İktisadi Planlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İktisadi Planlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 2004 YILINDA TOPLANAN '4. TÜRKİYE İKTİSAT KONGRESİ' VİZYON BELİRLEME AMACINA ULAŞAMADI

BAŞKENTTEN YANSIMALAR/ KONGRE VE FDF TARTIŞMALARININ SIĞLIĞI

Cahit UYANIK 

11 yıllık aradan sonra toplanan 4. Türkiye İktisat Kongresi, 2004 Türkiyesindeki dağınıklık ve kafa karışıklığının bir örneği olarak tarihteki yerini aldı. Herşeyden önce Kongrenin o güzelim 'İzmir' ismi değiştirilerek, Türkiye İktisat Kongresi yapıldı. Bunun sebebini anlayabilen ve anlatabilen yok. 

Kongrede temsiliyetler neye göre belirlenmiş? Ona da doğru dürüst cevap veren yok. İzmir'deki iş adamlarının bile doğru dürüst davet edilmediği bir Kongre ne işe yarar ki? Google arama motoruna girilip 'ekonomi' yazılsa ve Türkçe sayfalar tıklansa dökümü yapılabilecek kurumların çoğu Kongrede temsil edilmedi. Kongreye geçmişte katılmış olup da müktesep hakkı bulunan ve varlığını sürdüren kurumların çoğunun yüzüne bile bakılmaya tenezzül edilmedi. 

"Bu Devlet Planlama Teşkilatı acaba ülke ekonomisine yıllardır neden çeki-düzen veremiyor?" diye soranlara İktisat Kongresi iyi bir cevap oldu. İlk gün yarısı boş bir salona yapılan protokol konuşmaları, Kongre salonundaki büyük güvenlik zafiyeti, protesto gösterileri, çanta hırsızlıkları da işin tadı tuzu oldu. Ancak Kongre organizasyonunun alkışlanılması gereken bir başarısı vardı ki tarihe geçti: Demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin parasıyla düzenlenmiş olan Kongrede Cuma namazı arası verilmesi unutulmadı. Kongre belki pazara sarksa, hrıstiyan vatandaşlarımız için de pazar ayini arası verilebilirdi. Böylece dinler ve medeniyetler arası denge ile hoşgörü sağlanmış olurdu.

26 Şubat 2024 Pazartesi

YÜKSEK HAM PETROL FİYATLARI, 2008 CARİ AÇIĞINI 65-70 MİLYAR DOLARA ÇIKARABİLİR

Cahit UYANIK 

Bu dergiye yazı yazmaya başladığımdan bu yana; zaman zaman petrol, petrol fiyatları, yüksek petrol fiyatlarının Türkiye ekonomisi üzerine olumsuz etkilerine değiniyorum. Ama şimdiye kadarki yazılar içinde en endişe verici olanını birazdan okuyacaksınız. Çünkü petrol fiyatlarının 100 dolarlık psikolojik sınırı geçmesi ve kendisine yeni psikolojik sınırı 200 dolar olarak belirlemesi, Türkiye'deki ekonomik dengeleri ve göstergeleri 'kökten' değiştirebilecek bir etkiye sahip. Neden mi? 

Çünkü Türkiye, yüksek ekonomik büyüme hızları sebebiyle zaten cari açıkta bıçak sırtı bir denge üzerinde seyrediyor. Petrol fiyatları ise bu cari açık eğilimini, neredeyse baş edilemez bir yapıya çevirmek üzere. Yüksek cari açıklar, Türkiye'de her zaman Merkez Bankası ve dolayısıyla ekonomideki genel faiz dengesi üzerinde ciddi baskı yaratıyor. Faiz yüksek tutulmazsa, cari açığı finanse etmemize yarayan yabancı kaynak akışı azalıyor. Bu akışta yaşanan bir dengesizlik ise kurun aniden yükselmesi ve ekonomideki tüm dengeleri etkilemesi sonucunu doğurabilme potansiyeline sahip. İşte yüksek petrol fiyatları, deyim yerindeyse şimdi bu olumsuzluğun 'nirengi noktası'nda bulunuyor. Şimdi bu korkutucu tablonun ayrıntılarını verelim.    

Eğer uluslararası piyasalardaki yüksek fiyatlar devam ederse, Türkiye'nin ham petrol faturası bu yıl kesinlikle 20 milyar doları geçecek. Türkiye 2007 yılında 173 milyon varil düzeyinde petrol ithal etti. Bu ithalat düzeyinin korunduğu varsayımıyla ve ham petrolün ortalama varil fiyatı 135 dolar olarak kabul edilirse, 2008 yılında toplam fatura 23,4 milyar dolar olacak. 2007 yılındaki toplam fatura 11,8 milyar dolar olduğu için Türkiye'nin ödeyeceği ek büyüklük, 11,6 milyar doları bulacak. Ham petrol fiyatlarının 200 dolar olması halinde ise -maalesef- Türkiye'nin ödeyeceği fatura 34,6 milyar dolara çıkacak. 

22 Şubat 2024 Perşembe

YIL 2003... TÜRKİYE, UNDP'NİN İNSANİ GELİŞME ENDEKSİNE GÖRE SIRAT KÖPRÜSÜNDE BULUNUYOR

TÜRKİYE VE DÜNYANIN BOY ÖLÇÜSÜ

Cahit UYANIK 

Hani halk arasında 'Boyunun ölçüsünü almak ' diye bir söz vardır  ya... Her yıl yaz aylarında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının (UNDP) açıkladığı İnsani Gelişme Raporu da tüm dünya ülkelerine boy biçiyor. Ne yazık ki biz ekonomi habercilerine de son yıllarda Türkiye'nin boyunun ne kadar kısalmakta olduğunu yazmak düşüyor. Bu yılki kısalma ise felaket: Tamı tamına 11 ülke daha geriledik. Toplam 175 üyenin bulunduğu ülkeler sıralamasında 85'incilikten 96'ıncılığa düştük. Ha gayret desek, dünyanın en gelişmiş ilk 100 ülkesi arasına bile giremeyeceğiz. Olumsuzu başarmak konusundaki olağanüstü maharetimizi kullanmamak dileği ile şu İnsanı Gelişme Raporu neymiş, ona bakalım...

UNDP her yıl dünya ülkelerini sırf rakamlara dayanan ekonomik güçleri değil, insani yaşam standartlarını da dikkate alacak şekilde alt alta sıralıyor. Bu standartlar; 40 yaşına kadar yaşama olasılığı, okuryazarlık durumu, sağlıklı içme suyuna ulaşabilme, sağlık harcamalarının toplam harcamalara oranı, telefon sayısı, internet aboneliği, ar-ge harcamalarının durumu, toplumda ve eğitimde cinsiyet eşitliği, çocuk ölüm oranı,  karbondioksit emisyonu, sıtma hastalığı oranı gibi kriterleri içeriyor. BM böylece ekonomik gücün insanların yaşam kalitelerini iyileştirmekte kullanılıp kullanılmadığını tespit etmeye çalışıyor. Türkiye, İnsanı Gelişme Endeksinin orta gelişmişlik düzeyindeki ülkeleri arasında bulunuyor. Bu, toplam 175 ülkelik listenin 56-141 arasındaki basamaklarını kapsıyor. 142-175 düşük gelişmişlik düzeyini, 1-55 arası da yüksek gelişmişlik düzeyini anlatıyor. Yani Türkiye'nin yüksek gelişme düzeyine çıkması için 40 basamak atlaması gerekiyor. Tersine, düşük gelişmişlik düzeyine ise 45 basamak daha var. Yani Türkiye 2003 yılı endeksine göre, tam sırat köprüsünün üzerinde.

17 Şubat 2024 Cumartesi

TÜRKİYE YENİ BİNYILA ELEKTRİK KESİNTİLERİYLE GIRİNCE, NÜKLEER SANTRAL TARTİŞMALARI HIZ KAZANMIŞTİ

ENERJİ POLİTİKALARI VE SOKAKTAKİ VATANDAŞ

Cahit UYANIK

Türkiye, 20'inci Yüzyıl'ın son günlerini elektrik kesintisi tartışmaları ile geçirdi. 21. Yüzyıl'ın ilk günlerinde de manzara ve ortam değişmedi. Kış koşulları biraz ağır basınca, enerji politikalarımızdaki bütün ayıp ve kusurlar ortaya dökülüp saçıldı. Geciken yatırımlar, doğal gaza aşırı bağlılığımız, nükleer santral konusundaki kararsızlığımız, enerji özelleştirmelerindeki acemiliklerimiz ve tezcanlılıklarımızın faturası önümüze konuluverdi. 

Hemen her konuda kendini Batı standartlarıyla kritik etmeye alışık olan toplum, elektrik kesintilerine büyük bir tahammülsüzlük gösterdi. Dile kolay yaklaşık 18-19 yıl aradan sonra Türk insanı yeniden bu tatsız uygulama ile karşılaşıyordu. Mum ile idare lambasını sadece 'dekoratif malzeme' olarak bilen ve gören bir kuşak yetişmişti. Elektrik kesintilerine o kadar hazırlıksız yakalandık ki, orada burada patlayan televizyonlar ve jeneratörler minik çocukların canına mal oldu; gencecik insanları hastanelik etti. İşin acı yönü bu kesintilerin, Türkiye'yi tüm dünyaya "Orta Asya'nın Enerji Terminali' olarak lanse etmeye çalıştığımız günlere denk gelmesiydi.

Peki Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Soruya doğru cevaplar bulabilmek için ister istemez rakamlardan yararlanmak zorundayız. Önce en klasik rakamsal göstergeye bakalım. Türkiye'de -hızlı nüfus artışının da desteğiyle- kişi başına elektrik enerjisi tüketimi hızla yükseliyor. 1991 yılında kişi başına düşen tüketim 1.061 kilovatsaat düzeyinde iken, bu rakam 1995 yılına gelindiğinde yüzde 40'tan fazla artarak 1.417 kilovatsaata çıkmış. 1998 yılında ortalama tüketim 1.797 kilovatsaat düzeyinde gerçekleşmiş. 2000 yılında ise bu rakamın 1.964 kilovatsaata yükselmesi bekleniyor. Anlayacağınız 2001 yılında kişi başına elektrik tüketimi 2.000 kilovatsaatı aşacak. Buradan çıkan sonuç şu: Türkiye'nin geride kalan 10 yılda enerji talebi ikiye katlanmış. Türkiye'nin yakın gelecekte 70 milyonluk bir nüfusa yaklaşacağı ve insanların yaşam standartlarındaki iyileşme trendinin devam edeceğini kabul edersek, 2010 yılına kadar bu rakamın kişi başına 4.000 kilovatsaata çıkmayacağını kimse garanti edemez.

6 Şubat 2024 Salı

EĞİTİM, SAĞLIK VE YENİ BÜTÇE SİSTEMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de uzun zamandır tartışma gündeminden düşmeyen sorulardan birisi devletin yeniden yapılanması. Bazılarına göre devletin sosis, postal, basma, iplik, içki vb. malları üretmemesi anlamına gelen devletin yeniden yapılanması, geri planına bakıldığında çok daha karmaşık problemleri barındırıyor. Globalizasyon sonrasında oluşan yeni dünyada devleti dönüştürme görevini sadece özelleştirmeye indirgemek büyük bir hata gibi görünüyor. Özelleştirme, artık olsa olsa devletin yeniden yapılanmasında sadece bir boyut olarak ortaya çıkıyor, o kadar...

Devletin yeniden yapılanması denilince toplanan vergilerin toplumun gelişimi yolunda nasıl harcandığı daha büyük önem kazanıyor. Özellikle Türkiye gibi geniş nüfusa sahip ülkelerde eğitim ve sağlık alanında bir ara moda olan özelleştirme eğilimleri rafa kalktı. Devletlerin insani gelişim açısından büyük önem taşıyan bu iki alandaki eylem planları, toplum tarafından çok yakından takip ediliyor. Aslında bu 1950'lerden sonra eğitim ve sağlık alanlarına büyük yatırım yaparak, bunların piyasa ekonomisiyle bağını kurabilmiş ABD ve Japonya gibi devletlerin modellerinin başarıya ulaştığının kanıtı. 

Bugün ABD ve Japonya'da öğretmenler ve doktorlar toplumda çok büyük itibar sahibi kimseler. Japonya'da öğretmen yetiştiren üniversiteler, üniversite seçme sınavlarında en yüksek puanları almış kişileri bünyelerinde topluyorlar. Öyleyse Türkiye'de devletin yeniden yapılanmasının nereye gitmekte olduğu üç aşağı beş yukarı kestirilebilir:  Türkiye insanlarını iyi eğiterek ve sağlıklarını koruyarak üretim kapasitesini artıracak. İnsan zenginliği haricinde başkaca büyük bir doğal kaynağı olmayan Türkiye'nin çıkış yolu buna dayanıyor. Türkiye'nin 1998 yılında yaptığı 8 Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Reformu da bu yönde atılmış en önemli adım. Artık devletin bu noktadaki kilit rolünün yadsınmaması gerekiyor.

1 Şubat 2024 Perşembe

TÜRKİYE'NİN YENİ SANAYİ POLİTİKALARI-2

Cahit UYANIK 

Geçen sayımızda AB'ye uyum ve hazırlık çalışmaları kapsamında DPT'nin hazırlanmasına öncülük ettiği 'Türkiye Sanayi Politikası' adlı çalışmanın ilk bölümünden bahsetmiştik. Çalışma, Türkiye'deki sanayinin ayrıntılı bir tasvirini yapıp, ardından Gümrük Birliği karşısındaki durumunu ele almıştı. Türk sanayisinin güçlü ve zayıf yönleri, yeni politikanın öngördüğü kurumsal çerçeve ve bu noktada hangi kurumun üzerine ne gibi görevler düştüğü ile yeni sanayileşmenin hedef ve politikalarını ise bu sayıda size aktaracağız. 

Güçlü ve zayıf yön analizi son zamanlarda sıkça kullanılır oldu. Bazen bu yöntemi SWOT Analizi olarak da duymuş olabilirsiniz. Güçlü ve zayıf yönlerin analizi karar alıcıların, geleceğe yönelik kararlar verirken kullanabilecekleri ilginç bir araç. Tıpkı işletmelerdeki aktif-pasif veya kar-zarar analizi, sosyal planlamacılıktaki fayda-maliyet analizine benziyor. DPT de bu analizi Türk sanayisine uygulamaktan kaçınmamış. Sonuçta ortaya Türk sanayisinin 7 zayıf yönü bulunmuş. Bunlar; yetersiz sermaye birikimi, makro ekonomik istikrarı sağlamaktaki güçlükler, kronik yüksek enflasyon, yüksek vergiler, sermayenin ve temel sınai girdilerin yüksek maliyetleri, teknolojik gelişmelere ayak uydurmaktaki zorluklar ile yeni teknoloji üretmedeki yetersizlikler şeklinde tespit edilmiş. 

Analizde daha sonra zayıf yönleri besleyen tablo ortaya konulmaya çalışılmış.  Makro ekonomik istikrarsızlığın temelinde yapısal sorunların yattığı anlatılan, kamunun yüksek oranda iç borçlanmasının özel sektörün kaynak maliyetinin artmasına yol açtığı belirtilen çalışmada, bu durumun dalgalı ve potansiyelin altında büyümeye de yol açtığı anlatılmış. Buzdağının altında kalan daha büyük kısım ise yoğun bürokrasi, yatırım ortamındaki belirsizlikler, yetersiz ar-ge harcamaları, tasarım ve marka yaratmadaki yetersizlikler, finansman kaynağına erişimdeki engeller, etkin olmayan pazarlama hizmetleri, düşük ölçekli kapasiteler, düşük verimlilik ve kalite ile çevre bilincindeki eksiklikler olarak sınıflandırılmış. 

Çalışmada Türk sanayisinin güçlü yanları ise 8 başlık altında toplanarak; büyük iç pazar, yürürlükteki liberal ekonomi politikaları, doğal kaynaklar, AB ile ekonomik entegrasyon, büyük pazarlara coğrafi yakınlık, eğitilmiş işgücü, güçlü sanayi yapısı ile alt yapı ve telekomünikasyon sistemlerinde kaydedilen ilerlemeler şeklinde sıralanmış. Bu ılımlı ortamı destekleyen yan faktörler ise mevcut ekonomik program, yapısal reformlar, enflasyonun düşüş trendinde olması, rekabet gücünü artırıcı politikalar, etkin kaynak kullanımına yönelik çabalar, piyasa mekanizmasını güçlendirecek çalışmalar ile özel sektörün ekonomideki rolünü artırıcı anlayış olarak gösterilmiş.

29 Ocak 2024 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN YENİ SANAYİ POLİTİKALARI-1

Cahit UYANIK 

Türkiye'de sanayileşme çabalarının 150 yılı aşkın bir geçmişi bulunuyor. Ancak bu konudaki en önemli adımların 1960 yılı sonrasında atıldığını söyleyebiliriz. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin önce ekonomik kapasitesini belirleyip, dünyadaki sanayileşme örneklerini inceleyip ondan sonra planlı şekilde ayağa kalkmaya başlaması bundan 40 yıl önce olmuştu. Türkiye'nin sanayileşme macerası halen sürüyor. Bu konunun yakın geçmişi ile ilgili literatürde yüzlerce bilimsel araştırma ve kitap bulunuyor. 

Peki bundan sonra ne olacak? Türkiye'deki sanayi nereye doğru akıp gidecek? Devlet, bu akışın neresinde olacak? Bu akış dünyadaki genel gidişata ayak uydurabilecek mi? Türkiye'de geleceği araştırma alışkanlığı zayıf. Bunu yapmak isteyenler ya yetersiz doküman problemi ya da gerekli maddi kaynağı bulamamak sorunu ile karşı karşıya geliyor. İşte o zaman iş, yine ağırlıkla devlete kalıyor. Çünkü devlet, Türkiye'deki bir çok ekonomik alanda hala etkin. Gelişmelere olumlu veya olumsuz manada yön verebilecek güce sahip. Bütün erozyona rağmen devlet hala bünyesinde yetenekli araştırmacıları ve uzmanları barındırabiliyor. 

Türkiye'de ekonominin geleceği denilince akla ilk gelen kurum Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). Bu kurum, az önce sözünü ettiğimiz 1960'lı yıllardaki bilinçli kalkınma çabalarında da kilit rol oynamıştı. Ancak 1980 sonrasındaki liberal iktisat politikalarına yelken açılması ve devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması çabaları doğrultusunda biraz geri adım attı. Ancak DPT'nin yıldızı Avrupa Birliği (AB)  ile yeniden parlayacak gibi görünüyor. Çünkü üye olmaya çalıştığımız AB, ağırlıkla 'sosyal piyasa ekonomisi' dediğimiz bir yapıyı bünyesinde tutuyor. Bu yapıyı kısaca daha insani, piyasa dinamiklerinin yanı sıra akla ve bilime daha saygılı bir kapitalizm olarak adlandırabiliriz. İşte bu tanım beraberinde planlama olgusunun önemini getiriyor.

Türkiye ile AB, tam üyelik müzakerelerine başlayıp başlamama konusunda 2004 yılında, kıran kırana günler yaşayacaklar. Ama bu noktaya gelinmesi bile Türkiye'deki havanın nasıl değiştiğinin ilk belirtilerini ortaya koymaya yetiyor. Türkiye ile AB arasında müktesebata uyum kapsamında süren çalışmalarda, Türkiye'nin önümüzdeki döneme ilişkin bir sanayi politikası dokümanı hazırlamasının uygun olacağı belirtilmişti. Daha sonraki bazı AB resmi raporlarında bu dokümana resmi bir statü kazandırılması da istenmişti. Türkiye de 2003 yılı ortasında ilan ettiği AB'ye yönelik Ulusal Programda böyle bir dokümanı ileteceğini zaten açıklamıştı. İşte "Türkiye Sanayi Politikası" geçtiğimiz yaz aylarında yoğun bir çalışma ile hazırlanarak Eylül ayı sonunda kabul edildi. Bu kritik dokümanın hazırlanmasında öncülüğü DPT yaparken, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, AB Genel Sekreterliği, KOSGEB, Türk Patent Enstitüsü, TOBB ve TESK de katkıda bulundu. 

12 Ocak 2024 Cuma

AVRUPA BİRLİĞİ (AB) "PAMUK ELLER CEBE" DEMELİ

Cahit UYANIK 

Uzun süren bekleme ve hazırlık döneminin ardından Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri yeniden canlandı. AB yetkilileri tarafından kaleme alınan ve Türkiye'yi tam üyelik müzakerelerine hazırlamayı amaçlayan Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) Aralık ayı başında AB'nin ilgili siyasi organları tarafından kabul edildi. Türkiye de bunun üzerine KOB'u nasıl algıladığını, burada öngörülen kısa (2001 yılı) ve orta vadeli (2001-2003 yılları) hedefleri nasıl yaşama geçireceğini anlatan Ulusal Program hazırlıklarını hızlandırdı. 

AB Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde hazırlanan Ulusal Program taslağı, hükümeti oluşturan siyasi partilerin liderleri tarafından görüşüldü. Taslağın büyük bölümü kabul görürken, verilen bazı siyasi talimatlar doğrultusunda son halini alması için yeni bir süreç başlatıldı. Ulusal Program, muhtemelen Şubat sonunda bitirilecek. Bakanlar Kurulunda görüşülüp onaylandıktan sonra AB'ye verilecek. Ancak Türkiye, Ulusal Programı açıklamadan önce AB'nin kendisine sağlayacağı maddi yardımları düzenleyen Çerçeve Yönetmelik'in onaylanmasını bekleyecek. Bu, resmi bir prosedür. Bundan önce AB'yle tam üyeliğe hazırlanan bütün ülkeler için de aynı aşamalar geçilmiş. Her şey bu prosedüre uygun yürürse, Türkiye-AB ilişkileri Mart ayında yeni bir ivme kazanacak. 

Peki Ulusal Programda ekonominin yeri ne? Bu soruyu cevaplamadan önce geçmişten bugüne kadar pek parlak sonuçlar vermeyen Türkiye-AB mali destek veya yardımı ilişkilerine bir bakmak lazım. Çünkü Ulusal Programı yerine getirmek için Türkiye'nin çok ciddi parasal kaynaklara ihtiyacı var. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye'nin gelecekte AB mali kaynaklarından ne miktarda yararlanacağını araştırmış. Bununla da yetinmeyip ve bu muhtemel yardımı, diğer aday Merkezi ve Doğu Avrupa (MDA) ülkeleri ile karşılaştırmış. 

19 Aralık 2022 Pazartesi

HABER-ANALİZ / TÜRKİYE’NİN ‘PERSPEKTİF PLAN’ GEÇMİŞİ VEYA EKONOMİDE ‘REEL BİR PLANLAMA’YA DÖNÜŞ YAŞANACAK MI?

Ankara-Necatibey Caddesindeki DPT binası

Cahit UYANIK

2022 yılı Haziran ayı, Türkiye’nin 1960 yılında yani 62 yıl önce resmen başlayan ‘ekonomik planlama serüveni’nde ilginç bir dönemeç oluşturdu. Çünkü bu tarih, siyasette iktidar ve muhalefet kanatlarının ekonomik planlama için harekete geçtikleri bir zaman dilimiydi. 

09 Haziran 2022 günü Resmi Gazeteyi açanlar, Cumhurbaşkanlığının 2024-2028 yıllarını kapsayacak  “On İkinci Kalkınma Planı Hazırlıkları” konulu üç sayfalık genelgesi ile karşılaştılar. Bu genelge; kamu, özel sektör ile sivil toplum ve meslek kuruluşlarının görüşleri ve Meclis’in nihai inisiyatifiyle (TBMM Kararı olarak) hazırlanacak olan ve yaklaşık 14-15 aylık hummalı çalışmanın ilk yazılı dokümanı olma özelliğini taşıyordu.

Bu genelgeden 4 gün sonra ise “6’lı Masa” olarak adlandırılan 6 muhalefet partisinin oluşturduğu ‘Kurumsal Reformlar Komisyonu’ haftalar süren bir çalışmanın ardından; iktidara gelmeleri halinde yapacakları ilk ve acil yapısal reformları kamuoyu ile paylaştılar. Bu komisyonun; 11 yıl önce kapatılarak Kalkınma Bakanlığına, daha sonra 2018 yılında Strateji ve Bütçe Başkanlığına dönüştürülen Devlet Planlama Teşkilatını (DPT); Strateji ve Planlama Teşkilatı (SPT) olarak yeniden kuracaklarını açıklaması hayli ilginçti.

12. Plan 2023’te Meclis’te görüşülebilecek mi?

Böylece muhalefet düzeyinde de olsa ülke kamuoyu, uzun zamandır ilk kez ekonomik planlama ve Cumhuriyetin 100. Yıldönümü sonrasında planlamanın yeni vizyonunun ne olabileceği hakkında enerjik bir görüş açıklaması ve net bir vaatte bulunulmasına şahitlik etti. Türkiye, ekonomik planlama konusunda böylesi yoğun talep ortamını en son Demokrat Parti iktidarının son yıllarında yaşamıştı. Aradan 70 yıla yakın süre geçtikten sonra muhalefetin yinelenen bu tavrı, yüzlerce sayfalık metinlerin hazırlandığı ancak kimsenin pek uymadığı bürokratik bir planlama anlayışı yerine; ortak akıl ve katılımcı bir anlayışla, vizyon belirleme boyutu daha ağır basan, kısa ve öz metinlerin hazırlandığı stratejik bir ekonomi planlamasına geçiş yönündeki beklentileri de canlandırdı.

12. Plan hazırlıkları başlatıldı ama gelecek yıl bu zamanlarda Meclis’te görüşülememe olasılığı da bulunuyor. Çünkü 2023 Haziran ayında gerçekleşecek seçimlerin ardından oluşacak yeni siyasi tablo belirsizliğini koruyor. Seçimleri muhalefetin kazanması halinde 12. Plan’ın yeniden kurulacak olan Strateji ve Planlama Teşkilatı tarafından gözden geçirilip değiştirilmek üzere ertelenme olasılığı mevcut. Çünkü muhalefet 2011-2022 arasındaki dönemin planlamada boşa harcandığını ve ekonomide reel bir planlamaya yeniden dönülmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyor.     

Türkiye ‘Perspektif Plan’ın süresine karar veremedi gitti!

Planlamaya büyük umutların bağlanmaya başlandığı bu ortamda; Türkiye’nin ekonomik planlama konusundaki geçmişinin pek ele alınmayan bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Bunun için sizi 1960’ların başından 2020’lere 60 senelik bir yolculuğa çıkarmalıyım. Türkiye, 1963 yılında yani 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’yla birlikte “Perspektif Plan” kavramıyla da tanışmıştı. Perspektif burada, ‘geleceğe yönelik bakış açısı’ anlamında kullanılmaktaydı. 1. Plan’da perspektif planın neden gerekli olduğu; “Perspektif plan, plan dönemleri arasında bütünlüğü ve devamlılığı gözetir; ileride düzeltilmesi güç hatalı kararlar alınmasını önleyerek kaynak israfına sebep olmadan ana hedeflere en kısa yoldan ulaşılmasını sağlar” denilerek anlatılmıştı. 

5 Haziran 2022 Pazar

KAPAK HABERİ / TÜRKİYE'DE 'STRATEJİK PLANLAMA' BEKLENTİSİ YENİDEN CANLANIYOR: 22 YIL ÖNCESİNDEN BİR EKONOM DERGİSİ KAPAĞI...

8. PLAN: KRİTİK KAVŞAKTA BEKLİYOR

Cahit UYANIK - Orsoy GİRGİÇ

Plan, herkesin bildiği ve kullandığı bir sözcük. Planlama ise yine herkesin yaptığı veya yapmaya çalıştığı bir uğraş. Küçük bir çocuğa "Büyüyünce ne olacaksın?" diye sormak bile, onu planlı düşünmeye sevk edebilir. Ama planlama kavramını milyonlarca insanın yaşadığı, milyonlarca karar unsurunun bulunduğu, yüz binlerce üretim odağının çalıştığı bir ekonomiye uygulamaya çalıştığınızda işin rengi değişiveriyor. Ekonomik dengeleri etkileyen değişkenlerle, toplumun beklentilerini ortak noktada buluşturma çabası; ekonomik planlamanın ne kadar zor ancak aynı zamanda ne kadar vazgeçilmez olduğuna işaret ediyor. Türkiye, 1963 yılından bu yana planlı bir ekonomi. Bu süreçte planlamanın önemi zaman zaman arttı, zaman zaman azaldı. Ancak hiç bir zaman vazgeçilemedi. Çünkü dünyadaki ciddi devletlerin hepsi bu tür teşkilat veya oluşumlara sahip. Aksi taktirde geleceğe ilişkin tahminler, bir takım ön yargılar ve subjektif değerlendirmelere teslim edilebilir. 

(Tıklayınız) BİR 'PLAN' KAPAĞININ YAZILIŞ HİKAYESİ VEYA İKTİDAR DEĞİŞİRSE "4. PERSPEKTİF PLAN" İLAN EDİLİR Mİ?

Türkiye'de plancılığın tarihi Atatürk Dönemine kadar uzatılabiliyor. Ancak o dönemde hazırlanan planlar, daha çok devletin sanayi alanındaki yatırımlarının bir listesi ve programı niteliğindeymiş. Modern plancılığa geçiş ise "Her mahallede bir milyoner yaratma" sevdasına yönelik olarak dağıtılan bol keseden teşvikler ve krediler, plansız-programsız yatırımlar döneminin hemen ardından geliyor. Türkiye, hep söylenegelen ancak bir türlü rakamlara dökülemeyen ekonomik potansiyelini planlar sayesinde tanımaya başlıyor. Aradan geçen 39 yılda tüm çalışmalara rağmen Türkiye'nin kendi gücü ve ekonomik potansiyelini tanıyıp değerlendirebildiğini söylemek mümkün değil. İşte hazırlıklarına başlanan 8. Plan, Türkiye'ye bu fırsatı sunuyor.