John Perkins… Bu isim
sokaktaki insanlar için pek bir şey ifade etmez. Ancak ekonomi, ekonomik
politikalar ile istihbaratın bazen kesişen yollarını dikkatle takip edenler
için oldukça önemli bir isimdir. Çünkü John Perkins, 2004 yılında “Bir Ekonomik
Tetikçinin İtirafları” adlı kitabını
yayınladı ve adeta “Pandora’nın Kutusu”nu açtı.
Çok uzun yıllar boyunca Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
kökenli uluslararası firmalarda proje uzmanı ve üst düzey yönetici olarak
çalışan Perkins kitabında, kendisinin aslında ABD’nin ünlü istihbarat teşkilatı
Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) tarafından 1970’li yıllarda özel sektöre
yerleştirilmiş bir ‘istihbarat ajanı’ olduğunu söyledi. Perkins, istihbarat
dünyasında kendisi ve kendisi gibi pek çok sayıdaki kimseye ‘ekonomik tetikçi’
denildiğini samimiyetle itiraf etti. “Ekonomik Tetikçi” olabilmek için özel bir
eğitimden geçirildiğini açıkça anlatan Perkins, çalıştığı uluslararası firmanın,
(bir çok uluslararası firma gibi) devletin ekonomik istihbarat operasyonlarının
bir aparatı haline geldiğini ifşa etti.
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-1
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-2
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-1
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-2
Bu ABD’li uluslararası firmalar, azgelişmiş ülkeleri yürütülen
yatırım projeleri üzerinden manipüle ediyordu. Perkins, mesela bir
elektrifikasyon projesinde uzun yıllara yayılan talep tahminlerini olması
gerekenden fazla gösterip (amiyane tabirle ‘şişirip’) o ülkenin ABD’den gereksiz
yere fazladan borçlanmasını sağlıyordu.
O ülkedeki bir çok projede benzeri bir durum tezgahlandığı için,
projelerin kredi geri ödemesinde sorun yaşanıyor ve ülke borçlarını ödeyemez
hale geliyordu. Bu durum ABD’nin yeni emperyalizm olarak adlandırılan, başka
ülkeleri kontrolü altında tutma politikalarını izlemesi için uygun bir ortam
yaratıyordu ve o ülke tamamen bağımlı hale geliyordu. Borcunu ödeyemeyen ülke,
tamamen ABD’nin güdümüne giriyor ve ABD iç politikaya müdahil olup istediği
idarecileri başa getiriyor, Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda kendisine tabi
bir ülkeler grubu oluşturuyordu.
Perkins, “Hatalı borçlandır-Borçlarını ödeyememesini sağla-Kendine
tabi et-İstediğini yaptır” şeklinde özetlenebilecek ABD’li ekonomik
tetikçilerin oyununa gelmeyen ülkelerde ise ikinci aşamada; örtülü istihbarat operasyonları,
ülke idarecilerine yönelik netameli suikastlar gerçekleştirildiğini ileri
sürüyordu. Eğer bunda da başarılı olunamazsa son aşamada, askeri darbe
yaptırılarak ABD yönetimine tabi bir hükümetin (Çoğunlukla askeri bir cunta) başa
gelmesi sağlanıyordu. Perkins, bu politikanın 1950’li yıllardan bu yana
bilinçli, sistematik ve kararlı şekilde uygulandığını açıkça anlatıyordu.
Perkins’in bu kitapta açıkladıkları; ABD veya ismi geçen
diğer hükümetlerce hiç bir zaman resmen doğrulanmadı veya kabul edilmedi. Ancak
kitabı yazan kişi, çok önemli firmalarda oldukça üst düzey görevlerde bulunmuş
bir idareci olunca ve tamamen şeffaf bir şekilde yaşadıklarını paylaşınca
okuyuculardan, gazetecilerden, akademisyenlerden büyük ilgi gördü. Çünkü
olaylar ve olgular, ABD’ye muhalif kesimler (çoğunlukla sol tandanslı) tarafından değil; Perkins tarafından ‘içeriden’
bir gözle anlatılıyordu. Mahremiyete çok önem verilen uluslararası firmalarda
yıllarca çalışan Perkins’in itirafları altın kıymetinde idi. Perkins, anlattıkları
ile ekonomik istihbarat literatürüne ‘ekonomik tetikçi’ kavramını da kabul
ettirdi. Perkins’in bu kıymetli kitabı
birkaç yıl içinde dünyanın önemli dillerine çevrildi ve Türkçe’ye ise 2005 yılı
sonunda kazandırıldı. Perkins, daha sonraki zaman dilimlerinde Türkiye’ye bir
kaç kez gelerek görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı.
Derken… Türkiye, bu yılın yaz aylarında ciddi bir ‘döviz kuru
atağı’ ile karşılaştı. Normal gidişatta dolar kuru 3,90 TL düzeyinde
seyrederken, birkaç ay içinde 7 TL düzeyini geçti. Döviz kuru, Türkiye’nin cari
açığının dış kaynaklarla finanse edilmesi ve şirketlerinin yüklü döviz borçları
sebebiyle çok önemliydi. “Ekonomik krize giriyoruz” seslerinin arasında bazı
ekonomi uzmanları ve ekonomi yöneticileri, döviz kurundaki bu hızlı tırmanışın
iktisadi temelinin olmadığını ifade ettiler ve “İzlenen bağımsız dış politika,
savunma sanayi üretimindeki güçlenme ve Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri
satın almamız sebebiyle bazı güçler ve ülkeler rahatsız. ‘Ekonomik tetikçiler’
yoluyla kuru yapay olarak yükseltiyorlar. Türkiye’yi ekonomi yoluyla cezalandırmak
ve köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Bağımsız davranmamızı engelleyecek şekilde bizi
yeniden, yıllar önce yollarımızı ayırdığımız Uluslararası Para Fonu’na
(IMF) muhtaç etmeye uğraşıyorlar” değerlendirmesinde bulundular.
İşte bu ortamda eski ‘ekonomik tetikçi’ John Perkins bu
söylemlere destek verdi ve “Türkiye gibi gelişen ekonomileri hedef alan
ekonomik tetikçilerin olduğu konusunda hiçbir şüphem yok. Bugünlerde bu
tetikçiler, sadece ABD için değil birçok farklı hükümet için
çalışıyor" diye konuştu. Perkins, küresel finans düzeninin egemen güçlerin
çıkarları doğrultusunda şekillendirildiğinin altını çizerek, "Bir ülkeyi
diğer bir ülke ile rekabete sokarak, çok büyük vergi ve gelir kazanımları elde
ediyorlar. Büyük şirketlere fayda sağlayacak çeşitli politikaların
oluşturulmasını sağlayarak çıkar sağlıyorlar. Fakat bu tetikçiler operasyon
düzenledikleri ülkenin halkına zarar veriyor" şeklinde konuştu. Perkins’in
verdiği diğer mesajlar ise şöyleydi:
* Son dönemde ABD yönetimi Türkiye
üzerinde ekonomik baskı oluşturmaya çalışıyor. (Bu baskıdan kurtulmak için) Türkiye'ye IMF'den
uzak durmasını öneriyorum. Bugün Katar gibi birçok farklı seçenek mevcut.
Türkiye gibi ülkeler Çin, ABD ve Körfez ülkelerindeki finans
kuruluşlarının birbirleriyle yarıştırabilir. Bu şekilde Türkiye'nin daha iyi
anlaşmalar yapmak için elinde seçenekleri olur. Türkiye daha fazla dış borçtan
kaçınmak için elinden gelen her şeyi yapmalı.
* Bugün
ekonomik tetikçiler benim zamanımdan daha etkili durumdalar. Ben işe girdiğimde
(ekonomik tetikçilik) görece jenerik bir işti. Biz daha fazla kar etmek
istiyorduk, Amerikan şirketlerinin, kaynakların kontrolünü ele geçirmesini
sağlamaya çalışıyorduk. Bugün halen benim işim gibi işler mevcut. Buna ek
olarak, her uluslararası şirketin kendi ekonomik tetikçi versiyonu vardır.
Bunlar genelde ülkeye zarar veren fakat kendi çıkarlarına hizmet eden
anlaşmalara varılması için çalışırlar. Dahası bugün Rusya ve Çin dahil olmak
üzere, birçok diğer ülkeden de ekonomik tetikçi mevcut. Küreselleşme dünyada
ekonomik tetikçiler için çok büyük fırsatlar sunuyor.
Perkins’in anlattıkları
da gösteriyor ki, Türkiye’deki bazı uzmanlar ve ekonomi yöneticilerinin
söylediği gibi ekonomik tetikçilik; kapsamı ve gücü büyüyerek var olmaya devam
ediyor. Finansal küreselleşme, enformasyon teknolojisinin aşırı gelişmesi,
sosyal medyanın yaygınlaşması gibi pek çok etken; ekonomik tetikçilerin eline
yeni, güçlü ve daha zahmetsizce kullanabileceği silahlar veriyor. Söz gelimi
yıllardır dile getirilen ancak üzerine gidilmeyen; popüler sosyal medya web
sitelerinin görünürdeki sahiplerinin ötesinde, bazı istihbari odaklar
tarafından çekilip çevrildikleri iddiası var. Bu sosyal medya kanallarından
elde edilen toplu kişisel verilerimizin, seçim kampanyalarında insanların
tercihlerini manipüle etmekte kullanıldığı gerçeği ise henüz su yüzüne yeni çıkabildi.
Bu skandalın soruşturma konusu edilmesi, az önce dile getirdiğim iddialarda
doğruluk payı olduğunu gösterebilir.
Bir başka örnek daha
verelim: Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, geçtiğimiz günlerde internet
üzerinden faaliyet gösteren uluslararası otel rezervasyon şirketlerinin
(Türkiye’de bir mahkeme kararıyla faaliyeti bir süredir yasak olan)
çalışmalarını “dijital kapitülasyon” olarak niteledi. Ersoy, bu şirketlerin merkezlerinin yurt
dışında olduğunu, dünya çapında ciddi paralar kazandıklarını, Türk
piyasasındaki otel rezervasyonlarından para kazanmalarına rağmen Türkiye’ye tek
kuruş vergi ödemediklerini bildirdi. Ersoy, böylece bu yeni nesil rezervasyon
firmalarının vergi ödemedikçe Türkiye’de faaliyetlerine izin verilmeyeceğini
üstü kapalı şekilde ilan etti. Anlayacağınız
buna benzer ekonomik tetikçiliğe ait yeni modellerin sayısı çoğaltılabilir.
Peki kendi ekonomik
düzenini kapitalizm olarak tanımlayan veya tanımlamayan ülkelerin; başka
ülkelerin ve insanların zararına da olsa, ‘kâr hırsı’ ve ‘gücü elde etme ve
tutma’ bağlamındaki bu politikalarından vazgeçmesi için ne yapılmalı? Bu konuda
aslında, en gür sesi Microsoft’un sahibi Bill Gates çıkarmıştı. Gates önemliydi
çünkü, geliştirdiği yeni bilgisayar yazılımlarını kullanışlı ürünler haline
getirmiş, kapitalizm dahil tüm ekonomik sistemleri etkilemiş ve tüm dünyada iş
yapma şeklini kökten değiştirmişti. Ancak bunun kapitalizmin bütünsel değişim
ve dönüşümü için yeterli olmadığını gören Gates, 2008 yılı Ocak ayındaki Davos
Zirvesinde ‘insancıl kapitalizm’ kavramını ortaya atmıştı. Gates, insancıl
kapitalizmin kâr ile yoksullara yardımı birleştirebilmesi gerektiğini söylemiş
ve “Kapitalizm sadece zenginlere değil, yoksullara da hizmet eder hale gelmeli”
demişti.
Ancak Gates’in sözlerinden 8 ay sonra dünya, bizzat gelişmiş kapitalist ülkelerin sebep olduğu ve hala etkileri süregelen derin bir finansal ve ekonomik krize sürüklendi. “İnsancıl kapitalizm” kavramı da fazla tartışılamadı. Türkiye’de ise yeni nesil iş insanlarından Ali Koç, 2015 yılında G-20 kapsamında düzenlenen bir toplantıda bu fikre destek vererek “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir. Gates diyor ki; 100 bin dolarla siz sıtma ile mücadele edebilirsiniz. Ancak insanları öldüren sıtmaya karşı mücadele, saç dökülmesine karşı mücadeleden daha zayıf kalıyor” diye konuştu.
Bu
tartışmalar bir yana; John Perkins’in “Ekonomik tetikçilik” olarak kodladığı bu
kavram ve sinsi güç, aslında hikayenin yeni versiyonuydu. İstiklal Savaşında ve
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken önemli görevler üstlenen İkinci Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü’nün 1960’lı yıllarda söyledikleri ise bu şarkının eski versiyonunun
ne olduğu hakkında hepimize net bir fikir verebilir:
“İstiklal Harbinden sonra sulh aşamasında esas mücadele bu (yabancı) uzmanlar
konusunda oldu. Bütün mücadele idarenize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman
vermek için büyük ödünler vermeye razıydılar. Biz onların niçin ısrar
ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi
biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edasıyla size dünyaları vaat
ederler. İmzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri
gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine
vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat
zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki-üç badire bunun yanında çok
kolay kalır. Teşebbüs ettiğimizde başımıza neler geleceğini kestiremem."
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ekim-2018 tarihli saysında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder