13 Ekim 2023 Cuma

EKONOMİDE BÜYÜRKEN NEDEN İŞSİZLİĞİ YENEMİYORUZ?

Cahit UYANIK 

Türkiye'de Mart aylarının sonu ekonomi dünyası açısından her zaman tartışmalı geçer. Çünkü bu ayın sonuna doğru Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), geride bırakılan yılın ekonomik büyümesini veya küçülmesini açıklar. Eskiden tartışmalar, büyümenin (veya küçülmenin) nereden kaynaklandığı üzerine odaklanırdı. Bazen iç piyasanın canlanması, bazen de "stoka üretim" dediğimiz ve üreticilerin piyasaya değil stoklarını doldurmaya yönelik üretimleri üzerinde durulur, büyümenin nedeni açıklanmaya çalışılırdı. Küçülme yani kriz dönemlerinde ise çoğu zaman sorumlu kur politikası olurdu. İzlenen düşük kur politikası nedeniyle ülke sıcak para cenneti haline gelir, ama bu politika aynı zamanda ithalat baskısını da artırıp ihracatı duraksatınca ülkeyi krize yani küçülme dönemine dahil ederdi.

Verimlilik artışı etkisi 

Bütün bu tartışmalarda çoğu zaman ihmal edilen şey, büyümenin istihdam yani işsizlik üzerinde etkileri olurdu. Ekonomi yorumcuları ve analiz yapanlar, Türkiye'deki işgücü piyasasının kendi içindeki kısır dengelerini 'veri' kabul ederlerdi. Yani Türkiye'de işgücünun yapısı ve verimlilik düzeyi fazla değişmediği için, büyümeyle birlikte rahatlayan, küçülmeye birlikte dengeleri bozulup işsizliğin arttığı bir geleneksel tavır görülürdü. Ama 2001 Krizinden sonra bu durum değişti. Dalgalı kura geçilmesiyle birlikte işletmeler, kur düzeyini bir veri değil 'rekabet değişkeni' olarak görmeye başladılar. Bu değişkenin olumsuz etkilerinden korunmak en önemli yollardan birisi de işletmelerde verimliliği arttırmaktı. Verimlilik en basit anlatımıyla birim giderle daha fazla üretim yapabilmek anlamına geliyor. Bu değişim işletmelerdeki işgücü verimliliğinin önemli olduğu sonucunu da doğurdu.

Krizin başlangıcında çalışanlar işlerini kaybetmemek ve işyerlerini yaşatmak pahasına aynı ücrete daha fazla çalışmak ve aynı işyerinde bir başka işi de yürütmek gibi görevler üstlendiler. Böylece bir verimlilik artışı sağlandı. Bu eğilim halen devam ediyor. Ayrıca işletmelerde yeni işe alınan insanlar ise çoğu zaman sigortasız çalışmayı kabul edenlerden oluşuyor. Bu da resmi işsizlik rakamlarının olduğundan büyük görünmesine neden olabiliyor.

Sanal zenginlik

Bütün bu anlattıklarımızın bir örneğini Mart ayı sonunda açıklanan 2004 büyüme rakamlarında yaşadık. Türkiye ekonomisi 2004 yılında yüzde 9,9'luk büyüme hızıyla 1966 yılından bu yanaki dönemin en yüksek büyüme hızına ulaşırken, ilk kez gayri safi yurt içi hasılası (GSYİH) 300 milyar doları aştı, gayri safi milli hasıla (GSMH) ise 299,5 milyar dolara kadar yükseldi. Kişi başına gelir de ilk defa 4 bin doları aşarak 4 bin 172 dolara çıktı. Ekonomi, 1966 yılında yüzde 12 oranında büyümüştü. 

Bu parlak tabloya rağmen, 2004 yılında işsizlik oranı sadece 0,2 puanlık bir gerilemeyle yüzde 10,3'e indi. Bu yüksek büyüme, işgücüne yeni katılanların tamamına bile iş sağlayamadı. Bu nedenle işsiz sayısı 2003 yılına göre 5 bin kişi daha artarak 2 milyon 498 bin kişiye ulaştı. Bütün bunlar gösterdi ki Türkiye ekonomisi, büyüyor ama iş yaratamıyordu. Peki o zaman büyüme nasıl sağlanıyordu? Az önce anlattığımız gibi; düşük kur etkisi, verimlilik artışı ve kayıt dışı istihdamın giderek yaygınlaşması yoluyla...

789 dolar zenginleştik ama nasıl?

Olayı incelemeye düşük kur etkisinden başlayalım. Kişi başına milli gelir geçen yıl yüzde 27,7 oranında (789 dolar) artarak 3 bin 383 dolardan 4 bin 172 dolara yükseldi. Kişi başına gayri safi yurt içi hasıla ise yüzde 22,7 artarak 3 bin 412 dolara kadar çıktı. Ekonomide son 3 yıldaki yüksek büyüme oranları ve TL'nin değer kazanmasıyla, 2001 ile kıyaslandığında kişi başına gelir ikiye katlandı. Kişi başına milli gelir kriz yılı 2001'de 2 bin 105 dolara inmişti. Hal böyle iken acaba son 3 yılda Türkiye'de kimin reel geliri ikiye katlandı? Hemen hemen hiç kimsenin... Burada düşük kurun hepimiz üzerinde yarattığı 'Sanal zenginleşme' etkisini görebilmek mümkün. Teknik deyimle merak edenler varsa şu cümleyi dikkatle okumalarını tavsiye ediyorum: DİE'nin GSMH ve kişi başına düşen milli geliri hesaplanmakta kullandığı ithalat ağırlıklı yıllık ortalama kur 2004 yılında; 2003 yılındaki 1 milyon 491 bin liraya göre yüzde 4 oranında düştü ve 1 milyon 432 bin lira olarak gerçekleşti.

Verimlilik istihdamdan hızlı artıyor 

Ekonomide işgücünün verimliliğini ölçmek için değişik yöntemler kullanılabiliyor. Ancak en anlaşılır yöntem istihdam artışı, reel ücret ve verimlilik endekslerini karşılaştırmak. Söz gelimi; geçen yılın üçüncü çeyreğinde imalat sanayinde istihdam yüzde 1,8 artmış. Aynı dönemde üretimde çalışılan saat başına reel ücret endeksi de yüzde 3 artış göstermiş. Buna karşılık çalışılan saat başına verimlilik ise yüzde 5,9 yükselmiş.  Merkez Bankasına göre bu durum, üretim artışlarının fiyatlar üzerinde oluşturabileceği kapasite yönlü baskıları engelliyor ve yüksek ihracat performansına da destek sağlıyor. Yani bunun anlamı şu: İşletmeler kapasite artırıcı yatırımlar yapmadan emek verimliliğini artırarak fiyat artış baskısını engelliyor ve ihracatını da artırabiliyor. Tabi bu eğilim yeni değil. 2002 yılında imalat sanayinde istihdam sadece yüzde 0,6 artarken, verimlilik endeksi yüzde 8,6; 2003'te ise istihdam yüzde 1,8 yükselirken verimlilik yüzde 7,2 artmıştı. Yani işletmeler yeni insan işe almadan da olsa üretim düzeylerini yükseltebilmişlerdi.

Kayıt dışı çalışarak ekonomiyi büyütüyoruz 

Bütün bu olup biteni açıklarken kullandığımız üçüncü sebep ise kayıt dışı istihdamın iyice artarak deyim yerindeyse tavana vurması... DİE'nin verilerine göre Türkiye genelinde çalışan 21 milyon 791 bin kişi içerisinde, kayıt dışı çalışanların 2003 yılında yüzde 51,7 olan oranı geçen yıl yüzde 53'e yükseldi. Yani kayıt dışı çalışanların sayısı 11 milyon kişiye çıktı. 

Kayıt dışı çalışma oranı kentlerde yüzde 33,1'den yüzde 35,8'e, kırsal kesimde ise yüzde 73,1'den yüzde 73,5'e yükseldi. Toplam ücretli çalışanların sayısı 9 milyon 279 bin iken bu gruptaki kayıt dışı çalışma oranı yüzde 21,2 olarak hesaplandı. 1 milyon 800 bin kişinin yevmiye, 1 milyon 20 bin kişinin işveren, 5 milyon 388 bin kişinin kendi hesabına, 4 milyon 303 bin kişinin de ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı tespit edildi. Ücretsiz aile işçileri dışındaki gruplarda kayıt dışı çalışma oranı yüzde 91'le en yüksek noktaya yevmiyelilerde çıktı. Bu oran kendi hesabına çalışanlarda yüzde 65,5, işverenler arasında ise yüzde 24,2 olarak hesaplandı. 

Peki Türkiye'nin bu yapıyı sonuna kadar sürdürmesi mümkün mü? Kur politikası konusunda Türkiye ekonomisini yönetenler pek taviz vermeye niyetli görünmüyorlar. Çünkü kur artık ekonomideki her birimin yakından izlediği bir değişken haline geldi. Dolar-Euro paritesindeki dalgalanmalar ile uluslararası borçlanma faizlerinde yukarıya doğru gidiş eğilimi sürdükçe kura baskı ters tepebilir. Verimlilik artışı konusunda ise deyim yerindeyse 'kaba' yöntemlerin uygulanabileceği bir sınır var. Bir süre sonra verimliliğin, aynı ücretle daha fazla çalıştırmayla artırılması yerine, eğitimle desteklenmiş bir verimlilik artışına geçilmesi gerekecek. Kayıt dışı istihdamın artış göstermesi ise genel ekonomik dengeleri bozucu bir etki yapıyor. Sosyal güvenlik açıkları artıyor ve işgücü piyasasına yönelik alınan tedbirler istenen sonuçları vermiyor. Yani şu anda ortaya konulmuş büyüme trendi 'güzel' ama güzelliğinin sürmesi için doğru ve düzenli bakıma ihtiyaç gösteriyor. Türkiye'nin daha kronikleşecekmiş gibi görünen ekonomik büyüme-artan işsizlik kısır döngüsünü kırabilmek için akılcı politikalar uygulaması gerekiyor. 

(Bu yazı TSE'nin aylık yayın organı Standard dergisinin Nisan-2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder