15 Şubat 2015 Pazar

DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-1



Cahit UYANIK

Artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var: Soğuk Savaş bittikten sonra dünyadaki istihbarat örgütleri, siyasi ve askeri bağlamdaki çalışmalarını azaltıp ekonomi temelli çalışmalarını artırdılar. Çünkü ülkeler arasındaki güç savaşında ekonomi daha ön plana çıktı. Ayrıca küreselleşme sonrasında yaşanmaya başlanan büyük rekabet, şirketlerin istihbarat ve güvenlik birimlerinin güçlendirilmesi sonucunu doğurdu. Daha çok devlet yönetimiyle bağlantılı siyasi bir içeriği bulunan istihbarat ve istihbarata karşı koyma çalışmaları şirketler bazına kadar indi. 


Bilgisayarlaşma ve teknolojinin geldiği ileri aşama ise 'bilgi güvenliği ve korunması' kavramının önemini artırdı. Hacker'lar, elektronik dinleme, gözetleme ve takip, bilgisayar suçlarındaki artış şirketleri bu alanlara daha çok yatırım yapmaya itti. Bütün bu manzaradan çıkarılacak sonuç şu: İstihbarat ve ekonomi temelli gizli güvenlik faaliyetleri artık burnumuzun dibine kadar geldi. Eskiden kritik yerler ve bölgelerde kıymet-i harbiyesi olan casusluk çalışmaları artık daha geniş bir alana yayıldı. Belki de çalıştığımız şirkette, yan masadaki arkadaşımız bir başka şirketin veya ülkenin casusu olabilir. Masum bir insan, bir bilgisayar suçu şebekesinin faaliyetleri nedeniyle durup dururken zarara uğrayabilir. 

Ekonomi, ulusal güvenlik meselesidir

İstihbarat faaliyetlerinin iş dünyası ve ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağımız bu yazıya, elbette Türkiye'nin durumuna bakarak başlamakta yarar var. Türkiye'deki üretimin neredeyse yüzde 70'ini kontrol eden Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD), 1998 Eylül ayında "Türkiye'de Yeni Bir Ekonomik ve Ticari Diplomasi Stratejisine Doğru" başlıklı bir rapor yayımlamıştı. Yıllardır yabancı uluslararası kuruluşlarda çalışan ve konusunda uzman Mehmet Öğütçü tarafından hazırlanan raporun girişinde "Türkiye'yi ekonomik bakımdan içeride ve dışarıda güçlü kılmak artık tamamen bir ulusal güvenlik ve dış politika meselesi haline gelmiştir. Bugünden yapılacak yatırımların ve alınacak temel kararların sonuçları 10-15 yıl içinde görülebilecektir" diyordu. Bundan 7 yıl önce yapılan bu uyarıya göre, verilen süre yarı yarıya harcanmış durumda. Türkiye ne yazık ki bu süreyi böylesi yapılanmaları kurarak değil, kurmadığı için yaşadığı sorunları çözmeye çalışarak geçirdi!

İstihbarat şebekesi girdisi şart

Peki bu raporun bizim yazımızın konusunu ilgilendiren kısmında neler deniliyordu? Raporda doğrudan doğruya ve lafı hiç dolandırmadan "Gerek ülke ve sektör risk analizlerini yaparken, gerek politika yapıcılarının stratejik karar almalarına katkı sağlarken, sağlıklı ve etkin bir istihbarat şebekesinin girdileri çok önemlidir. Güvenilir bilgi ve istihbarata dayanmayan siyasi/ekonomik kararlar sonuç vermezler. Ekonomik istihbarat, diplomasinin en vurucu yönünü oluşturmaktadır. Son yıllarda özellikle de Soğuk Savaş sonrası dönemde 'işsiz' kalan istihbarat teşkilatları ekonomik istihbarat, sanayi ve teknoloji casusluğu faaliyetlerine  daha fazla ağırlık vermeye başladılar. Soğuk Savaş'a tahsis edilen kaynakların bu alana kaydırılmasıyla birlikte ekonomik ve endüstriyel casusluk büyümekte olan bir sorun olarak gelişmiş ülkelerin karşısına çıkıyor" deniliyordu. 

Ekonomiye yıllık faturası 24 milyar dolar

Raporda FBI'ya göre 1994'ten bu yana şüpheli ekonomik casusluk olaylarında yüzde 100 artış kaydedildiğine dikkat çekilerek, bunun ABD ekonomisine maliyetinin her ay 2 milyar dolar civarında olduğunun hesaplandığı belirtiliyor. Raporda FBI'ın yabancı ajanların en çok ABD ekonomik politikası, yönelimleri, müzakere pozisyonları hakkında ön bilgi elde ederek kendi ülkelerine ikili ya da uluslararası müzakerelerde  ilave bir üstünlük sağlamaya çalıştıklarını bildirdiği anlatılıyordu. Yine bir başka kaynaktaki bilgiye göre 1997 yılında ABD'de  sanayi-teknoloji casusluğu tipi olaylardan mahkemeye yansıyanların sayısı 1.500'ü geçmişti.

TÜSİAD: MİT, ekonomik istihbarata önem vermeli

TÜSİAD Raporunda Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) bu aktüel gidişat karşısındaki durumu da kısa bir şekilde ele alınarak "MİT'in mevcut yapılanması ve geniş sorumlulukları nedeniyle ekonomik ve teknolojik istihbarat alanında önemli bir varlık gösterdiğini söylemek güçtür. Zira Soğuk Savaş'ın ortadan kalkmasının sağladığı rahatlama ortamı, ne yazık ki coğrafyamızın tehdit algılamaları ve kemikleşmiş sorunlarımız nedeniyle Türkiye'ye tam yansımamıştır. İstihbarat teşkilatlarımız hala zaman ve kaynaklarının neredeyse tamamını siyasi ve güvenlik istihbaratına yönlendirmek zorundadırlar. Bununla birlikte gençleşen ve iyi eğitimli MİT kadrolarında ekonomik istihbaratı hak ettiği konuma yükseltecek güçlü bir birim oluşturulması düşünülmelidir. Özel sektörümüz belli ölçülerde MİT'in bazı siyasi risk değerlendirmelerinden yararlanmalı, bu arada tıpkı bir çok Batılı ülkede olduğu gibi yurt dışındaki faaliyetleri sırasında edindiği ekonomik ve ticari (ve hatta siyasi) istihbaratı uygun gördüğü şekilde devlet birimleri ile paylaşabilmelidir" deniliyordu.

MİT: Devletleştirmelerin ucuza yapılmasını sağladık

Biz de bu rapordan yola çıkarak MİT'in resmi internet sitesine girdik ve konuyu araştırdık. Gerçekten de MİT'in internet sitesinde ilan ettiği yapılanmasında bu konuya doğrudan doğruya bir atıfta bulunulmuyordu. Yalnızca MİT'in tarihçesiyle ilgili bölümde, geçmişte ekonomik bağlamlı istihbarat çalışmalarından bazı örnekler veriliyordu. MİT, özellikle Cumhuriyet kurulduktan sonra "Kapitülasyon artığı yabancı kuruluşların faaliyetlerini" yakından izlemişti. Ayrıca demir yolları, tramvay işletmesi, liman tesisleri, Düyun-u Umumiye karşılığı olan tütün, sigara ve tuz gibi tekel maddeleri ile balık avcılığının yabancıların elinde bulunduğuna dikkat çekilen MİT Tarihçesi'nde "Bu işletmeler yabancılardan satın alınarak millileştirildi. Fakat satın alma teşebbüslerinde bir takım zorluklar bulunuyor ve bunları devlete  pahalıya satmaya çalışıyorlardı. Milli Emniyet Hizmeti, yabancı kuruluşların aralarındaki değerlendirmelerin ve yazışmaların içeriğinden hükümeti zamanında haberdar etmek suretiyle bu işletmelerin ucuz bir fiyata satın alınmasını ve borçlar meselesinin hallinin menfaatlerimize en uygun şekilde yürütülmesini sağlayarak ülkeye maddi ve manevi hizmetlerde bulunmuştur" deniliyor. 

Daha sonra Tarihçe'de İstanbul'da tramvay, elektrik ve hava gazı tesislerinin Belçikalılar'dan, Haydarpaşa-Bağdat Demiryolunun Almanlar'dan, İzmir-Aydın Demiryolunun İngilizlerden, Rıhtım Şirketinin yine İngilizlerden ve İzmir-Kasaba Demiryolunun Fransızlardan Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti'nin büyük katkıları ile satın alınarak devletleştirildiği anlatılıyordu. 

Japonların gübre adasını bombalatan kim?

MİT'in ekonomik istihbaratla ilgili neredeyse tek açıklaması böyle. Peki bu konuya kafa yoran uzmanlar ne diyor? Gazeteci-Yazar Tuncay Özkan'ın "MİT'in Gizli Tarihi" adlı kitabında da ekonomik istihbaratın giderek artan önemine dikkat çekiliyor. Bir dönem ABD'nin Ankara Büyükelçiliği görevini yapan Dr. Robert Strausz Hupe'nin İkinci Dünya Savaşında Japonların gübre (fosfat) ihtiyacını karşılayan adayı bombalatarak bu ülkenin tarımsal üretimini felç ettirmesinin ekonomik istihbaratın kritik önemine örnek verildiği kitapta, 90'lı yıllarda istihbarat örgütlerinin bu konuyu gündemlerinin birinci sırasına yerleştirdiği belirtiliyor. Kitapta Bill Clinton başkan seçildikten 1 yıl sonra Milli Ekonomik Konseyin kurulduğu ve bu kuruluşun ABD'nin stratejik sanayi kollarında rekabetini artırmak için CIA ile ortaklaşa çalışmalar yaptığı anlatılıyor. Bu noktada durup TÜSİAD'ın 1998 tarihli raporunda da Türkiye için benzer bir yapılanma önerildiğine dikkat çekelim.

Özkan: MİT yetersiz

Kitapta "Amerikan istihbarat yapısı, artık gücünü ticaret ve ekonomik alanda yoğunlaştırmaktadır. Bu amaçla bürokratlar ve iş adamları fişlenip izlenmektedir. CIA, Japon Ticaret Bakanı Ryurato ile otomotiv sektöründeki iş adamlarının görüşmelerini dinlemiş ve bilgileri Amerikan iş adamlarına aktarmıştı" ayrıntısı veriliyor. Kitapta Almanya ve Fransa'nın ABD ile ekonomik casusluk faaliyetleri nedeniyle zaman zaman karşı karşıya geldiği, benzeri bir şekilde Japon istihbarat kaynaklarının yüzde 80'inin de ABD sanayine yöneltildiği anlatılarak, Rusya'nın da istihbari faaliyetler hakkında ABD'ye karşı Alman-Fransız ittifakına yakın duracağı anlatılıyor. Tıpkı TÜSİAD Raporunda olduğu gibi Tuncay Özkan da kitabında Türkiye'nin istihbarattaki bu yeni anlayışa pek hazırlıklı olmadığını ve bu tip durumlarla karşılaştığında dışarıdan eleman temin etmek zorunda kaldığını ileri sürüyor.

ABD'deki Rus casusu sayısı ne kadar?

Bu noktada ABD istihbaratına karşı birleşen ülkelerden küçük bilgiler vermekte fayda bulunuyor. Söz gelimi geçen yıl önemli bir yapı değişikliğine giden Fransa Gizli Servisi, öncelikli görevlerini "kentsel şiddet, yeraltı ekonomisi, ekonomik akıl ve anti terörizm" olarak belirlemiş durumda. Yine bu yılın başında Rus Başbakanı Mihail  Fradkov, bir toplantı yaparak istihbaratta KGB'nin yerini alan FSB'nin (Federal Güvenlik Servisi) yetkililerinden ülkenin yatırım ikliminin iyileştirilmesi konusunda ellerinden gelenin en iyisini yapma sözü aldı. Fradkov istihbaratçılarına, aynen "Rekabet edebilmemiz ve daha çekici bir yatırım ortamı yaratabilmemiz için yatırım alanında oynanan oyunların düzeyi konusunda FSB'nin güncelleştireceği bilgilere ihtiyacımız var" diyerek manidar bir mesaj verdi. Aynı günlerde Time Dergisinde çıkan bir haber ise ABD'deki Rus casusu sayısının Sovyet döneminden fazla olduğunu belirtiyordu. ABD istihbarat yetkililerine göre Rusya'nın ABD'de 100'ün üzerinde diplomat kimliği taşıyan casusu bulunduğu, bir çok kişinin de iş adamı, iş kadını, gazeteci, akademisyen sıfatlarıyla çalışmalar yaptıklarını belirtiyordu. Dergide bu kişilerin çoğunun ekonomik bağlamdaki çalışmalar üzerinde durduğu da belirtiliyordu.  

Bu heyecanlı konuya gelecek sayıda da devam edeceğiz. 
(Bu analiz, Ekonomi Muhabirleri Derneği-EMD'nin yayın organı Ekonom Dergisinin Nisan-2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 
DÜNYADA 'EKONOMİK İSTİHBARAT' VE TÜRKİYE-2



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder