30 Nisan 2019 Salı

TÜRKİYE, DÜNYA OTOMOTİV DEVRİMİNİN KAPISINDAN BAĞIMSIZ BİR ÜRETİCİ OLARAK GİREBİLECEK Mİ?


Cahit UYANIK

“Dünyada köklü bir devrimin eşiğinde bulunan imalat sektörü hangisidir?” diye sorulsa; vereceğim ilk cevap tereddütsüz “Otomotiv sektörü” olur. Yıllardır sabırla hazırlanılan ve artık gerçekleşme sinyalleri veren otomotiv devriminin iki sürükleyicisi var: 1) Elektrikli araçlar, 2) Otonom (sürücüsüz) araçlar. Belki bundan 5-6 yıl sonra yollarda bol miktarda “egzozsuz”, “egzozsuz ve sürücüsüz” otomobil, otobüs ve TIR’la karşılaşabileceğiz.

Nitekim Türkiye’nin şu anda büyük gizlilik perdesi arkasındaki “yerli otomobil” çalışmalarının da, bu gidişata uygun olarak sürdürüldüğü ve ‘Türkiye’nin Otomobili’nin elektrikli ve otonom olarak tasarlandığı geçtiğimiz günlerde resmen açıklandı. Türkiye Otomobili Girişim Grubu (TOGG) Üst Yöneticisi (CEO) Mehmet Gürcan Karakaş, Türkiye'nin küresel anlamda rekabet edebilecek bir marka oluşturmayı hedeflediğini belirterek “Geldiğimiz noktada aracın üzerindeki teknik detayları birebir, -ki 900 bine yakın özellik var-  belirliyoruz, bunları tanımladık hatta Ve 2022'nin ortasında dış dünyadaki araçlar yavaş yavaş piyasaya girmeye başladığında biz de elektrikli aracımızı piyasaya sürmeye başlayacağız. Ve buradaki araç 3'üncü seviyeye hazır otonom bir araç olacak. Ve bir tane yetmez diyerek bir portföy oluşturmamız lazım dedik Seçim basketine (sepetine) girebilmemiz için hedef kitlelerimize göre yeni modeller üzerinden de çalışmamız lazım. Ve tabii ki sürdürülebilir bir başarı için ihracat yapacağız. Bu nedenle zaten küresel anlamda rekabet edebilen bir markadan bahsediyoruz" diye konuştu.

Elektrikli ve otonom araçlar üzerinde dünyanın önde gelen otomobil üreticileri de, (yanlarına ülkelerinin desteklerini alarak) çalışıyorlar. Öyle ki dünyadaki projeler ağırlıkla (akaryakıtlı araçlarla rekabet edebilmek için) hızlı ve kolay şekilde şarj edilebilen pil hücreleri (araç pilleri veya bataryalar) üzerine yoğunlaşmış durumda.  ABD, Uzak Doğu ve İsrail’deki çalışmalar bir yana; bizim yakın işbirliği içinde olduğumuz Avrupalılar da, bu otomotiv devrimi sürecini bir fırsata çevirmeyi planlıyorlar. Nitekim küresel piyasaya hakim olan Asya’dan rakiplerle yarışmayı hedefleyen Fransa ve Almanya, Avrupa’da pil hücresi üretimini başlatmak için kolları sıvadılar. 1950’li yıllarda kömür ve çelik üretimi konusunda ortaklığa giderek, dünyanın en büyük barış projesi Avrupa Birliğine (AB) kapı açan bu iki ülke, aradan 70 yıl geçtikten sonra otomotiv sektörünü, genel hedeflerini genişletmek için kullanmaya karar vermiş görünüyorlar.

Almanya ve Fransa kendi ülkelerinde kuracakları fabrikaları ortak olarak finanse etmek için sırasıyla 1 milyar ve 750 milyon Euro ayırdılar. Bu ortak girişim “Avrupa’da sıfırdan yeni bir endüstri (pil hücresi üretimi) yaratacağız ve üretilecek ürünler bizi elektrikli ve otonom araçlarda küresel lider haline getirecek” şeklinde lanse edildi. AB yetkilileri pil hücreleri üretiminin 2025 yılına kadar 250 milyar Euroluk (Danimarka ekonomisi kadar) bir değer yaratabileceğini ifade ediyorlar. Almanya ve Fransa şimdiden; İspanya, İsveç ve Polonya’yı da bu üretim zincirine dahil etmeyi düşünüyorlar. Bu amaçla pil hücreleri üretimine sağlanacak teşvikler, önümüzdeki aylarda AB’de en ciddi tartışma konularından birini oluşturacak.

Peki otomotiv sektörünün köklü ülkeleri ve firmalarının gerçekleştirecekleri bu devrim sırasında, Türkiye’nin yerli otomobil üretmesi ne kadar isabetli? TOGG CEO’su Karakaş, yerli otomobil üretimi konusunda kendisine zamanlamanın doğru olup olmadığı, fırsatların bulunup bulunmadığı ve bu işin nasıl yapılacağı gibi soruların sıklıkla yöneltildiğini belirterek  “Evet bir fırsat var; çünkü otomotiv sektörü bir dönüşümün içerisinde. Dolayısıyla bizim bu zamanı iyi değerlendirmemiz lazım. İkincisi, bir pazar var mı? Evet var, hatta otomobilden daha fazlası için bir pazar var. Zaten bizim yola çıkış noktamızda biz hep aynı ifadeyi kullanıyoruz. Biz otomobilden daha fazlasını yapmak üzere yola çıktık diyoruz" değerlendirmesinde bulunuyor.

Dünyadaki mega-trendleri 3 boyutta ele aldıklarını belirten Karakaş, bunları “teknolojik”, “sosyal” ve “kanun yapıcıların aldığı pozisyonlar” olarak tanımlıyor. Batarya teknolojisindeki gelişmelerle elektrikli araçların gerek menzili gerekse verimliliğinin hızla arttığını vurgulayan Karakaş, “Bu nedenle içten yanmalı araçların çok hızlı bir şekilde yerine geçerek, onları hayattan silecekler. İkincisi sensör teknolojisindeki, yapay zekadaki gelişmelerle kendi kendine gidebilen araçlar artık mümkün. Bunu tasarlayabiliyor, görebiliyor ve planlayabiliyoruz. Yakın gelecekte dijitalleşmeyle beraber, otomobillerin her bir parçası tamamıyla bağlantılı olacak” diyor.

Sosyal açıdan bakıldığında çok bariz şekilde paylaşım ekonomisinin yükselişte olduğunu dile getiren Karakaş, "Otomobil burada daha ziyade araç kiralama ve paylaşımı olarak kendisini gösteriyor. Dolayısıyla özellikle akıllı şehircilikte bu tür çözümler önem kazanacak. Metropolleşme deyince Türkiye dünya ortalamasının üzerinde hızlı bir şekilde şehirleşiyor. Akıllı evler, akıllı binalar ve akıllı şehirler aynı zamanda kanun yapıcılarla beraber oyunun kurallarını yeniden belirliyorlar" değerlendirmesinde bulunuyor. Karakaş bu sözleriyle, dolaylı olarak gelecekte özel araç sahipliğinin azalacağını, bunun yerini kiralama ve ortak kullanımın alacağını anlatmaya çalışıyor. Karakaş, güçlü bir kentleşme eğilimi içindeki Türkiye’nin yerli otomobilini üretip kullanarak, bu trende ayak uyduracağını vurgulamak istiyor.

Karakaş, otomotiv pazarının büyümeye devam ettiğini, ancak sektörün dijital dönüşüme kesinlikle ayak uydurması gerektiğini, dünya genelinde elektrikli ve otonom araçlarda büyük gelecek görüldüğünü ve bu alanlar için çok büyük bütçeler ayrıldığını işaret ederek "2022'den itibaren piyasaya tamamıyla elektrikli araç tabir ettiğimiz yani doğuştan elektrikli olarak tasarlanarak girecek araçların sayısı artıyor. Biz bu nedenle 2022 yılını şirketimizin ürününün lansmanını yapacağı yıl olarak belirledik" şeklinde konuşuyor.

Sürücüsüz “Türkiye’nin otomobili” için üç yıl daha beklememiz gerektiğini bu açıklamadan anlıyoruz ama dünya ekonomisi kendisini şimdiden tüm yönleriyle otonom araçlara hazırlıyor. Ünlü denetim ve danışmanlık firması KPMG, iki yıldır dünyanın otonom araçlara ne kadar hazır olduğunun anlaşılması için 'Otonom Araçlar Hazırlık Endeksi (AVRI)' açıklıyor.
Küresel ekonomide ön plana çıkan ve otomotivde tanınmış markalara sahip 25 ülkenin otonom araç dünyasına ne kadar hazır olduğunu gösteren bu endeks, politika ve mevzuat, alt yapı, teknoloji ve inovasyon ile tüketici kabulü faktörleri dikkate alınarak hesaplanıyor. Bu endekste Hollanda, 2018 ve 2019 yılında ilk sırada yer aldı. Geçen yılki ilk araştırmada ikinci sırada yer alan Singapur koltuğunu korurken, bu yıl araştırmaya yeni dahil edilen 5 ülkeden biri olan Norveç ABD'yi koltuğundan ederek üçüncülüğe yerleşti. Listede dikkat çekici bir ayrıntı da, ilk 10’da Avrupa’dan 6 ülkenin yer alması… Bu da az önce bahsettiğimiz Almanya ve Fransa’nın pil hücresi üretimi için neden harekete geçtiğini anlatmaya yardımcı oluyor.
KPMG’nin tespitleri AVRI’de sıralamaya giren ülkelerin otonom araç devrimine hazırlık için şimdiden çok şey yapmaya başladıklarını kanıtlıyor. Mesela liste birincisi Hollanda, otonom araç adaptasyonu için komşu ülkeleriyle işbirliği halinde… Amsterdam’dan Antwerp’e (Belçika), Rotterdam’dan Ruhr Vadisi’ne (Almanya) kadarki ana rotalar için 100’den fazla otonom TIR’dan oluşan bir taşıt grubunun lansmanını yapmayı planlıyor. İkinci sırada yer alan Singapur, önde gelen bir üniversitenin işbirliği ile inşa ettiği test kasabasında trafik ışıkları, otobüs durakları, gökdelenler ve yapay yağmur makinesi ile oldukça nemli, tropikal hava şartları oluşturarak otonom araçların test sürüşlerini gerçekleştiriyor.
Otonom araçların umumi yollarda test edilmesini yasalaştıran Norveç, aynı zamanda küçük ölçekli otonom otobüs servisleri işletmeye başlıyor. Ülkede bir otonom taksi pilot uygulaması da 2019 için planlanmış durumda. Geçen yıl listenin üçüncü sırasında yer alan ABD ise halihazırda dünyanın önde gelen otonom araç firmalarına ev sahipliği yapıyor ve çok sayıda test sürüşü gerçekleştiriyor, ancak otonom araçlar konusunda ulusal düzeyde güçlü bir yaklaşımı bulunmadığı için,  bu yıl dördüncülüğe geriledi.
Finlandiya otonom araçların kış şartlarında çalışması ve otonom otobüs hizmetleri üzerine yoğunlaşıyor. Aynı zamanda sarı yol çizgilerini otonom araç dostu olan beyaz çizgilere çeviriyor... İsrail’in otonom araç konusundaki gücü, ihracat odaklı teknoloji sektörüne dayanıyor. Bu sayede teknoloji ve inovasyon endeksinde yükselen İsrail, aynı zamanda endüstriyel işbirlikleri, yatırımlar ve genel merkezler konusunda da ölçümler yapabiliyor. 
KPGM’nin yaptığı bir başka çalışmaya göreyse otonom araçlara karşı en yoğun tüketici ilgisi, sıralamada en altta yer alan Hindistan (24) ve Meksika (23) gibi ülkelerden geliyor. KPMG Türkiye Endüstriyel Üretim ve Otomotiv Sektör Lideri Hakan Ölekli, "Otonom araçların benimsenmesi tüketiciye bağlı olacak. Tüketici genel olarak kabullenmez ve otonom araçları kullanmak istemezse, otonom araç pazarının gelişmesi ve faydalarının anlaşılması oldukça zorlaşır. Daha az gelişmiş ülkelerdeki tüketiciler otonom araçlara daha istekli durumda ve daha gelişmiş ülkelerin geleneksel altyapı sistemlerini hızla geride bırakıyorlar. Gelişmiş ülkeler otonom araçlara daha tereddütlü yaklaşıyor ve bu yüzden otonom araçların benimsenmesi gecikiyor" diyor.
Evet kapısında bulunduğumuz otomotiv devriminden kısa bir kesit böyle… Otomotiv sektörü 4 trilyon dolarlık büyüklüğü ile dünya üretiminin yüzde 5’ini karşılıyor. Otomotiv sektörü bir ülke olsaydı, dünyanın 4’üncü büyük ekonomisi olacaktı. Türkiye de bu kadar önemli bir kapının önünde (tüketici ve ağırlıkla montaja dayalı bir otomotiv sektörüne sahip olmanın ötesine geçerek) marka sahibi, bağımsız bir üretici olmak için bekliyor ve uğraş veriyor. Önümüzdeki birkaç yıl; (belki de yüzlerce yıl boyunca kullanacağımız) geleceğin elektrikli ve otonom araç markaları arasında “ay-yıldızlı” bayrağı görüp göremeyeceğimizin belirlenmesi açısından çok ama çok önemli olacakmış gibi duruyor.  
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Nisan-2019 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder