31 Ekim 2018 Çarşamba

EKONOMİK TETİKÇİLİK: TÜRKİYE VE DÜNYAYI AVUCUNUN İÇİNE ALMAYA ÇALIŞAN SİNSİ GÜÇ


 Cahit UYANIK 

John Perkins… Bu isim sokaktaki insanlar için pek bir şey ifade etmez. Ancak ekonomi, ekonomik politikalar ile istihbaratın bazen kesişen yollarını dikkatle takip edenler için oldukça önemli bir isimdir. Çünkü John Perkins, 2004 yılında “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı  kitabını yayınladı ve adeta “Pandora’nın Kutusu”nu açtı.

Çok uzun yıllar boyunca Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kökenli uluslararası firmalarda proje uzmanı ve üst düzey yönetici olarak çalışan Perkins kitabında, kendisinin aslında ABD’nin ünlü istihbarat teşkilatı Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) tarafından 1970’li yıllarda özel sektöre yerleştirilmiş bir ‘istihbarat ajanı’ olduğunu söyledi. Perkins, istihbarat dünyasında kendisi ve kendisi gibi pek çok sayıdaki kimseye ‘ekonomik tetikçi’ denildiğini samimiyetle itiraf etti. “Ekonomik Tetikçi” olabilmek için özel bir eğitimden geçirildiğini açıkça anlatan Perkins, çalıştığı uluslararası firmanın, (bir çok uluslararası firma gibi) devletin ekonomik istihbarat operasyonlarının bir aparatı haline geldiğini ifşa etti.

(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-1
(Tıklayınız) DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-2


Bu ABD’li uluslararası firmalar, azgelişmiş ülkeleri yürütülen yatırım projeleri üzerinden manipüle ediyordu. Perkins, mesela bir elektrifikasyon projesinde uzun yıllara yayılan talep tahminlerini olması gerekenden fazla gösterip (amiyane tabirle ‘şişirip’) o ülkenin ABD’den gereksiz yere fazladan borçlanmasını sağlıyordu.  O ülkedeki bir çok projede benzeri bir durum tezgahlandığı için, projelerin kredi geri ödemesinde sorun yaşanıyor ve ülke borçlarını ödeyemez hale geliyordu. Bu durum ABD’nin yeni emperyalizm olarak adlandırılan, başka ülkeleri kontrolü altında tutma politikalarını izlemesi için uygun bir ortam yaratıyordu ve o ülke tamamen bağımlı hale geliyordu. Borcunu ödeyemeyen ülke, tamamen ABD’nin güdümüne giriyor ve ABD iç politikaya müdahil olup istediği idarecileri başa getiriyor, Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda kendisine tabi bir ülkeler grubu oluşturuyordu.

Perkins, “Hatalı borçlandır-Borçlarını ödeyememesini sağla-Kendine tabi et-İstediğini yaptır” şeklinde özetlenebilecek ABD’li ekonomik tetikçilerin oyununa gelmeyen ülkelerde ise ikinci  aşamada; örtülü istihbarat operasyonları, ülke idarecilerine yönelik netameli suikastlar gerçekleştirildiğini ileri sürüyordu. Eğer bunda da başarılı olunamazsa son aşamada, askeri darbe yaptırılarak ABD yönetimine tabi bir hükümetin (Çoğunlukla askeri bir cunta) başa gelmesi sağlanıyordu. Perkins, bu politikanın 1950’li yıllardan bu yana bilinçli, sistematik ve kararlı şekilde uygulandığını açıkça anlatıyordu.    

Perkins’in bu kitapta açıkladıkları; ABD veya ismi geçen diğer hükümetlerce hiç bir zaman resmen doğrulanmadı veya kabul edilmedi. Ancak kitabı yazan kişi, çok önemli firmalarda oldukça üst düzey görevlerde bulunmuş bir idareci olunca ve tamamen şeffaf bir şekilde yaşadıklarını paylaşınca okuyuculardan, gazetecilerden, akademisyenlerden büyük ilgi gördü. Çünkü olaylar ve olgular, ABD’ye muhalif kesimler (çoğunlukla sol tandanslı)  tarafından değil; Perkins tarafından ‘içeriden’ bir gözle anlatılıyordu. Mahremiyete çok önem verilen uluslararası firmalarda yıllarca çalışan Perkins’in itirafları altın kıymetinde idi. Perkins, anlattıkları ile ekonomik istihbarat literatürüne ‘ekonomik tetikçi’ kavramını da kabul ettirdi.  Perkins’in bu kıymetli kitabı birkaç yıl içinde dünyanın önemli dillerine çevrildi ve Türkçe’ye ise 2005 yılı sonunda kazandırıldı. Perkins, daha sonraki zaman dilimlerinde Türkiye’ye bir kaç kez gelerek görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı.

Derken… Türkiye, bu yılın yaz aylarında ciddi bir ‘döviz kuru atağı’ ile karşılaştı. Normal gidişatta dolar kuru 3,90 TL düzeyinde seyrederken, birkaç ay içinde 7 TL düzeyini geçti. Döviz kuru, Türkiye’nin cari açığının dış kaynaklarla finanse edilmesi ve şirketlerinin yüklü döviz borçları sebebiyle çok önemliydi. “Ekonomik krize giriyoruz” seslerinin arasında bazı ekonomi uzmanları ve ekonomi yöneticileri, döviz kurundaki bu hızlı tırmanışın iktisadi temelinin olmadığını ifade ettiler ve “İzlenen bağımsız dış politika, savunma sanayi üretimindeki güçlenme ve Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri satın almamız sebebiyle bazı güçler ve ülkeler rahatsız. ‘Ekonomik tetikçiler’ yoluyla kuru yapay olarak yükseltiyorlar. Türkiye’yi ekonomi yoluyla cezalandırmak ve köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Bağımsız davranmamızı engelleyecek şekilde bizi yeniden, yıllar önce yollarımızı ayırdığımız Uluslararası Para Fonu’na (IMF)  muhtaç etmeye uğraşıyorlar”  değerlendirmesinde bulundular.

İşte bu ortamda eski ‘ekonomik tetikçi’ John Perkins bu söylemlere destek verdi ve “Türkiye gibi gelişen ekonomileri hedef alan ekonomik tetikçilerin olduğu konusunda hiçbir şüphem yok. Bugünlerde bu tetikçiler, sadece ABD için değil birçok farklı hükümet için çalışıyor" diye konuştu. Perkins, küresel finans düzeninin egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillendirildiğinin altını çizerek, "Bir ülkeyi diğer bir ülke ile rekabete sokarak, çok büyük vergi ve gelir kazanımları elde ediyorlar. Büyük şirketlere fayda sağlayacak çeşitli politikaların oluşturulmasını sağlayarak çıkar sağlıyorlar. Fakat bu tetikçiler operasyon düzenledikleri ülkenin halkına zarar veriyor" şeklinde konuştu. Perkins’in verdiği diğer mesajlar ise şöyleydi:

* Son dönemde ABD yönetimi Türkiye üzerinde ekonomik baskı oluşturmaya çalışıyor. (Bu baskıdan kurtulmak için) Türkiye'ye IMF'den uzak durmasını öneriyorum. Bugün Katar gibi birçok farklı seçenek mevcut. Türkiye gibi ülkeler Çin, ABD ve Körfez ülkelerindeki finans kuruluşlarının birbirleriyle yarıştırabilir. Bu şekilde Türkiye'nin daha iyi anlaşmalar yapmak için elinde seçenekleri olur. Türkiye daha fazla dış borçtan kaçınmak için elinden gelen her şeyi yapmalı. 
* Bugün ekonomik tetikçiler benim zamanımdan daha etkili durumdalar. Ben işe girdiğimde (ekonomik tetikçilik) görece jenerik bir işti. Biz daha fazla kar etmek istiyorduk, Amerikan şirketlerinin, kaynakların kontrolünü ele geçirmesini sağlamaya çalışıyorduk. Bugün halen benim işim gibi işler mevcut. Buna ek olarak, her uluslararası şirketin kendi ekonomik tetikçi versiyonu vardır. Bunlar genelde ülkeye zarar veren fakat kendi çıkarlarına hizmet eden anlaşmalara varılması için çalışırlar. Dahası bugün Rusya ve Çin dahil olmak üzere, birçok diğer ülkeden de ekonomik tetikçi mevcut. Küreselleşme dünyada ekonomik tetikçiler için çok büyük fırsatlar sunuyor.
Perkins’in anlattıkları da gösteriyor ki, Türkiye’deki bazı uzmanlar ve ekonomi yöneticilerinin söylediği gibi ekonomik tetikçilik; kapsamı ve gücü büyüyerek var olmaya devam ediyor. Finansal küreselleşme, enformasyon teknolojisinin aşırı gelişmesi, sosyal medyanın yaygınlaşması gibi pek çok etken; ekonomik tetikçilerin eline yeni, güçlü ve daha zahmetsizce kullanabileceği silahlar veriyor. Söz gelimi yıllardır dile getirilen ancak üzerine gidilmeyen; popüler sosyal medya web sitelerinin görünürdeki sahiplerinin ötesinde, bazı istihbari odaklar tarafından çekilip çevrildikleri iddiası var. Bu sosyal medya kanallarından elde edilen toplu kişisel verilerimizin, seçim kampanyalarında insanların tercihlerini manipüle etmekte kullanıldığı gerçeği ise henüz su yüzüne yeni çıkabildi. Bu skandalın soruşturma konusu edilmesi, az önce dile getirdiğim iddialarda doğruluk payı olduğunu gösterebilir.
Bir başka örnek daha verelim: Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, geçtiğimiz günlerde internet üzerinden faaliyet gösteren uluslararası otel rezervasyon şirketlerinin (Türkiye’de bir mahkeme kararıyla faaliyeti bir süredir yasak olan) çalışmalarını “dijital kapitülasyon” olarak niteledi.  Ersoy, bu şirketlerin merkezlerinin yurt dışında olduğunu, dünya çapında ciddi paralar kazandıklarını, Türk piyasasındaki otel rezervasyonlarından para kazanmalarına rağmen Türkiye’ye tek kuruş vergi ödemediklerini bildirdi. Ersoy, böylece bu yeni nesil rezervasyon firmalarının vergi ödemedikçe Türkiye’de faaliyetlerine izin verilmeyeceğini üstü kapalı şekilde ilan etti.  Anlayacağınız buna benzer ekonomik tetikçiliğe ait yeni modellerin sayısı çoğaltılabilir.
Peki kendi ekonomik düzenini kapitalizm olarak tanımlayan veya tanımlamayan ülkelerin; başka ülkelerin ve insanların zararına da olsa, ‘kâr hırsı’ ve ‘gücü elde etme ve tutma’ bağlamındaki bu politikalarından vazgeçmesi için ne yapılmalı? Bu konuda aslında, en gür sesi Microsoft’un sahibi Bill Gates çıkarmıştı. Gates önemliydi çünkü, geliştirdiği yeni bilgisayar yazılımlarını kullanışlı ürünler haline getirmiş, kapitalizm dahil tüm ekonomik sistemleri etkilemiş ve tüm dünyada iş yapma şeklini kökten değiştirmişti. Ancak bunun kapitalizmin bütünsel değişim ve dönüşümü için yeterli olmadığını gören Gates, 2008 yılı Ocak ayındaki Davos Zirvesinde ‘insancıl kapitalizm’ kavramını ortaya atmıştı. Gates, insancıl kapitalizmin kâr ile yoksullara yardımı birleştirebilmesi gerektiğini söylemiş ve “Kapitalizm sadece zenginlere değil, yoksullara da hizmet eder hale gelmeli” demişti.

Ancak Gates’in sözlerinden 8 ay sonra dünya, bizzat gelişmiş kapitalist ülkelerin sebep olduğu ve hala etkileri süregelen derin bir finansal ve ekonomik krize sürüklendi. “İnsancıl kapitalizm” kavramı da fazla tartışılamadı. Türkiye’de ise yeni nesil iş insanlarından Ali Koç, 2015 yılında G-20 kapsamında düzenlenen bir toplantıda bu fikre destek vererek “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir. Gates diyor ki; 100 bin dolarla siz sıtma ile mücadele edebilirsiniz. Ancak insanları öldüren sıtmaya karşı mücadele, saç dökülmesine karşı mücadeleden daha zayıf kalıyor” diye konuştu.
Bu tartışmalar bir yana; John Perkins’in “Ekonomik tetikçilik” olarak kodladığı bu kavram ve sinsi güç, aslında hikayenin yeni versiyonuydu. İstiklal Savaşında ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken önemli görevler üstlenen İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1960’lı yıllarda söyledikleri ise bu şarkının eski versiyonunun ne olduğu hakkında hepimize net bir fikir verebilir:  

İstiklal Harbinden sonra sulh aşamasında esas mücadele bu (yabancı) uzmanlar konusunda oldu. Bütün mücadele idarenize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünler vermeye razıydılar. Biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki-üç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimizde başımıza neler geleceğini kestiremem."
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ekim-2018 tarihli saysında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder