29 Aralık 2018 Cumartesi

2019’DA BORÇLAR 270 TRİLYON DOLARA ULAŞABİLİR VE “KÜRESEL TEMERRÜT” GÜNDEME GELEBİLİR


Cahit UYANIK

Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) önde gelen emlâkçılarından Seymour Durst, 1989 yılında New York’un ünlü Times Square Meydanına çok yakın bir yere 3,4 metreye 7,9 metre ebatında ışıklı bir pano astırdı. Dolarlarla süslü panonun üzerinde Ulusal Borç Saati (The National Debt Clock) yazıyordu. Panonun asıldığı anda ABD’nin borcu 2,7 trilyon dolardı ama rakam her an artış yönünde değişiyordu. Panonun “Ailenize Düşen Pay” bölümündeki rakam da sık sık yükseliyordu.

2008 yılı Eylül ayı ortasında, başta ABD olmak üzere neredeyse dünya ekonomisinin tamamı büyük bir finansal ve ekonomik krize sürüklendikten yaklaşık 3 hafta sonra, bu pano ışıklarını söndürdü. Çünkü ABD’nin borcu 10 trilyon doları geçmişti ve pano tek haneli rakamlara göre tasarlandığı için artık çalışmıyordu. Kısa sürede panoya, bir ışıklı rakam hanesi daha eklendi ve gösterge yeteneği 100 trilyon dolara kadar yükseltildi.
Ulusal Borç Saatinin çalışmaya başlamasından sonra icat olunan internet ve web siteleri ise şu anda ulusal borçlardaki artışı (pek az yaşansa da azalışı da) izlemekte kullanılan gözde yöntem… Borçların artışını izlemek için Durst Ailesinin Ulusal Borç Saatinin bulunduğu yere gitmeye gerek yok. “Usdebtclock”adlı web sitesine girildiğinde borç rakamlarının baş döndüren bir hızla arttığı görülebiliyor. Söz gelimi bu yazının yazıldığı 21 Kasım 2018 günü saat 21.30’daki ABD’nin ulusal borcu, 21 trilyon 776 milyar dolar civarındaydı… Siz bu yazıyı okurken kaç dolar olmuştur, bilmiyorum. Buna benzer web siteleri, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir çok ülkenin ulusal borcunu anlık (real-time) olarak size gösterebiliyor.

Evet ulusal borçlar sorunu; ABD gibi en gelişmişinden, ismini çok az duyduğumuz en geri kalmışına kadar tüm dünya ülkelerinin başını ağrıtıyor. Dünyadaki borçların gelişimini düzenli olarak takip eden Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), bu yılın ilk çeyreğinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülke borçlarının, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,1 artarak 247 trilyon dolara yükseldiğini açıkladı. Bu borcun 61 trilyon doları finans sektörüne ait iken, 186 trilyon doları ise hane halkları, finans sektörü dışında kalan şirketler ve devlet borçlarından oluşuyor. Dünyadaki tüm ülkelerin yıllık üretim tutarları toplamının 80 trilyon dolar civarında olduğunu söylersek, bu dev borç stokunun ciddiyeti iyice anlaşılabilir.

Oysa IIF, 2008 yılında borçların 177 trilyon dolar olduğunu açıklamıştı. Yani son 10 yılda borçlar 70 trilyon dolar artmış görünüyor ki, bu yüzde 44 gibi ciddi bir yükselişi gösteriyor. Basit bir mantıkla bile bakıldığında, dünyadaki borçlar her yıl yüzde 5’e yakın artmış. Bu, dünya ekonomisinin ortalama büyüme hızının neredeyse iki katı artışa karşılık geliyor. IIF’nin son verilerindeki yüzde 11’lik artış hızı (FED’in giderek yükselen faizlerine rağmen) aynen korunursa, borçların 2019 yılında 270 trilyon dolara çıkması sürpriz olmayacaktır.

Peki bu nasıl bir tablo ve bu hale nasıl gelindi? Cevabı basit: Aslında çoğu kişi, ülke, şirket ve banka borcunu kapatmıyor ve borcu borçla çevirmeye devam ediyor. Bu da borçları şişirdikçe şişiriyor, faizin faizi ana borca ekleniyor. Bu ortamın oluşmasında 2008 Krizinden çıkmak için kendi ülkesini ve tüm dünyayı sıfır faiz ile paraya boğan gelişmiş ülke merkez bankaları sorumlu. Söz gelimi ABD Merkez Bankasının (FED) başında 2006-2014 arasında iki dönem görev yapan Ben Bernanke, kurumunun bilançosunu 800 milyar dolardan 4 trilyon dolara çıkartmıştı. Aslında buna “çıkartmak” değil de “şişirmek” demek daha doğru olabilir.

Çünkü Bernanke, 2008 Krizinden sonra kimse kimseye borç vermeye yanaşmazken, durumu kötüleşmiş-kötüleşmemiş tüm bankalara para dağıtarak “Helikopter Ben” lakabıyla anılmaya başlandı. Çünkü Bernanke’nin bizzat kendisi, yapmak zorunda kaldığı işi “Helikopterden para saçmaya” benzetmişti. Bu, “Yeter ki alışverişe, borç para vermeye, borç almaya devam edin. Düşük faiz ortamını sağlamak benim bilançomdan…” anlamına geliyordu.

Düşük faizler, kısa sürede ABD’den tüm dünyaya bir hastalık gibi yayıldı. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin kamu kurumları ve özel şirketleri, ucuz faizlerle borçlandılar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), bu yıl Haziran ayında özel sektör borçlarının 241 milyar dolar olduğunu bildirdi. Oysa bu borç 2004 yılında 64 milyar dolardı. Helikopter Ben’in para dağıtmaya karar verdiği 2008’de 189 milyar dolar olan özel sektörün dış borcu, 2014 yılında 278 milyar dolara kadar yükseldi. Bu, 2004 yılına kadarki onlarca yıl boyunda dışarıya 64 milyar dolar borçlanan özel sektörün, sadece 6 yılda (2008-2014 arası) kolayca 89 milyar dolar dış borç bulabildiğini gösteriyordu.

2004-2014 arasındaki 10 yılda ise 64 milyar dolardan 278 milyar dolara çıkan (Bu, 4,4 kat artış anlamına geliyor) Türk özel sektör dış borçlarının geri planında, çeşitli yabancı bankaların elindeki bol ve ucuz fonlar bulunuyordu. Bu bankalar, kendi merkez bankalarından aldıkları sıfır faizli fonları, küçük karlarla da olsa bizim gibi kaynak arayışı içindeki ülke ve şirketlerine pazarlıyorlardı. 2014 tarihi önemliydi, çünkü FED artık sıfır faizle para dağıtmayı bitireceğini açıklamış ve faiz artışına gideceğinin sinyalini vermişti. Biz ve bizim gibi ülkeler bu rüyadan, FED’in kararlı ve istikrarlı faiz artışlarıyla uyandı ve Türkiye bu yılki büyük finansal ve ekonomik çalkantıları yaşamaya başladı. Çünkü artık, döviz ve borç bulmak zorlaşmıştı.

Tüm dünyada son 10 yılda iyice şişen borç balonunun arka planındaki hikaye böyleydi… Peki bundan sonra ne olabilir? 2019 senesi borçlar için “küresel temerrüt” yani borçların geri ödenememesi (default) eğiliminin bir başlangıcı olabilir mi? Çin’in her yıl Türkiye’nin GSMH’sı kadar borç faizi (iç ve dış) ödediğini unutmayalım. Yine aynı Çin’in Kuşak ve Yol Projesi kapsamında Orta Asya ve Pasifik’teki ülkeleri dış borca boğduğunu (Söz gelimi Kırgızistan’ın dış borçlarının yarısı Çin’e ait) bunun ABD ile arasında yeni tartışmaların odağını oluşturacağını dikkatlerden kaçırmayalım.

Dünyanın önemli üretici güçlerinden ve GSMH’sını yüzde 132’si kadar borcu olan İtalya’nın, popülist hükümeti sebebiyle artan bütçesini dengeleyemeyerek, “Geri ödeme yapamıyorum” noktasına (Tıpkı Yunanistan’ın yıllar önce yaşadığı ve yaşattığı gibi) gelebileceğini hesaplarımıza dahil edelim. Türkiye’nin GSYH’sının neredeyse yüzde 30’u kadar borcu çevirmek zorunda olduğunu (Borcu borçla ödemek) ve bunun önemli kısmının özel sektöre ait olduğunu gözden kaçırmayalım. FED’in 3 faiz artırımı daha yapma ihtimalinin yüksekliği “küresel temerrüt” korkusunu 2019 yılında hep taze ve sıcak tutacak gibi görünüyor. Neticede “küresel temerrüt” için 2019’da bir çok şart olgunlaşabilir ve ödenemeyen borçlar tüm dünyayı bir kâbusa sürükleyebilir.

Yazının başında anlattığımız Ulusal Borç Saati, 29 yıllık geçmişinde birkaç defa yer değiştirdi ve şu anda Manhattan’da bulunuyor. Saatin mucidi Seymour Durst ise 1995 yılında vefat etti ancak oğlu Douglas Durst, bu mirasa sahip çıktı ve saati çalıştırmayı sürdürdü. Elbette medyanın ilgisi Oğul Durst’un üzerinden hiç eksik olmuyor. Durst, daha iki ay önce Washington Post gazetesine verdiği demeçte “Babam Ulusal Borç Saatini koyduğunda, toplam brüt ABD borcu 3 trilyon dolar ve kişi başına borç 12 bin dolardı. Bugün 21 trilyon dolar borç var ve kişi başına borç ise 65 bin dolar. Bence Amerika’nın harcama probleminden daha çok, gelir sorunu var. Benim gibi zengin insanların daha fazla vergi ödemesi gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu. ‘Dünya borç balonu sorunu’nu da önce hafifletmek, sonra kalıcı çözüme kavuşturmak için Oğul Durst’un “zenginlerden daha fazla vergi alınması” önerisi, akla ve ekonominin gerçeklerine oldukça uygun görünüyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem dergisinin Aralık-2018 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder