29 Ocak 2024 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN YENİ SANAYİ POLİTİKALARI-1

Cahit UYANIK 

Türkiye'de sanayileşme çabalarının 150 yılı aşkın bir geçmişi bulunuyor. Ancak bu konudaki en önemli adımların 1960 yılı sonrasında atıldığını söyleyebiliriz. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin önce ekonomik kapasitesini belirleyip, dünyadaki sanayileşme örneklerini inceleyip ondan sonra planlı şekilde ayağa kalkmaya başlaması bundan 40 yıl önce olmuştu. Türkiye'nin sanayileşme macerası halen sürüyor. Bu konunun yakın geçmişi ile ilgili literatürde yüzlerce bilimsel araştırma ve kitap bulunuyor. 

Peki bundan sonra ne olacak? Türkiye'deki sanayi nereye doğru akıp gidecek? Devlet, bu akışın neresinde olacak? Bu akış dünyadaki genel gidişata ayak uydurabilecek mi? Türkiye'de geleceği araştırma alışkanlığı zayıf. Bunu yapmak isteyenler ya yetersiz doküman problemi ya da gerekli maddi kaynağı bulamamak sorunu ile karşı karşıya geliyor. İşte o zaman iş, yine ağırlıkla devlete kalıyor. Çünkü devlet, Türkiye'deki bir çok ekonomik alanda hala etkin. Gelişmelere olumlu veya olumsuz manada yön verebilecek güce sahip. Bütün erozyona rağmen devlet hala bünyesinde yetenekli araştırmacıları ve uzmanları barındırabiliyor. 

Türkiye'de ekonominin geleceği denilince akla ilk gelen kurum Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). Bu kurum, az önce sözünü ettiğimiz 1960'lı yıllardaki bilinçli kalkınma çabalarında da kilit rol oynamıştı. Ancak 1980 sonrasındaki liberal iktisat politikalarına yelken açılması ve devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması çabaları doğrultusunda biraz geri adım attı. Ancak DPT'nin yıldızı Avrupa Birliği (AB)  ile yeniden parlayacak gibi görünüyor. Çünkü üye olmaya çalıştığımız AB, ağırlıkla 'sosyal piyasa ekonomisi' dediğimiz bir yapıyı bünyesinde tutuyor. Bu yapıyı kısaca daha insani, piyasa dinamiklerinin yanı sıra akla ve bilime daha saygılı bir kapitalizm olarak adlandırabiliriz. İşte bu tanım beraberinde planlama olgusunun önemini getiriyor.

Türkiye ile AB, tam üyelik müzakerelerine başlayıp başlamama konusunda 2004 yılında, kıran kırana günler yaşayacaklar. Ama bu noktaya gelinmesi bile Türkiye'deki havanın nasıl değiştiğinin ilk belirtilerini ortaya koymaya yetiyor. Türkiye ile AB arasında müktesebata uyum kapsamında süren çalışmalarda, Türkiye'nin önümüzdeki döneme ilişkin bir sanayi politikası dokümanı hazırlamasının uygun olacağı belirtilmişti. Daha sonraki bazı AB resmi raporlarında bu dokümana resmi bir statü kazandırılması da istenmişti. Türkiye de 2003 yılı ortasında ilan ettiği AB'ye yönelik Ulusal Programda böyle bir dokümanı ileteceğini zaten açıklamıştı. İşte "Türkiye Sanayi Politikası" geçtiğimiz yaz aylarında yoğun bir çalışma ile hazırlanarak Eylül ayı sonunda kabul edildi. Bu kritik dokümanın hazırlanmasında öncülüğü DPT yaparken, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, AB Genel Sekreterliği, KOSGEB, Türk Patent Enstitüsü, TOBB ve TESK de katkıda bulundu. 

8'inci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile Hükümet Programı temel alınarak 2001-2005 dönemini kapsayacak şekilde hazırlanan doküman, sanayi politikasının genel çerçevesini belirlemek üzere orta vadeli bir 'politika metni' olarak hazırlandı. Çalışma özellikle imalat sanayisine ilişkin mevcut durumu, kurumsal çerçeveyi, amaçları, izlenecek politikaları ve tedbirleri kapsıyor. Metinde Türkiye'de sanayi politikasının temel amacı olarak, artan dünya rekabet şartları altında sanayinin rekabet gücünü ve verimliliğini geliştirerek dışa dönük bir yapı içinde, sürdürülebilir büyüme hedeflendiğı belirtiliyor. Çalışmaya göre Türkiye'de sanayi politikası kapsamında, girişimcilerin ve işletmelerin inisiyatif alabilecekleri, fırsatlar yaratabileceklerı ve potansiyellerini kullanabilecekleri, rekabete açık bir iş ortamı geliştirmeye yönelik sektörel bazlı politikalar izlenecek. Yani bu teknik cümleden çıkarmamız gereken sonuç şu ki, Türkiye ihracata dayalı büyüme modelinden vazgeçmediği gibi iş hayatını geliştirmek için sektörel bazda tedbirler de alacak. Yani daha mikro ve sektörlerin kendine has yapılarını dikkate alan konularla uğraşılmaya başlanacak.

Türkiye Sanayi Politikasına göre Türkiye, 2006 yılı da dahil olmak üzere her yıl yüzde 5'i biraz aşan düzeyde büyüyecek. Bu büyüme ise ağırlıklı olarak sanayi ve hizmetler sektöründen kaynaklanacak. Tarımın payı ise daha düşük öngörülüyor. 2006 yılı sonunda 60 milyar dolarlık ihracat, 79,2 milyar dolarlık ithalat ve 1,6 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi hedeflenirken, son günlerin en kritik tartışma konusu istihdamın ise 2004'te yüzde 3,3 büyüdükten sonra 2005'te yüzde 2,6 ve 2006'da yüzde 2,7 artması hedefleniyor. Yani Türkiye'de önümüzdeki yıl, istihdam konusunda ciddi bir iyileşme sağlanıp, daha sonraki 2 yılda da iyileşme eğiliminin sürmesi hedefleniyor. Yabancı sermaye boyutuna bakıldığında ise çok fazla iddialı hedefler konulmayarak, olası bir düş kırıklığının önüne geçilmek istendiği anlaşılıyor. 

DPT bunu açıkça yazmasa da, Türkiye'de ciddi bir sanayileşme politikası izleyebilmek için makro ekonomik istikrarın sağlanmasını şart gördüğünü kolayca söyleyebiliriz. DPT makro ekonomik çerçeveyi çizdikten sonra Türk sanayisinin yapısını adeta masaya yatırıyor. Türk sanayisinin ağırlıkla özel sektörden oluştuğu belirtilen dokümanda, imalat sanayisi üretiminin yüzde 80'den fazlasının ve gayri safi sabit sermaye yatırımlarının yüzde 95'inin özel sektör tarafından gerçekleştirildiği anlatılıyor. 

Çalışmaya göre imalat sanayisi ağırlıklı olarak gıda, tekstil-giyim, kimya, otomotiv, petrol ürünleri ve demir-çelikten oluşuyor. İhracattaki paya göre ise tekstil sektörü başı çekerken, otomotiv ve demir-çelik ile gıda, izleyen ihracat sektörleri olarak görülüyor. Peki imalat sanayisinin teknolojik durumu nasıl? Sektör, yüzde 72 oranında düşük teknoloji, yüzde 23 orta teknoloji ve yüzde 5 ise yüksek teknoloji kullanıyor. Ancak geriye yönelik bakıldığında düşük teknolojilerin azalma, orta ve yüksek teknolojinin yükselme eğilimine girdiği gözden kaçmıyor. Benzeri bir analiz ihracat malları açısından yapıldığında düşük teknoloji oranındaki azalma daha belirginleşiyor. Türkiye'nin giderek orta ve yüksek teknolojiye dayalı mallar ihraç etmeye başladığı görülüyor. 

Türkiye'nin sanayi yapısı içinde KOBİ'lerin önemli bir paya sahip olduğunun anlatıldığı dokümanda, 2000 yılında 250'ye kadar çalışanı olan bu işletmelerin tüm işletmelerin yüzde 99,6'sını oluşturduğu ifade ediliyor. KOBİ'ler toplam istihdamın yüzde 63,8, katma değerin ise yüzde 36'sını sağlıyorlar. 

Sanayinin mekansal dağılımında ise organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinin ön plana çıktığı anlatılan politika metninde, 65 OSB'de 10 bin 800'ü aşkın işletme bulunduğu ve 350 bin kişiye iş sağlandığı, 362 küçük sanayi sitesinde ise 84 bin işyerinde 400 bin kişiye iş yaratıldığı belirtiliyor. DPT sanayi işletmelerinin bölgesel dağılımı ile ilgili olarak da kendi cümleleriyle şu ilginç tespiti yapıyor:

"Sanayi işletmelerinin bölgesel dağılımı dengeli olmayıp, daha çok Türkiye'nin sanayi katma değerinin yüzde 51,8'ini oluşturan Marmara Bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Ancak geleneksel sanayi merkezleri olan İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara gibi illerin sanayideki ağırlığında azalma eğilimi görülmektedir. Bu illerde finans, bankacılık, pazarlama, ticaret ve turizm gibi hizmetler yoğunlaşmakta, sanayi faaliyetleri ise civar illere yayılmaktadır. Bunun sonucunda İçel, Kayseri, Ķırklareli, Sakarya, Tekirdağ gibi sanayi merkezleri oluşmuştur. Yerel girişimciliğin gelişmesi sonucunda Denizli ve Gaziantep de yeni sanayi merkezleri konumuna gelmiştir."

Çalışmada daha sonra sık sık tartışma konusu yapılan Türkiye-AB Gümrük Birliği (GB) konusuna giriliyor. GB'yi Türk sanayisinin uluslararası rekabete açılması yönünden önemli bir adım olarak niteleyen doküman, bu süreçte AB ile dış ticaretin arttığı, AB ülkelerinden yapılan ithalatın payının yüzde 47,1'den yüzde 45,5'e düştüğü, Türkiye'nin AB'ye ihracatında yüzde 51-52'lik oranı korumasına rağmen, ihracat rakamının 11 milyar dolardan 18 milyar dolara çıktığı belirtiliyor. Özel sektörün kalite iyileştirme ve modernizasyon yatırımları sayesinde sanayinin rekabet gücünün arttığı belirtilen çalışmada, imalat sanayi firmalarının ISO-9000 gibi kalite belgelendirme sistemlerine başvurmalarında artış olduğuna dikkat çekiliyor. 

DPT'nin öncülüğünde hazırlanan Türkiye Sanayi Politikasının ilk kısmı bu unsurlardan oluşuyor. Çalışmanın taşıdığı önem nedeniyle gelecek sayıda da size Türk sanayisinin güçlü ve zayıf yönlerinin analizi ile yeni hedef ve politikalarının ne olacağını anlatacağım.

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Kasım-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder