Finansal Krizinden çıkmak için piyasalara para sürmeyi bırakacağını bildirdi. Bu açıklamanın ardından yaklaşık 15 ay daha 100 doların üzerindeki seyrini koruyan ham petrol fiyatları, FED’in parasal sıkılaştırmasının hissedilmesi ve ABD’nin kaya gazından petrol üretimini sürekli artırmasıyla gerileme eğilimine girdi. Ham petrol fiyatları, FED’in açıklamasından 2 yıl sonra 60 dolara kadar düştü; 30 ay sonra yani Ocak 2016’da ise 29,8 dolara bir varil ham petrol satın alınabiliyordu.  Bir başka deyişle petrol fiyatları, 3 yılda 111 dolardan 30 dolara inmişti.

31 Temmuz 2018 Salı

G-7’NİN PATRONU ABD, KANADA ZİRVESİNDE YENİ BİR KAPİTALİZM KURMAK İÇİN KOLLARI SIVADI



ABD, geçmişte bayraktarlığını yaptığı küreselleşmenin artık kendisine nimet değil külfet getirdiğini düşünerek, Trump vasıtasıyla yeni bir kapitalizm tasarımına gitmek istiyor. 

Cahit UYANIK

Bundan yaklaşık 100 yıl önce ABD Başkanlığı görevini üstlenen William Howard Taft (1909-1913), ziyaret ettiği Kanada’nın Charlevoix kentini “Ertesi gün, akşamdan kalma olmadan, şampanya gibi sarhoş edici” diye tasvir etmişti. Taft, el değmemiş doğaya sahip Kanada’nın ünlü Quebec Eyaletinin bu güzel kentini görünce adeta afallamıştı anlaşılan… Aradan 100 yıl geçtikten sonra 44’üncü G-7 (Group of Seven)  Zirvesi için Charlevoix kentine giden 6 gelişmiş ülkenin lideri ve Avrupa Birliğinin iki üst düzey idarecisi de afalladılar… Ancak bu afallama Charlevoix’un güzelliğinden değil, ABD Başkanı Donald Trump’ın sert tavırlarından kaynaklandı. Trump aynı zamanda müttefik olduğu diğer G-7 üyelerini, “ticaret yoluyla, kendi ülkesinden fayda temin etmekle” suçladı.

G-7 Dönem Başkanı Kanada’nın medyatik ve yakışıklı başbakanı Justin Trudeau ise Trump’ın açıklamalarına cevap olarak "Kanadalılar kibar ve makuldür ama bizi kimse sindiremez" dedi. Oysa Kanada Başbakanı Trudeau G-7 Zirvesi öncesi, liderleri ağırlamaktan gurur duyacağını belirterek “Tıpkı Kanadalıların kuşaklar boyunca yaptıkları gibi, bölgeye aşık olacaklarından eminim” garantisi vermişti. Ancak Charlevoix bir aşk hikayesine değil adeta bir aksiyon filmine ev sahipliği yaptı. Charlevoix Zirvesi sosyal medyada, ünlü ABD’li romancı Chuck Palahniuk’un yazdığı ve bu kitapla aynı ismi taşıyan Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter’ın başrollerinde oynadığı Dövüş Kulübü” romanı ve filmine benzetildi. Kanada’nın 6’ıncı kez ev sahipliği yaptığı toplantı, ‘G-7 mazisinin en kavgalı zirve toplantısı’ olarak şimdiden tarihe geçti.

27 Haziran 2018 Çarşamba

KAPAK HABERİ / ABD, DIŞ POLİTİKADA EKONOMİYE ODAKLANIYOR: ‘TRUMP DOKTRİNİ’NE GEÇİŞ Mİ YAŞANIYOR?



Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın, dış politik açılımlarının temelinde tamamen ekonomik çıkarlar bulunduğu artık neredeyse kesinleşti. ABD’nin diğer ülkelerle ilişki kurma biçimini değiştirebileceği için, yaşananların belki de ileride “Trump Doktrininin Oluşma Süreci” şeklinde adlandırılma ihtimali bile var.

30 Mayıs 2018 Çarşamba

‘OLAĞAN ŞÜPHELİ’ KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARININ ÖNEMLERİ GİDEREK AZALIYOR



Cahit UYANIK

“Dünyada son 20 yıldır en ağır şekilde eleştirilen ancak yine de faaliyetlerinden vazgeçilemeyen kurumlar hangisidir?” sorusunun cevabı, bence “Kredi derecelendirme kuruluşları” olmalı. Gerçekten de dünyada borç alsın veya almasın, artık hemen hemen tüm ülkelerin bir kredi notu var. Ancak başta Türkiye olmak üzere, hemen hemen hiçbir ülke kredi derecelendirme kuruluşlarından memnun değil.

Bu kuruluşlardan neden vazgeçilemediğinin sorusu ise basit: Dış piyasalara çıkıp da borçlanmak isteyen ülkeler veya ekonomisini libere ederek dış finansal akımlarına açan ülkelerin mutlaka iki önemli kredi derecelendirme kurumu tarafından notlandırılması gerekiyor. Çünkü bu ülkenin kağıtlarını satın alacak veya para sokacak yatırımcıların baktığı ilk göstergelerden birisi kredi notları… Türkiye de bundan 25 yıl kadar önce, bu şartı yerine getirebilmek için kredi derecelendirme kuruluşlarına kapılarını ve ekonomik verilerini sonuna kadar açmıştı. 

Şikayetler mevzusuna yeniden dönelim. Ülkelerin kredi derecelendirme kuruluşlarından şikayetleri;

·        - not azaltımının haksız ve zamansız yere yapıldığı,
·        - mevcut not durumunun gerçek ekonomik gücü yansıtmadığı,
·        - not artırımının hak edilen kadar ve zamanında yapılmadığı

üzerinde yoğunlaşıyor. Ekonomi gazetelerinin arşivleri, bu tip haberlerle dolu. Söz gelimi bundan 7 yıl önce üç büyük önemli kredi derecelendirme kuruluşunun (S & P, Moody’s ve Fitch) merkezinin bulunduğu ABD bile, kredi derecelendirme kuruluşları ile not azaltımı konusunda sert bir tartışmaya tutuştu. S & P, ABD’nin AAA olan (en üst düzey) kredi notunu AA+’ya indirdi. Sebep olarak ise ABD’nin borçlanmalarda kullandığı tavan hakkında yaşadığı belirsizlik ve kamu harcamalarını disipline edememesini gösterdi. ABD Hazinesi yetkilileri ise S & P’yi çok ağır bir şekilde, hatta hesap-kitap bilmemekle eleştirerek, “Borç tavanımızı 2 trilyon dolar yanlış hesaplayıp, ona göre not düşürmüşler. Hatalılar” şeklinde konuştular. Görüyorsunuz ki eleştiriler sırf finansman ihtiyacı içinde kıvranan gelişmekte olan ülkelerin idarecileri tarafından değil, dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinin üst düzey görevlileri tarafından dile getiriliyor.

30 Nisan 2018 Pazartesi

AB-TÜRKİYE GÜMRÜK BİRLİĞİ, BREXIT SONRASI İNGİLTERE İÇİN MODEL OLABİLİR Mİ?



Cahit UYANIK

Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilere neredeyse yarım yüzyıldır yön veren ve 1973 yılından bu yana uygulanan Gümrük Birliği modeli, başka ilişkiler için ilham kaynağı olmaya başladı. Brexit’ten sonra İngiltere’nin AB ile nasıl bir ekonomik ilişki sürdürmesi gerektiğine dair tartışmalarda, Gümrük Birliği modeli artık daha fazla ‘çözüm’ olarak öneriliyor. Oysa İngiltere Başbakanı Theresa May sözcüsü aracılığıyla geçen Kasım ayında AB ile Gümrük Birliği'nden tamamen ayrılacaklarını duyurmuş, şubat ayı başında da bu düşüncesinin değişmediğini tekrarlamıştı. Ancak May’e rağmen İngiltere’de, Brexit sonrasında AB-Türkiye arasındaki Gümrük Birliğine benzer bir uygulamaya gidilmesi gerektiği yönündeki düşünceler daha üst perdeden dillendirilmeye devam ediyor.

İngiltere'de şirket yöneticilerinin ve girişimcilerin üye olduğu Direktörler Enstitüsü (Institute of Directors-IoD), şubat ayı ortasında Brexit sonrasında AB ile ticaretlerinde Türkiye'yi örnek alan bir model geliştirilmesini önerdi. İngiltere'nin en eski iş dünyası örgütlenmelerinden biri olan 30 bin üyeli IoD’nun önerisi, The Daily Telegraph gazetesinin iş dünyası ekinin manşetinde ve The Times gazetesinde yer aldı. IoD Türkiye'nin AB ile var olan kısmi Gümrük Birliği gibi bir yapının İngiltere'nin ticareti için en iyi sonucu vereceğini belirtti. "Brexit'i Uyarlamak: İngiltere-AB Ticaret Çerçevesi İçin Melez Bir Seçenek" başlıklı raporda IoD, İngiltere'nin belli sektörleri seçerek bu sektörlerde AB ile Gümrük Birliğine gitmesini önerdi. Buna göre İngiltere'nin diğer ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarına katmak istediği ürün ve hizmetler ise Gümrük Birliğinde yer almamalı. Böylece İngiltere bu sektörleri kapsayan serbest ticaret anlaşmaları imzalamakta özgür olacak. Böylesi bir anlaşma sayesinde İngiltere'nin AB'ye kritik sektörlerdeki ihracatının etkilenmeyeceğini vurgulayan IoD, Türkiye ekonomisinin Gümrük Birliğinin ardından hızla büyüdüğüne dikkat çekti.

30 Mart 2018 Cuma

MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI



Cahit UYANIK

1970 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü de kazanan ünlü Amerikalı iktisatçı Paul Samuelson’un, kendisi kadar ünlü sözlerinden biri şöyledir: “Tarihte üç önemli keşif vardır: Ateş, tekerlek ve merkez bankası”. Gerçekten günümüzde önemleri giderek artan merkez bankaları ve onların başına atanacak isimlerin yıllar önce (Dikkatinizi çekerim, aylar değil…) tartışılıp konuşulmaya başlandığını, ince siyasi hesaplara konu edildiğini gördükçe Paul Samuelson’a hak vermemek mümkün değil.

Bunun en yeni örneği Avrupa Merkez Bankasında (ECB) yaşanıyor. 2011 yılı Kasım ayında 8 yıllığına ECB Başkanı olan ‘Süper Mario’ lakaplı İtalyan vatandaşı Mario Draghi’nin yerine getirilecek veya getirilmesi gereken isim, görevinde son 2 seneye girdiği 2017 yılı Kasım ayından itibaren tartışılmaya başlandı.  Draghi’nin odağında olduğu tartışmalara birazdan yeniden döneceğiz ama aynı şeyin Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) de yaşandığını söylemeliyiz. Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) başındaki Janet Yellen’ın da 2018 yılı başında dolacak 4 yıllık görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı, 2015 sonundan itibaren (Başkanlık seçimi kampanyalarının başlamasıyla)  gündeme geldi. Ve yine 2 yıl sonra yani 2017 yılı sonunda ABD Başkanı Donald Trump, Yellen ile 4 yıl daha çalışmayacağını resmen açıkladı. Oysa Yellen FED’in 100 yılı aşan tarihindeki ilk kadın başkandı ve herkes tarafından başarılı bulunuyordu.  

17 Şubat 2018 Cumartesi

TÜRK-ABD EKONOMİK İLİŞKİLERİNDE DAHA FAZLA DİYALOĞA İHTİYAÇ VAR


Cahit UYANIK

Hacıbey Çatalbaşoğlu: Yale Üniversitesi öğrencisi olan Türk asıllı bu Amerikan vatandaşı, geçen yıl Kasım ayında yapılan yerel seçimlerde New Haven Belediye Konseyine seçildi. Çocukluğunu babasının New Haven’daki pizza dükkanında geçiren Çatalbaşoğlu, büyüdüğü kentin  vatandaşları, esnafları ve üniversite topluluğu arasındaki ilişkileri güçlendirmek için çaba sarf ediyor. Henüz 19 yaşındaki Çatalbaşoğlu, yaptığı açıklamada “Burası benim evim. Benim bu şehrin geleceğinde bir payım var, bu yüzden de değişiklik yaratmak istiyorum” diye konuştu.

Tayfun Selen: 20 yıl önce zar-zor konuştuğu İngilizcesi ile ABD’ye gelen Selen, işletme yönetimi alanında lisans eğitimini tamamladı ve New Jersey’de başarılı bir mimar, muhasebeci ve iş adamı oldu. 2008 yılında ABD vatandaşlığını alan Selen, 2017 Kasım ayındaki yerel seçimlerde Chatham İlçe Komitesine seçildi. Komitedeki ilk Türk asıllı Amerikalı olan Selen, belediyenin çalışmalarının yürütülmesinde yardımcı olacak ve yaklaşık 10 bin nüfuslu kentin sorunsuz bir şekilde yönetilmesi için politikalar belirleyecek. Selen yaptığı açıklamada “Ben köklerimle gurur duyuyorum ve Amerikan vatandaşı olmaktan dolayı daha da gururluyum” dedi.

Çatalbaşoğlu ve Selen, Amerikan Nüfus Sayımı Dairesinin 2014 verilerine göre ABD’de yaşayan ve etnik kökenini Türk olarak belirten 182 bin kişiden öne çıkan iki önemli örnek. Bu iki kişi, Türkiye-ABD ilişkilerinde soğuk rüzgarların estiği 2018-Ocak ayında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından “Türk Asıllı Amerikalılar, Yerel Yönetimlerde Adlarından Söz Ettiriyorlar” şeklinde kamuoyuna tanıtıldılar. Aynı günlerde Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, 2017 yılında ABD’ye yapılan ihracatın bir önceki yıla göre yüzde 25 artarak 8,2 milyar dolara çıktığını; ABD’nin Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ilk 5 ülke arasında olduğunu bildirdi. Oysa Türkiye, 2007 yılında ABD’ye 4 milyar dolarlık ihracat yapabiliyordu. Büyükekşi, ABD’nin New York ve Chicago kentlerine ek olarak bu yıl da Miami’de Türk Ticaret merkezi açılacağını söyledi.

30 Ocak 2018 Salı

DÜNYADA DAHA SIK KULLANILMAYA BAŞLANAN BİR SİLAH: EKONOMİK YAPTIRIMLAR


Cahit UYANIK

1990’lı yıllarda orta yaşlarını sürenler, Türkiye’nin Güneydoğusunda şehirler arası yolların kenarlarına terkedilmiş binlerce kamyonun fotoğraf ve tv görüntülerini çok iyi hatırlar. Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgali sonrasında Birleşmiş Milletler’in (BM) 13 yıl boyunca uyguladığı ekonomik yaptırımlardı bu görüntülerin sebebi…

Ekonomik yaptırımlar, Irak’ın o dönemdeki en büyük dış ticaret ortaklarından biri olan Türkiye’yi adeta şoka sokmuştu. Daha sonra yapılan hesaplamalar, Irak’a ekonomik yaptırımlardan Türkiye’nin kaybının 100 milyar doları (İhracat, turizm, müteahhitlik, petrol ticareti, taşımacılık kayıpları sebebiyle) geçtiğini ortaya koydu.  Öyle ki BM’nin Irak’a uyguladığı ekonomik ambargo; Türkiye’nin 1994, 1998, 1999 ve 2001 yılında yaşadığı büyüklü-küçüklü ekonomik krizlerin sebeplerinden biri olarak gösterildi. BM, ambargo sırasında gıda ve insani ihtiyaçlarını karşılamak için Irak’ın sınırlı şekilde petrol satışına izin vermişti. Türkiye, bu satış gelirinin bir kısmıyla ambargodan zarar görenlere tazminat ödemeyi kararlaştıran BM’ye başvurdu. Ama 2001 yılında Türkiye’ye ödenmesi kabul edilen rakam 1.800 (bin sekiz yüz) dolardı! Bu komik rakam daha sonra arttı mı bilmiyorum ama, BM Saddam yönetimini cezalandırmak istemiş, ancak cemeresini Türk vatandaşları da çekmişti.

Küreselleşmenin iyice güç kazanmasıyla günümüzde ekonomik yaptırımlar, ambargoların ‘en hızlı ve can yakmaya yönelik silahı’ olarak giderek daha fazla kullanılmaya başlandı. Bu noktada ambargo ve ekonomik yaptırımların yakın tarihine bakmakta fayda var. Soğuk Savaş döneminde bloklar arası ilişkiler zaten çok kısıtlıydı. Ambargo ve ekonomik yaptırımlar, ancak blok içi ülkelerin birbirini cezalandırmak veya kendi dediğini yaptırmak için nadiren kullandığı bir yöntemdi. Ambargolar bazen Üçüncü Dünya ülkelerine de yöneliyordu.

30 Aralık 2017 Cumartesi

BREXIT: DÜNYANIN EN PAHALI BOŞANMASI

Aslında İngiltere-AB ilişkilerinin manzarası hep aynıydı. Bu nedenle İngiltere-AB ilişkilerinde 1973 yılından bu yana hep ön planda olan ‘para kavgası’, Brexit müzakerelerine de şimdiden damgasını vurmuşa benziyor.

Cahit UYANIK

Tarih, 23 Haziran 2016-Perşembe gününü gösterdiğinde dünya, nefesini tutarak İngiltere’deki Brexit adı verilen halk oylamasını takip etmişti. İngiliz halkı yüzde 51,89’luk oranla “Avrupa Birliğinden (AB) ayrılalım” dediğinde uzun, sancılı ve pazarlıklarla dolu bir ‘boşanma’ sürecini de başlattı. İngiltere Başbakanı Theresa May yaklaşık 10 ay sonra, AB’den ayrılacaklarını ve Lizbon Antlaşmasının 50. Maddesinin işletilmeye başlamasını istediği 29 Mart 2017 tarihli “ihbar mektubu”nu AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’a iletti. Böylece tüm dünya, kum saati misali işlemeye başlayan ve 29 Mart 2019’da bitecek 2 yıllık yasal ayrılık sürecinin de başladığını gördü.

Bu sürenin 8 ayı yani üçte biri geçtiğimiz günlerde doldu. Brexit halk oylamasının üzerinden ise 1,5 yıl geçti. Gerçekleştirilen ilk tur Brexit müzakerelerinde (AB, önünde sonunda ekonomik yönü daha güçlü bir organizasyon olduğu için) iş, ayrılma için ödenecek tazminata geldi, dayandı. İngiltere, daha ucuza ‘boşanmak’ istiyor; AB ise bunu kabul etmiyor. Sonuç ne olursa olsun Brexit, “dünyanın en pahalı boşanması” olarak tarih sayfalarındaki yerini alacağa benziyor.

30 Kasım 2017 Perşembe

ORTA DOĞU’DAKİ 100 YILI AŞAN ‘PETROL LANETİ’NDE 2017 YILI DÖNÜM NOKTASI OLDU



Orta Doğu’da petrol bağlamında yaşanan gelişmeler, bazen yıllar süren bölüm bölüm olayların bir sonuca ulaşmasıyla kesinlik kazanabiliyor. İşte 2017 yılı böyle bir zaman dilimi oldu.

Cahit UYANIK



Orta Doğu’da yaşayan insanlar 120 yıl önce ‘petrolün laneti’yle nasıl tanıştıysa, 120 yıl sonraki torunları da aynı kaderi yaşamaya devam ediyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının en önemli aktörlerinden İngiliz Winston Churchill’in 1936’da söylediği “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir” sözü bu coğrafyada günümüzde de maalesef aynen geçerli.

Değişik şekillerde ve çeşitli kılıflara bürünerek yaşanan modern çağın Ortadoğu’daki petrol savaşları, 1980’de İran-Irak Savaşı ile başlamıştı. İran’daki İslam Devriminin hemen ardından tetiklenen ve yaklaşık 9 yıl süren, bir galibi bulunmayan bu savaşta 1 milyon kişi öldü, 2 milyon kişi yaralandı ve 150 milyar dolarlık maddi hasar oluştu. Satın alınan, harcanan, kullanılan silahların maliyeti ise bir sır.

Kuveyt’i işgal etmesinin ardından 1990 yılında Irak’a yönelik olarak başlayan Birinci ve İkinci Körfez Savaşı ile yeni bir aşamaya geçen, Irak’ta yıllarca süren bir iç savaşa sebep olan modern çağın petrol savaşlarında ölenlerin sayısı da milyonlarla ölçülüyor. Batılı araştırma kuruluşlarının yaptığı anketlere dayanan ve Irak’ta ölenlerin sayısının 1,2 milyon kişiye ulaştığına dair haberler, 2007 yılında gazete sayfalarında yayınlanmıştı. Aradan geçen 10 yılda ölenlerin sayısı ise bilinmiyor.